Altan Öymen'in "Değişim Yılları"nı (Doğan, 2004) okuyorum.
Alışıldık bir otobiyografiden çok, büyük emekle kotarılmış bir resimli tarih ansiklopedisi gibi... Türkiye'nin 40'lı, 50'li yıllarını merak edenler için tam bir başvuru kitabı...
Bir "gazete - kitap" mantığıyla hazırlandığı için, siyasetten dış politikaya, spordan magazine kadar gündelik hayatın her boyutunu kendi deneyimleriyle anlatıyor Altan Ağabey...
Büyük samimiyetle, rengarenk ayrıntılarla, tatlı tatlı anlatıyor.
* * *
Kitap, Öymen'in ilk gençlik yıllarıyla başlıyor.
Henüz "flört" lafı dile girmemiş. Erkekle kızın "yakın arkadaşlığı"nı anlatmak için "konuşmak" sözcüğü kullanılıyor.
"Ahmet'le Ayşe konuşuyor".
"Mehmet'le Fatma konuşurken yakalanmışlar" gibi...
"Çünkü kızların bakirelik meselesi önemliydi ve onu korumaları gerekliydi" diyor Öymen...
Kitabı okurken onun ergenliğinden bizimkine pek bir şey değişmediğini fark ettim.
Demek o "denetim çemberi" 40'lardan 70'lere dek sürmüş.
Evet, biz de "konuşurduk".
Gizlice, sessizce, tenhada ve daima konuşurduk.
"Aşk"ı, "özgürlük" diye tercüme eden Avrupa'nın cıvıltısı henüz okul duvarlarına vurmamıştı.
Bekaret, "kutsal emanet" vasfını yitirmemişti.
Anneler, Türk filmleriyle ve şahsi tecrübeyle edinilmiş bir bilgiyle kızlarının kulağına "İffetini korursan iyi kısmet bulursun" öğüdünü fısıldardı.
Hayat borsasında en çok iffetle tahsilin prim yapacağına dair umutlarını henüz yitirmemişlerdi.
* * *
O yüzden biz etsek etsek "arkadaşlık" teklif edebilirdik.
Magazincilere yakalanan şöhretlerin geleneksel savunması "sadece arkadaşız", ola ki o günlerden kalmadır.
Biz gerçekten "sadece arkadaş"tık.
Dönemin simge şarkısında Melike Demirağ, "Bir bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş" diye özetlerdi durumu...
Lise koridorlarında "Konuştuğun biri var mı" sorusu bir ağız yoklama alametiydi. İzleyen cümle genelde "okul çıkışı beraber yürümek" teklifi olurdu.
"Aşk" dediğin de konuşarak yürümekten ibaretti zaten...
O yüzden Alpay "Eylülde gel, okul yoluna" dedi mi, herkes yola koyulurdu.
Yegane buluşma ve karanlıkta baş başa kalma mekanı olan sinema salonları porno salgını yüzünden kızlara kapandığından, mekansızlık sorunu had safhadaydı.
Okul bahçeleri aşka tahammülsüzdü.
Park izbelerinde, tek gözle bekçi gözleyerek öpüşülürdü; "densizlik"ten değil, "yersizlik"ten...
* * *
Sonraları "çıkmak" icat oldu.
Cumhuriyet'in çikita muz yiyebilen ilk nesli, yarı İngilizce konuşan başbakanlarına özenerek "go out"u "çıkmak" diye tercüme etmişti.
Malum soru, "Çıktığın biri var mı"ya dönüşmüştü.
Daha önceleri ("sadece arkadaş"ken yani) pek çıkamazdınız. Çünkü "çıkmak" için, (Amerikan filmlerindeki gibi) önce kızın evine "girmek", babasından izin almak, eve bırakırken de kapı önünde dudağına öpücük kondurmak gerekirdi.
Biz daha içeri girememiştik ki, "çık"abilelim.
* * *
Sonra bir gün Semiha Yankı "Sevmek bir ömür sürer, sevişmek bir dakika" diyerek yeni çağı müjdeledi.
Bir dakika mı?
Hepimizin yanağını al bastı.
Geçen 10 yıl içinde anneler, kızlarının iffet ve tahsil sayesinde hayırlı kısmet bulabileceğine dair umutlarını yitirmişlerdi galiba...
Dil bilen ve patronuyla gezilere de "çıkabilen", "prezentabl asistan"lar daha çabuk iş bulup daha iyi para kazanabiliyordu.
"Konuşma" böylece "çıkma" evresinden "sevişme" devresine terfi etti.
Çok değil 10 yıl sonra da "Yakalarsam muck muck"a dönüştü.
Altan Ağabey'in - bizim kuşağa denk gelecek - bir sonraki kitabını sabırsızlıkla bekliyorum.