Yeniçeriler
Bu çalışmada, Osmanlı Beyliğinin imparatorluk haline gelmesinde, tarih sahnesinde büyük bir güç olarak anılmasında, dört buçuk asır boyunca zaman zaman kendi kışlalarında, padişahın sarayında, cenk meydanlarında ve İstanbul şehrinin alanlarıyla sokaklarında yükselmiş olan ve cihana meydan okuyan Yeniçeri İlgasının kurulmasını, bozulmasının nedenlerini ve Osmanlı İmparatorluğu nun yenileşmesine ne gibi katkılarda bulunduğu konusu üzerinde durulacaktır.
Yeniçeri İlgası, Osmanlı İmparatorluğu ’nun kanunnamelerine uygun olarak geliştiği vakitlerde devletin kurulma ve genişlemesinin başlıca amillerinden biri idi. Fakat on yedinci yüzyıldan başlayarak ocağın kanunnameleri bir tarafa bırakılmış ve yerine manasız gelenekler geçmiş; bu sebeple de yeniçeri ocağı devlet otoritesinin dayanağı olmaktan çıkmış, askeri ehemmiyetini kaybetmiş, savaşlarda gösterdikleri disiplinsizlik ve halka zülüm etmeleri ocağı yaka silktiren bir kurum haline getirmiş ve ocak devlet içindir prensibi yerine, devlet ocak içindir prensibi geçerli olmaya başlamıştı. Bu böyle olunca da devlet teşkilatında, yeniçeri ocağının desteği sağlanmadan hiçbir düzen kurma imkanı kalmamıştı. Bu düzeni değiştirme taraftarı olan bir çok padişah ve devlet adamı da bu uğurda ya mevkilerini yada başlarını kaybetmişlerdi. Yeniçerilerin İstanbul’da hükümete karşı yaptıkları isyanlarda, devletin eyaletlerdeki otoritesini de sarsmaktaydı. Hal böyle olunca da yeniçeri ocağının kaldırılması II. Mahmut’a nasip olmuştu. Bu seminerde konumuzla alakalı olan II. Mahmut’un reform politikası üzerinde de durulacaktır.
Yeniçeri Ocağının kuruluş, bozulma ve bozulmasını nedenleri ve Bektaşilikle olan alakaları ile II. Mahmut’un bu ocağı kaldırmasının ne gibi nedenlere dayandığını, ocağın kaldırılmasının ne gibi sonuçlar doğurduğunu ve Osmanlı’nın yenileşmesine olan katkıları ile yeni kurulan ordunun durumu ve yapısını en doğru şekilde verebilmektir.
YENİÇERİ OCAĞININ KURULUŞU, BOZULMASI VE NEDENLERİ:
En salahiyetli bilginlerimiz Yeniçeri Ocağının kuruluşunu, Osmanlı Devleti nin ilk elli yılı içinde Rumeli’nde süratle gelişen fütuhatın doğurduğu zaruret olarak gösterirler.
Yeniçeri Ocağı I. Murat zamanında Anadolu Selçukluları’ndaki hassa ordusu örnek alınarak kurulmuştu. Çandarlı Halil Paşa’nın teklifi ve Molla Rüstem’in yardımıyla teşkil edilen bu ordunun asker kaynağı Hristiyan asıllı esirlerdi. Acemi ocağı yeniçeri ocağına asker yetiştirmek için kurulmuştu. İlk kurulduğu sıralarda yeniçeri ordusu bin kişilik bir kuvvetti ve zamanla sayıları arttı.
Savaşlarda alınan esirlerle ilgili pençik kanunu denilen bir kanun tanzim edildi. Pençik kanununa göre; her esir yüzyirmibeş akçe hesap edilecek ve yüzyirmibeş akçenin beşte biri, yirmibeş akçe orduya ödenecekti. Yada beş esirde bir esirin, asker edilmesi gerekecekti. Seferlerde ve akınlarda çok sayıda esir alındığından pençik oğlanları acemi ocağı için önemli bir kaynak teşkil ediyordu.
Devşirme usulünün Yıldırım Beyazıt zamanında ihdas edildiği iddia edilmektedir. Osmanlı Devleti devşirme usulünü sistemli hale getirip geniş çapta uygulamışlardır. Askere alınacak çocuklar, Osmanlı uyruğunda olan Hristiyan halktan alınacaktı. Çocuklar arasından 14-22 yaş arasındakiler tercih edilecekti. Evli ve ailenin tek erkek çocuğu alınmazdı. Kanun gereğince asil ailelerin çocukları tercih edilirdi. Bu çocuklar Türk ailelerin yanlarına verilerek İslamiyeti, Türkçe’yi, Türk örf ve adetlerini öğrendikten ve sünnet edildikten sonra acemi ocağına alınırdı. Burada belli bir süre eğitim gördükten sonra yeniçeri ocağına kayıt olurlardı. Bu devşirmelerin evlenmeleri ve askerlik sanatından başka bir işle meşgul olmaları yasaktı.
Devşirmeler son olarak yapılan elemeden sonra zeka testine tabi tutulurlar ve nitelikleri yüksek olanlar, saray ve saltanat hizmetine alınır; bir kısmı da yeniçeri ocaklarına asker olarak alınırdı.
Kapıkulu ordusunun en kalabalık grubunu oluşturan yeniçeriler, padişahın merkezi otoritesinin temelini teşkil etmişlerdir. Yeniçeri sayesinde padişah, uç beylerinin nüfuz ve otoritesini dengelemiştir. Ayrıca Avrupa’nın ilk daimi ordusu da yeniçerilerdir.
Yeniçeriler asıl olarak fetih yada "cihat" amacıyla değil, bir iç iktidar gücü olarak tasarlanmıştır. Osmanlı ordusunun seferlerdeki toplam asker sayısı içinde yeniçeriler hemen her zaman bir azınlık oluşturmuşlar, savaşlarda ise ordu çok baskı altında kalmadıkça cepheye sürülmemişler yada düşman öldürücü son bir darbeyle düşecek duruma geldiği zaman sürülmüşlerdir. Öte yandan içerideki ayaklanmaların bastırılmasında yeniçeriler hep asıl rolü oynamışlar ve devlet bu durumlarda onlardan başkasına nadiren güvenmiştir.
Yeniçeri Kıyafet ve Silahları
Yeniçeri ocağının komutanına Yeniçeri Ağası denirdi. Yeniçeri taburlarına orta denirdi. Yılda bir elbise ve üç ayda bir yevmiye hesabı üzerinden ulufe denen maaş alan yeniçeriler, kapıkulu ordusunun en itibarlı birlikleri arasında idi. Padişahın kendiside bir numaralı yeniçeri idi. Kendilerini Ali Osman tahtında oturan padişahın kulları bildiler ve kulluk ile övündüler.
16.asır ortalarına kadar geçici hadiseler istisnai olmak üzere yeniçeriler arasına I. Murat zamanında konmuş olan itaat-ı mutlaka usulü sayesinde disiplin bozulmamıştı. Ayrıca Kanuni’ye kadar padişahların ordularının başında bulunmaları ve en ufak yolsuzluklarına bile göz yummamaları yeniçeri ocağını devrin en modern, düzenli ordusu olarak gösteriyordu.
İstanbul’daki isyanların tamamı kapıkulu ordusu tarafından çıkarılmıştır. Bu isyanların sebebi devlet adamları arasındaki iktidar mücadeleleri ile ekonomik ve mali sebeplerden kaynaklanıyordu. Yeniçerilerin ilk isyanları Fatih zamanına kadar uzanır. Bu isyanın sebebi padişah ile veziriazam arasındaki mücadelesiydi. Fakat genç padişah, bu isyanı bastırdığı gibi, Çandarlı Halil Paşayı bertaraf ettikten sonra kapıkulu ordusunu devleti genişletmek ve merkezileştirmek için müessir bir şekilde kullandı. 15 ve 16.yüzyılda umumiyetle dirayetli padişahlar iş başına geldikleri için yeniçeriler isyan edememişlerdir.
Yeniçeri ocağının çözülmeye başlaması ise III. Murat döneminde başlar. Bu dönemde yeniçeriler arasında evlilerin sayısının arttığı, kışlalarında yatmak yerine evlerinde yattıkları ve askerlik dışı işlerle (ticaret ve esnaflık gibi) uğraştıkları görülmektedir. III. Murat zamanında, akçanın değerinin düşürülmesi üzerine, düşük ayarlı akça ile ulufe almak istemeyen kapıkulu askerleri isyan ettiler ve defterdar ile veziriazamın kellesini istediler. Ayaklanmayı bastırmak için istekleri yerine getirildi. Bundan sonra yeniçeriler, 17.yüzyıl boyunca veziriazamlığa ve hatta padişahlığa istediklerini getirmeye başladılar. Saraydaki çeşitli gruplar arasındaki iktidar mücadelesine alet oldular. Ayrıca III. Murat ocak kanununa zıt olarak dışarıdan bir takım sanatkarlarında yeniçerilerin arasına girmesine izin verdi. Böylece yeniçeri ocağının çevresi türlü sanat erbabının dükkanları ile doldu. Bu dönemde ocağa para ile yabancılarda girmeye başlamışlardı. Ocağa girebilmek için belirli bir süreyi geçirmeden alınan bu yabancılar, ocaktaki askerleri yavaş yavaş kendilerine uydurup, serkeşliğe sevk ediyorlardı. Herhangi bir sebeple ocaktan çıkarılanlarında sonradan ocağa alınmaları da yeniçerilerin kanunlarına vurulmuş olan önemli bir darbeydi. Kanuni’den sonra padişahların istirahatı sefer zorluğuna tercih etmeleri başkumandanlarını başlarında görmeyen askere ağır geliyordu. Padişahı zorla sefere götüren yeniçeriler ise eski disiplinli yeniçeri ordusu değildi.
