ZIPKIN İLE BIÇKIN
Av mevsimi olmamasına rağmen meraklıları, av yasağını dikkate bile almayıp büyük bir heyecanla ormana daldılar. Oysa bu mevsim bütün canlıların yavrulama ve çoğalma dönemiydi. Bu dönemde canlıları avlamak, birçok yavrunun anasız babasız kalması demekti. Sonuçta yavruların yalnız yaşayamayacağı düşünülürse, bu dönemdeki avlanma aynı zamanda yavruların ölümü demekti.
Bütün dikkatiyle ilerleyen grupta, beş avcı on kadar da av köpeği bulunuyordu. Her an yakalanma korkusuyla, heyecan kadar tedirginlik de yaşıyorlardı Çünkü avın yasak olduğu mevsimde avlananların hem tüfekleri alınıyor, hem de yüklü miktarlarda para ödemeleri gerekiyordu.
İlerleyen grubu koyu bir av muhabbeti sardı. Aralarında, avlamak istedikleri hayvanların isimleri dahi konuşuluyordu. Tilkiler, tavşanlar, keklikler, ördekler, bıldırcınlar ve daha başkaları hayâllerini süsleyen isimlerdi.
Bu arada ilerleyen gruptaki köpekleri de bir düşünce sarmıştı. Köpekler kendilerinden çok şeyler beklendiğinin farkındaydı. Her avdan sonra yakaladıkları avlar için ödüllendirileceklerini, av bulamadıkları takdirde ise açlıkla cezalandırılacaklarını biliyorlardı. Dolayısıyla bir an önce av bulmaları gerekiyordu.
Köpekler hem aç kalma korkusu, hem de ödül hayalî ile ilerlerken, umutla sağı solu gözlüyordu. Bütün dikkati eriyle av hayvanlarının saklanabilecekleri çalılıkları, kovukları ve her yeri taramaya çalışıyorlardı. Bir ara kangal:
"Aman arkadaşlar çevreyi iyi gözleyin. Bugün mutlaka güzel avlar bulmalıyız. Aksi durumda aç kalmanın yanında, kötü sözler işitebiliriz." deyince, Karabaş, sözü alarak:
"Onlarla kalsa iyi derim. İşin sonunda itibarımızı kaybettiğimiz gibi işimizi de kaybedebiliriz." diyen Karabaşa, Ala Tazı:
"Av bulamadığımız takdirde kovulduğumuzu düşünemiyorum bile. Sokaklarda perişan oluruz. Onun için daha gayretli olmayı teklif ediyorum." dedi. Köpekler ormanın altını üstüne getirmeye kararlıydı. Yavrulama döneminde av hayvanlarının daha dikkatli yaşadığı da hesaba katılırsa, işleri epeyce zor olacaktı. Bunu düşünen köpeklerin hırsı bir kat daha arttı. Bir arada ilerlemenin zaman kaybı olacağı kararı ile ayrılarak daha geniş bir alan aramaya başladılar. Ayrıldıktan kısa bir süre sonra, Benekli'nin "Buldum." diye bağırması ormanda yankılandı. Köpekler sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladılar. Hepsinin yüzünde bir sevinç ve heyecan vardı. Nihayet Benekli'nin olduğu yere geldiler. Fakat Benekli yalnızdı. Karabaş heyecanla.
"Hani, nerede?" deyince. Benekli yerdeki ayak izlerini göstererek:
"İşte bakın burada." dedi.
Kangal:
"Şu yerdeki izler için mi bizleri buraya kadar yordun?" dedi Ala Tazı söze karışarak:
"Arkadaşlar Benekli'ye haksızlık olmuyor mu? Bu izler bite bizim için bir başlangıç sayılır. Hem çok iyi iz sürdüğümüzü unutmayalım." dedi.
Benekli, Ala Tazı'nın bu sözlerine teşekkür ettikten sonra diğer arkadaşlarına dönerek:
"Bakın arkadaşlar burada iki ayrı ayak izi var. Hem. de tilkilere ait, biraz gayret edersek fazla uzaklaşmadan onları bulabiliriz. Ne dersiniz?" dedi.
