AHİLİK NEDİR?
"Ahi" sözcüğünün kökeni konusunda dil bilimcileri arasında görüş birliği yoktur. "Ahi" kelimesi, Arapça "kardeş" anlamına gelmektedir. Ancak, Divanü Lûgati't Türk'te "Ahi" kelimesi eli açık, cömert, yiğit anlamına gelen "akı" kelimesinden türediği kaydedilmektedir.Terim olarak Ahilik ise, XIII. yüzyılın ilkyarısından XIX . yüzyılın ikinci yarısına kadar Anadolu'da, Balkanlarda ve Kırım'da yaşamış olan Türk Halkının sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlâki yönden gelişmelerini sağlayan bir kuruluşun adıdır.
Bu tanımlamalardan hareketle "Ahi" kelimesinin, kardeş, arkadaş, yaren, dost, yiğit anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Ahilik hem sosyal hem de kültürel yapılara ait bir terim olarak; birbirini seven, birbirine saygı duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, işi kutsal, çalışmayı bir ibadet sayan, din ve ahlâk kurallarına sıkı sıkıya bağlı esnaf ve sanatkarların iş teşkilatı manasını taşır.
Ahi birlikleri her kurum gibi, belli bir ihtiyacı karşılama amacı ile kurulmuşlardır. En geniş anlatımla Ahi birliklerinin kuruluş amacı; Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türkmenler arasında yer alan çok sayıdaki sanatkarlara kolayca iş bulmak; bu kişilerin Anadolu'daki yerli Bizans sanatkarları ile rekabet edebilmesini sağlamak, piyasada tutunabilmek için yapılan malların kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca göre ayarlamak, sanatkarlarda sanat ahlâkını yerleştirmek, Türk halkını ekonomik olarak bağımsız hale getirmek, ihtiyaç sahibi olanlara her alanda yardımcı olmak, ülkeye yapılacak yabancı saldırılarda devletin silahlı kuvvetleri yanında ülkeyi savunmak ve yerleşim bölgelerinde Türk-İslam kültürünü yaymak şeklinde tanımlanabilir.
AHİ EVRAN
Ahi teşkilatının kurucusu Ahi Evran, Azerbaycan'ın Hoy şehrinde doğmuş, 1172-1262 yılları arasında yaşamıştır. Ahi Evren'in asıl adı "Nasîrüddin Ebü'l Hakayık Mahmud B. Ahmed"dir. Ünlü Türk bilgini, iktisatçı ve sanatkarı Ahi Evran ilk eğitimini doğum yeri olan Azerbaycan'ın Hoy şehrinde aldıktan sonra Horasan'a giderek ünlü alimlerden Fahreddin Razî'nin derslerine devam etmiştir. Ahi Evran gençliğinde Hoca Ahmet Yesevî'nin talebelerinden aldığı ilk tasavvuf terbiyesi ile yetişmiş ve olgunlaşmıştır. Ahi Evran, Hac vazifesini yerine getirdikten sonra o devrin mutasavvıflarının buluşma yeri olan Bağdat'a gitmiştir.Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, kayınpederi Evhadü'd-Din Kirmani ile Anadolu'ya gelen Ahi Evran, Konya'da Sultan'a yazdığı Letaif-i Gıyasiye adlı kitabını sunar. 1205 yılında da Kayseri'ye gelen Ahi Evran, burada bir deri imalathanesi-tabakhane kurar. Kayseri'de devletin desteğini ile debbağları (dericileri) ve diğer sanatkarları da içine alan büyük bir sanayi sitesinin kurulmasına ve esnaf-sanatkarların teşkilatlanmasına öncülük etti. Bu yüzden, tarih boyunca Debbağların Pîri olarak tanınmıştır. Her sanat dalındaki birliklerin bir araya toplandığı bu siteler Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat zamanında diğer şehirlerde de kurulmaya başlandı.
Sultan Alaeddin Keykubat'ın Ahi birliklerini desteklemesi sonucu Anadolu'nun birçok yerinde bu birlikler süratle gelişti. Bu dönem Anadolu Selçuklu Devleti'nin iktisadi olarak en parlak dönemi oldu. Denizli iline de giden Ahi Evran daha sonra Kırşehir'e gelerek Ahi birliklerinin teşkilatlandırılmasına hız verdi. Kırşehir'de debbağlık (dericilik) sanatını geliştirip yaygın hale getirdi. Daha sonra "Ahi Baba"lığa yükseldi. Ahi Evran, teşkilatına taze bir canlılık getirerek bütün Anadolu'da tanınan bir şahsiyet haline geldi.