Yeniçerilerin çıkardıkları isyanların en korkuncu II. Osman zamanında çıkmıştır. Genç Osman yeniçerilerin Lehistan seferindeki gayretsizliği üzerine Yeniçeri ocağını kaldırarak düzenli bir ordu kurmak ve devlete çeki düzen vermek niyetindeydi. Fakat fikirlerinin duyulması üzerine yeniçeriler isyan ettiler ve bu isyan Genç Osman’ın ölümüyle sonuçlandı. IV. Murat ve IV. Mehmet zamanında da yeniçerilerin isyanlarına tanık olmaktayız.
I. Mahmut zamanında esame denilen maaş kağıtlarının alınıp satılmasına izin verilmesiyle yanlış bir dönem başlamış oldu. Bu durum esnafın açıkgöz ve hali vakti yerinde olanlarının işine yaradı ve esame maaş olmaktan çıktı. Yeniçerilik ise artık askerlik değil; ulufe sahipliği demekti ve yeniçerilik yoksul halk tabakasının bir geçim kaynağı idi.
Yeniçeri ocağına mensup askerlerin bir çoğunun sefere gitmeyip kadıasker, vezir ve devlet görevlilerinin hizmetlerinde bulunup efendilerinin iltimasları sonucu bu askerlerin yevmiyelerine zam yapılması himayesiz olup düşman karşısında siperlerde hizmet eden yeniçerilerin gayretini kırıyordu.
Bu asker azlığı yani ismen mevcut, cismen namevcut askerin azlığı seferlerde yeniden yeniçeri yazmayı gerektiriyordu. Hazine bu yük karşısında maaşları düzenli olarak veremiyor ve gittikçe artan mali bunalımın önüne geçilemiyordu. Yolsuzlukların önüne geçilmek istendiği zaman esame alım satımıyla meşgul olup menfaatlerine zarar gelecek kişilerin tahrikleri kanlı olaylara neden oluyordu. 16.asırın son yarısında düzenli olarak ulufe verilmemesinden dolayı yeniçerilerin esnaflıkla meşgul oldukları görülmekteydi.
1560 yılından sonra İstanbul dışında, sancaklarda da yeniçeri garnizonları kuruldu. Böylece kapıkulu ordusunun nüfuz ve tesiri Anadolu’ya da yayılmış oldu. Dolayısıyla yeniçeriler eyaletlerde merkezi otoritenin ve asayişin sağlanmasında mühim bir fonksiyon ifa etti. Öte yandan yeniçeriler başkentte iktidarı tayin eden en başta gelen unsurdu. Fatih’in ölümünden sonra II. Beyazıt, I.Selim’in ve Yavuz’un tahta çıkmasını sağlamışlardır. Her saltanat değişikliğinde yeniçerilere dağıtılan cülus bahşişi de zamanla yozlaştı ve padişahlarla yeniçeriler arasında adeta bir pazarlık konusu haline geldi. Vergi toplamak ve devlet işlerini yürütmek gibi görevlerle de uğraşmaya ve vergiden muaf oldukları için de ticarete başlamışlardı. Zamanla eyaletlerdeki gelir kaynaklarına da el attılar ve iltizam işleri ile uğraştılar. 17.yüzyılda taşradaki yeniçerilerin zulmünden bıkan halk onlara karşı yer yer isyan etti. Böylece devletin kuruluşu ve gelişmesinde büyük rolü olan kul sistemi zamanla yozlaştı ve devlete hakim olmaya başladı.
17.yüzyıldan itibaren ocağın kanunnamelerinin bir tarafa bırakılıp yerlerine yeni geleneklerin alması yeniçeri ocağını devletin temel dayanağı olmaktan çıkarmıştı. Ocak devlet içindir prensibinin yerini devlet ocak içindir prensibi almıştı. Bundan dolayı da yeniçerilerin desteği alınmadan hiçbir konuda değişiklik yapabilme imkanı kalmamıştı. Ayrıca yeniçerilerin değişiklik yapmak isteyen devlet adamları ve padişahları görevlerinden etmeleri yada onları öldürmeleri ve ya istedikleri her şeyi çıkardıkları isyanlar sonucu devlete kabul ettirmeleri yeniçerilerin devlet yönetiminde ne derece etkili olduğunu göstermektedir.
İstanbul’da zaman zaman meydana gelen isyan hareketlerinde başlıca kuvvet olan yeniçerilerin savaşlarda gösterdikleri korkaklık, itaatsizlik ve gevşeklik ocağın kaldırılmasına kadar devam etmiştir.
Yalnız savaş zamanlarında toplanan bir asker haline gelen yeniçeriler, barış zamanında ise memleketin başına bela oluyorlardı. Artık devlet ocak için değil, adeta ocak devlet için anlayışı hakimdi.
Devşirmeci döneminde saraya bağlı ve kökenleri itibarı ile batıya ve batılılaşmaya yatkın olan yeniçeri ocağı 17.yüzyıldan itibaren devşirmeci sistemin terk edilmesi ile birlikte yerel halkla bütünleşip, sarata karşı ulemanın yanında yer alarak ve genel olarak batı karşıtı, tutucu ve yeniliği reddeden bir örgüt haline geldi. Tüm bunlara rağmen Osmanlı memleketlerine, devlet yönetimine dal budak sarmış olan yeniçeri ocağının düzeltilmesine kimse cesaret edemiyor, yarım yamalak bir takım uygulama, ferman ve emirlerle iş görülecek sanılıyordu. Bir devlette reform yapmak, var olan düzeni değiştirip yerine yenisinin getirmek çok zor bir işti. Bundan dolayıdır ki; reform yapmak isteyen padişahların bu uğurda canlarını kaybettiğini görüyoruz.
III.SELİM VE II.MAHMUT’UN REFORM POLİTİKALARI:
Osmanlı İmparatorluğu , Kanuni Sultan Süleyman’ın son yıllarından itibaren çökme devrine girmişti. Kanuni’den sonra gelen pek çok padişah ve devlet adamı devleti bu durumdan kurtarmak için çaba sarf ettiler. (Genç Osman, IV. Murat, ve Köprülü ailesi gibi) Ancak yapılan ıslahatlarda batı medeniyetinin tesiri yoktu. Islahat yapanların bir tek gayesi vardı: bozulan düzeni kuvvete dayanarak yeniden kurmak. Bu çalışmalar ıslahata giren kişilerin gösterdikleri şiddete derecesinde başarılı olmuş ve onların mukadderine bağlı kalmıştı. Nitekim ıslahatçılar öldükten sonra imparatorluk yeniden ıslaha gerekli duruma gelmişti.
Padişah III. Selim tahta çıktığı zaman birtakım ıslahat girişimlerin de bulunmuştur. Bu amacını gerçekleştirmek içinde devlet adamlarından ıslahata yönelik raporlar istemiştir. Bu raporlarda dikkati çeken ilk konu orduyla ilgili olan ıslahat fikirleri idi. Bu raporları dikkate alan III. Selim Avrupa usulünde bir ordu hazırlamaya başlamış, bu ordunun adına da Nizam-ı Cedit denmiştir. III. Selim’in yaptığı bu reform her bir yeniliğe karşı çıkan, devlete her konuda istediklerini yaptıran yeniçerilerin hiç hoşuna gitmemiş ve yeniçerilerin isyanı sonucu Nizam-ı Cedit ortadan kaldırılmış ve bu isyan III. Selim’in ölümüyle sonuçlanmıştır.
19. yüzyılın ilk yıllarında III. Selim’in Nizam-ı Cedit adıyla yapmak istediği ıslahat pek önemli idi. Şu halde II. Mahmut düzenine gelinceye kadar Osmanlı İmparatorluğu , Batı dünyasının tesirlerine kapılarını dereceli bir şekilde açmıştı. Bununla beraber Batı düşüncelerini benimseyenlerin sayısı çok azdı. Ulema sınıfı, devlet adamları ve asker ocakları, Batıdan gelen yeniliklere karşı düşmanlıklarını açıkça belli ediyorlardı. Halka gelince, menfaatını tartamayacak kadar cahil olduğundan, bazen lakayit, bazen de yenilik düşmanlarına taraf idi. Bu sebeple II. Mahmut düzeni büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Bu zorlukları yenmek için padişah kuvvet kullanmak zorunda kalmıştır. II. Mahmut tarafından yapılan yeni düzen, padişah ile halk arasında yeni münasebetler kurmak gibi bir maksatla yapılmadı. Padişah devletin sarsılan otoritesini yeni tedbirler ve yeni kurallarla kuvvetlendirmek istedi. Fakat devletin dayandığı temeller önceki padişahlar döneminde nasılsa öyle kaldı. Batının kuralları ve kurumları padişah otoritesinin kesin ve tartışmasız yürütülmesine yardım eder düşüncesiyle alındı. II. Mahmut düzen çalışmalarında Batı düşüncesinin kendisi kadar açık gönül ile kabul etmiş yardımcılar bulamadığı için, ortaya bir ıslahat ekibi çıkaramadı. Padişahın düzen işlerini kendilerine emanet ettiği kimselerin çoğu muhafazacı idi. Sadrazam Hüsrev Paşa bunlardan biri idi. Hüsrev Paşa sadrazamlığı elden kaçırmamak için padişaha ıslahatçı görünmekte; fakat gerçekte Batılı düşüncelere düşman bulunmakta idi.
