´Aşk dediğin laftır derler´ sözünü hatırlatan Doç. Dr. Hatice Güz, ´Bir çok bilim adamı, ´Gerçekten aşk laf mı, hastalık mı, gerçek bir duygu mu?´, ´Neden daha çok ergenlikte veya orta yaş krizinde aşkın adı geçiyor?´, ´Neden aşık olunca kalp hızla çarpıyor, aşık olanın başı dönüyor?´, ´Aşk ve erotizm ayrı mı, aynı mı?´ sorularının cevabını arıyor. Aslında önemli olan kişinin kendinin ne düşündüğüdür´ dedi.
Aşkla ilgili bir çok öykü bulunduğunu, bunlarda anlatılan kısımların aşıkların birbirine kavuşana kadar geçen sürecinin anlaşıldığını dile getiren Doç. Dr. Güz, aşkı için dağları delip kavuşan sevenlere ne olduğunun anlatılmadığına dikkat çekerek, ´Dolayısıyla sevenler kavuştuğunda da aşk sürecek mi bilinemez. O zaman şu soru akla geliyor, aşk idealleştirmek midir? Felsefeci Freud´da dahil bazı bilim adamları aşkın idealleştirme olduğunu söylemiştir. Yani kişinin karşısında kafasında kurduğu biri var ve aslında ona aşık oluyor. Gerçek beraberlikte ise ne kadar o kişiye benzediği görülüyor. Herhalde bunun için aşkların sonu yazılmıyor´ diye konuştu.
Aşk ile sevgi arasındaki farkı sorgularken, ´Aşkta abartılı bir tutku vardır. Tutkunun içinde de cinsellik. Karşı tarafı özlemek, sürekli onunla meşgul olmak, kendi hayatınızı onunkiyle birleştirmek istenir. Sevginin içindeyse şefkat ve hoşgörü vardır. Aşk belli bir süre sonra biter´ diyen Doç. Dr. Güz, araştırmalarda da bunun ortaya çıktığını vurguladı.
´AŞKIN ÖMRÜ 3 YIL´
Birbirine kavuşanların aşkının 3 yılın sonunda sona erdiğine işaret eden Doç. Dr. Güz, ´Burada aşk ya sevgiye dönüşüyor ya da bitiyor. Kişiler birbirini tanıdıkça, başka yönlerini gördükçe, aslında yüceleştirdikleri kişinin gerçek yönlerini de kabul etmek veya etmemek durumunda kalıyor. Bu nedenle aşkı psikotik (şizofreni gibi bir hastalık) olarak görenler de var. Psikotik bozuklukta kişi hayal ve gerçek olanı ayırt edemez. Aşkta da böyle bir durum var´ şeklinde konuştu.
Günümüzde aşkın biyolojisini anlamak için bir çok araştırma yapıldığını ve aşık olanlar ile olamayanların incelendiğini açıklayan Güz, sonuçta aşkın obsesif(takıntılı) kompulsif bozukluğa (saplantı-zorlantı bozukluğu) benzer bir durum olduğu kanısına varıldığını ifade etti.
Saplantı-zorlantı bozukluğunda olduğu gibi aşık olanlarda da serotonin adı verilen maddenin düşük olduğunun saptandığını vurgulayan Güz, şöyle devam etti: ´Normal kişilerle karşılaştırıldığında aşık olanlardaki serotonin düzeyinin yüzde 40 oranında düşük olduğu görülmüş. Aşıklarda mutluluk hormonu olarak serotoninin azalmasının yanı sıra dopamin denilen bir diğer beyin maddesi de değişikliğe uğruyor. Dopamin heyecan, istek, motivasyon gibi olayların dengesinde önemli bir madde. Bilim adamları şu anda ´Acaba insanların aşık olduğunda aklını yitirmesinin nedeni bu mu?´ diye soruyor. Kişinin yetiştiği ortam, çocukluktan itibaren aldığı ve öğrendiği davranış kalıpları, bunlarla beraber kendi kişilik özelliklerinin getirdiği bazı davranış biçimleri ve beyin kimyasalları hepsi yoğrularak aşk denilen olgu varlığını hissettiriyor.´