Ahi Evran, eşi Fatma Ana'nın kurduğu dünyanın ilk kadın teşkilatı olan "Bacıyan-ı Rum" teşkilatını, bugün ki adıyla Anadolu Kadınlar Birliği'ni, de himaye etmiş ve her iki teşkilatın da büyümesi için çaba sarf etti. Ahi Evran kendi mesleği olan dericilik dalından başka 32 çeşit mesleğin gelişmesine öncülük etmiştir. Ahi Evran'ın Anadolu'da kurduğu Ahilik teşkilatı ahlâk, akıl, bilim ve çalışma olmak üzere dört temel esas üzerine kurulmuştur.
Ahi Evran'ın Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus'a sunduğu Letaif-Hikmet adlı kitap, sultanlara ve yöneticilere nasihat verici ve "Siyasetname" türü eserinde hükümdarlara şöyle seslenmektedir:
"Allah insanı, medenî tabiatlı yaratmıştır. Bunun açıklaması şudur: Allah insanları yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, bu meslek dallarının gerektirdiği alet ve edavatı imal etmek için de birçok insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden toplumun ihtiyaç duyduğu ürünlerin üretimi için lüzumlu olan bütün sanat kollarının yaşatılması şarttır. Bununla da kalmayıp, insanların sonradan doğacak ihtiyaçlarını karşılamak için yeni sanat dallarının meydana getirilmesi gerekmektedir."
Hakkında birçok araştırma yapılan Ahi Evran Veli "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalı" Hadis-i Şerifi'ni kendisine rehber edinmişti. Ahilik teşkilatı mensuplarına dünyada yaşamak için bilgi, ahlak ve sanata, esnaf-sanatkarlar arasında yardımlaşma ve dayanışmaya, Ahiret için de takva ve iman esaslarına sımsıkı sarılmaya ihtiyaç olduğunu sık sık hatırlatırdı. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda büyük görevleri olan ve binlerce sanatkarı yetiştirmiş olan Ahi Evran 1261 yılında 90 küsur yaşında şehit edilmiştir. Kabri Kırşehir'dedir.
Ahi Evran, ahlâk, sanat ve konukseverliğin uyumlu bir birleşimi olan Ahilik teşkilatını kurmuş ve bu kurumu son derece saygın bir kurum haline getirmiştir. Bu sivil toplum kuruluşu yüzyıllar boyunca bütün esnaf ve sanatkarlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiştir. Ayrıca Ahilik, yeniçeriliğin kuruluşunda, Hacı Bektaş töreleriyle birlikte önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi onur saymışlardır. Örneğin Osmanlı hükümdarı olan Orhan Gazi ve oğlu Sultan Murat gibi padişahların yanı sıra devletin üst düzey yöneticileri birer Ahi idiler.
AHİLİKTE MESLEKİ DAYANIŞMA VE İŞBİRLİĞİNİN ÖNEMİ
Ahiler devrin elit tabakasından ve cemiyetin en iyi yetişmiş kişilerinden oluşmaktaydı. Davranışı, sanat anlayışı, milli ve manevi değerlere duyarlılığı ve dünya görüşü bakımından Ahilerin hem devlet nazarındaki yerleri hem de halkın nazarındaki konumları çok farklı idi. Ahilik; ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve çalışma hayatında dayanışma ve iş- birliğini önemli bir değer olarak görmüş, iyi işler yapmayı, sahasında ilerlemeyi, toplumsal görev ve sorumluluğun icapları arasında saymıştır.Bu özelliği ile Ahiler kendi aralarında da büyük bir yardımlaşma ve dayanışma örneği sergiliyorlardı. İşbirliği ile esnaf ve sanatkarların, sermaye açısından daha güçlü bir konuma getirilmesi hedeflenerek, maliyetlerin düşürülmesi, mal ve hizmet üretiminde kalite ve verimliliğin arttırılması sağlanıyordu.
