Öyle bir şiirdi ki, ne zaman okusam gözlerim nemlenir; ve boğazım düğümlenir, ne zaman dinlesem O'nun o öfkeli, kalın sesinden:
"Hayatta ben en çok babamı sevdim" diye başlardı:"Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk/ Çaprı bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-/ Nasıl koşarsa ardından bir devin,/ O çapkın babamı ben öyle sevdim/
"Bilemezdi ki oturduğumuz semti,/ geldi mi de gidici -hep, hepp acele işi-/ Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi/ Atlastan bakardım nereye gitti,/ Öyle öyle ezber ettim gubreti/
"Sevinçten uçardım hasta oldum mu,/ 40'ı geçerse ateş, çağ'rırlar İstanbul'a/ Bi helallaşmak ister elbet, diğ'mi oğluyla!/ Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,/ Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu/
"En son teftişine çıkana değin/ koştururken ardından uçmaktaki devin,/ daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için/ açıldı nefesim, fikrim, canevim./ Hayatta ben en çok babamı sevdim"."
İhtimaldir ki, kızı Su da aynı şiiri mırıldanmıştır gönlünden, dün babasının göğsüne burnunu gömerken...
O ki, sonu ölüme çıkan bir derin uykudayken, başucundaki Su'yuna bakıp sevgiyle "Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum" diye mısra dizmişti.
Shakespeare'in "to be or not to be" (olmak ya da olmamak) dizesini "Bir ihtimal daha var" diye çevirmişti: "O da ölmek mi dersin?"
Yarım asır dizeler dolusu şiir serpti yüreğimize...
...ve bindiği urlu kısrağı koşturarak dörtnala... "yapraklarla ağaçlarla"... Nazım'ın ormanına gitti.
* * *
Eşi Güler'den önce ölmekti en büyük korkusu; "Çünkü Elsa ölünce Aragon .bne olmuştu".
Rahatına düşkündü dili, doğaçlama yazardı şiirini...
Küfür, haylaz bir çocuk kadar sevimliydi ağzında...
"Kızınca çaremi buldum" diyordu: "Küfrediyorum. Küfürle boşalıyor, mutluluğa kavuşuyorum."
Artık abonesi olduğu mahkemelerden birinde savunma yaparken "Ne yani "g.te g.t diyemeyecek miyiz hakim bey" demiş ve kahkahaya boğulan hakimin kararıyla beraat etmişti.
Bu beraatın verdiği cesaretle midir nedir, son şiirlerinden birinde "G.tümser olmayın" diye vasiyet etmişti ademoğullarına...
"Kibar hırsızın türküsü"nde veda ederken dünyaya, hepten biberlikti dili:
"Gözlerinize baktım, mukaddes ciltlerinize, büfelerinize, vesairenize.../ şiir fenerimle de baktım, son çığlık!/ Aşk yokmuş, sizde beş paralık/ Gidiyorum ben boşçakallar/ s.çmışım ortalık yerinize/ k.çımın fosforuyla aydınlanın siz artık...!"
Kimin peşindendi kimbilir, "Ölüm bu ara çok oldun sen" diye gürlemişti, "Ortalığı kırıp geçirdin/ Dostlara taktın, gençlere taktın kancayı.../ Kendim için söylemiyorum, yanlış anlama bak!/ Nasıl olsa benim miyadım doldu,/ ama sen de bokunu çıkarma işin!"
Lakin "ölüm denen topal köfte", yanaşmadı "tam maaşla emekliliğe"...
Öyle hızlı atladı ki şair, son maniadan, "Dünya denen at, kaydı altından..."
Son görüntülerinde akçalılar gibi sakalları kesilmişti; "sanki yardanbitme bir çocuk,/ çarpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek"...
O bitkin halini gördüm, üzüldüm."Tırabzan hurması ağacına döndüm/ tüyüm tüsüm döküldüm, yapraksız kaldım" diyordu: "Yine de meyvaya duruyorum bu cıbıl halimle/ tepeden tırnağa/ turuncu turuncu/ kütür kütür.../ Bu benim sonbaharım/ bu benim son gürlüğümdür."
Kanser olup gırtlağına yapışmış ölüm... "Bugün olsa hicvederdi ecelini" dedim kendi kendime; "Can boğazdan gelir derlerdi bi de utanmadan,/ gel gör ki boğazdan gitti bizim Can"...
Hiç tanışamadım, ama Can'a yakındım. Adaşım, can yoldaşımdı.
Kimbilir kaç şiirini astım kalbimin duvarına, kaçını sevdalı kulaklara fısıldadım.. ve kaçıyla küfrettim, ağzımı doldura doldura...
Hadi eyvallah şair...!Malum, "üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü/ ve sen karşısında önün açık gezerdin."
Dün, yıldızlara doğru gökyokuşu tırmanırken yaka bağır açık; sesini duydum.
Dedin ki;
"Dünya gözlerimi kendi ellerimle örttüm/ Değdi yorgunluğuma/ Bi ölüm kaldıydı, onu da gördüm/ Beni pişman etmedi doğduğuma..."
Bugün giderayak iyi bak gözlerimize... Göreceksin aşkı, "beş paralık" da olsa...