Sonunda Benekli'nin bu sözlerine diğer köpekler de katıldı. Hemen bir plân yapıp izlen takip ederek arama çalışmalarına başladılar. Bu izler, ormanda gezintiye çıkmış ve daha bir yıl öncesinde yavru olan Zıpkın ve Bıçkın isimli iki genç tilkiye aitti. İzler gittikçe daha belirginleşiyordu. Bu da tilkilerin yakınlarda olduğu anlamına geliyordu.
Bir ara köpekler durarak aralarında konuşmaya başladılar. Hem konuşmaları, hem de cesaretiyle gruba hâkim olan Karabaş:
"Bakın arkadaşlar, onlara iyiden iyiye yaklaştık sayılır. Şunu unutmayalım ki işimiz zor olacağa benziyor. Bildiğimiz kadarıyla tilkiler kurnazlıklarıyla tanınırlar. Her an bir oyunla karşılaşabiliriz. Bu işin sonunda elimiz boş dönmek de var. Onun için iyi bir ekip çalışması yapmalıyız." dedi.
Ala Tazı:
"Evet arkadaşlar, Karabaş haklı, önceki av tecrübelerimden hatırladığım kadarıyla çok sessiz hareket edip, kulaklarımızı da iyi açmalıyız," demişti ki, Kangal:
"Kendimize haksızlık etmeyelim. Unutmayın ki bizim de koku alma yeteneğimiz var. Elimizden kolay kolay kurtulamazlar."
Kangalın bu sözleri gruba biraz cesaret vermiş olsa da, grup dikkatli hareket etmeye karar verdi.
Diğer tarafta, tilkiler hem geziyor, hem de aile büyüklerinden duydukları kötü avcılar ve köpekleriyle ilgili anılan anlatıyorlardı. Bir ara çalılıklardan gelen çıtırtı sohbetlerini boldü.
Zıpkın:
"Hey Bıçkın, sen de bir şeyler duydun mu?" deyince, Bıçkın:
"Evet çalılıklardan geldi galiba. Aklıma kötü şeyler geliyor." dedi.
Zıpkın:
"Eğer ters bir durumla karşılaşırsak, hemen ayrılıp en iyi plânımızı uygularız." dedikten sonra tekrar yola koyuldular.
Çalılıklardan gelen sesler köpeklere aitti. Tilkileri bulmuşlardı. Şimdi ise tek yapmaları gereken onlara daha da yaklaşıp, etraflarını kuşatmaktı. Köpekler çok dikkatli olmalıydı, ikinci bir çıtırtı tilkileri harekete geçirebilirdi. Karabaş tam saldırı zamanını söyleyecekken, ayağına diken batan gruptaki Keskindiş'in çığlığı tilkileri harekete geçirdi. Tilkiler önde köpekler arkada bir kovalamaca başladı. Bir ara Zıpkın:
"Bıçkın burada ayrılmamız gerekiyor. (A) plânını unutma." diye, seslendikten sonra Zıpkın ile Bıçkın farklı yönlere doğru koşmaya başladılar.
Köpekler bunun bir taktik olduğunu anladılar. İkiye ayrılmanın yanlış olacağı düşüncesiyle hep birlikte Zıpkın'ı takibe karar verdiler.
Ormanda bir aşağı bir yukarı uzun takip başladı. Zıpkın kendinden emin hareketlerle, köpekleri sürekli şaşırtıyordu. Zaman zaman arayı epeyce açmış olmasına rağmen ara sıra yavaşlar gibi koşuyordu. Sanki köpeklerden kurtulmayı değil de, özellikle takip etmelerini istiyordu.
Köpekler de ara açıldığında üzülüp, arayı kapattıklarına seviniyorlardı. Zıpkın onların bu hâlinden keyif alır gibiydi. Köpeklere epeyce tur attıran Zıpkın yorulduğunu anlayınca, az ilerisinde yerde duran ve üç metre uzunluğundaki içi boş kütüğe doğru koşup, kütüğün içerisine girdi. Köpekler de kütüğün yanına geldiler, fakat kütüğün deliği ancak tilkinin girebileceği büyüklükte olduğundan, köpekler içine giremedi.
Grup bir plân yapmak için bir araya geldi. Tam Karabaş konuşacakken, kütüğün içindeki Zıpkın'ın ok gibi fırladığını gördüler. Hep birlikte tekrar peşine takıldılar. Birkaç turdan sonra Zıpkın tekrar kütüğe döndü. Aynı şekilde köpekler de dönmüş ve yorgunlukları bir kat daha artmıştı. Birkaç dakika sonra Zıpkın bir çıkış daha yapıp tekrar kütüğe döndü.