Ahi Evran gerek Kayseri'de bir deri imalathanesi kurmuştur. Ardından bütün dericileri ve diğer sanatkarları içine alan devrin en büyük bir sanayi sitesini kurmuştur. Her sanat dalındaki birliklerin biraraya toplandığı bu siteler Anadolu'nun diğer şehirlerine de hızla yayılmıştır. Ahi Evran sanayi sitelerini takiben aynı meslekte faaliyet gösteren esnaflardan meydana gelen çarşılar ve hanların kurulmasına öncülük etmiştir. Bütün bu uygulamalarda Ahi Evran, esnaf ve sanatkarların birlikte hareket ederek güçbirliği yapmalarını sağlamıştır.
Çalışmayı bir ibadet olarak gören Ahiler, gündüz ticaretle uğraşan esnaf ve sanatkarların gece eğitim ve sohbetlerinin yapılacağı Ahi zaviyeleri ve konuk evlerini kurmuşlardır.Ahi birlikleri ortaçağ Avrupa’sındaki benzerlerinden farklı olarak, daha fazla kazanmak, spekülasyon, haksız rekabet yerine karşılıklı yardım ve sosyal dayanışma esaslarına bağlı kalmıştır. Ferdi teşebbüs, serbest kazanç, mesleki hürriyet, menfaat çatışması yerine bütün topluma hakim bir nizam ve sosyal adalet duygusu, din ve ahlak kaideleri üzerine kurulmuş, barışçı geleneklerle gelişen bir meslek mukaddesatı ve iş ahlakı Ahi birliklerinin ahengini sağlamıştır.
Ahilik teşkilatının kuruluş gayesini belirtirken bu kurumların, Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türklere, özellikle esnaf ve sanatkar olan Türklere her yönüyle yardımcı olmak amacıyla kurulduğunu ifade etmiştik. Çok eskilerden beri Anadolu'da ve Osmanlı imparatorluğunun Türklerle meskun yerlerinde her esnafın bir yardım sandığı vardı. Buna esnaf vakfı, esnaf sandığı ve daha önceleri esnaf kesesi derlerdi.
Kethuda, yiğitbaşı ile ihtiyarların gözetim ve sorumluluğu altında bulunan bu sandığı, sermayesi, esnafın bağışları ile çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa yükselenler için ustaları tarafından verilen paralardan ve haftada yada ayda bir esnaftan mali gücüne göre toplanan paylardan birikirdi
1909 yılında yanan İstanbul'daki Uzun Çarşı esnafı, her yıl Ramazan ayında sandık hesabına Eyüp Camiinde hatim indirir, pilav pişirerek esnafa ve çevre halkına ikram edilirdi. Esnaftan hali vakti uygun olmayanlara, felakete uğrayanlara yardımda bulunur, esnaftan vefat edenlerin yakınlarına her türlü yardım yapılırdı.
Ahi Baba Vekilleri hem dini hem de mesleki lider pozisyonunda olup, yalnız ustaların değil, kalfaların ve çırakların da haklarını korumak durumunda idiler. Genellikle keramet sahibi oldukları esnaf tarafından kabul edilen Ahi Baba Vekillerinin bu münasebetleri en adilane şekilde düzenleyecekleri kanaatı yaygındı. “Eti senin kemiği benim” felsefesiyle ustanın yanına verilen çırak, çalışarak aynı ustanın yanında kalfa ve usta olurdu. Ustalar yanlarında çalıştırdıkları insanların davranışlarından mesuldü. Bu sebeple bazı durumlarda çırakların işledikleri suçlardan dolayı ustalarına ceza verildiğine rastlamaktadır. Çalışanların kötü huy ve hareketleri ile bunların haksızlığa uğramalarından yalnız ustalar değil, kademeli olarak bütün esnaf mesuldü. Bu anlayış çalışanların kontrol ve himayesinin yalnız ustalara değil, bütün esnafa ait olduğu kanaatini yaygınlaştırmış ve böylece müessir bir oto-kontrol sistemi kurulmuştur.
Ahi birlikleri üyelerinin hayat anlayışı tasavvufçuların anlayışlarından farklıydı. Yaşamak için yaşatmak gerektiğine inanılan Ahilikte her fert toplumun bir parçası olarak kabul edilir ve bir insanın rahatsızlığının bütün toplumu kademeli olarak rahatsız edeceğine inanılır. Komşusu aç iken tok yatanın ağır bir dille suçlandığı bu düşünce sisteminde sosyal adalet ve dayanışmanın önemli bir yeri vardır.
