Üşengeçlikten tükenmişliğe, her çağ yorgunluğun kendi versiyonuna hayat vermiştir.
Yorgunluk, müphem ve hoşgörülü bir kavramdır. Ünlüler, depresyondan ya da bağımlılıktan dolayı rehabilitasyona gidip gerçeği itiraf etmek istemediklerinde, ondan muzdarip olduklarını söylerler. Moral bozukluğunuzu ya da asabiyetinizi yorgunluğa bağlayabilirsiniz; ve bu, “uykusuz birkaç gece geçirdiğinizden” “sinir krizi geçirmek üzere olduğunuza” kadar her anlama gelebilir. Bu aynı zamanda, modern bir ızdırap gibi görünüyor. Ardı arkası kesilmeyen elektronik postalar, geveze sosyal medya, haberlerdeki bitmek bilmeyen şiddet ve acı görüntüleri, finansal krizin süregelen etkileri ve yaklaşmakta olan çevresel felaket: Bütün bunlara yeterince maruz kaldığınızı itiraf etseniz sizi kim suçlayabilir ki?
2013’te Papa XVI. Benedict’in istifasıyla tarihte yeni bir sayfa açıldı. Papa, görevden çekilme kararının başlıca nedeni olarak kötüye giden fiziksel ve zihinsel gücünü gösterdi. Schaffner, onu bizim yaşlarımızdaki insanların © bir simgesi olarak gösteriyor. Ve sonra, sadece bir papanın Benedict’e benzer nedenler öne sürerek kendi isteğiyle istifa ettiğine dikkat çekiyor. Bu kişi, V. Celestine’di ve tarih 1294’dü.
Papaların takatsizlik yeni bir mevzu değil. Fakat, takatsizlik ebediyse bile, yorgunluk algımız daima değişiyor. Kent
Üniversite’sinde karşılaştırmalı edebiyat dersleri veren Schaffner, medikal, teknolojik ve kültürel gelişimleri ve korkuları yansıtarak, her çağın durumu kendi şartlarına nasıl adapte ettiğini gösteriyor. Bitkinlik kesinlikle tehlikelidir; çünkü eyleme geçmemizi engeller ki yüzyıllardır hem zayıflık işareti ve hem de onur nişanı olarak çift işlev görmüştür.
Takatsizlik, değişken bir semptomdur ve geçtiğimiz iki bin yıl boyunca birçok farklı sağlık durumuyla ilişkilendirilmiştir. Schaffner’in kitabı, yorgunluğun tarihinden ziyade çoğu depresyon dediğimiz şeyin versiyonları olan bu durumların tarihini anlatır. Kitap, Galen’in 2. yüzyılda Humoral Patoloji Teorisi’ni yaygınlaştırması ve hastalıkların dört patolojik elementin dengesizleşmesinin ürünü olduğu fikriyle başlıyor; Galen’in yazılarına göre, takatsizlik “rehavet, uyuşukluk, yorgunluk, bezginlik ve enerji yokluğu”yla kendini gösterir. Ki, Galen, bunların hepsini bunalımın sebep olduğu melankolinin semptomları olarak kabul eder. Bu anlayışa göre, takatsiz, melankolik zihin, hasta bir bedenin göstergesidir.
Antik çağın sonlarında, takatsizlik, tıbbi bir sorun olarak görülmek ya da ilaçla tedavi edilmeye çalışılmak yerine tinselleştirildi. “Acedia” tanımı altında (harfiyen ilgisiz/kayıtsız) takatsizlik, inanç eksikliğini ve Tanrı’nın yaratımının neşesini hissetmekte ve buna dahil olmakta başarısız olma durumunu ifade ediyordu. Özellikle keşişler, bu ruhani hastalığın pençesine çabucak kapılma riskiyle karşı karşıyaydılar. Ve bu hastalık, sadece birey olarak keşişi tehdit etmiyordu ki bir manastırın cemaati, sadece tüm üyeleri bütün güçlerini verdiklerinde sorunsuz çalışır. Acedia’nın sosyal düzene karşı olan tehdidi, dini düşünürlerin onu sadece kınanacak bir olgu olarak değil, aynı zamanda günah olarak görmesinden kaynaklanıyor olabilir. Acedia’nın eş anlamlısı, tembelliktir; yani, Yedi Ölümcül Günah’ın en kötüsü.