Köpekler yorgundu. Fakat şaşkınlıklarını da gizleyemiyorlardı. Zıpkının bu denli güçlü olmasına neredeyse hayran oldular. Ama bir gerçek vardı. Oda Zıpkın'ı yakalamak zorunda olmalarıydı. Dermansızlıktan bacakları titreyen Karabaş, başka bir yol denemeye karar verdi. Kütüğe yaklaşarak:
"Hey tilki! Bizi uğraştırma da dışarı çık. Nasıl olsa elimize düşeceksin. Hem sen yalnızsın, biz ise kalabalığız. Ayrıca buradan gitmeye ve pes etmeye de niyetimiz yok."
Karabaş'ın bu kararlı sözlerini işiten Zıpkın:
"Hey köpekler, biz burada yaşıyoruz. Oysa siz başka yerlerde yaşıyorsunuz. Evinize dönseniz ve bizleri rahat bıraksanız, hiç fena olmaz. Hem bu kocaman dünyaya siz sığdınız da biz mi sığamadık. Sonra bizim sizinle bir alıp veremediğimiz yok. Anladınız mı?" dedi.
Kangal, gür bir sesle:
"Bana bak Tilki, sana hesap verecek değiliz. Biz bu işi zevk için yapıyoruz. Sen de bir an önce çıkıp bizi eğlendirsen iyi olur." Kangal'ın bu sözü üzerine Zıpkın:
"Hah hah hay! Güleyim bari. Sizin aklınıza şaşarım. Daha çok beklersiniz." deyip tekrar kütükten fırlar.
Köpekler Zrpkm'ın bu çıkışı karşısında şaşırdılar. Fakat onu kovalamaktan da geri kalmadılar. Zıpkın bu çıkış, dönüşleri defalarca tekrarladı. Artık köpekler bitmişti. Hem de o hâle gelmişlerdi ki, yığıldıkları yerde saatlerce uyuyabilirlerdi. Değil ayağa kalkmak, konuşmaya bile hâlleri yoktu.
Zıpkın bir çıkış daha yapsa ancak yattıkları yerden bakmakla yetineceklerdi. Yalnız anlam veremedikleri, küçücük bir tilkinin her çıkışında hiç yorulmamış gibi koşuyor olmasıydı. Kütüğün çevresinde yığılmış bir hâlde ve kafaları bu düşünceyle meşgul iken, kütükte bir hareketlilik vardı. Acaba neler oluyordu?
Bütün köpekler yattıkları yerden başlarını kütüğe doğru çevirdi. Gördükleri onlarda büyük şok etkisi yaptı. Etkilendikleri şey ise, kütüğün içinden bir değil iki tilkinin çıkmasıydı.
Tilkilerin o büyük (A) plânı bu olmalıydı. Köpeklere tur attırıp onları yoruyordu. Kütüğe bir ucundan dinlenmek için giren Zıpkın, görevi Bıçkın'a devrediyordu. Aynı işlem bir Zıpkın, bir Bıçkın şeklinde defalarca tekrar edilmişti. Bu işlem köpekler pes edene kadar sürdü.
Tilkilerin aynı renk ve boyda olması, köpeklerin bunu anlamasını engellemişti. Kendilerini akıllı ve güçlü gören köpekler, tilkilerin bu kurnazlığı karşısında komik duruma düştüler. Bu olay onurlarım kırdı. Durumun farkında olan Zıpkın ile Bıçkın ise onların arasında alay edercesine dolaşarak bir ders daha vermek istiyorlardı. Zıpkın köpeklere dönerek:
"Bakın dostum, zevk için asla kimseyi rahatsız etmemelisiniz. Asla karşınızdakini küçük görmemelisiniz." deyince, Bıçkın söz alarak:
"Şunu unutmayın. Buradan gider gitmez ilk işiniz nerede hata yaptığınızı bulmak olsun." dedikten sonra Zıpkın ile Bıçkın, yavaş yavaş ormanın derinliklerine doğru yürüyerek gözden kayboldular. Köpekler ise hayatlarının en büyük derslerini almıştı. Her hâlde bundan sonra ormana girmemek onlar için en güzel karar olurdu.