Ahi birliklerinde “can ve mal beraberliği” olarak ifade edilen dayanışma duygusu o kadar ileriye götürmüştür ki, Ahinin kazancının geçiminden arta kalan bütünüyle fakirlere ve işsizlere yardımda kullanmaları ahlâk kaidesi haline getirilmiştir.
Ahi birlikleri dayanışma konusunda ahlâk kaidelerine daima sadık kalmışlardır. Öyle ki, toplumdaki dayanışmayı bozacağı endişesiyle aşırı kazanç arzusu bile kesinlikle engellenmişti. Söz konusu engellemelerden dolayı, bu teşkilatta kazancın şahsiliği prensibine bile pek rastlanmaz. Teşkilat üyesi olan esnaf ve sanatkarların kazancı tümüyle kendine ait değildir. Bu kazanç, şahsi olmaktan çok teşkilata ait genel sermayeyi meydana getirmektedir. Teşkilatın orta sandığında toplana bu sermaye ile herkese dağıtılacak şekilde alet ve hammadde alınmakta, tezgahlar kurulmakta, bir yandan da ihtiyacı olanlara yardım edilmekteydi.
AHİLİĞİN SİYASİ VE ASKERİ FONKSİYONU
Ahiliğin çok etkili olduğu önemli alanlardan biri de askeri ve siyasi alandır. Ahi birlikleri, cemiyetin huzuru için uzlaşmacı ve uzlaştırıcı bir tutum getirmişlerdir. Bu teşkilatın çatısı altına giren esnaf ve sanatkârlar, mesleki, dini, ahlâki eğitimden ayrı olarak, askeri talim ve terbiye de görmüşlerdir. Anadolu'da süratle yayılan, köylerde ve uç bölgelerde büyük nüfuza sahip olan bu teşkilat, Anadolu'da özellikle de 13. yüzyılda devlet otoritesinin zayıfladığı bir dönemde, şehir hayatında sadece iktisadi değil, siyasi yönden de önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.Özellikle idare teşkilatının geliştirilmediği ilk devirlerde, Moğol istilası sırasında şehirlerde ve küçük kasabalarda mahalli halk idarecisinin temsilcisi olmuşlardır. Tokat ve Sivas'ı ele geçiren Moğollara karşı Ahiler Kayseri'yi başarıyla savunmuşlardır. Özellikle de Selçuklu döneminde devlet idaresine karşı görülen mevzii ayaklanmaların savuşturulmasında organize güç olarak fonksiyon icra etmişlerdir.
Osmanlı devletinin kuruluşunda ve siyasi otoritenin zayıfladığı dönemde Ankara şehrinde yönetim faaliyetinde yer almaları siyasi fonksiyon için bir misal teşkil eder. Balkanlara kadar uzanan bir dini tebliğ anlayışı teşkilatın dini fonksiyonu ile ilgilidir. Yine zaviyelerinde eğlenceden eğitime kadar faaliyet göstermeleri ve "devletin hiç bir tesiri olmadan; şehir esnafı ve halkı, kendi kendisi idare ediyor, en küçük bir su istimal, yolsuzluk ve ananeye aykırı harekete fırsat verilmiyordu" tespiti sosyal ve kültürel fonksiyonla izah edilebilir.
Uzunçarşılı'nın "...Ahilerin de askeri teşkilatlara benzer silahlı teşkilatları olduğu malumumuzdur... Mamafih bunlar, ordu kuvveti olmayıp, mahalli muhafaza kuvvetidir" tespiti ve ahilerin Fatih dönemine kadar ordu ile beraber hareket etmeleri ve dağ başlarında zaviye kurmaları toplumsal sorumluluğun askeri fonksiyonları ortaya koymaktadır.
Ordunun geçeceği şehir ve kasabalardaki Ahi birliklerine önceden haber gönderilirdi. Ahi birlikleri de, kendi bölgelerinden geçerken orduya lazım olacak malzemeleri hazırlar; fırıncı, ayakkabı tamircisi, nalbant gibi sanatkarlar hizmet vermek üzere görevlendirilirdi. gerekirse teşkilat komşu kasaba ve şehirlerdeki Ahi birliklerinden yardım alarak hazırlıklarını tamamlardı. “Halktan alınıp da ordu ihtiyaçlarına sunulan maddelerin bedeli ya Ahi orta sandıklarından ya da Hazine-i Hümayun’dan mutlaka karşılanırdı”. Böylece ordu ikmal kademelerini kendi arkasından getiren bir yönetimden ziyade, onları önceden yollamış ve yol boyunca hazırlanmış, çevik bir askeri güç niteliğine ulaşmış oluyordu. Bütün bu fonksiyonlar Ahilerin vazgeçilmez değerlerinden olan toplumsal sorumluluğun bir gereğidir.
