Yeni bir yolculuğa çıktığında benim gibi hisseden var mıdır bilmiyorum. Gidişler, saatler hatta günler denginde hafızama kazınırken dönüş yolculukları hemencecik bitiyormuş gibi gelir bana. Ne garip. Aslında aynı yolu kullanıyorum hep. Bu his yanılsaması aklımı kurcalıyor. Neden böyle oluyor gerçekten? Zamanın göreceli olduğu Einstein tarafından ortaya atılmış bir fizik teoremi olsa da, bunun insan yüreğini ilgilendiren tarafı da ele alınmalı. Belki sonuç E=mc2 gibi somut bir formül olmaz ama ucundan kıyısından ışığı görmek karanlıkta kalmaktan yeğdir. Bu amaçla hafızamı yokladığımda çeşitli mekan ve zamanlara açılan sayfalar beni düşündürdü. Neden ve neden diye yinelemek yerine kelimeleri bir araya getirmeye çalışmak; yollarda, bu cevabın peşinde olmak daha doğru geldi: Gidişler, varacak -kavuşacak- olmanın umudu ve heyecanı, yolculukta karşılaşılan manzaraların uyandırdığı hayranlık duygusu, farklı bir şey yapıyor olmanın verdiği kendini gerçekleştirme hissi ile, belki de daha uzun gelir insana. Hayatta her çıkışın bir inişi, her gidişin bir dönüşü vardır sözü hepimizin kulağına çalınmıştır mutlaka. Bir suyun yatağından çağlayıp denizine kavuşmak üzere akışı, bir çocuğun doğduğu andan itibaren geçirdiği tüm gelişim evreleri, bir ilişkinin sevgiye evrilmesi sürecinde paylaşılan yaşanmışlıklar... hepsi bir gidiş değil midir aslında? Tam tersine; denize kavuşan suyun artık kendisi gibi belki de binlercesiyle sonsuzlukta dalgalanması, insanın yaş kemale erince geçmişte kendini arama çabaları.. Ve o ayrılıklar; -beraber aynı gökyüzüne bakacak insanı bulmak bile zorken- kalplerini bir başkasına emanet edenlerin anılardan sıyrılmaya çalışan kırgınlıkları, kızgınlıkları, suskunlukları.. bunlar da mesafe kat etmiş varlıkların , ilişkilerin, insanların dönüşü değil midir? Verdiğimiz örneklerden midir nedir, dönüş yolculukları bir kötü şeymiş gibi gözüktü. Dönüşler o kadar da karamsar değildir bana göre. Bir parça mutluluk vardır mayasında, hüzünlü bir mutluluk. Güzel anları, iyi insanları; insanın mutsuz olduğu, birbirini mutsuz ettiği anları; kahkahaları ve gözyaşlarını; kazançları ve kayıpları; tüm güzellikleri ve eksikleriyle kabullenilen gidiş yolculuğunun hatıralarını yad edebileceği bir zaman tanır insana. Yüreği ve beyninin -belki de nadir olarak- kişinin kendiyle hesaplaşmasında aynı safta yer alabileceği, insanın içinde güneşin batışındaki turuncu tonların sıcaklık hissini uyandıran bir dönemdir yaşamda. Ancak bazen de boğazda bir yumru olur, insanın yüreğine kocaman taş ağırlığında bir karanlık gibi çöker; en azından kimileri böyle tarif eder. Peki bu kötü bir şey midir? Yani insana kötü hissettirmesi kötü bir şey midir? Düşünüyorum da, dönüş yollarının hemencecik varacağı noktaya ulaşmasını belki de biz arzuluyoruz: Tüm bu kötü betimlenen ihtimallerden kaçabilmek için. Oysa insan oluşumuz, faniliğimiz, ayak bastığımız toprak üzerinde, nefes aldığımız göğün altında gidişimiz ve dönüşümüzün teminatı, yani tüm bunlar hayatın bir parçası, değil mi? Yolda olmak, gitmek ve dönmek bizim daha doğmadan yapmaya niyet ettiğimiz eylemler. Şair 'İnsana en güzel sıfatı fani diyen vermiştir.' der. Bu en güzel sıfata sahip olmanın getirdikleri ve götürdükleri karşısında bize düşen yolculuktan zevk almak değil de nedir? Gidişler yeni başlangıçlar mıdır? Belki öyle, belki değil. Dönüşlerin sonunda taa gökyüzüne yükselen bir duvar var mıdır, yol son bulur mu? Bunu da bilemeyiz. Çünkü yeryüzünde kapladığımız alanın ölçüsü olan yüreklerimiz, tıp fakültelerinde öğretilenin aksine, bambaşka ritimlerde atıyor. Hepimizin içi bambaşka; yürüdüğü yol ve tuttuğu eller de öyle. Zamanın göreceli oluşu bir yana, kişiler ve yürekler de farklı. Çok ama çok bilinmeyenli bir denklem bu. Tam da bu sebeple bir sis çöküyor cevap aramak üzere çıktığımız yollara. Peki benim, dönüş yolculuklarında zamanı daha çabuk geçtiğini hissetmem neden? Tüm bu fikirlerin arasında en baştaki soruma yanıt bulabildim mi? Hayır. Çünkü dönüp dolaşıp yeniden aynı soruya gelmiş bulundum be arkadaş. En azından biraz ışık girdi odama. Bu seferlik böyle olsun. Sen ne dersin? Benim hissettiğimi sen de hissettin mi hiç? Biliyorum yüreklerimiz farklı, fakat belki bir an aynı ritimde atmıştır. Kim bilir içimizde fizik formülleri ile tarif edilemeyecek daha ne bağıntılar vardır..