III. Selim’in öldürülmesinden sonra Alemdar Mustafa Paşa ve destekleyicileri amaçlarını gerçekleştirmek için tahta III. Selim’in amca oğlu II. Mahmut’u geçirmişlerdir. Selim’le birlikte sarayda kapalı kalmış bulunan şehzade Mahmut’un da onun reformcu fikirlerini büyük ölçüde paylaştığı biliniyordu. Sultan II. Mahmut, III. Selim’den daha başarılı ve güçlü bir reformcu olduğunu zamanla ortaya koydu ve III. Selim’in hatalarından ders çıkararak kendi reformlarına yön veren ilkeleri saptadı.
II. Mahmut’un reform hareketlerinin başarılı olabilmesi için reformların askeri alanda yapılan ıslahatlarla sınırlı kalmaması, tüm Osmanlı kurumlarını ve toplumunu kapsaması gerektiğini düşünüyordu. Reforma uğrayan kurumların düzenli bir şekilde çalışabilmesi ve eski kurumların bu işlerliği bozmaması için yerlerine geçtikleri kurumların ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyordu. İşlerliğe başlanılmadan önce ise reformlar çok dikkatle planlanmalı ve gerekli destek sağlanmalıydı.
Reformlarında batı teknik ve kültürüne yönelme yolunu tutan II. Mahmut İslamlık Zihniyeti ile batılı düşünceyi bağdaştırma güçlüğü yüzünden özden çok, şekle önem verdi. Böyle olduğu için de düzeni, kendi yapısında yetersizdi. II. Mahmut’un ölümünden sonra Abdülmecid devrinde Tanzimat adıyla bir seri yenilik hareketlerine girişilmesi bunu açıkça ortaya koymaktadır. Islahatlarının bazı eksik ve olumsuz yanları olmasına rağmen II. Mahmut İzlediği reform politikası sayesinde, imparatorluğu yeni bir yapılanma süreci içerisine sokmuş ve imparatorluğu çağı geçmiş uygulamalardan ve kurumlardan arındırmayı başarmıştır.
YENİÇERİ İSYANI VE VAKA-İ HAYRİYE:
II. Mahmut ilk olarak orduyu düzene koymak istedi. Bu istek normaldi. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu nun diş ve iç güvenliği sarsılmış bulunuyordu. 1768’den beri türlü devletlerle yapılan savaşlarda Osmanlı orduları arkası gelmeyen yenilgilere uğramış ve büyük toprak parçalarının düşman eline geçmesine engel olamamışlardı. Bundan başka, iç isyanları bastırmak hususunda acizleri de görülmüştü. İstanbul da yeniçerilerin türlü vesilelerle isyan çıkarıp hükümetin işlerine karışmaları da göz önünde tutulunca, askerlik alanında yeni bir düzen kurmanın doğrudan doğruya imparatorluğun mukadderi ile ilgili büyük ölçüde bir hareket olduğu anlaşılır.
Askerlik alanında ilk düzen çalışmaları II. Mahmut döneminin ilk yıllarında başlar ve Bayraktar Mustafa Paşa, III. Selim’in Nizam-ı Cedit’ine benzer bir Sekban-ı Cedit ocağı kurar. Bu ocağa tuğ, davul ve sancak verilerek bağımsız duruma getirilir. Bundan başka, yeniçeri ocağının düzenlenmesine de girişildi. Bu düzen için temel olarak Sultan Kanuni Süleyman kanunnameleri kabul edildi. Buna göre, fiilen askerlik yapmayan kimselerin ellerindeki yeniçerilik kağıtları (esame) alınacaktı. Yeniçeri esamesini muhafaza etmek isteyen yeniçeri ortalarına bağlı delikanlılar, Sekban-ı Cedit ve yahut kalyoncu ocaklarında askerliği öğrenecekler ve sonra sanatları ile uğraşabileceklerdi. Bayraktar’ın bu düzeni, yeniçerileri kuşkulandırdı ve memnunsuzluklarını dile getirmeye başladılar. Padişah, Bayraktar’ın bağımsız bir şekilde çalışmasından rahatsızlık duyduğu için yeniçerilerin bu hareketlerine göz yummuştur. Bayraktar’ın askerlik alanındaki düzeni, yeniçerilerin ayaklanması ve Bayraktar’ın öldürülmesi ile sona erdi.
Devletin kurumlarının düzene sokulması için büyük çaba harcayan II. Mahmut, radikal bir askeri reformun uygulanması konusunda kesin kararı 1825 yılında Mısır kuvvetlerinin Mora isyanını bastırmadaki rolü verdirir. İbrahim Paşanın talim görmüş askerinin bu başarısı, Sulatan Mahmut’un modern bir ordu kurmak tasarısının derhal gerçekleştirmesine amil oldu. Bu tasarıyı gerçekleştiremezse tahtını, hatta hayatını kaybetmesi işten bile değildi ama devletin bakası da bu meseledeki başarıya bağlı bulunuyordu. Yunan ihtilali ile başa çıkamayan bir askerin, her an yeniden patlaması muhtemel bir Rus savaşında ne yapabileceği, artık yalnız padişahı değil, bütün devlet erkanını ve bizzat yeniçeri generallerini düşündürür oldu. Yinede Sultan II. Mahmut yeniçeri ocağını kaldırmaktan çekiniyordu ve bu fikrini gerçekleştirmek için on sekiz yıl beklemiştir. Yeniçerileri ayan ordularına güvenerek değil, kendi kuracağı orduyla kaldırmayı düşlediği açıktı. Kapıkulu ocakları için hanedanın hiçbir kutsallığı kalmamıştı. Bu hükümdar ve de devlet ricali için kesin kararlar almalarını gerektiren bir ihtardı. II. Mahmut ilk anda kapıkulu askerine taviz vermiş görünüyordu ve yeni kurulan modern askeri birlikleri (Sekban-ı Cedit) lağvetti. On sekiz sene sonra yeniçeri ocağını ortadan kaldırmak için ulemanın ve İstanbul halkının desteğini elde edeceği uygun bir zamanı bekleyecektir.
Sekban-ı Cedit’in lağvedilmesinden sonra, yeniçeriler zorbalıklarını artırmışlardır. Kadın ve erkeklere sarkıntılık, birbirleriyle kavga, odaları arasında savaş, tüccar, esnaf ve amele kesime bağlama ve ye kazançlarına ortak olma, tüccar gemilerine balta asma gibi hareketlerine harpten kaçma, ağalarını öldürme, reayaya her türlü zulüm ve işkence yapma gibi zorbalıklar ekleniyordu. Devlete ve millete olmadık hainlikler yapan ve ancak kendi çıkarını düşünen bu kanun bilmez, hiçbir kanun tanımayan çeteleşmiş ocağın akıbeti üzerinde durmak sırası gelmişti. Halk, artık kendilerinden yaka silkmeye başlamıştı. Başta padişah olmak üzere devlet adamları, Yunan isyanlarındaki başarısızlıklarını görerek, bundan böyle imparatorluğun geleceği için kendilerine güvenilmeyeceğini anlamış bulunuyorlardı. Padişahın emri üzerine, devletin ileri gelenleri, uzun süren gelişmelerden sonra, Eşkinci adıyla talimli bir asker sınıfının kurulmasını kararlaştırdılar. Yeniçerilerin bu sınıfa karşı gelmeleri ihtimali vardı. Eskiden yeniçeri ağalığında bulunan, Boğazlar muhafızı ağa Hüseyin Paşanın tavsiyesi üzerine ocağın belli başlı şeflerinin para karşılığında Eşkinci sınıfı için eğilimleri sağlandı. 25 Mayıs 1826’da Şeyhülislamın evinde Sadrazam Mehmet Selim Paşa, Rumeli Kazaskeri, İstanbul müftüsü, sadaret Kethüdası, defterdar, darphane nazırı, Tophane nazırı, Yeniçeri ağası ve ocağın ileri gelenleri toplanarak imparatorluğun iç ve dış durumunu gözden geçirdikten sonra, talimli asker yetiştirilmesi yolunda fikir birliğine vardılar. Ulema fetva verdi. Yeniçeri ocağının dışında kurulan Eşkinci ocağı, Nizam-ı Cedid veya Sekban-ı Cedit gibi bağımsız bir kuruldu. Birkaç gün içinde bu kurula beş yüz kişi kayıt oldu. Talimler 12 Haziran 1826’da başladı.