AHİ ZAVİYELERİ
Zaviyeler, Selçuklu Devleti zamanında kurulmaya başlanan ve Osmanlı döneminde de yapımı süren, yolculara ve misafirlere bedava yiyecek, içecek ve yatacak yer temin eden "konuk evleri"ydi.Ahi zaviyelerinde konuk ağırlama hizmetleri yapıldığı gibi, gençlere öğretmen, müderris, kadı, hatip ve emir gibi şehrin ileri gelenleri tarafından düzenli olarak dersler de verilirdi. İşyerinde işi biten genç çıraklar meslek eğitiminden sonra ahlâki eğitimi bu zaviyelerde görürdü. Kurulan zaviyelerin yakınında çok geçmeden evler yapılıyor, iş yerleri açılıyordu. Aynı iş kolundaki sanatkarlar bir yerde toplanarak sanayi sitelerinin, iş merkezlerinin ve çarşıların kurulmasına imkan veriyordu.
Ahi zaviyeleri, mesleğinde başarılı olan zengin, iyi ahlâklı ve cömert kişiler tarafından kurulurdu. Günümüzde, Ahi adını taşıyan köy ve mahallelere rastlanılmakta, ayrıca tarihi belgelerde birçok Ahi zaviyesinin adı geçmektedir.
YARAN ODALARI
Ahiler yalnız şehir ve kasabalardaki esnaf ve sanatkarları eğitip yetiştirmekle kalmamış Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar uzanmıştı. Anadolu köylerinin pek çoğunda kırk elli yıl öncesine kadar "yaran odası" ve "misafir odası" adı altında misafirhaneler vardı. Köy kahvelerinin hızla çoğalmasıyla birlikte, yüzyıllarca ahlâkî sosyal bir görev yapmış olan bu kurum da yavaş yavaş kendiliğinden ortadan kalkmaya başlamıştır.İbn-i Batuta'nın övgü ile bahsettiği, mükemmelliğini anlata anlata bitiremediği Ahi zaviyeleri bir çok köyde "konuk odası" olarak görev yapıyordu. Konuk odalarının her türlü ihtiyacı ekonomik durumu iyi olan aileler tarafından gönüllü olarak karşılanırdı. Köye gelen misafirlerin yeme, içme, konaklama, vb her türlü hizmetleri buralarda ücretsiz bir şekilde karşılanırdı.
Ulaşım ve haberleşme imkanlarının son derce kısıtlı olduğu dönemlerde, meslekleri gereği seyahat etmek zorunda olanlar için bu odaların önemi son derece büyüktür. Yaran odalarının bunların dışında pek çok görevleri daha vardı. Yaran odaları da, tıpkı Ahi zaviyeleri gibi eğitimin gelişmesine ve insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma duygusunun yerleşmesine önemli katkılar sağlamıştır.
Yaran odalarında, özellikle uzun kış gecelerinde, yapılan toplantılarda köyün ve köylünün sorunları konuşulduğu gibi, dini ve milli kitaplar okunur, meslekî ve ahlâkî konuda sohbetler edilirdi. Okula gidecek öğrencinin, askere gidecek gencin, evlenecek kişinin problemleri bu odalarda masaya yatırılır ve çözülürdü.
Yaran odalarının yönetimi, yaranların en yaşlılarından ve herkes tarafından sevilip saygı duyulan "yaran başı" adı verilen kişiler tarafından sağlanırdı. Her yaran odasında, yaran başına vekalet edecek bir de "oda başı" bulunurdu. Gerek "yaran başı" ve gerekse "oda başı" seçimle iş başına gelirdi.
İbn Batuta Ahileri tanıtıp toplumla ilgili misyonlarını izah ederken "Bunlar Anadolu'ya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Memleketlerine gelen yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içeceklerini, yatacaklarını sağlama, ihtiyaçlarım giderme, onları uğursuz ve edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara katılanları yeryüzünden temizleme gibi konularda bunların eş ve örneklerine dünyanın hiç bir yerinde rastlamak mümkün değildir" tespitinde bulunmuştur.
