AZ SONRA,
"SAVAŞ" DENİLEN ŞEYİN BİLE
KENDİ İÇİNDE VAROLAN NAMUSU KİRLETİLECEK,
HER İKİ ADAM DA
RUHLAR ALEMİNDEN KOKU ALMAYA BAŞLAYACAK,
VE,
BU DÜNYAYA KARŞI
"BiNBiR EDEPLE"
SUSUŞACAKLARDI...
***
- YIL 2029 -
.......... ......... .......... .........." Yüreğinde, derecesini kendisinin dahi tasvir edemeyeceği bir acı hissetti. O güne dek hiçbir acıyı birkaç saniye dışında barındırmamış olan yüreği titriyordu. Bu acı DevilofHacker'i bir anda geçmişe sürükledi. Kendini anca bilmeye başladığı 5'li yaşlarına.
Öyle net öyle detaylı anımsıyordu ki her şeyi! Bahçede gezinen karıncaları, annesinin konserve kaynattığı gün, eline geçirdiği kor haldeki bir odun parçasıyla önce bacaklarından sonra da çelimsiz bedenlerinin arka kısımlarından başlayarak, aşama aşama, ta kafalarına kadar kızartarak öldürdüğü güne dönüvermişti…
"Peki ya, askerliğim esnasında da hem kendime hem de başkalarına bu denli acımasız oluşuma ne demeli?" diyerek, bir yıldırımdan daha hızlı bir şekilde düşünmeye başladı bütün hayatını.".... .......... ........... ........... ………………… ….. ………. …..
***
Nice zaman sonra DoH, Hasan'ın fondiplediği biradan sonraki kesif öksürüğüyle kendine geldi, ve o da birasından koca bir yudum aldı. Elleriyle kafasını kavradı. Aklına biricik oğlunu getirdi. Bu saatten sonra daha da saklanmaya, en azından ona karşı binlerce maskenin ardından davranmaya artık tahammül edemezdi, zaten artık vakti de kalmamıştı, ve yapayalnız yediği sofrayı yine kendisi kaldırmalıydı!
Çünki aslında Memo'nun o pak sevgisine ve en içten beslediği “Evlat duyguları'na" da hiç layık değildi. Bu yaşa gelene kadar neler yaşadığını ve ne haltlar yediğini, gerçekte ne mal olduğunu önce Memo sonra da bütün insanlık öğrenmeliydi. Ama önce, bugüne dek neredeyse her gününü hatta her saatini en ince detaylara kadar kaleme aldığı Harita Metod Defterlerine ilave olarak tek bir parşömene daha birşeyler yazmalıydı. Yani oğluna bir mektup - bir not bırakmalıydı…
Bilgisayar Programcısı olmasına rağmen, neden yaşadıklarını 3-4 adet çizgili deftere yazmıştı. Galiba eski kafalıydı veya hapishane alışkanlığıydı. Zaten önemli olan da; uzun yıllar belleğine kazılı olan; Obama'dan Merkel'e - Sabancı'dan Şahenk'e - Esad Coşan'dan Cübbeli'ye – Mali Erbil’den Acun Ilıcalı’ya kim varsa "Güç ve Güçlerin kullanılışına dair gündem oluşturmuş", onlara ait bütün hack ürünü bilgilerin yazılı olduğu muhteviyatlarıydı.
Bunların, Sezen Aksu'dan Deniz Seki’ye ve hatta Rihanna'ya kadar, en ilginçlerini oluşturanlar ise yerli ya da yabancı uyruklu sanarçılardı. Türkiye ve Dünya'ya ait birsürü deşifreyi Memo bir veya birkaç kitap olarak yayınlatabilir, çok para kazanabilirdi, ve Antika – Gerçeklik - Para üçlüsüyle böylece buluşabilirdi. Okuyan bütün SÖ'ler binbir lanet etse de DoH'a, hakettiği cezayı kendi elleriyle çoktan verdiğini öğrenince teselli bulacaktı, ama, ya oğlu? Ya onun düşeceği keder denizi?.
