Bruce Lee kimdir
Sırrını koruyan trajik ölümü, kendine has dövüş teknikleri ve kişiliği ile dikkat çeken Bruce Lee’nin hayat hikâyesidir…
“Su gibi şekilsiz ol!” demi Bruce Lee! Dövüş sanatına olan düşkünlüğü ve felsefesinden bakınca, su gibi yaşadığı için bunca başarılı olmuş demek ki dedim yazarken. Çok şey okudum onunla ilgili şu birkaç günde. 1940-1973 yılları arasında yaşanmış kısacık bir hayat. Bazen “Ne kadar gençti!” deyip üzülüyoruz ya hani, ben onun yerine dolu dolu yaşadığı için sevinmeyi tercih ediyorum bugün. Evet, eminim yaşasa daha pek çok şey başarır, pek çok işe imza atardı. Olsun, başardıklarına odaklanarak anmak daha kalpten geliyor şimdi bana…
O zaman sudan yola çıkarak öğütlediği şu sözünün tamamını da okuyalım:
"Zihnini boşalt. Su gibi formsuz, şekilsiz ol. Suyu bir bardağa doldurursan, su bardak olur. Onu çay demliğine doldur; o zaman su, çay demliği olur. Bak, su akar, yayılır, damlar ya da parçalanır. Su gibi ol dostum!"
“… Güvence, kaçmak değil cesarettir. Sen kaçmaya sığınırsan, düşmanın en az iki kat cesaretle kovalamaya sığınır. Hayatını arkana alma, önüne koy… İstediği yere konamayan bir kuş, havada esirdir.”
Çocukluğu
Bruce, 27 Kasım 1940’ta, San Francisco’da, Grace Lee ve Lee Hoi-Chuen çiftinin çocukları olarak dünyaya geldiğinde ailesi, ona
“Lee Jun-Fan” adını verdi. Daha doğrusu ona, bu adı veren doğumunda bulunan doktordu. Doğumu da oldukça ilginçti. Bruce’un annesi de, babası da, Çin operasında oyuncuydu. Oğullarının doğumu sırasında, bir turne sebebiyle Amerika’dalardı. Bruce, turne sırasında dünyaya geldi…
Babası Lee Hoi-Chuen Çinli olsa da, annesi Grace Lee yarı Çinli yarı Kafkas, büyükbabasının anne tarafından da yarı Alman olduğu için tam olarak Çinli değildi. Gen bakımından oldukça yoğun bir ailede doğmuştu.
Bruce, oldukça hırçın bir çocuktu. Sert karakteri, henüz 6 yaşında küçük bir çocukken bile kendini belli ediyordu. Ailesi, Kung Fu öğrenmesini istemişti. Bir süre bilinçsizce ilerleyen bir öğrenme süreci başladı. Bruce, içinde biriken enerjiyi Kung Fu teknikleri üzerinden atıyordu. 1954’te, gençliğe adımını attığı zamanlarda – ki bu aynı zamanda sokak kavgalarına da karışmak olmuştu –, ünlü Kung Fu Ustası Yip Man’in öğrencisi olmuş, Wing Chun sistemini çalışmaya karar vermişti. Bu teknikte en önemli adım hızdı ve ilerleyen zamanlarda hız, Bruce’un diğer adı olacaktı…
(1960 - Seattle'da bir oto park)
Sokağın delikanlısı ve dans sevgisi
Wing Chun sistemine boksu da ekleyip yoluna devam etti. Sık sık karıştığı sokak kavgalarında da giderek güçlenir oldu. Zaten bu dövüş işinin inceliklerini öğrenmek istemesinin içten içe en önemli sebeplerinden biri de, sokak kavgalarında küçük düşme korkusunu aşmaktı. Bruce, adım adım ilerledi. Önce bu korkuyu aştı, sonra da kendini. 19 yaşına geldiğinde sokağının korkulan delikanlısı olmuştu…
(Hong Kong'da 1958 - "Cha Cha" şampiyonası)