Aynı gün İstanbul kahvelerinde talimlere karşı bir küfür propagandası başladı. Ulemanın fetvalarına rağmen yapılan iş, kafirleri taklit şeklinde sayıldı. Nizam-ı Cedid’in tekrar kurulmakta olduğu, yeniçeri ocağının kaldırılacağı sözleri çıkarıldı. Takriben bir ay sonra yeniçeriler kazanlarını Etmeydanı’na çıkardılar (15 Haziran 1826). Saraya ve yeni düzene karşı klasik ihtilal bir kez daha başlamış oldu. Asilerin taktiği, eski taktik idi. Münadiler çıkardılar. Bunlar, mahalle mahalle dolaşarak, sadrazamın, yeniçeri ağasının, Ağa Hüseyin Paşanın öldürüldüğünü ilan ve halkı Etmeydanı’na davet ettiler. Sucular, hamallar ve serseriler, her vakit olduğu gibi, kazanların etrafında ikinci bir halkayı kurmaya koşuştular. Yağma ve korkutma hareketleri derhal başladı. Sadrazam konağı ve Mısır paşası kethüdasının köşkü derhal yağma edilmiştir. Talim için fetva vermiş olan ulemaya tehditler ve hakaretler yağdırıldı.
Bu esnada sadrazam ve şeyhülislam ve diğer devlet adamları saraya koştular. II. Mahmut Topkapı Sarayına gelmiş, sadrazam, topçu, kumbaracı, arabacı ve tersane ocaklarına; şeyhülislam ise müderrislere, şeyhlere ve talebe-i ulemaya saraya gelmeleri için haber yollamışlardır.
Bütün bunlardan sonra peygamber sancağı padişah tarafından Hırka-i Şerif’den çıkartılarak Sultan Ahmet Cami-i Şerifi minberine konmak üzere şeyhülislama teslim edilmiştir. Bu büyük olay, münadilerle İstanbul’un dört bir tarafına yayınlandı. İslam olanlar Hırka-i Şerif’in altına davet edildi. Tüm İstanbul halkı Hırka-i Şerif’in altına koştu.
Bu toplanma olayı, halkta yeniçerilere karşı sönmez bir kin yaratmaya başlamıştı. Başkentte her türlü zorbalığı yapan bu kanun tanımaz çete, III. Selim’in ölümüne neden olmuş, Rus ve Yunan harbinde gösterdikleri başarısızlık devleti zor bir duruma sokmuştu. Topkapı’da toplanan devlete sadık asker ocakları ile halk ve devlet adamları, başta sancağ-ı şerif olduğu halde, tekbirlerle ve tehlillerle Sultan Ahmet Camiine geldiler. Burada asilere karşı yürüyüş planları düzenlendi.
Yeniçeriler 1807 ve 1808 isyanlarında yaptıkları gibi saldırıya geçecekleri yerde savunmada kalmışlardır; çünkü bu yeniçerilerin ummadıkları büyük bir saldırıydı. Kendilerine teslim olmaları teklif edilmiş; fakat yeniçerilerin bu teklifi reddetmesi üzerine kışlaları kuşatılmış, kapıları top ateşiyle yakılmıştı. Topçular et meydanına başlarında Karacehennem İbrahim Ağa ile birlikte girmişlerdi. Yeniçeriler canlarını kurtarmak için kaçışmaya başlamışlardı. Bu kısa savaş yeniçeri isyanına son vermiştir. Yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğu nun şan ve şevketini sağlamış olan, fakat sonunda bir çete şekline girerek devleti çıkmaza sokan yeniçeri ocağı bu suretle hatalarının ve kabahatlarının ağırlığı altında birkaç saat içinde ezilmiş oldu. Yeniçerilerin perişan edildiği haberi her tarafta sevinç ile karşılandı. II. Mahmut bir Hatt-ı Hümayun yayınlayarak yeniçerilerin devlete ve millete yaptıkları kötülükleri saydı ve ocağın kaldırıldığını belirtti.
Bundan böyle yeniçeri kelimesi bile telaffuz edilmeyecek, yeniçeriler lehinde söz söylemeye cüret edenler ağır cezalara çarptırılacaktı. Bu tedbirler yeniçeri ocağının tekrar ortaya çıkma ihtimalini azaltıyordu.
Yeniçeri ocağının ilgası, bütün Avrupa’da derin akisler yaptı. Gazeteler bu haberi manşetten verdiler. Kitaplar ve risaleler yayınlandı. İstanbul’daki elçiler, hükümdarları namına Sultan Mahmut’a tebriklerini sundular. Vaka-i Hayriye diye anılan Yeniçeri ve diğer Kapıkulu Ocaklarının İlgası, Türkiye Tarihinin büyük dönüm noktalarından biri, hatta modern devrin gerçek başlangıcıdır. 1839 Tanzimat’ı, hatta Cumhuriyet, Vaka-i Hayriye’nin bir neticesi şeklinde telakki edilebilir.
Yeniçeri ocağının kaldırılması imparatorluğun buhranlı zamanına rastlamıştı. Yunan isyanı hareketleri sürüp gidiyordu. Bu durum, yeni bir ordunun süratle kurulmasını gerekli kılıyordu. Eşkinci ocağı da yeniçeri ocağının bir parçası olduğu için onunla birlikte yok edilmişti. Yeniçeri ocağının kaldırılmasında çalışan devlet adamları, Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla, Avrupa usulünde bir ordunun kurulmasını sağladılar. Bu ordu, Avrupa usulünde düzenlendi. Tümen, tabur ve bölük bölümlerine ayrıldı. II. Mahmut askerlik alanında yeni düzeni sağlam temellere dayandırmak için bir tıp okulu ve yüksek harp okulu kurdurdu ve de Avrupa memleketlerine harp sanatını öğrenmek için öğrenciler gönderdi.
Vakai Hayriye ile Sultanın eyalet özerkliğini sona erdirme kampanyası ile başlamış olan hazırlık çalışması tamamlandı. Sultanın iktidarını kısıtlayanlar ortadan kaldırıldı ve Sultanın iradesine meydan okuyabilecek hiçbir grup kalmadı. Osmanlı Devleti tarihinin büyük dönüm noktalarından biri olan bu olay ile, Osmanlı İmparatorluğu nun batılılaşma süreci hızlanmıştır. Vakai Hayriye ile ilk kez eski bir kurumu ortadan kaldıracak reform yapılmış ve yeni kurumların artık çağı geçmiş uygulamalarla kösteklenmesine izin verilmedi.
YENİÇERİLERİN BEKTAŞİ TARİKATI İLE OLAN ALAKALARI:
Yeniçerilik’in sonradan Vaka-i Hayriye’de kader ortaklığı olacak Bektaşilikle, ne zaman iç içe girdiği, bu kaynaşmanın ne zaman olduğu tarihçilerimiz arasında sürekli ve muhtemelen de bitmeyecek bir tartışma konusudur. Osmanlı ülkelerinde yaşayan kültürlerden birinin etkisine kesinlikle girecek olan Yeniçerilik için, Bektaşilik çeşitli nedenlerle en çekici ve etkili seçenektir. Yeniçerilerin henüz kendi devşirme kökenlerini unutmadıkları, yeni gelen devşirmelerle sürekli yeniden hatırladıkları bu ilk ilişkiler döneminde, Bektaşiler, kökenleri olan hristiyanlığa, inançlarının yapısı gereği sevgi ve kardeşlikle yaklaşan, Hıristiyanlara gerek ulemanın ve gerekse Sünni tarikatların olduğundan daha fazla ilişkilere sahip bir tarikattı. Ayrıca Yeniçeriler uzun süren sefer ve savaşlarda oruç tutma, namaz kılma gibi günlük ortodoksi pratiklerinin uzağında kalmaya fazlasıyla alışıktırlar.
Yeniçerilik’i Bektaşiliğe yönelten asıl etmen; bir ayaklarıyla devlet içinde kalan ve daha uzun süre kalmaya devam edecek yeniçeriler, diğer ayaklarıyla da devlet dışı yaşamın içine hızla girmeye başlamışlar, yaşamlarını devletten maaş almanın dışındaki yollarla da kazanmayı öğrenmişler idi. Oysa Osmanlı toplumundaki tüm Sünni güçlerin devletin ayrılmaz bir parçası olan ilmiyye sınıfıyla yoğun ve güçlü ilişkileri vardır. Yeniçerilerin Sünniliğe yönelmesiyle, yeniçeriler ulemanın etki alanına girmiş ve ulemanın silahlı gücü haline gelmişlerdir. Yeniçerilerin giderek devletten kopma süreci, Bektaşilerle daha fazla bütünleşme ve ulemadan uzaklaşma sürecine dönüşmüştür.
Bir dizi kaynak yeniçeri Bektaşi ilişkilerini yeniçerilerin kuruluşuna kadar geri götürmektedir. Şevki Koca, Hacı Bektaşi Velinin, Sultan Orhan’la görüştüğünü, askerlere giriştikleri her savaşı kazanmaları için onlara kutsal kazan armağan etmiş, orduyu takdis ettikten sonra askerlere ak keçeden yapılmış börkleri ikiye katlayarak giydirmiştir ve yeni kurulan orduya, Yeniçeri adı, bizzat Hacı Bektaş tarafından verilmiştir. Yeniçeri sıfatı, yeni asker anlamına değil, Hacı Bektaş-i Velinin kol yeninden çıkan asker anlamına gelir. Yeniçeriler ocağında sürekli bir Bektaşi tarikatı görevlisi bulunmuş ve kararlarda son derece etkili olmuşlardır. Bektaşi babaları yeniçeri birliklerine vaizler olarak eşlik etmişlerdir.