Av mevsimi olmamasına rağmen meraklıları, av yasağını dikkate bile almayıp büyük bir heyecanla ormana daldılar. Oysa bu mevsim bütün canlıların yavrulama ve çoğalma dönemiydi. Bu dönemde canlıları avlamak, birçok yavrunun anasız babasız kalması demekti. Sonuçta yavruların yalnız yaşayamayacağı düşünülürse, bu dönemdeki avlanma aynı zamanda yavruların ölümü demekti.
Bütün dikkatiyle ilerleyen grupta, beş avcı on kadar da av köpeği bulunuyordu. Her an yakalanma korkusuyla, heyecan kadar tedirginlik de yaşıyorlardı Çünkü avın yasak olduğu mevsimde avlananların hem tüfekleri alınıyor, hem de yüklü miktarlarda para ödemeleri gerekiyordu.
İlerleyen grubu koyu bir av muhabbeti sardı. Aralarında, avlamak istedikleri hayvanların isimleri dahi konuşuluyordu. Tilkiler, tavşanlar, keklikler, ördekler, bıldırcınlar ve daha başkaları hayâllerini süsleyen isimlerdi.
Bu arada ilerleyen gruptaki köpekleri de bir düşünce sarmıştı. Köpekler kendilerinden çok şeyler beklendiğinin farkındaydı. Her avdan sonra yakaladıkları avlar için ödüllendirileceklerini, av bulamadıkları takdirde ise açlıkla cezalandırılacaklarını biliyorlardı. Dolayısıyla bir an önce av bulmaları gerekiyordu.
Köpekler hem aç kalma korkusu, hem de ödül hayalî ile ilerlerken, umutla sağı solu gözlüyordu. Bütün dikkati eriyle av hayvanlarının saklanabilecekleri çalılıkları, kovukları ve her yeri taramaya çalışıyorlardı. Bir ara kangal:
"Aman arkadaşlar çevreyi iyi gözleyin. Bugün mutlaka güzel avlar bulmalıyız. Aksi durumda aç kalmanın yanında, kötü sözler işitebiliriz." deyince, Karabaş, sözü alarak:
"Onlarla kalsa iyi derim. İşin sonunda itibarımızı kaybettiğimiz gibi işimizi de kaybedebiliriz." diyen Karabaşa, Ala Tazı:
"Av bulamadığımız takdirde kovulduğumuzu düşünemiyorum bile. Sokaklarda perişan oluruz. Onun için daha gayretli olmayı teklif ediyorum." dedi. Köpekler ormanın altını üstüne getirmeye kararlıydı. Yavrulama döneminde av hayvanlarının daha dikkatli yaşadığı da hesaba katılırsa, işleri epeyce zor olacaktı. Bunu düşünen köpeklerin hırsı bir kat daha arttı. Bir arada ilerlemenin zaman kaybı olacağı kararı ile ayrılarak daha geniş bir alan aramaya başladılar. Ayrıldıktan kısa bir süre sonra, Benekli'nin "Buldum." diye bağırması ormanda yankılandı. Köpekler sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladılar. Hepsinin yüzünde bir sevinç ve heyecan vardı. Nihayet Benekli'nin olduğu yere geldiler. Fakat Benekli yalnızdı. Karabaş heyecanla.
"Hani, nerede?" deyince. Benekli yerdeki ayak izlerini göstererek:
"İşte bakın burada." dedi.
Kangal:
"Şu yerdeki izler için mi bizleri buraya kadar yordun?" dedi Ala Tazı söze karışarak:
"Arkadaşlar Benekli'ye haksızlık olmuyor mu? Bu izler bite bizim için bir başlangıç sayılır. Hem çok iyi iz sürdüğümüzü unutmayalım." dedi.
Benekli, Ala Tazı'nın bu sözlerine teşekkür ettikten sonra diğer arkadaşlarına dönerek:
"Bakın arkadaşlar burada iki ayrı ayak izi var. Hem. de tilkilere ait, biraz gayret edersek fazla uzaklaşmadan onları bulabiliriz. Ne dersiniz?" dedi.