AHİLİKTE KALİTE VE STANDART ANLAYIŞI
Ahi teşkilatında kalite anlayışı, müşteri odaklı üretim ve her kademede yürütülecek eğitim anlayışından geçmektedir. Mal ve hizmet üreten ahiler her şeyden önce müşteri isteklerini göz önüne almak zorundaydılar. Kaliteli mal ve hizmet üretimi, iyi eğitilmiş çırak, kalfa ve ustalardan oluşan personel kadrosuyla sağlanırdı. Son yıllarda dillerden düşmeyen Toplam Kalite Yönetiminin de esası müşteri odaklı; ürünlerin ve hizmetlerin üretim süreçlerinin sürekli iyileştirilmesi yöntemleriyle, sıfır hataya yaklaşma felsefesidir.Ahi teşkilatının kurucusu sayılan Ahi Evran, ilk olarak esnaflar arasında birlik ve dirliği sağlamıştır. Esnafın denetlenmesine ve özellikle de eğitilmesine önem vermiştir. Her esnafın sağlam iş yapıp yapmadığını, müşterilere karşı davranışlarını kontrol etmiş, üretilen malların kaliteli ve standartta olmasına çalışmıştır.
Ahi birliklerinde ustaların üreteceği ürün belirli bir standarda bağlandığı gibi, alacakları çırak sayısı da standarda bağlanmıştır. Usta sadece ahi teşkilatının öngördüğü kadar çırak alabilirdi. Çünkü çırakların sayısı çok olursa işyerinde eğitim, üretim, kalite ve standart istenilen özellikte gerçekleşmeyecek ve kontrol güçleşecektir. Eğer bir usta kalitesiz mal üretir, üretim standardına uymaz, kalfaların ücretlerini vermez, çıraklarını sömürür, onlara bildiklerini öğretmez ve kendinden beklenen görevleri yerine getirmezse, ustaya işyeri kapatma cezası verilirdi.
Ahiliğin temelleri başlangıçta o kadar sağlam atılmış ve kuralları zamanın ve toplumun ihtiyaçlarına o kadar uydurulmuştur ki, bu kurallar sonradan şehir ve kasabaların belediye hizmetleri ve bu hizmetlerin denetlenmesinden örnek alınmıştır.
Örneğin, esnaf ve sanatkarların meslekleri ile ilgili hususları düzenleyen 1630 yılından önceye ait olduğu sanılan belge, ayakkabıcıların hangi kalitedeki ayakkabıyı kaça satacaklarını göstermektedir.
Türkçe'de hala mevcut olan “pabucu dama atmak” deyimi, bir Ahi deyimi olup, Ahiliğin kalite kontrol sistemini çok güzel ifade etmektedir. Bazı esnafların imalatı, standartların altına düşürmesi, sahte mal imal ederek hakiki gibi piyasaya sürmesi hususları da esnaf arasında tepkiyle karşılanıyordu. Bu gibi hallerde ikazlara ehemmiyet verilmeyip, kalitesiz imalata devam edenlerin dükkânları, Kethuda'ları (esnaf odası başkanları) tarafından kapatılırdı. Bu cezayla da kendisine çekidüzen vermeyenler daha ileri gittikleri takdirde esnaflıktan ihraç edilirdi.
Birçok üründe olduğu gibi, şişecilerin imalatında da cinsine göre şişelerin gramajları tespit olunmuştu. Bu gramajların altında imalat yasak olduğu halde riayet etmeyen bazı ustaların, dükkânları kapatılmıştı.
Düşük kaliteli nişasta imal eden ve bunu birinci sınıf nişasta fiyatına satan usta ise, uyarılara aldırmayarak, halkı aldatmaya devam ettiğinden, lonca mensupları, kendisini aralarında barındırmak istemeyerek ihracı için müracaatta bulunmuşlardır.
Kılıç kabzalarında sakız ağacı kullanıldığı halde, üzerini siyaha boyayarak, müşteriye abanos gibi gösteren ve buna benzer daha bir takım yolsuzluklarla meslek haysiyetini zedeleyen başka bir esnaf da lonca mensuplarınca aralarından ihracı istenmişti.
