Yaşamımızda mutlaka rast gelmişizdir; "Kendin ol, Kendine gel, Kendinle barışık ol, Kendine güven, Kendinden geçme vs." gibi uyarı, nasihat ya da bir serzeniş içeren ifadelere. Evet, kendimiz olmalıyız. Ne kadar ikinci bir kişiden duymaya alıştığımız bu ifadeler bizi etkilese de en son tercihi kendimiz yaparız. Çünkü karar verme mekanizmasının merkezi, kişinin kendisinde olan potansiyelinde vardır. Peki, kendimizi ne kadar biliyor ve ne kadar tanıyoruz? Çevremizden ne derece etkileniyoruz, ne gibi bir şeyler ekliyoruz kendimize? Olduğu gibi mi ekliyoruz olan biteni kendimize yoksa irdeleyip süzgeçten geçirerek mi ekliyoruz?
Evet, temel sorumuz kendimiz aslında. Kendimizden ne kadar haberdar isek, kendimizi ne kadar tanıyor isek, kendimizi ne kadar eleştirebiliyorsak (olumlu-olumsuz) , o kadar kendimize hakim olabilir ve kendimizi yönetebiliriz. Kendimize ne kadar yakın isek çevremizi de daha sağlıklı analiz edebilir, olaylara da bulunduğumuz konumdan daha doğru tenkitlerde bulunabilir, daha somut fikirlerden bahsedebiliriz. Kişiliğinizin "yönetilen kendin" den sıyrılıp "yöneten kendine" daha yakınlaştığını fark edip, hayatınıza etki ettiğini hissedeceksiniz. Aksini düşündüğümüzde, yani kendimizi fark edememiş isek, kendimizden habersiz isek, yaşadığımız olaylara sadece seyirci isek, hiçbir şey üzerine düşünmüyor ve kendimizi özümsemiyor isek, kendimizden uzak ve gelişigüzel yaşıyor isek şekillendirilmeye çok açık bir yapımız olduğunu kendimizden habersiz bir şekilde itiraf etmiş bulunuruz. Gelişigüzel cümleler kurar, sorgulamadan çoğu kelimeleri kullanır, kaba tabirle patavatsız bir yapıya bürünür, dinlemeyi bilmez, bildiğiyle yetinir, az düşünür ve çok konuşuruz. Yapı, yani kişilik bu yöne doğru kayar ki bu durum daha ileri giderse cahilliğe açılan bir kapıdan geçilir. İdeoloji devreye girer, bu katı bir ideolojidir bilinmelidir, diğer fikirlere tamamen kapatmıştır kapılarını ve tek merkezden yönetilme olasılığı da oluşmuş ise daha tehlikelidir. Bir piyon gibi oynatılabilir ve kukla gibi hareket ettirilebilir. "Yönetilen kendinden" sıyrılıp "yöneten kendin" e gelmeye ne dersin? Yine başa dönüyoruz; tanımaya ve tanışmaya kendinizden başlamalısınız.
Evet, temel sorumuz kendimiz aslında. Kendimizden ne kadar haberdar isek, kendimizi ne kadar tanıyor isek, kendimizi ne kadar eleştirebiliyorsak (olumlu-olumsuz) , o kadar kendimize hakim olabilir ve kendimizi yönetebiliriz. Kendimize ne kadar yakın isek çevremizi de daha sağlıklı analiz edebilir, olaylara da bulunduğumuz konumdan daha doğru tenkitlerde bulunabilir, daha somut fikirlerden bahsedebiliriz. Kişiliğinizin "yönetilen kendin" den sıyrılıp "yöneten kendine" daha yakınlaştığını fark edip, hayatınıza etki ettiğini hissedeceksiniz. Aksini düşündüğümüzde, yani kendimizi fark edememiş isek, kendimizden habersiz isek, yaşadığımız olaylara sadece seyirci isek, hiçbir şey üzerine düşünmüyor ve kendimizi özümsemiyor isek, kendimizden uzak ve gelişigüzel yaşıyor isek şekillendirilmeye çok açık bir yapımız olduğunu kendimizden habersiz bir şekilde itiraf etmiş bulunuruz. Gelişigüzel cümleler kurar, sorgulamadan çoğu kelimeleri kullanır, kaba tabirle patavatsız bir yapıya bürünür, dinlemeyi bilmez, bildiğiyle yetinir, az düşünür ve çok konuşuruz. Yapı, yani kişilik bu yöne doğru kayar ki bu durum daha ileri giderse cahilliğe açılan bir kapıdan geçilir. İdeoloji devreye girer, bu katı bir ideolojidir bilinmelidir, diğer fikirlere tamamen kapatmıştır kapılarını ve tek merkezden yönetilme olasılığı da oluşmuş ise daha tehlikelidir. Bir piyon gibi oynatılabilir ve kukla gibi hareket ettirilebilir. "Yönetilen kendinden" sıyrılıp "yöneten kendin" e gelmeye ne dersin? Yine başa dönüyoruz; tanımaya ve tanışmaya kendinizden başlamalısınız.