Bir diğer keşfi ise, dans oldu. Dans etmenin çok eğlenceli bir şey olduğunu keşfettiğinde 14 yaşındaydı. Dansla dövüş arasında ince bir denge kuracaktı. En çok Cha Cha’yı seviyordu. Üstelik yetenekliydi de. 1958’de, Hong Kong’da, Cha Cha Şampiyonu seçildi…
(Kung Fu Ustası Hocası Yip Man ile)
Eğitim hayatı
Ailesi, Bruce’u 1959’da, sokağının korkulan delikanlısı olması konusundan sonra, Amerika’ya, arkadaşlarının yanına gönderdi. Gerçekten de artık adı kötü bir şekilde şöhret olmak üzereydi. Seattle’de, bir restoranda garsonluk yapıyor, hem de çatı katında yaşıyordu. Daha sonra Washington Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne kaydoldu. Okurken, çalışmaya da devam etti…
(Vuruş tekniklerini çalıştığı bir kağıt
Kendi okulunu açtı ve dövüş tekniği buldu
Okul devam ederken bir yandan da Kung Fu dersleri vermeye başlamıştı. Kung Fu’nun bugüne dek Çinlilerden başkasına öğretilmesi yasaktı ve Bruce, bu konuda ilk oldu. Çin Kültürü’nün zenginliğini Amerikalılara anlatmak için çıktığı yolda başarılıydı. Bu amaçla kendi adını verdiği, 1963’e kadar faaliyet gösterecek
“Jun Fan Kung Fu” okulunu açtı. Ardından ikinci okulunu da Oakland’da açtı. Böylece amacına ulaşmış, dövüş sanatının ne kadar derin bir felsefeye sahip olduğunu, Amerikalılara ispatlamıştı…
Bruce, kendine has bir dövüş tekniği de bulmuştu. Ustası Yiop Man’dan öğrendiği Wing Chun tekniğine zamanla İngiliz Boksundan bazı teknikler ekleyerek, temel prensibi basit ve hızlı hareketlerle rakibini ekarte etmeye dayanan,
“Jeet Kune Do” (Durduran Yumruk Yolu) adını verdiği karma metodunu oluşturmuştu. Genel olarak bakıldığında bu dövüş tekniğine ulaşmasında, Kung Fu, Wing Chun yanında, Boks, Tayland Boksu, Kick Boks, Karate, Judo, Aikido, Tekvando, Juyutsu, Eskrim, Güreş gibi pek çok dövüş tekniği ve spor alanında eğitim almış olması da etkiliydi…
Escrima Ustası Dan Inosanto, Bruce Lee’nin filmlerinde de özellikle kullandığı, kendine has stili olan Jeet Kune Do’nun bir gösteriden çok fazlası olduğunu, fantezisi olmayan, vücut hareketlerinin işlebine uygun bir spor olduğunu söylüyordu. Inosanto’ya göre Bruce, tastamam bir sporcuydu ve kendi dövüş tekniği de gerçek bir dövüşte de oldukça etkili bir sistemdi. Tabii bunun yanında kesinlikle iyi bir oyuncuydu. Bruce, dövüş sanatı ile sinemayı muntazam bir şekilde kaynaştırmıştı. Bu yüzdendir ki, filmleri dünyada sinema klasikleri arasındaydı…
(Büyük Patron filmi makyajı yapılırken)
Oyunculuk kariyeri
Bruce, 1963’te, Amerikalı Linda Emery ile hayatını birleştirdi. 1964’te ise, Ed Parkers, dövüş kariyerinde ilk uluslararası çıkışını yaptı. Ardından
“Green Hornet” adlı dizide oynayarak, oyunculuk kariyerini başlattı. Bu diziden çok umutluydu, kariyeri için enfes bir basamak olduğunu düşünüyordu; ama maalesef bir sezon sonra yayından kaldırıldı. Bruce, kariyeri için oyunculuğun önemli olduğunu anlamıştı; vazgeçmedi.
