Bahçenin demir kapısı gıcırtılı bir sesle açıldığında, Leyla derin bir nefes aldı. Eksi beş derecelik buz kesen hava ciğerlerini yakarken, burnuna hafif bir toprak kokusu ve tanıdık bir gül kokusu karıştı. Hava nefes almayı zorlaştırıyordu ama Leyla umursamadı. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da bahçesinin büyülü dönüşümünü izlemek için buradaydı.
Bahçe, kışın sert elinden kurtulmak için çabalayan bir savaş alanına benziyordu. Çimenler donmuş, ağaç dalları çıplak ve kırılgan, her şeyin üzerini örten ince bir kar tabakasıyla donuklaşmıştı. Ama işte tam oradaydı, karın beyaz örtüsünün arasından sıyrılıp çıkan, minik tomurcuklarıyla umudu müjdeleyen güller.
Leyla'nın bahçesi, dedesinden kalma bir miras gibiydi. Yıllarca dedesi, Leyla’nın büyükannesinin ölümünden sonra, kendini bu bahçeye adamıştı. Her bir gülün hikayesini bilir, her birinin özel bakımını yapar, her birinin dilinden anlar gibiydi. Leyla da, dedesinin ölümünden sonra, bu bahçeyi aynen onun gibi korumayı, gülleri onun gibi sevmeyi kendine görev edinmişti.
Bu yıl, özellikle zorlu bir kış geçmişti. Kar yağışı beklenmedik bir şiddette olmuş, şiddetli soğuklar gülleri adeta yok edecekmiş gibi hissettirmişti. Leyla, her sabah bahçeye koşarak, güllerin hayatta kalıp kalmadığını kontrol etmişti. Umutsuzluğa kapılmak üzereyken, işte şimdi, donmuş toprağın arasından filizlenen bu minik tomurcuklar, ona bir umut ışığı gibi görünüyordu.
Leyla, eldivenli elleriyle yavaşça bir tomurcuğa dokundu. Donmuş gibi sert, ama yine de hayatta, yaşamaya direnen küçük bir savaşçıydı. Güneşin ışınları az da olsa, karın üzerinden süzülerek, bu küçücük mucizelere ulaşıyordu. Leyla, dedesinin bahçe defterini hatırladı. Dedesi, her bir gül çeşidinin, donmaya karşı direnme özelliğini ayrıntılı bir şekilde not almıştı. Bu notlar, Leyla'nın, bu zorlu kış şartlarına rağmen güllerini nasıl koruyacağını anlamasına yardımcı olmuştu.
Bahçenin içinde yürürken, Leyla her bir gül çalısına yaklaştı. Bazıları, donmuş toprağın altında tamamen saklanmış, ümitsizliğin eşiğinde bekliyordu. Bazıları ise, Leyla'nın özenli bakımı sayesinde, karın altından başlarını uzatmış, güçlü bir direniş gösteriyordu. Leyla, her birine ayrı ayrı baktı, her birine dokunarak onların dirençlerini, hayatlarını hissetti. Dedeğinin ona bıraktığı mirası devam ettirmek, onlara umut aşılamak onun için bir görev değil, yaşam kaynağıydı.
O gün, eksi beş derecede, Leyla bahçesinde saatlerce kaldı. Güneşin batışıyla birlikte, havanın soğukluğu daha da arttı. Ama Leyla, kalbinde taşıdığı umutla, ve dedesinin hatıralarıyla ısınıyordu. Çünkü biliyordu ki, bu minik tomurcuklar, baharda açacak güllerin habercisiydi. Ve o güller, Leyla'nın hayatında bir umut çiçeği olarak kalacaktı, her bahar, dedesinin anısına, tekrar çiçek açmaya devam edeceklerdi.
Bahçe, kışın sert elinden kurtulmak için çabalayan bir savaş alanına benziyordu. Çimenler donmuş, ağaç dalları çıplak ve kırılgan, her şeyin üzerini örten ince bir kar tabakasıyla donuklaşmıştı. Ama işte tam oradaydı, karın beyaz örtüsünün arasından sıyrılıp çıkan, minik tomurcuklarıyla umudu müjdeleyen güller.
Leyla'nın bahçesi, dedesinden kalma bir miras gibiydi. Yıllarca dedesi, Leyla’nın büyükannesinin ölümünden sonra, kendini bu bahçeye adamıştı. Her bir gülün hikayesini bilir, her birinin özel bakımını yapar, her birinin dilinden anlar gibiydi. Leyla da, dedesinin ölümünden sonra, bu bahçeyi aynen onun gibi korumayı, gülleri onun gibi sevmeyi kendine görev edinmişti.
Bu yıl, özellikle zorlu bir kış geçmişti. Kar yağışı beklenmedik bir şiddette olmuş, şiddetli soğuklar gülleri adeta yok edecekmiş gibi hissettirmişti. Leyla, her sabah bahçeye koşarak, güllerin hayatta kalıp kalmadığını kontrol etmişti. Umutsuzluğa kapılmak üzereyken, işte şimdi, donmuş toprağın arasından filizlenen bu minik tomurcuklar, ona bir umut ışığı gibi görünüyordu.
Leyla, eldivenli elleriyle yavaşça bir tomurcuğa dokundu. Donmuş gibi sert, ama yine de hayatta, yaşamaya direnen küçük bir savaşçıydı. Güneşin ışınları az da olsa, karın üzerinden süzülerek, bu küçücük mucizelere ulaşıyordu. Leyla, dedesinin bahçe defterini hatırladı. Dedesi, her bir gül çeşidinin, donmaya karşı direnme özelliğini ayrıntılı bir şekilde not almıştı. Bu notlar, Leyla'nın, bu zorlu kış şartlarına rağmen güllerini nasıl koruyacağını anlamasına yardımcı olmuştu.
Bahçenin içinde yürürken, Leyla her bir gül çalısına yaklaştı. Bazıları, donmuş toprağın altında tamamen saklanmış, ümitsizliğin eşiğinde bekliyordu. Bazıları ise, Leyla'nın özenli bakımı sayesinde, karın altından başlarını uzatmış, güçlü bir direniş gösteriyordu. Leyla, her birine ayrı ayrı baktı, her birine dokunarak onların dirençlerini, hayatlarını hissetti. Dedeğinin ona bıraktığı mirası devam ettirmek, onlara umut aşılamak onun için bir görev değil, yaşam kaynağıydı.
O gün, eksi beş derecede, Leyla bahçesinde saatlerce kaldı. Güneşin batışıyla birlikte, havanın soğukluğu daha da arttı. Ama Leyla, kalbinde taşıdığı umutla, ve dedesinin hatıralarıyla ısınıyordu. Çünkü biliyordu ki, bu minik tomurcuklar, baharda açacak güllerin habercisiydi. Ve o güller, Leyla'nın hayatında bir umut çiçeği olarak kalacaktı, her bahar, dedesinin anısına, tekrar çiçek açmaya devam edeceklerdi.