Sonunda Benekli'nin bu sözlerine diğer köpekler de katıldı. Hemen bir plân yapıp izlen takip ederek arama çalışmalarına başladılar. Bu izler, ormanda gezintiye çıkmış ve daha bir yıl öncesinde yavru olan Zıpkın ve Bıçkın isimli iki genç tilkiye aitti. İzler gittikçe daha belirginleşiyordu. Bu da tilkilerin yakınlarda olduğu anlamına geliyordu.
Bir ara köpekler durarak aralarında konuşmaya başladılar. Hem konuşmaları, hem de cesaretiyle gruba hâkim olan Karabaş:
"Bakın arkadaşlar, onlara iyiden iyiye yaklaştık sayılır. Şunu unutmayalım ki işimiz zor olacağa benziyor. Bildiğimiz kadarıyla tilkiler kurnazlıklarıyla tanınırlar. Her an bir oyunla karşılaşabiliriz. Bu işin sonunda elimiz boş dönmek de var. Onun için iyi bir ekip çalışması yapmalıyız." dedi.
Ala Tazı:
"Evet arkadaşlar, Karabaş haklı, önceki av tecrübelerimden hatırladığım kadarıyla çok sessiz hareket edip, kulaklarımızı da iyi açmalıyız," demişti ki, Kangal:
"Kendimize haksızlık etmeyelim. Unutmayın ki bizim de koku alma yeteneğimiz var. Elimizden kolay kolay kurtulamazlar."
Kangalın bu sözleri gruba biraz cesaret vermiş olsa da, grup dikkatli hareket etmeye karar verdi.
Diğer tarafta, tilkiler hem geziyor, hem de aile büyüklerinden duydukları kötü avcılar ve köpekleriyle ilgili anılan anlatıyorlardı. Bir ara çalılıklardan gelen çıtırtı sohbetlerini boldü.
Zıpkın:
"Hey Bıçkın, sen de bir şeyler duydun mu?" deyince, Bıçkın:
"Evet çalılıklardan geldi galiba. Aklıma kötü şeyler geliyor." dedi.
Zıpkın:
"Eğer ters bir durumla karşılaşırsak, hemen ayrılıp en iyi plânımızı uygularız." dedikten sonra tekrar yola koyuldular.
Çalılıklardan gelen sesler köpeklere aitti. Tilkileri bulmuşlardı. Şimdi ise tek yapmaları gereken onlara daha da yaklaşıp, etraflarını kuşatmaktı. Köpekler çok dikkatli olmalıydı, ikinci bir çıtırtı tilkileri harekete geçirebilirdi. Karabaş tam saldırı zamanını söyleyecekken, ayağına diken batan gruptaki Keskindiş'in çığlığı tilkileri harekete geçirdi. Tilkiler önde köpekler arkada bir kovalamaca başladı. Bir ara Zıpkın:
"Bıçkın burada ayrılmamız gerekiyor. (A) plânını unutma." diye, seslendikten sonra Zıpkın ile Bıçkın farklı yönlere doğru koşmaya başladılar.
Köpekler bunun bir taktik olduğunu anladılar. İkiye ayrılmanın yanlış olacağı düşüncesiyle hep birlikte Zıpkın'ı takibe karar verdiler.
Ormanda bir aşağı bir yukarı uzun takip başladı. Zıpkın kendinden emin hareketlerle, köpekleri sürekli şaşırtıyordu. Zaman zaman arayı epeyce açmış olmasına rağmen ara sıra yavaşlar gibi koşuyordu. Sanki köpeklerden kurtulmayı değil de, özellikle takip etmelerini istiyordu.
Köpekler de ara açıldığında üzülüp, arayı kapattıklarına seviniyorlardı. Zıpkın onların bu hâlinden keyif alır gibiydi. Köpeklere epeyce tur attıran Zıpkın yorulduğunu anlayınca, az ilerisinde yerde duran ve üç metre uzunluğundaki içi boş kütüğe doğru koşup, kütüğün içerisine girdi. Köpekler de kütüğün yanına geldiler, fakat kütüğün deliği ancak tilkinin girebileceği büyüklükte olduğundan, köpekler içine giremedi.
Grup bir plân yapmak için bir araya geldi. Tam Karabaş konuşacakken, kütüğün içindeki Zıpkın'ın ok gibi fırladığını gördüler. Hep birlikte tekrar peşine takıldılar. Birkaç turdan sonra Zıpkın tekrar kütüğe döndü. Aynı şekilde köpekler de dönmüş ve yorgunlukları bir kat daha artmıştı. Birkaç dakika sonra Zıpkın bir çıkış daha yapıp tekrar kütüğe döndü.