Bu çalışmada, Osmanlı Beyliğinin imparatorluk haline gelmesinde, tarih sahnesinde büyük bir güç olarak anılmasında, dört buçuk asır boyunca zaman zaman kendi kışlalarında, padişahın sarayında, cenk meydanlarında ve İstanbul şehrinin alanlarıyla sokaklarında yükselmiş olan ve cihana meydan okuyan Yeniçeri İlgasının kurulmasını, bozulmasının nedenlerini ve Osmanlı İmparatorluğu nun yenileşmesine ne gibi katkılarda bulunduğu konusu üzerinde durulacaktır.
Yeniçeri İlgası, Osmanlı İmparatorluğu ’nun kanunnamelerine uygun olarak geliştiği vakitlerde devletin kurulma ve genişlemesinin başlıca amillerinden biri idi. Fakat on yedinci yüzyıldan başlayarak ocağın kanunnameleri bir tarafa bırakılmış ve yerine manasız gelenekler geçmiş; bu sebeple de yeniçeri ocağı devlet otoritesinin dayanağı olmaktan çıkmış, askeri ehemmiyetini kaybetmiş, savaşlarda gösterdikleri disiplinsizlik ve halka zülüm etmeleri ocağı yaka silktiren bir kurum haline getirmiş ve ocak devlet içindir prensibi yerine, devlet ocak içindir prensibi geçerli olmaya başlamıştı. Bu böyle olunca da devlet teşkilatında, yeniçeri ocağının desteği sağlanmadan hiçbir düzen kurma imkanı kalmamıştı. Bu düzeni değiştirme taraftarı olan bir çok padişah ve devlet adamı da bu uğurda ya mevkilerini yada başlarını kaybetmişlerdi. Yeniçerilerin İstanbul’da hükümete karşı yaptıkları isyanlarda, devletin eyaletlerdeki otoritesini de sarsmaktaydı. Hal böyle olunca da yeniçeri ocağının kaldırılması II. Mahmut’a nasip olmuştu. Bu seminerde konumuzla alakalı olan II. Mahmut’un reform politikası üzerinde de durulacaktır.
Yeniçeri Ocağının kuruluş, bozulma ve bozulmasını nedenleri ve Bektaşilikle olan alakaları ile II. Mahmut’un bu ocağı kaldırmasının ne gibi nedenlere dayandığını, ocağın kaldırılmasının ne gibi sonuçlar doğurduğunu ve Osmanlı’nın yenileşmesine olan katkıları ile yeni kurulan ordunun durumu ve yapısını en doğru şekilde verebilmektir.
YENİÇERİ OCAĞININ KURULUŞU, BOZULMASI VE NEDENLERİ:
En salahiyetli bilginlerimiz Yeniçeri Ocağının kuruluşunu, Osmanlı Devleti nin ilk elli yılı içinde Rumeli’nde süratle gelişen fütuhatın doğurduğu zaruret olarak gösterirler.
Yeniçeri Ocağı I. Murat zamanında Anadolu Selçukluları’ndaki hassa ordusu örnek alınarak kurulmuştu. Çandarlı Halil Paşa’nın teklifi ve Molla Rüstem’in yardımıyla teşkil edilen bu ordunun asker kaynağı Hristiyan asıllı esirlerdi. Acemi ocağı yeniçeri ocağına asker yetiştirmek için kurulmuştu. İlk kurulduğu sıralarda yeniçeri ordusu bin kişilik bir kuvvetti ve zamanla sayıları arttı.
Savaşlarda alınan esirlerle ilgili pençik kanunu denilen bir kanun tanzim edildi. Pençik kanununa göre; her esir yüzyirmibeş akçe hesap edilecek ve yüzyirmibeş akçenin beşte biri, yirmibeş akçe orduya ödenecekti. Yada beş esirde bir esirin, asker edilmesi gerekecekti. Seferlerde ve akınlarda çok sayıda esir alındığından pençik oğlanları acemi ocağı için önemli bir kaynak teşkil ediyordu.
Devşirme usulünün Yıldırım Beyazıt zamanında ihdas edildiği iddia edilmektedir. Osmanlı Devleti devşirme usulünü sistemli hale getirip geniş çapta uygulamışlardır. Askere alınacak çocuklar, Osmanlı uyruğunda olan Hristiyan halktan alınacaktı. Çocuklar arasından 14-22 yaş arasındakiler tercih edilecekti. Evli ve ailenin tek erkek çocuğu alınmazdı. Kanun gereğince asil ailelerin çocukları tercih edilirdi. Bu çocuklar Türk ailelerin yanlarına verilerek İslamiyeti, Türkçe’yi, Türk örf ve adetlerini öğrendikten ve sünnet edildikten sonra acemi ocağına alınırdı. Burada belli bir süre eğitim gördükten sonra yeniçeri ocağına kayıt olurlardı. Bu devşirmelerin evlenmeleri ve askerlik sanatından başka bir işle meşgul olmaları yasaktı.
Devşirmeler son olarak yapılan elemeden sonra zeka testine tabi tutulurlar ve nitelikleri yüksek olanlar, saray ve saltanat hizmetine alınır; bir kısmı da yeniçeri ocaklarına asker olarak alınırdı.
Kapıkulu ordusunun en kalabalık grubunu oluşturan yeniçeriler, padişahın merkezi otoritesinin temelini teşkil etmişlerdir. Yeniçeri sayesinde padişah, uç beylerinin nüfuz ve otoritesini dengelemiştir. Ayrıca Avrupa’nın ilk daimi ordusu da yeniçerilerdir.
Yeniçeriler asıl olarak fetih yada "cihat" amacıyla değil, bir iç iktidar gücü olarak tasarlanmıştır. Osmanlı ordusunun seferlerdeki toplam asker sayısı içinde yeniçeriler hemen her zaman bir azınlık oluşturmuşlar, savaşlarda ise ordu çok baskı altında kalmadıkça cepheye sürülmemişler yada düşman öldürücü son bir darbeyle düşecek duruma geldiği zaman sürülmüşlerdir. Öte yandan içerideki ayaklanmaların bastırılmasında yeniçeriler hep asıl rolü oynamışlar ve devlet bu durumlarda onlardan başkasına nadiren güvenmiştir.
Yeniçeri Kıyafet ve Silahları
Yeniçeri ocağının komutanına Yeniçeri Ağası denirdi. Yeniçeri taburlarına orta denirdi. Yılda bir elbise ve üç ayda bir yevmiye hesabı üzerinden ulufe denen maaş alan yeniçeriler, kapıkulu ordusunun en itibarlı birlikleri arasında idi. Padişahın kendiside bir numaralı yeniçeri idi. Kendilerini Ali Osman tahtında oturan padişahın kulları bildiler ve kulluk ile övündüler.
16.asır ortalarına kadar geçici hadiseler istisnai olmak üzere yeniçeriler arasına I. Murat zamanında konmuş olan itaat-ı mutlaka usulü sayesinde disiplin bozulmamıştı. Ayrıca Kanuni’ye kadar padişahların ordularının başında bulunmaları ve en ufak yolsuzluklarına bile göz yummamaları yeniçeri ocağını devrin en modern, düzenli ordusu olarak gösteriyordu.
İstanbul’daki isyanların tamamı kapıkulu ordusu tarafından çıkarılmıştır. Bu isyanların sebebi devlet adamları arasındaki iktidar mücadeleleri ile ekonomik ve mali sebeplerden kaynaklanıyordu. Yeniçerilerin ilk isyanları Fatih zamanına kadar uzanır. Bu isyanın sebebi padişah ile veziriazam arasındaki mücadelesiydi. Fakat genç padişah, bu isyanı bastırdığı gibi, Çandarlı Halil Paşayı bertaraf ettikten sonra kapıkulu ordusunu devleti genişletmek ve merkezileştirmek için müessir bir şekilde kullandı. 15 ve 16.yüzyılda umumiyetle dirayetli padişahlar iş başına geldikleri için yeniçeriler isyan edememişlerdir.
Yeniçeri ocağının çözülmeye başlaması ise III. Murat döneminde başlar. Bu dönemde yeniçeriler arasında evlilerin sayısının arttığı, kışlalarında yatmak yerine evlerinde yattıkları ve askerlik dışı işlerle (ticaret ve esnaflık gibi) uğraştıkları görülmektedir. III. Murat zamanında, akçanın değerinin düşürülmesi üzerine, düşük ayarlı akça ile ulufe almak istemeyen kapıkulu askerleri isyan ettiler ve defterdar ile veziriazamın kellesini istediler. Ayaklanmayı bastırmak için istekleri yerine getirildi. Bundan sonra yeniçeriler, 17.yüzyıl boyunca veziriazamlığa ve hatta padişahlığa istediklerini getirmeye başladılar. Saraydaki çeşitli gruplar arasındaki iktidar mücadelesine alet oldular. Ayrıca III. Murat ocak kanununa zıt olarak dışarıdan bir takım sanatkarlarında yeniçerilerin arasına girmesine izin verdi. Böylece yeniçeri ocağının çevresi türlü sanat erbabının dükkanları ile doldu. Bu dönemde ocağa para ile yabancılarda girmeye başlamışlardı. Ocağa girebilmek için belirli bir süreyi geçirmeden alınan bu yabancılar, ocaktaki askerleri yavaş yavaş kendilerine uydurup, serkeşliğe sevk ediyorlardı. Herhangi bir sebeple ocaktan çıkarılanlarında sonradan ocağa alınmaları da yeniçerilerin kanunlarına vurulmuş olan önemli bir darbeydi. Kanuni’den sonra padişahların istirahatı sefer zorluğuna tercih etmeleri başkumandanlarını başlarında görmeyen askere ağır geliyordu. Padişahı zorla sefere götüren yeniçeriler ise eski disiplinli yeniçeri ordusu değildi.