Ahi birliklerinde üretilen mal ve hizmette kalite ve verimliliğin artırılması için aşağıdaki kriterlere özellikle dikkat edilirdi.
*Ahiliğin temel felsefesini, üretilen mal ve hizmette müşteri odaklı düşünceyi ifade eden, “Müşteri velinimettir” anlayışı oluşturmaktadır.
*Ahilikte ikisi temel olmak üzere, üç yönlü eğitim vardır. Bunlar mesleki eğitim, tekke eğitimi ve medrese eğitimidir. Medrese eğitimi mecburi değildir. Ömür boyu ve her kademede devam edecek olan mesleki eğitimle tekke eğitimi Ahiliğin temelidir.
*Ahi birliklerinde katılım ve paylaşım esastır, bu sebeple toplantılara önemli bir yer verilirdi. Esnaf aleyhine alınan kararlar büyük bir mecliste görüşülürdü. Ancak Ahi Baba Vekili, lüzum görürse, “olağan üstü toplantı” yapardı. Bu toplantıya büyük meclis üyeleri ile birlikte her meslek kolundan üç usta da davet edilirdi. Devlet yetkilileriyle yapılan görüşmelerde anlaşma sağlanamazsa, ertesi gün “Memleket Toplantısı” yapılırdı. Memleket toplantısına bütün ustalar, beldenin ileri gelenleri (uluma, eşraf) ilan suretiyle çağrılırdı.
*Ahiler teşkilatında çalışanlar arasında dayanışmayı sağlamak, moral ve verimliliği artırmak için akşam zaviyelerinde toplanılır, yemekten sonra dini, ahlaki ve mesleki konularda eğitici kitaplar okunur, sohbetler edilir, ilahiler söylenirdi. Buralarda stres atılır, bilgi ve tecrübeler artırılır, ertesi güne büyük bir moralle motive olarak işe başlanırdı.
*Ahilikte sosyal ilişkiler, dayanışma ve işbirliği pekiştirilmiştir. Üst yönetimden, çırağa kadar bütün çalışanların işbirliği içerisinde bulunması, bu felsefenin en önemli amaçlarından biridir.
*Ahilikte üretilen kaliteli mal ve hizmeti ucuza satmak esastı. Kalitesiz bir malı fiyatından daha yüksek bir bedelle satan esnafın “pabucu dama atılırdı”.
*Ahilikte israf haram olduğu ve maliyetleri arttırdığı için yasaktı. Üretilen mal ve hizmetlerde sıfır hata esastı.
PATENT HAKKINA SAYGI
Satışa sunulan bazı mallar, bütün esnaf tarafından imal edilebilmekte, bazılarının ise üretimi, birkaç ustaya inhisar etmekte, hatta bunların fiyatları da diğerlerinden faklı olmaktaydı.Herhangi bir usta tarafından icat edilen çeşidin patenti ise, sadece o ustaya aitti. Diğerleri, bu ürünü taklit etmeyecekleri hakkında taahhütte bulunmaktaydılar. Örneğin, seccade kilimini dokuyan esnaf içinde ağır kesme dokumanın patenti Nişo adlı bir gayr-i müslime aitti. Diğer ustalar da buna müdahalede bulunmamayı taahhüt etmişlerdi.
Ahilik teşkilatının vazgeçilemez temel değerlerinden olan "hizmette mükemmellik" ise asırlarca bütün hizmet çeşitlerinde kullanılmış, bilhassa üretimde kalitesizliğe müsamaha edilmemiş ve kalitesiz mal üreten meslekten ihraç edilmesine yol açmıştır.
Buna rağmen Ahilerin varlık nedeni olan mükemmel toplum düzenini kısmen kurdukları söylenebilir.