Bir sonraki adımda, James Garner’in de rol aldığı
“Marlowe” adlı filmde, birkaç bölümde görüneceği küçük bir rol kaptı. Aksilik bu ya, sakatlanmıştı. Yine de vazgeçmemişti. Bu küçük rol, kariyerinde ona bir fayda sağlamasa da, devam etmekte kararlıydı. Bir gün her şeyin hayal ettiği gibi olacağına emindi. Oynadığı ilk uzun metraj film ise, Çinli Prodüktör Raymond Chow’un kurduğu Golden Harvest Film Şirketi ile çekilen
“Big Boss” (Büyük Patron) idi. Ve bu attığı ilk uzun metraj adım, beklediği adım oldu. Hong Kong ve Güney Doğu Asya Bölgesinde o güne dek kırılan bütün gişe rekorlarını geride bırakmış, adını yaldızlı harflerle duyurmuştu. Bundan her açılacak her kapının anahtarıydı…
Anahtarın açtığı ilk kapı,
“Fist of Fury” (Öfkenin Yumruğu) oldu. Asya milliyetçiliğinin işlendiği bu filmle, Bruce daha özgüvenli hareket eder olmuştu. Kendine özgü stili ile tüm beğenileri üzerine çekiyordu. Öyle ki, Hong Kong film endüstrisinde macera filmlerinin aksiyon sahneleri de, Bruce’un, Hollywood’dan edindiği tecrübe ile oluşturduğu koreografilerini örnek alıyordu.
Bruce de, örnek alınmayı hak ediyordu doğrusu. Çekilen film daha da güzel olsun diye, dövüş sahnelerinin koreografisi üzerine gecesini gündüzüne katarak çalışıyordu. Her tür hareket ve malzeme ile görselliği artırmayı hedefliyordu. Bıçaklar, küçük Çin oklarına varana dek tüm silahları kullanıyor, hareketli sahneler için özellikle uzun çekim planlar istiyor ve yüksek tekmeler kullanarak artistik figürlerle adeta bir şov sunuyordu. Çok çalışmasının karşılığını da alıyordu tabii. Giderek kariyerinde öyle sağlam bir yer ediniyordu ki, dönemin süper starı Wang Yu bile, Bruce’un altında rollerde oynamaya razı gelir olmuştu. Kung Fu sineması sektöründe, kazandırdığı yeniliklerle güneş gibi parlıyordu…
Jackie Chan, bir filminde göründü
Bruce, Jackie Chan’i
“Ejder Kalesi” filminde figüran olarak oynatıp, beyaz perde ile tanıştırmıştı. Jackie Chan, pek çok filmde figüranlık ya da dublörlük yapsa da, yolu Bruce’un yolundan geçmiş, bu şansı tatmıştı. İki özel ismin bu kesişimi, kuşkusuz hayatın dengesinin de tanımıydı…
Bruce Lee, dövüş sanatını bırakmalı
Bruce, dördüncü filmi
“Ölüm Oyunu”nu çekiyordu ki, Amerikalı yapımcılar, ona başrol oynayacağı bir film teklif etti. Bu teklifi değerlendirmeye karar veren Bruce, filmini yarıda bırakarak Çin-Amerikan ortak yapımı “Enter the Dragon” (Ejder Kalesi) filminde oynadı.