Yeniçerilerin çıkardıkları isyanların en korkuncu II. Osman zamanında çıkmıştır. Genç Osman yeniçerilerin Lehistan seferindeki gayretsizliği üzerine Yeniçeri ocağını kaldırarak düzenli bir ordu kurmak ve devlete çeki düzen vermek niyetindeydi. Fakat fikirlerinin duyulması üzerine yeniçeriler isyan ettiler ve bu isyan Genç Osman’ın ölümüyle sonuçlandı. IV. Murat ve IV. Mehmet zamanında da yeniçerilerin isyanlarına tanık olmaktayız.
I. Mahmut zamanında esame denilen maaş kağıtlarının alınıp satılmasına izin verilmesiyle yanlış bir dönem başlamış oldu. Bu durum esnafın açıkgöz ve hali vakti yerinde olanlarının işine yaradı ve esame maaş olmaktan çıktı. Yeniçerilik ise artık askerlik değil; ulufe sahipliği demekti ve yeniçerilik yoksul halk tabakasının bir geçim kaynağı idi.
Yeniçeri ocağına mensup askerlerin bir çoğunun sefere gitmeyip kadıasker, vezir ve devlet görevlilerinin hizmetlerinde bulunup efendilerinin iltimasları sonucu bu askerlerin yevmiyelerine zam yapılması himayesiz olup düşman karşısında siperlerde hizmet eden yeniçerilerin gayretini kırıyordu.
Bu asker azlığı yani ismen mevcut, cismen namevcut askerin azlığı seferlerde yeniden yeniçeri yazmayı gerektiriyordu. Hazine bu yük karşısında maaşları düzenli olarak veremiyor ve gittikçe artan mali bunalımın önüne geçilemiyordu. Yolsuzlukların önüne geçilmek istendiği zaman esame alım satımıyla meşgul olup menfaatlerine zarar gelecek kişilerin tahrikleri kanlı olaylara neden oluyordu. 16.asırın son yarısında düzenli olarak ulufe verilmemesinden dolayı yeniçerilerin esnaflıkla meşgul oldukları görülmekteydi.
1560 yılından sonra İstanbul dışında, sancaklarda da yeniçeri garnizonları kuruldu. Böylece kapıkulu ordusunun nüfuz ve tesiri Anadolu’ya da yayılmış oldu. Dolayısıyla yeniçeriler eyaletlerde merkezi otoritenin ve asayişin sağlanmasında mühim bir fonksiyon ifa etti. Öte yandan yeniçeriler başkentte iktidarı tayin eden en başta gelen unsurdu. Fatih’in ölümünden sonra II. Beyazıt, I.Selim’in ve Yavuz’un tahta çıkmasını sağlamışlardır. Her saltanat değişikliğinde yeniçerilere dağıtılan cülus bahşişi de zamanla yozlaştı ve padişahlarla yeniçeriler arasında adeta bir pazarlık konusu haline geldi. Vergi toplamak ve devlet işlerini yürütmek gibi görevlerle de uğraşmaya ve vergiden muaf oldukları için de ticarete başlamışlardı. Zamanla eyaletlerdeki gelir kaynaklarına da el attılar ve iltizam işleri ile uğraştılar. 17.yüzyılda taşradaki yeniçerilerin zulmünden bıkan halk onlara karşı yer yer isyan etti. Böylece devletin kuruluşu ve gelişmesinde büyük rolü olan kul sistemi zamanla yozlaştı ve devlete hakim olmaya başladı.
17.yüzyıldan itibaren ocağın kanunnamelerinin bir tarafa bırakılıp yerlerine yeni geleneklerin alması yeniçeri ocağını devletin temel dayanağı olmaktan çıkarmıştı. Ocak devlet içindir prensibinin yerini devlet ocak içindir prensibi almıştı. Bundan dolayı da yeniçerilerin desteği alınmadan hiçbir konuda değişiklik yapabilme imkanı kalmamıştı. Ayrıca yeniçerilerin değişiklik yapmak isteyen devlet adamları ve padişahları görevlerinden etmeleri yada onları öldürmeleri ve ya istedikleri her şeyi çıkardıkları isyanlar sonucu devlete kabul ettirmeleri yeniçerilerin devlet yönetiminde ne derece etkili olduğunu göstermektedir.
İstanbul’da zaman zaman meydana gelen isyan hareketlerinde başlıca kuvvet olan yeniçerilerin savaşlarda gösterdikleri korkaklık, itaatsizlik ve gevşeklik ocağın kaldırılmasına kadar devam etmiştir.
Yalnız savaş zamanlarında toplanan bir asker haline gelen yeniçeriler, barış zamanında ise memleketin başına bela oluyorlardı. Artık devlet ocak için değil, adeta ocak devlet için anlayışı hakimdi.
Devşirmeci döneminde saraya bağlı ve kökenleri itibarı ile batıya ve batılılaşmaya yatkın olan yeniçeri ocağı 17.yüzyıldan itibaren devşirmeci sistemin terk edilmesi ile birlikte yerel halkla bütünleşip, sarata karşı ulemanın yanında yer alarak ve genel olarak batı karşıtı, tutucu ve yeniliği reddeden bir örgüt haline geldi. Tüm bunlara rağmen Osmanlı memleketlerine, devlet yönetimine dal budak sarmış olan yeniçeri ocağının düzeltilmesine kimse cesaret edemiyor, yarım yamalak bir takım uygulama, ferman ve emirlerle iş görülecek sanılıyordu. Bir devlette reform yapmak, var olan düzeni değiştirip yerine yenisinin getirmek çok zor bir işti. Bundan dolayıdır ki; reform yapmak isteyen padişahların bu uğurda canlarını kaybettiğini görüyoruz.
III.SELİM VE II.MAHMUT’UN REFORM POLİTİKALARI:
Osmanlı İmparatorluğu , Kanuni Sultan Süleyman’ın son yıllarından itibaren çökme devrine girmişti. Kanuni’den sonra gelen pek çok padişah ve devlet adamı devleti bu durumdan kurtarmak için çaba sarf ettiler. (Genç Osman, IV. Murat, ve Köprülü ailesi gibi) Ancak yapılan ıslahatlarda batı medeniyetinin tesiri yoktu. Islahat yapanların bir tek gayesi vardı: bozulan düzeni kuvvete dayanarak yeniden kurmak. Bu çalışmalar ıslahata giren kişilerin gösterdikleri şiddete derecesinde başarılı olmuş ve onların mukadderine bağlı kalmıştı. Nitekim ıslahatçılar öldükten sonra imparatorluk yeniden ıslaha gerekli duruma gelmişti.
Padişah III. Selim tahta çıktığı zaman birtakım ıslahat girişimlerin de bulunmuştur. Bu amacını gerçekleştirmek içinde devlet adamlarından ıslahata yönelik raporlar istemiştir. Bu raporlarda dikkati çeken ilk konu orduyla ilgili olan ıslahat fikirleri idi. Bu raporları dikkate alan III. Selim Avrupa usulünde bir ordu hazırlamaya başlamış, bu ordunun adına da Nizam-ı Cedit denmiştir. III. Selim’in yaptığı bu reform her bir yeniliğe karşı çıkan, devlete her konuda istediklerini yaptıran yeniçerilerin hiç hoşuna gitmemiş ve yeniçerilerin isyanı sonucu Nizam-ı Cedit ortadan kaldırılmış ve bu isyan III. Selim’in ölümüyle sonuçlanmıştır.
19. yüzyılın ilk yıllarında III. Selim’in Nizam-ı Cedit adıyla yapmak istediği ıslahat pek önemli idi. Şu halde II. Mahmut düzenine gelinceye kadar Osmanlı İmparatorluğu , Batı dünyasının tesirlerine kapılarını dereceli bir şekilde açmıştı. Bununla beraber Batı düşüncelerini benimseyenlerin sayısı çok azdı. Ulema sınıfı, devlet adamları ve asker ocakları, Batıdan gelen yeniliklere karşı düşmanlıklarını açıkça belli ediyorlardı. Halka gelince, menfaatını tartamayacak kadar cahil olduğundan, bazen lakayit, bazen de yenilik düşmanlarına taraf idi. Bu sebeple II. Mahmut düzeni büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Bu zorlukları yenmek için padişah kuvvet kullanmak zorunda kalmıştır. II. Mahmut tarafından yapılan yeni düzen, padişah ile halk arasında yeni münasebetler kurmak gibi bir maksatla yapılmadı. Padişah devletin sarsılan otoritesini yeni tedbirler ve yeni kurallarla kuvvetlendirmek istedi. Fakat devletin dayandığı temeller önceki padişahlar döneminde nasılsa öyle kaldı. Batının kuralları ve kurumları padişah otoritesinin kesin ve tartışmasız yürütülmesine yardım eder düşüncesiyle alındı. II. Mahmut düzen çalışmalarında Batı düşüncesinin kendisi kadar açık gönül ile kabul etmiş yardımcılar bulamadığı için, ortaya bir ıslahat ekibi çıkaramadı. Padişahın düzen işlerini kendilerine emanet ettiği kimselerin çoğu muhafazacı idi. Sadrazam Hüsrev Paşa bunlardan biri idi. Hüsrev Paşa sadrazamlığı elden kaçırmamak için padişaha ıslahatçı görünmekte; fakat gerçekte Batılı düşüncelere düşman bulunmakta idi.