Belki Memo bile hiç üzülmezdi. Hepsini satır satır okuduğunda, binbir beddua ve öfke ile anımsanacak bile olsa, babası olan şu "Hain ve Alçak" adamın oğlu oluşu dışında zerre kadar üzüntü duymayacaktı. Gerçi, ne olursa olsun, her ne fenalık yaşatmışsa yaşatmış olsun diğer insanlara; herşeye rağmen "Babası" olduğunu, ve tüm canavar ruhuna rağmen onu çok sevdiğini bilmesi yetecekti…
Şehrin dışında bir dere kenarındaydılar, ve yakınlardaki köyden sabah ezanı duyulmaya başladı. Tövbe edip ibadete durmak, kendisi gibi günah yüklü insanları bütün pisliklerinden kurtarıp, işledikleri suçların vicdan azaplarından arındırmaz mıydı? Allah'a yönelip ona kalpten yalvaranlar, günahsız bir yol ve dürüst bir yaşama dönüş yapamazlar mıydı? Kesinlikle öyleydi, ve bir an nefesi daraldı, kulakları uğuldamaya başladı.
Uğultular arasından tanıdık bir ses : "- Allahım! Yaptığım bütün kötülükler - girdiğim çeşit çeşit günahlar - bencilce attığım her adım için beni affet n'olur. Kalan yaşamımda da Ehl-i Sünnet vel Cemaat'ten ayırma. Yalvarırım bana diğer insanlar, diğer iyi insanlar gibi olma fırsatını ver." şeklinde dua ediyordu.
Yaklaşık 30 yıl önce, ilk karısını evden kovduktan sonra etmişti bu duayı.
Yahu, böyle bir duayı edebilen o akıllı adam, neden daha sonraları yine tonlarca kötülük peşinde koşmuştu ki? Tanrı'yı neden birdaha hiç mutlak itaat makamı olarak görmemişti? Gördüyse de itaat etmemişti???
Bütün geçmişinin, beyninde, milyonlarca uğultu eşliğinde(!) geri dönmesi onu çok öfkelendiriyordu. Öfkelendikçe de soluk alamıyordu. Beynini düşünceleriyle başbaşa bırakıp, bira ve sigarası eşliğinde çalışma masasındaki laptop'da sörf yapan Hasan'ın hemen sağından karbeyazı bir A4 kağıdıyla kalem aldı.
Titrek elleriyle ve kargacık burgacık sayılabilecek bir özensizlikle, "Herşeye rağmen baban seni çok sevdi canım oğlum. Belki de bu, senin babanın tek gerçeğiydi!" yazdı. Sonra karavan'ın camını aşağı çekti sürgüsünden, ve ağarmakta olan gökyüzüyle burun buruna geldi. Tanrı'nın oralarda biryerlerde olduğundan emindi. Sonsuz çaresizliklerin getirdiği bir tevekkül içinde O'na mırıldandı :
"- Hiç olmazsa Memo'yu büyük mutluluklarla yaşat. Şu an tam 30 yaşında. Kalan ömrünü bir şölene çevir. Biliyorum ki senin nezdinde zorluk diye birşey yok, ve herşey kolaylık içerir sana göre. Bu yüzden bu dileğim de gerçekleştirilmesi zor olan birşey değil. Haa, dersen ki, "İtin duası kabul olsaydı,"; ben de "Cambaz ipte balık dipte gerek" diyerek, sana aksilenmek gafletine hiç düşmem. Şimdiden Teşekkürler!"…
Bilgisayarının ekranına pörtlemiş gözlerle bakan ve tüm sarhoşluğuyla klavyeden birşeyler yazmaya çalışan Hasan'ın algılayamadığı bir çeviklikle yerini ezbere bildiği ve üçüncü çekmecede her daim yağlı - her daim bakımlı - her daim mermi ağzında duran 22 kalibrelik silaha uzandı. Eline alır almaz da şakağına dayayıp tetiği çekti…
DoH'un cansız bedeni karavan'ın ortasına yığıldı kaldı. Hasan'ın başı da laptopun klavyesine düşmüş, basılı kalan tuşlar yüzünden de aşırı tuş tekrarını ikaz eden bip...bip...bip...bip sesleri duyulmaya başlanmıştı…
Zeus karavanın alt kısmındaki yuvasından fırladı. Silah sesinden ziyade, uzun zamandır birlikte yaşadığı sahibinin artık nefes almadığını, öldüğünü hissettiğinden, dehşetengiz bir panikle havlamaya başlamıştı. Ancak, yapabildiği halde, karavanın kapısını burnuyla açıp da içeri girmeye cesaret edemedi. Yasaktı ona bu ve O'nun yasaklarını çiğnemekten korkardı…
Öyle ya; ölüsünden bile herşey umulurdu; çünki "O" DevilofHacker'dı...