Bu böyle sürer gider. Rönesans’ta melankoli, Satürn’ün etkisiyle ilişkilendiriliyordu. 18. ve 19.yüzyıllarda, aşırı mastürbasyon yorgun bedenler ve zihinler ortaya çıkardı. 19.yüzyıl ortalarında, melankolinin tanısal tasavvuru yerini sinir zayıflığına bıraktı ki bu hastalık, zayıf ya da yorgun sinirlerden kaynaklanıyordu. 20.yüzyıla girerken, sinir zayıflığı, yorgunluk, anksiyete ve moral bozukluğu şikayetleri için bir dizi diğer semptomun yanında (fobiler,yüksek ateş, gıdıklanma) en yaygın teşhisti. Melankoli ve sinir zayıflığı birbiriyle kusursuz bir şekilde eşleşmiyor; depresyon için de aynı durum geçerli. Ne var ki, geçmişteki bir çok melankolik ve sinirleri zayıf olan insana bugün depresyon teşhisi konulabilirdi.
Geç kapitalizm ve modern teknoloji, yorgunluğa bilhassa elverişli bir ortam yaratıyormuş gibi görünebilir; fakat, 19. yüzyıl kapitalizmi ve 19. yüzyıl teknolojisi atalarımız için de eşit derecede tehlikeliydi. Endüstrileşme, çalışma düzenlerini kökünden değiştirdi, çalışanları makinelerin ve kontrol saatlerinin insafına bıraktı, insanların uyku düzenlerini değiştirerek onlara fiziksel ve zihinsel bir eziyet çektirdi. Kapitalist söylem, kapitalist metaforlar doğurdu: “sinir gücü” (kaba tanımla enerji) hakkında yazan 19.yüzyıl yorumcuları, onun hakkında konuşurken aslında sermaye hakkında konuşurcasına bir tavır takındılar; bazen ikisini direkt olarak karşılaştırdılar. Sinir gücünü saklayabilir ya da kullanabilirsiniz; fakat bir kere gitti mi asla geri gelmez.
Yorgunluk, müphem ve hoşgörülü bir kavramdır. Ünlüler, depresyondan ya da bağımlılıktan dolayı rehabilitasyona gidip gerçeği itiraf etmek istemediklerinde, ondan muzdarip olduklarını söylerler. Moral bozukluğunuzu ya da asabiyetinizi yorgunluğa bağlayabilirsiniz; ve bu, “uykusuz birkaç gece geçirdiğinizden” “sinir krizi geçirmek üzere olduğunuza” kadar her anlama gelebilir. Bu aynı zamanda, modern bir ızdırap gibi görünüyor. Ardı arkası kesilmeyen elektronik postalar, geveze sosyal medya, haberlerdeki bitmek bilmeyen şiddet ve acı görüntüleri, finansal krizin süregelen etkileri ve yaklaşmakta olan çevresel felaket: Bütün bunlara yeterince maruz kaldığınızı itiraf etseniz sizi kim suçlayabilir ki?
2013’te Papa XVI. Benedict’in istifasıyla tarihte yeni bir sayfa açıldı. Papa, görevden çekilme kararının başlıca nedeni olarak kötüye giden fiziksel ve zihinsel gücünü gösterdi. Schaffner, onu bizim yaşlarımızdaki insanların © bir simgesi olarak gösteriyor. Ve sonra, sadece bir papanın Benedict’e benzer nedenler öne sürerek kendi isteğiyle istifa ettiğine dikkat çekiyor. Bu kişi, V. Celestine’di ve tarih 1294’dü.
Papaların takatsizlik yeni bir mevzu değil. Fakat, takatsizlik ebediyse bile, yorgunluk algımız daima değişiyor. Kent
Üniversite’sinde karşılaştırmalı edebiyat dersleri veren Schaffner, medikal, teknolojik ve kültürel gelişimleri ve korkuları yansıtarak, her çağın durumu kendi şartlarına nasıl adapte ettiğini gösteriyor. Bitkinlik kesinlikle tehlikelidir; çünkü eyleme geçmemizi engeller ki yüzyıllardır hem zayıflık işareti ve hem de onur nişanı olarak çift işlev görmüştür.