III. Selim’in öldürülmesinden sonra Alemdar Mustafa Paşa ve destekleyicileri amaçlarını gerçekleştirmek için tahta III. Selim’in amca oğlu II. Mahmut’u geçirmişlerdir. Selim’le birlikte sarayda kapalı kalmış bulunan şehzade Mahmut’un da onun reformcu fikirlerini büyük ölçüde paylaştığı biliniyordu. Sultan II. Mahmut, III. Selim’den daha başarılı ve güçlü bir reformcu olduğunu zamanla ortaya koydu ve III. Selim’in hatalarından ders çıkararak kendi reformlarına yön veren ilkeleri saptadı.
II. Mahmut’un reform hareketlerinin başarılı olabilmesi için reformların askeri alanda yapılan ıslahatlarla sınırlı kalmaması, tüm Osmanlı kurumlarını ve toplumunu kapsaması gerektiğini düşünüyordu. Reforma uğrayan kurumların düzenli bir şekilde çalışabilmesi ve eski kurumların bu işlerliği bozmaması için yerlerine geçtikleri kurumların ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyordu. İşlerliğe başlanılmadan önce ise reformlar çok dikkatle planlanmalı ve gerekli destek sağlanmalıydı.
Reformlarında batı teknik ve kültürüne yönelme yolunu tutan II. Mahmut İslamlık Zihniyeti ile batılı düşünceyi bağdaştırma güçlüğü yüzünden özden çok, şekle önem verdi. Böyle olduğu için de düzeni, kendi yapısında yetersizdi. II. Mahmut’un ölümünden sonra Abdülmecid devrinde Tanzimat adıyla bir seri yenilik hareketlerine girişilmesi bunu açıkça ortaya koymaktadır. Islahatlarının bazı eksik ve olumsuz yanları olmasına rağmen II. Mahmut İzlediği reform politikası sayesinde, imparatorluğu yeni bir yapılanma süreci içerisine sokmuş ve imparatorluğu çağı geçmiş uygulamalardan ve kurumlardan arındırmayı başarmıştır.
YENİÇERİ İSYANI VE VAKA-İ HAYRİYE:
II. Mahmut ilk olarak orduyu düzene koymak istedi. Bu istek normaldi. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu nun diş ve iç güvenliği sarsılmış bulunuyordu. 1768’den beri türlü devletlerle yapılan savaşlarda Osmanlı orduları arkası gelmeyen yenilgilere uğramış ve büyük toprak parçalarının düşman eline geçmesine engel olamamışlardı. Bundan başka, iç isyanları bastırmak hususunda acizleri de görülmüştü. İstanbul da yeniçerilerin türlü vesilelerle isyan çıkarıp hükümetin işlerine karışmaları da göz önünde tutulunca, askerlik alanında yeni bir düzen kurmanın doğrudan doğruya imparatorluğun mukadderi ile ilgili büyük ölçüde bir hareket olduğu anlaşılır.
Askerlik alanında ilk düzen çalışmaları II. Mahmut döneminin ilk yıllarında başlar ve Bayraktar Mustafa Paşa, III. Selim’in Nizam-ı Cedit’ine benzer bir Sekban-ı Cedit ocağı kurar. Bu ocağa tuğ, davul ve sancak verilerek bağımsız duruma getirilir. Bundan başka, yeniçeri ocağının düzenlenmesine de girişildi. Bu düzen için temel olarak Sultan Kanuni Süleyman kanunnameleri kabul edildi. Buna göre, fiilen askerlik yapmayan kimselerin ellerindeki yeniçerilik kağıtları (esame) alınacaktı. Yeniçeri esamesini muhafaza etmek isteyen yeniçeri ortalarına bağlı delikanlılar, Sekban-ı Cedit ve yahut kalyoncu ocaklarında askerliği öğrenecekler ve sonra sanatları ile uğraşabileceklerdi. Bayraktar’ın bu düzeni, yeniçerileri kuşkulandırdı ve memnunsuzluklarını dile getirmeye başladılar. Padişah, Bayraktar’ın bağımsız bir şekilde çalışmasından rahatsızlık duyduğu için yeniçerilerin bu hareketlerine göz yummuştur. Bayraktar’ın askerlik alanındaki düzeni, yeniçerilerin ayaklanması ve Bayraktar’ın öldürülmesi ile sona erdi.
Devletin kurumlarının düzene sokulması için büyük çaba harcayan II. Mahmut, radikal bir askeri reformun uygulanması konusunda kesin kararı 1825 yılında Mısır kuvvetlerinin Mora isyanını bastırmadaki rolü verdirir. İbrahim Paşanın talim görmüş askerinin bu başarısı, Sulatan Mahmut’un modern bir ordu kurmak tasarısının derhal gerçekleştirmesine amil oldu. Bu tasarıyı gerçekleştiremezse tahtını, hatta hayatını kaybetmesi işten bile değildi ama devletin bakası da bu meseledeki başarıya bağlı bulunuyordu. Yunan ihtilali ile başa çıkamayan bir askerin, her an yeniden patlaması muhtemel bir Rus savaşında ne yapabileceği, artık yalnız padişahı değil, bütün devlet erkanını ve bizzat yeniçeri generallerini düşündürür oldu. Yinede Sultan II. Mahmut yeniçeri ocağını kaldırmaktan çekiniyordu ve bu fikrini gerçekleştirmek için on sekiz yıl beklemiştir. Yeniçerileri ayan ordularına güvenerek değil, kendi kuracağı orduyla kaldırmayı düşlediği açıktı. Kapıkulu ocakları için hanedanın hiçbir kutsallığı kalmamıştı. Bu hükümdar ve de devlet ricali için kesin kararlar almalarını gerektiren bir ihtardı. II. Mahmut ilk anda kapıkulu askerine taviz vermiş görünüyordu ve yeni kurulan modern askeri birlikleri (Sekban-ı Cedit) lağvetti. On sekiz sene sonra yeniçeri ocağını ortadan kaldırmak için ulemanın ve İstanbul halkının desteğini elde edeceği uygun bir zamanı bekleyecektir.
Sekban-ı Cedit’in lağvedilmesinden sonra, yeniçeriler zorbalıklarını artırmışlardır. Kadın ve erkeklere sarkıntılık, birbirleriyle kavga, odaları arasında savaş, tüccar, esnaf ve amele kesime bağlama ve ye kazançlarına ortak olma, tüccar gemilerine balta asma gibi hareketlerine harpten kaçma, ağalarını öldürme, reayaya her türlü zulüm ve işkence yapma gibi zorbalıklar ekleniyordu. Devlete ve millete olmadık hainlikler yapan ve ancak kendi çıkarını düşünen bu kanun bilmez, hiçbir kanun tanımayan çeteleşmiş ocağın akıbeti üzerinde durmak sırası gelmişti. Halk, artık kendilerinden yaka silkmeye başlamıştı. Başta padişah olmak üzere devlet adamları, Yunan isyanlarındaki başarısızlıklarını görerek, bundan böyle imparatorluğun geleceği için kendilerine güvenilmeyeceğini anlamış bulunuyorlardı. Padişahın emri üzerine, devletin ileri gelenleri, uzun süren gelişmelerden sonra, Eşkinci adıyla talimli bir asker sınıfının kurulmasını kararlaştırdılar. Yeniçerilerin bu sınıfa karşı gelmeleri ihtimali vardı. Eskiden yeniçeri ağalığında bulunan, Boğazlar muhafızı ağa Hüseyin Paşanın tavsiyesi üzerine ocağın belli başlı şeflerinin para karşılığında Eşkinci sınıfı için eğilimleri sağlandı. 25 Mayıs 1826’da Şeyhülislamın evinde Sadrazam Mehmet Selim Paşa, Rumeli Kazaskeri, İstanbul müftüsü, sadaret Kethüdası, defterdar, darphane nazırı, Tophane nazırı, Yeniçeri ağası ve ocağın ileri gelenleri toplanarak imparatorluğun iç ve dış durumunu gözden geçirdikten sonra, talimli asker yetiştirilmesi yolunda fikir birliğine vardılar. Ulema fetva verdi. Yeniçeri ocağının dışında kurulan Eşkinci ocağı, Nizam-ı Cedid veya Sekban-ı Cedit gibi bağımsız bir kuruldu. Birkaç gün içinde bu kurula beş yüz kişi kayıt oldu. Talimler 12 Haziran 1826’da başladı.