Uğurlar ola şair..! Uğurlar ola... Can'la...!
Can Dündar...
"Hayatta ben en çok babamı sevdim" diye başlardı:"Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk/ Çaprı bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-/ Nasıl koşarsa ardından bir devin,/ O çapkın babamı ben öyle sevdim/
"Bilemezdi ki oturduğumuz semti,/ geldi mi de gidici -hep, hepp acele işi-/ Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi/ Atlastan bakardım nereye gitti,/ Öyle öyle ezber ettim gubreti/
"Sevinçten uçardım hasta oldum mu,/ 40'ı geçerse ateş, çağ'rırlar İstanbul'a/ Bi helallaşmak ister elbet, diğ'mi oğluyla!/ Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,/ Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu/
"En son teftişine çıkana değin/ koştururken ardından uçmaktaki devin,/ daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için/ açıldı nefesim, fikrim, canevim./ Hayatta ben en çok babamı sevdim"."
İhtimaldir ki, kızı Su da aynı şiiri mırıldanmıştır gönlünden, dün babasının göğsüne burnunu gömerken...
O ki, sonu ölüme çıkan bir derin uykudayken, başucundaki Su'yuna bakıp sevgiyle "Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum" diye mısra dizmişti.
Shakespeare'in "to be or not to be" (olmak ya da olmamak) dizesini "Bir ihtimal daha var" diye çevirmişti: "O da ölmek mi dersin?"
Yarım asır dizeler dolusu şiir serpti yüreğimize...
...ve bindiği urlu kısrağı koşturarak dörtnala... "yapraklarla ağaçlarla"... Nazım'ın ormanına gitti.
* * *
Eşi Güler'den önce ölmekti en büyük korkusu; "Çünkü Elsa ölünce Aragon .bne olmuştu".
Rahatına düşkündü dili, doğaçlama yazardı şiirini...
Küfür, haylaz bir çocuk kadar sevimliydi ağzında...
"Kızınca çaremi buldum" diyordu: "Küfrediyorum. Küfürle boşalıyor, mutluluğa kavuşuyorum."
Artık abonesi olduğu mahkemelerden birinde savunma yaparken "Ne yani "g.te g.t diyemeyecek miyiz hakim bey" demiş ve kahkahaya boğulan hakimin kararıyla beraat etmişti.
Bu beraatın verdiği cesaretle midir nedir, son şiirlerinden birinde "G.tümser olmayın" diye vasiyet etmişti ademoğullarına...
"Kibar hırsızın türküsü"nde veda ederken dünyaya, hepten biberlikti dili:
"Gözlerinize baktım, mukaddes ciltlerinize, büfelerinize, vesairenize.../ şiir fenerimle de baktım, son çığlık!/ Aşk yokmuş, sizde beş paralık/ Gidiyorum ben boşçakallar/ s.çmışım ortalık yerinize/ k.çımın fosforuyla aydınlanın siz artık...!"
Kimin peşindendi kimbilir, "Ölüm bu ara çok oldun sen" diye gürlemişti, "Ortalığı kırıp geçirdin/ Dostlara taktın, gençlere taktın kancayı.../ Kendim için söylemiyorum, yanlış anlama bak!/ Nasıl olsa benim miyadım doldu,/ ama sen de bokunu çıkarma işin!"
Lakin "ölüm denen topal köfte", yanaşmadı "tam maaşla emekliliğe"...
Öyle hızlı atladı ki şair, son maniadan, "Dünya denen at, kaydı altından..."
Son görüntülerinde akçalılar gibi sakalları kesilmişti; "sanki yardanbitme bir çocuk,/ çarpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek"...
O bitkin halini gördüm, üzüldüm."Tırabzan hurması ağacına döndüm/ tüyüm tüsüm döküldüm, yapraksız kaldım" diyordu: "Yine de meyvaya duruyorum bu cıbıl halimle/ tepeden tırnağa/ turuncu turuncu/ kütür kütür.../ Bu benim sonbaharım/ bu benim son gürlüğümdür."
Kanser olup gırtlağına yapışmış ölüm... "Bugün olsa hicvederdi ecelini" dedim kendi kendime; "Can boğazdan gelir derlerdi bi de utanmadan,/ gel gör ki boğazdan gitti bizim Can"...
Hiç tanışamadım, ama Can'a yakındım. Adaşım, can yoldaşımdı.
Kimbilir kaç şiirini astım kalbimin duvarına, kaçını sevdalı kulaklara fısıldadım.. ve kaçıyla küfrettim, ağzımı doldura doldura...
Hadi eyvallah şair...!Malum, "üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü/ ve sen karşısında önün açık gezerdin."
Dün, yıldızlara doğru gökyokuşu tırmanırken yaka bağır açık; sesini duydum.
Dedin ki;
"Dünya gözlerimi kendi ellerimle örttüm/ Değdi yorgunluğuma/ Bi ölüm kaldıydı, onu da gördüm/ Beni pişman etmedi doğduğuma..."
Bugün giderayak iyi bak gözlerimize... Göreceksin aşkı, "beş paralık" da olsa...
Uğurlar ola şair..! Uğurlar ola... Can'la...!
Can Dündar...