İşte bu yıllarda Bruce, sırtında ciddi bir şekilde rahatsızlandı. Doktorlarına göre, dövüşü kesinlikle bırakması ve hatta iyileşene dek yataktan çıkmaması gerekiyordu. Kuşkusuz hayatındaki hiçbir dönem bu denli zor olamazdı. Dövüş, onun yaşam şekliydi ve şimdi doktorları onu bırakmasını istiyordu. Söz dinledi evet, 6 ay boyunca yatağında sırt üstü yattı…
Fiziksel olarak hareket etmiyordu; ama yine de beynini çalıştırmaktan alıkoyamıyordu tabii. Bu süreçte
“Jeet Kune Do Tao” adını verdiği kitabını yazmaya başladı. Çok şey düşünüyordu muhtemelen… Yeniden dövüşeceği, kamera karşısına geçeceği günleri iple çekiyordu. Oysa kitabını bitirecek kadar dahi vakti kalmamıştı…
Bruce Lee öldü
Bruce’un ölümü, bir bilinmezlik oldu ve bu bilinmezlik üzerine anlatılan pek çok iddia vardı. Ölümü şöyle gerçekleşmişti…
Bruce, yarıda bıraktığı Betty Ting’in de başrolde oynayacağı
“Game of Death” (Ölüm Oyunu) filmini bitirmek için filmin yapımcısı Raymond Chow ile görüşmek için Betty’nin dairesine gitmişti. Raymond, öğleden sonra, akşama tekrar konuşmak üzere yanlarından ayrıldı. Bruce, şiddeti dinmeyen bir baş ağrısından şikâyet ediyordu. Bunun üzerine Betty, Bruce’a, kendisinin de her zaman kullandığı bir aspirin karışımı “Equogesic” verdi. Daha sonra Bruce yatak odasına gitti ve derin bir uykuya daldı…
Onlardan ses çıkmayınca, akşam neden gelmediklerini öğrenmek için Raymond aradı. Betty, ona Bruce’un uyuyakaldığını söyledi. Bunun üzerine Raymond geldi. Ne yaptıysa Bruce uyanmak bilmedi. Panikle doktor çağırdılar. Pek çok başarısız denemeden sonra da ambulans geldi. Bruce, hastaneye götürüldüğünde çoktan ölmüştü. Tarih 20 Temmuz 1973 idi…
Kalp ve solunumuna müdahale edildi. Tüm çabalara rağmen de kurtarılamamıştı. Bundan sonra Bruce’un ölümü, bir tartışma haline geldi. Ölümünün beynindeki tümörden kaynaklı olabileceği söyleniyordu. Doğuştan mıydı bu hasar, yoksa sonradan mı olmuştu bir yanıtı yoktu; ama şu bir gerçek ki, Bruce, kafasının içinde her an patlamak üzere olan hasar görmüş bir damarla çok da uzun bir zamana sahip değildi. Çok değil, 2 ay önce de bir beyin travması geçirmişti…
Sebebi her ne ise, artık bir önemi yoktu. En azından Bruce için…
Ölümünün ardından
Onun genç yaşta hayata veda edişiyle tüm Hong Kong yasa boğuldu. Binlerce insan, onun son yolculuğunda yalnız bırakmamak için sokaklara dökülmüştü. Kalabalığın acısını, polisin kurduğu barikatlar bile azaltamadı…
Hepsinden önce öylesine gençti ki, böylesine de sevilince kabul etmek daha da güç oluyordu işte. Muhtemelen herkes,
“Daha yapacak çok işi var” diye düşünüyordu; her uğurlananın ardından düşündüğü gibi… Bruce’un gerçekten de daha yapacak çok şeyi, yarım kalmış çok işi vardı. Hayatında sadece dört öğrencisine,
“Taky Kimura, James Yimm Le, Dan Inosanto ve Ted Wong”a,
“Jeet Kune Do” Hocası olma lisansı vermişti. Neyse ki yarım kalan kitabını, ardından karısı tamamladı…
(Brandon Lee)
Ailesine özgü bir diğer trajedi ise, oğlu Brandon’un ölümü oldu. Bu ailede erken ölüm genetik olmalıydı. Brandon da, 31 Mart 1993’te, Amerika’nın Kuzey Carolina eyaletinde devam eden “The Crow” filminin çekimleri sırasında, üstelik kameralar önünde, karnından vurularak öldü. 3 Nisan’da, Seattle’deki Lake View mezarlığına, babasının yanına gömüldü…
Yapmak istediği pek çok şeyi yarım bırakan, yine de kısacık yaşamına pek çok şey sığdırmış bir Bruce Lee geçti bu dünyadan…