******alinti Kelimelerin Sihirbazi
"SAVAŞ" DENİLEN ŞEYİN BİLE
KENDİ İÇİNDE VAROLAN NAMUSU KİRLETİLECEK,
HER İKİ ADAM DA
RUHLAR ALEMİNDEN KOKU ALMAYA BAŞLAYACAK,
VE,
BU DÜNYAYA KARŞI
"BiNBiR EDEPLE"
SUSUŞACAKLARDI...
***
- YIL 2029 -
.......... ......... .......... .........." Yüreğinde, derecesini kendisinin dahi tasvir edemeyeceği bir acı hissetti. O güne dek hiçbir acıyı birkaç saniye dışında barındırmamış olan yüreği titriyordu. Bu acı DevilofHacker'i bir anda geçmişe sürükledi. Kendini anca bilmeye başladığı 5'li yaşlarına.
Öyle net öyle detaylı anımsıyordu ki her şeyi! Bahçede gezinen karıncaları, annesinin konserve kaynattığı gün, eline geçirdiği kor haldeki bir odun parçasıyla önce bacaklarından sonra da çelimsiz bedenlerinin arka kısımlarından başlayarak, aşama aşama, ta kafalarına kadar kızartarak öldürdüğü güne dönüvermişti…
"Peki ya, askerliğim esnasında da hem kendime hem de başkalarına bu denli acımasız oluşuma ne demeli?" diyerek, bir yıldırımdan daha hızlı bir şekilde düşünmeye başladı bütün hayatını.".... .......... ........... ........... ………………… ….. ………. …..
***
Nice zaman sonra DoH, Hasan'ın fondiplediği biradan sonraki kesif öksürüğüyle kendine geldi, ve o da birasından koca bir yudum aldı. Elleriyle kafasını kavradı. Aklına biricik oğlunu getirdi. Bu saatten sonra daha da saklanmaya, en azından ona karşı binlerce maskenin ardından davranmaya artık tahammül edemezdi, zaten artık vakti de kalmamıştı, ve yapayalnız yediği sofrayı yine kendisi kaldırmalıydı!
Çünki aslında Memo'nun o pak sevgisine ve en içten beslediği “Evlat duyguları'na" da hiç layık değildi. Bu yaşa gelene kadar neler yaşadığını ve ne haltlar yediğini, gerçekte ne mal olduğunu önce Memo sonra da bütün insanlık öğrenmeliydi. Ama önce, bugüne dek neredeyse her gününü hatta her saatini en ince detaylara kadar kaleme aldığı Harita Metod Defterlerine ilave olarak tek bir parşömene daha birşeyler yazmalıydı. Yani oğluna bir mektup - bir not bırakmalıydı…
Bilgisayar Programcısı olmasına rağmen, neden yaşadıklarını 3-4 adet çizgili deftere yazmıştı. Galiba eski kafalıydı veya hapishane alışkanlığıydı. Zaten önemli olan da; uzun yıllar belleğine kazılı olan; Obama'dan Merkel'e - Sabancı'dan Şahenk'e - Esad Coşan'dan Cübbeli'ye – Mali Erbil’den Acun Ilıcalı’ya kim varsa "Güç ve Güçlerin kullanılışına dair gündem oluşturmuş", onlara ait bütün hack ürünü bilgilerin yazılı olduğu muhteviyatlarıydı.
Bunların, Sezen Aksu'dan Deniz Seki’ye ve hatta Rihanna'ya kadar, en ilginçlerini oluşturanlar ise yerli ya da yabancı uyruklu sanarçılardı. Türkiye ve Dünya'ya ait birsürü deşifreyi Memo bir veya birkaç kitap olarak yayınlatabilir, çok para kazanabilirdi, ve Antika – Gerçeklik - Para üçlüsüyle böylece buluşabilirdi. Okuyan bütün SÖ'ler binbir lanet etse de DoH'a, hakettiği cezayı kendi elleriyle çoktan verdiğini öğrenince teselli bulacaktı, ama, ya oğlu? Ya onun düşeceği keder denizi?.