Toplumumuzu tarif eden Hans BARTH "Bütün Türkler bir fikir üzerinde teemmüle dalmış filozoflara benzerler. Göz ve ağızlarında kesif bir iç hayatının ifadesi okunur. Hepsinin hareketlerinde aynı ciddiyet, konuşma, bakış ve mimiklerinde ayrı itidal mevcuttur. İnsan Paşadan, küçük bir bakkala kadar bütün Türklerin aynı okulda yetişmiş, aynı asalet mertebesine sahip büyük senyörler olduklarını zanneder. O kadar ki, İstanbul'da bir halk tabakası bulunduğunun farkına bile varmaz." (Djevad)
MESLEK SIRRI
Ahilik ahlâkına ait 740 kural bir anda öğretilmediği gibi, sanat ait bütün bilgiler de bir anda verilmezdi. Ahlâk, usul ve erkana ait bilgiler kitap haline getirilmesine rağmen, üretime veya sanata ait teknik bilgiler, yazılı hale getirilmemişti. O devirdeki birçok sanatçının sırları ve tekniği bu sebepten günümüze kadar ulaşmamıştır.Ahi teşkilatlarında, çırağı en iyi şekilde yetiştirmek ustanın göreviydi. Bunun için usta, sanatın bütün inceliklerini ve sırlarını aşama aşama çırak ve kalfalarına öğretirken onların ahlaken de yetişmesi için gayret gösterirdi. Her zaman çırak ustasından, usta da çırağından gururla bahsedilmesini isterdi. Ahlâken yetersiz olanlara mesleğin tüm sırları öğretilmezdi. Bu sebeple Ahi teşkilatında keseri eline alan marangoz, malayı iyi tutan sıvacı, makası alan terzi olamazdı. Bir kişinin mesleğin bütün sırlarını öğrenebilmesi ve iyi bir usta olabilmesi için önce iyi bir meslek ahlâkına yani Ahi ahlâkına sahip olmalıydı.
PÜF NOKTASI
İnsanların sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik bakımdan yetişmesinde sözlü ve yazılı gelenek ürünlerinin etkili olduğu bilinmektedir. Destan, efsane, menkıbe, kıssa, fıkra ve benzerlerinden teşekkül eden bu ürünler ayrıca insanların mesleki, dini vb. yaşantı biçimlerinin oluşmasında da etkili olmuştur. Bunlara “işin püf noktasını öğrenmek” gibi hikayeleri olan deyimler de eklenebilir.Vaktiyle testi, vazo, çanak-çömlek imal edilen kasabaların birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir kalfa, işinde uzmanlaştığına inanıp, kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ayrıca kendisinin de bir testi imalathanesi açacak kadar bu hususta bilgi birikiminin olduğunu ve buna da hakkı bulunduğunu belirtir. Usta, kalfanın bu tavrı karşısında önce tebessüm eder, sonra kendisin henüz işin püf noktasını öğrenmediğini söyler.
Kalfa, ustasının bu sözlerine itiraz eder, ustasının bu sonu gelmez nasihatlerinden bıkıp hırsa kapılan kalfa, ustasından icazet almadan bir dükkan açmış. Gider, bir testi imalathanesi açar, fırınını kurar testi imalatına başlar. Bütün işlemleri ustasının yanındaki gibi yaptığı, testi toprağında aynı hamuru kullandığı halde hiç sağlam testi üretemez.
Binbir emek ile yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe rağmen orasından burasından yarılıp, çatlıyormuş. Zavallı kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemeyince, çaresiz, ve mahcup bir şekilde ustasına gidip durumu anlatmış. İşinin uzmanı tecrübeli usta:
-Sana demedim mi evladım, sen bu işin “püf noktası”nı henüz öğrenmedin. Bu sanatın uzmanlık gerektiren “bir püf noktası” vardır.
Eski kalfasına bu işin “püf noktası”nı öğretmeye karar veren usta, tezgaha bir miktar çamur koymuş ve kalfasına:
-Haydi, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana bu işin “püf noktası”nı göstereyim, demiş.
Eski kalfa ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta, önünde dönen testiyi dikkatle takip edip arada bir “püf” diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatıp bütün emekleri zayi edecek olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp yok etmiş ve böylece çırak da bu sanatın “püf noktası”nı öğrenmiş.
Her sanatın incelik, uzmanlık gereken kısmına da o günden sonra “püf noktası” denilmeye başlanmış.Ustasından “püf noktası”nı öğrenen ve ustasının duasını alan kalfa da dükkanına dönerek sağlam testiler üretmeye başlamış. Bu örnek olay, ustanın önemini ifade etmekle kalmayıp işi öğrendiğine dair ustasından olur almadan yapılacak çalışmaların da yarım kalacağını belirtir. Buna benzer anlatım türlerine fütüvvetnamelerde önemli bir yer verilmiştir. Fütüvvetnamelerde yer alan bu ve benzeri türlerin o günkü sanatkar ve ticaret adamlarının yetişmesinde önemli rolünün bulunduğu bilinmektedir.