Takatsizlik, değişken bir semptomdur ve geçtiğimiz iki bin yıl boyunca birçok farklı sağlık durumuyla ilişkilendirilmiştir. Schaffner’in kitabı, yorgunluğun tarihinden ziyade çoğu depresyon dediğimiz şeyin versiyonları olan bu durumların tarihini anlatır. Kitap, Galen’in 2. yüzyılda Humoral Patoloji Teorisi’ni yaygınlaştırması ve hastalıkların dört patolojik elementin dengesizleşmesinin ürünü olduğu fikriyle başlıyor; Galen’in yazılarına göre, takatsizlik “rehavet, uyuşukluk, yorgunluk, bezginlik ve enerji yokluğu”yla kendini gösterir. Ki, Galen, bunların hepsini bunalımın sebep olduğu melankolinin semptomları olarak kabul eder. Bu anlayışa göre, takatsiz, melankolik zihin, hasta bir bedenin göstergesidir.
Antik çağın sonlarında, takatsizlik, tıbbi bir sorun olarak görülmek ya da ilaçla tedavi edilmeye çalışılmak yerine tinselleştirildi. “Acedia” tanımı altında (harfiyen ilgisiz/kayıtsız) takatsizlik, inanç eksikliğini ve Tanrı’nın yaratımının neşesini hissetmekte ve buna dahil olmakta başarısız olma durumunu ifade ediyordu. Özellikle keşişler, bu ruhani hastalığın pençesine çabucak kapılma riskiyle karşı karşıyaydılar. Ve bu hastalık, sadece birey olarak keşişi tehdit etmiyordu ki bir manastırın cemaati, sadece tüm üyeleri bütün güçlerini verdiklerinde sorunsuz çalışır. Acedia’nın sosyal düzene karşı olan tehdidi, dini düşünürlerin onu sadece kınanacak bir olgu olarak değil, aynı zamanda günah olarak görmesinden kaynaklanıyor olabilir. Acedia’nın eş anlamlısı, tembelliktir; yani, Yedi Ölümcül Günah’ın en kötüsü.
Bu böyle sürer gider. Rönesans’ta melankoli, Satürn’ün etkisiyle ilişkilendiriliyordu. 18. ve 19.yüzyıllarda, aşırı mastürbasyon yorgun bedenler ve zihinler ortaya çıkardı. 19.yüzyıl ortalarında, melankolinin tanısal tasavvuru yerini sinir zayıflığına bıraktı ki bu hastalık, zayıf ya da yorgun sinirlerden kaynaklanıyordu. 20.yüzyıla girerken, sinir zayıflığı, yorgunluk, anksiyete ve moral bozukluğu şikayetleri için bir dizi diğer semptomun yanında (fobiler,yüksek ateş, gıdıklanma) en yaygın teşhisti. Melankoli ve sinir zayıflığı birbiriyle kusursuz bir şekilde eşleşmiyor; depresyon için de aynı durum geçerli. Ne var ki, geçmişteki bir çok melankolik ve sinirleri zayıf olan insana bugün depresyon teşhisi konulabilirdi.
Geç kapitalizm ve modern teknoloji, yorgunluğa bilhassa elverişli bir ortam yaratıyormuş gibi görünebilir; fakat, 19. yüzyıl kapitalizmi ve 19. yüzyıl teknolojisi atalarımız için de eşit derecede tehlikeliydi. Endüstrileşme, çalışma düzenlerini kökünden değiştirdi, çalışanları makinelerin ve kontrol saatlerinin insafına bıraktı, insanların uyku düzenlerini değiştirerek onlara fiziksel ve zihinsel bir eziyet çektirdi. Kapitalist söylem, kapitalist metaforlar doğurdu: “sinir gücü” (kaba tanımla enerji) hakkında yazan 19.yüzyıl yorumcuları, onun hakkında konuşurken aslında sermaye hakkında konuşurcasına bir tavır takındılar; bazen ikisini direkt olarak karşılaştırdılar. Sinir gücünü saklayabilir ya da kullanabilirsiniz; fakat bir kere gitti mi asla geri gelmez.