Belki Memo bile hiç üzülmezdi. Hepsini satır satır okuduğunda, binbir beddua ve öfke ile anımsanacak bile olsa, babası olan şu "Hain ve Alçak" adamın oğlu oluşu dışında zerre kadar üzüntü duymayacaktı. Gerçi, ne olursa olsun, her ne fenalık yaşatmışsa yaşatmış olsun diğer insanlara; herşeye rağmen "Babası" olduğunu, ve tüm canavar ruhuna rağmen onu çok sevdiğini bilmesi yetecekti…
Şehrin dışında bir dere kenarındaydılar, ve yakınlardaki köyden sabah ezanı duyulmaya başladı. Tövbe edip ibadete durmak, kendisi gibi günah yüklü insanları bütün pisliklerinden kurtarıp, işledikleri suçların vicdan azaplarından arındırmaz mıydı? Allah'a yönelip ona kalpten yalvaranlar, günahsız bir yol ve dürüst bir yaşama dönüş yapamazlar mıydı? Kesinlikle öyleydi, ve bir an nefesi daraldı, kulakları uğuldamaya başladı.
Uğultular arasından tanıdık bir ses : "- Allahım! Yaptığım bütün kötülükler - girdiğim çeşit çeşit günahlar - bencilce attığım her adım için beni affet n'olur. Kalan yaşamımda da Ehl-i Sünnet vel Cemaat'ten ayırma. Yalvarırım bana diğer insanlar, diğer iyi insanlar gibi olma fırsatını ver." şeklinde dua ediyordu.
Yaklaşık 30 yıl önce, ilk karısını evden kovduktan sonra etmişti bu duayı.
Yahu, böyle bir duayı edebilen o akıllı adam, neden daha sonraları yine tonlarca kötülük peşinde koşmuştu ki? Tanrı'yı neden birdaha hiç mutlak itaat makamı olarak görmemişti? Gördüyse de itaat etmemişti???
Bütün geçmişinin, beyninde, milyonlarca uğultu eşliğinde(!) geri dönmesi onu çok öfkelendiriyordu. Öfkelendikçe de soluk alamıyordu. Beynini düşünceleriyle başbaşa bırakıp, bira ve sigarası eşliğinde çalışma masasındaki laptop'da sörf yapan Hasan'ın hemen sağından karbeyazı bir A4 kağıdıyla kalem aldı.
Titrek elleriyle ve kargacık burgacık sayılabilecek bir özensizlikle, "Herşeye rağmen baban seni çok sevdi canım oğlum. Belki de bu, senin babanın tek gerçeğiydi!" yazdı. Sonra karavan'ın camını aşağı çekti sürgüsünden, ve ağarmakta olan gökyüzüyle burun buruna geldi. Tanrı'nın oralarda biryerlerde olduğundan emindi. Sonsuz çaresizliklerin getirdiği bir tevekkül içinde O'na mırıldandı :
"- Hiç olmazsa Memo'yu büyük mutluluklarla yaşat. Şu an tam 30 yaşında. Kalan ömrünü bir şölene çevir. Biliyorum ki senin nezdinde zorluk diye birşey yok, ve herşey kolaylık içerir sana göre. Bu yüzden bu dileğim de gerçekleştirilmesi zor olan birşey değil. Haa, dersen ki, "İtin duası kabul olsaydı,"; ben de "Cambaz ipte balık dipte gerek" diyerek, sana aksilenmek gafletine hiç düşmem. Şimdiden Teşekkürler!"…
Bilgisayarının ekranına pörtlemiş gözlerle bakan ve tüm sarhoşluğuyla klavyeden birşeyler yazmaya çalışan Hasan'ın algılayamadığı bir çeviklikle yerini ezbere bildiği ve üçüncü çekmecede her daim yağlı - her daim bakımlı - her daim mermi ağzında duran 22 kalibrelik silaha uzandı. Eline alır almaz da şakağına dayayıp tetiği çekti…
DoH'un cansız bedeni karavan'ın ortasına yığıldı kaldı. Hasan'ın başı da laptopun klavyesine düşmüş, basılı kalan tuşlar yüzünden de aşırı tuş tekrarını ikaz eden bip...bip...bip...bip sesleri duyulmaya başlanmıştı…
Zeus karavanın alt kısmındaki yuvasından fırladı. Silah sesinden ziyade, uzun zamandır birlikte yaşadığı sahibinin artık nefes almadığını, öldüğünü hissettiğinden, dehşetengiz bir panikle havlamaya başlamıştı. Ancak, yapabildiği halde, karavanın kapısını burnuyla açıp da içeri girmeye cesaret edemedi. Yasaktı ona bu ve O'nun yasaklarını çiğnemekten korkardı…
Öyle ya; ölüsünden bile herşey umulurdu; çünki "O" DevilofHacker'dı...
******alinti Kelimelerin Sihirbazi