Aynı gün İstanbul kahvelerinde talimlere karşı bir küfür propagandası başladı. Ulemanın fetvalarına rağmen yapılan iş, kafirleri taklit şeklinde sayıldı. Nizam-ı Cedid’in tekrar kurulmakta olduğu, yeniçeri ocağının kaldırılacağı sözleri çıkarıldı. Takriben bir ay sonra yeniçeriler kazanlarını Etmeydanı’na çıkardılar (15 Haziran 1826). Saraya ve yeni düzene karşı klasik ihtilal bir kez daha başlamış oldu. Asilerin taktiği, eski taktik idi. Münadiler çıkardılar. Bunlar, mahalle mahalle dolaşarak, sadrazamın, yeniçeri ağasının, Ağa Hüseyin Paşanın öldürüldüğünü ilan ve halkı Etmeydanı’na davet ettiler. Sucular, hamallar ve serseriler, her vakit olduğu gibi, kazanların etrafında ikinci bir halkayı kurmaya koşuştular. Yağma ve korkutma hareketleri derhal başladı. Sadrazam konağı ve Mısır paşası kethüdasının köşkü derhal yağma edilmiştir. Talim için fetva vermiş olan ulemaya tehditler ve hakaretler yağdırıldı.
Bu esnada sadrazam ve şeyhülislam ve diğer devlet adamları saraya koştular. II. Mahmut Topkapı Sarayına gelmiş, sadrazam, topçu, kumbaracı, arabacı ve tersane ocaklarına; şeyhülislam ise müderrislere, şeyhlere ve talebe-i ulemaya saraya gelmeleri için haber yollamışlardır.
Bütün bunlardan sonra peygamber sancağı padişah tarafından Hırka-i Şerif’den çıkartılarak Sultan Ahmet Cami-i Şerifi minberine konmak üzere şeyhülislama teslim edilmiştir. Bu büyük olay, münadilerle İstanbul’un dört bir tarafına yayınlandı. İslam olanlar Hırka-i Şerif’in altına davet edildi. Tüm İstanbul halkı Hırka-i Şerif’in altına koştu.
Bu toplanma olayı, halkta yeniçerilere karşı sönmez bir kin yaratmaya başlamıştı. Başkentte her türlü zorbalığı yapan bu kanun tanımaz çete, III. Selim’in ölümüne neden olmuş, Rus ve Yunan harbinde gösterdikleri başarısızlık devleti zor bir duruma sokmuştu. Topkapı’da toplanan devlete sadık asker ocakları ile halk ve devlet adamları, başta sancağ-ı şerif olduğu halde, tekbirlerle ve tehlillerle Sultan Ahmet Camiine geldiler. Burada asilere karşı yürüyüş planları düzenlendi.
Yeniçeriler 1807 ve 1808 isyanlarında yaptıkları gibi saldırıya geçecekleri yerde savunmada kalmışlardır; çünkü bu yeniçerilerin ummadıkları büyük bir saldırıydı. Kendilerine teslim olmaları teklif edilmiş; fakat yeniçerilerin bu teklifi reddetmesi üzerine kışlaları kuşatılmış, kapıları top ateşiyle yakılmıştı. Topçular et meydanına başlarında Karacehennem İbrahim Ağa ile birlikte girmişlerdi. Yeniçeriler canlarını kurtarmak için kaçışmaya başlamışlardı. Bu kısa savaş yeniçeri isyanına son vermiştir. Yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğu nun şan ve şevketini sağlamış olan, fakat sonunda bir çete şekline girerek devleti çıkmaza sokan yeniçeri ocağı bu suretle hatalarının ve kabahatlarının ağırlığı altında birkaç saat içinde ezilmiş oldu. Yeniçerilerin perişan edildiği haberi her tarafta sevinç ile karşılandı. II. Mahmut bir Hatt-ı Hümayun yayınlayarak yeniçerilerin devlete ve millete yaptıkları kötülükleri saydı ve ocağın kaldırıldığını belirtti.
Bundan böyle yeniçeri kelimesi bile telaffuz edilmeyecek, yeniçeriler lehinde söz söylemeye cüret edenler ağır cezalara çarptırılacaktı. Bu tedbirler yeniçeri ocağının tekrar ortaya çıkma ihtimalini azaltıyordu.
Yeniçeri ocağının ilgası, bütün Avrupa’da derin akisler yaptı. Gazeteler bu haberi manşetten verdiler. Kitaplar ve risaleler yayınlandı. İstanbul’daki elçiler, hükümdarları namına Sultan Mahmut’a tebriklerini sundular. Vaka-i Hayriye diye anılan Yeniçeri ve diğer Kapıkulu Ocaklarının İlgası, Türkiye Tarihinin büyük dönüm noktalarından biri, hatta modern devrin gerçek başlangıcıdır. 1839 Tanzimat’ı, hatta Cumhuriyet, Vaka-i Hayriye’nin bir neticesi şeklinde telakki edilebilir.
Yeniçeri ocağının kaldırılması imparatorluğun buhranlı zamanına rastlamıştı. Yunan isyanı hareketleri sürüp gidiyordu. Bu durum, yeni bir ordunun süratle kurulmasını gerekli kılıyordu. Eşkinci ocağı da yeniçeri ocağının bir parçası olduğu için onunla birlikte yok edilmişti. Yeniçeri ocağının kaldırılmasında çalışan devlet adamları, Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla, Avrupa usulünde bir ordunun kurulmasını sağladılar. Bu ordu, Avrupa usulünde düzenlendi. Tümen, tabur ve bölük bölümlerine ayrıldı. II. Mahmut askerlik alanında yeni düzeni sağlam temellere dayandırmak için bir tıp okulu ve yüksek harp okulu kurdurdu ve de Avrupa memleketlerine harp sanatını öğrenmek için öğrenciler gönderdi.
Vakai Hayriye ile Sultanın eyalet özerkliğini sona erdirme kampanyası ile başlamış olan hazırlık çalışması tamamlandı. Sultanın iktidarını kısıtlayanlar ortadan kaldırıldı ve Sultanın iradesine meydan okuyabilecek hiçbir grup kalmadı. Osmanlı Devleti tarihinin büyük dönüm noktalarından biri olan bu olay ile, Osmanlı İmparatorluğu nun batılılaşma süreci hızlanmıştır. Vakai Hayriye ile ilk kez eski bir kurumu ortadan kaldıracak reform yapılmış ve yeni kurumların artık çağı geçmiş uygulamalarla kösteklenmesine izin verilmedi.
YENİÇERİLERİN BEKTAŞİ TARİKATI İLE OLAN ALAKALARI:
Yeniçerilik’in sonradan Vaka-i Hayriye’de kader ortaklığı olacak Bektaşilikle, ne zaman iç içe girdiği, bu kaynaşmanın ne zaman olduğu tarihçilerimiz arasında sürekli ve muhtemelen de bitmeyecek bir tartışma konusudur. Osmanlı ülkelerinde yaşayan kültürlerden birinin etkisine kesinlikle girecek olan Yeniçerilik için, Bektaşilik çeşitli nedenlerle en çekici ve etkili seçenektir. Yeniçerilerin henüz kendi devşirme kökenlerini unutmadıkları, yeni gelen devşirmelerle sürekli yeniden hatırladıkları bu ilk ilişkiler döneminde, Bektaşiler, kökenleri olan hristiyanlığa, inançlarının yapısı gereği sevgi ve kardeşlikle yaklaşan, Hıristiyanlara gerek ulemanın ve gerekse Sünni tarikatların olduğundan daha fazla ilişkilere sahip bir tarikattı. Ayrıca Yeniçeriler uzun süren sefer ve savaşlarda oruç tutma, namaz kılma gibi günlük ortodoksi pratiklerinin uzağında kalmaya fazlasıyla alışıktırlar.
Yeniçerilik’i Bektaşiliğe yönelten asıl etmen; bir ayaklarıyla devlet içinde kalan ve daha uzun süre kalmaya devam edecek yeniçeriler, diğer ayaklarıyla da devlet dışı yaşamın içine hızla girmeye başlamışlar, yaşamlarını devletten maaş almanın dışındaki yollarla da kazanmayı öğrenmişler idi. Oysa Osmanlı toplumundaki tüm Sünni güçlerin devletin ayrılmaz bir parçası olan ilmiyye sınıfıyla yoğun ve güçlü ilişkileri vardır. Yeniçerilerin Sünniliğe yönelmesiyle, yeniçeriler ulemanın etki alanına girmiş ve ulemanın silahlı gücü haline gelmişlerdir. Yeniçerilerin giderek devletten kopma süreci, Bektaşilerle daha fazla bütünleşme ve ulemadan uzaklaşma sürecine dönüşmüştür.
Bir dizi kaynak yeniçeri Bektaşi ilişkilerini yeniçerilerin kuruluşuna kadar geri götürmektedir. Şevki Koca, Hacı Bektaşi Velinin, Sultan Orhan’la görüştüğünü, askerlere giriştikleri her savaşı kazanmaları için onlara kutsal kazan armağan etmiş, orduyu takdis ettikten sonra askerlere ak keçeden yapılmış börkleri ikiye katlayarak giydirmiştir ve yeni kurulan orduya, Yeniçeri adı, bizzat Hacı Bektaş tarafından verilmiştir. Yeniçeri sıfatı, yeni asker anlamına değil, Hacı Bektaş-i Velinin kol yeninden çıkan asker anlamına gelir. Yeniçeriler ocağında sürekli bir Bektaşi tarikatı görevlisi bulunmuş ve kararlarda son derece etkili olmuşlardır. Bektaşi babaları yeniçeri birliklerine vaizler olarak eşlik etmişlerdir.