Köpekler yorgundu. Fakat şaşkınlıklarını da gizleyemiyorlardı. Zıpkının bu denli güçlü olmasına neredeyse hayran oldular. Ama bir gerçek vardı. Oda Zıpkın'ı yakalamak zorunda olmalarıydı. Dermansızlıktan bacakları titreyen Karabaş, başka bir yol denemeye karar verdi. Kütüğe yaklaşarak:
"Hey tilki! Bizi uğraştırma da dışarı çık. Nasıl olsa elimize düşeceksin. Hem sen yalnızsın, biz ise kalabalığız. Ayrıca buradan gitmeye ve pes etmeye de niyetimiz yok."
Karabaş'ın bu kararlı sözlerini işiten Zıpkın:
"Hey köpekler, biz burada yaşıyoruz. Oysa siz başka yerlerde yaşıyorsunuz. Evinize dönseniz ve bizleri rahat bıraksanız, hiç fena olmaz. Hem bu kocaman dünyaya siz sığdınız da biz mi sığamadık. Sonra bizim sizinle bir alıp veremediğimiz yok. Anladınız mı?" dedi.
Kangal, gür bir sesle:
"Bana bak Tilki, sana hesap verecek değiliz. Biz bu işi zevk için yapıyoruz. Sen de bir an önce çıkıp bizi eğlendirsen iyi olur." Kangal'ın bu sözü üzerine Zıpkın:
"Hah hah hay! Güleyim bari. Sizin aklınıza şaşarım. Daha çok beklersiniz." deyip tekrar kütükten fırlar.
Köpekler Zrpkm'ın bu çıkışı karşısında şaşırdılar. Fakat onu kovalamaktan da geri kalmadılar. Zıpkın bu çıkış, dönüşleri defalarca tekrarladı. Artık köpekler bitmişti. Hem de o hâle gelmişlerdi ki, yığıldıkları yerde saatlerce uyuyabilirlerdi. Değil ayağa kalkmak, konuşmaya bile hâlleri yoktu.
Zıpkın bir çıkış daha yapsa ancak yattıkları yerden bakmakla yetineceklerdi. Yalnız anlam veremedikleri, küçücük bir tilkinin her çıkışında hiç yorulmamış gibi koşuyor olmasıydı. Kütüğün çevresinde yığılmış bir hâlde ve kafaları bu düşünceyle meşgul iken, kütükte bir hareketlilik vardı. Acaba neler oluyordu?
Bütün köpekler yattıkları yerden başlarını kütüğe doğru çevirdi. Gördükleri onlarda büyük şok etkisi yaptı. Etkilendikleri şey ise, kütüğün içinden bir değil iki tilkinin çıkmasıydı.
Tilkilerin o büyük (A) plânı bu olmalıydı. Köpeklere tur attırıp onları yoruyordu. Kütüğe bir ucundan dinlenmek için giren Zıpkın, görevi Bıçkın'a devrediyordu. Aynı işlem bir Zıpkın, bir Bıçkın şeklinde defalarca tekrar edilmişti. Bu işlem köpekler pes edene kadar sürdü.
Tilkilerin aynı renk ve boyda olması, köpeklerin bunu anlamasını engellemişti. Kendilerini akıllı ve güçlü gören köpekler, tilkilerin bu kurnazlığı karşısında komik duruma düştüler. Bu olay onurlarım kırdı. Durumun farkında olan Zıpkın ile Bıçkın ise onların arasında alay edercesine dolaşarak bir ders daha vermek istiyorlardı. Zıpkın köpeklere dönerek:
"Bakın dostum, zevk için asla kimseyi rahatsız etmemelisiniz. Asla karşınızdakini küçük görmemelisiniz." deyince, Bıçkın söz alarak:
"Şunu unutmayın. Buradan gider gitmez ilk işiniz nerede hata yaptığınızı bulmak olsun." dedikten sonra Zıpkın ile Bıçkın, yavaş yavaş ormanın derinliklerine doğru yürüyerek gözden kayboldular. Köpekler ise hayatlarının en büyük derslerini almıştı. Her hâlde bundan sonra ormana girmemek onlar için en güzel karar olurdu.