Yabani kuşların boğuk bağırışları duyuluyordu ötelerden. Zarif süzülüşlerle dans eden ruhlar, garip uğultularıyla havaya soğukluk katıyordu. Buzlu nefesleri karanlığa karışıp soğutuyordu geceyi....
Sahil kıyısında, kasabadaki ahşap meskenlerin hiçbirinden, en ufak bir ışık huzmesi bile görülmüyordu.
Kayalıklar, buğulu ışıltılarını denizin titrek dalgalarına yansıtan ay'dan cesaret bularak sulara annelik yapıyordu sanki.
Kocaman taşların arasında bir beyazlık... sanki titreyen, mum alevi gibi bir şey... bir kadın. Beyaz elbisesiyle, sırtını kocaman taşlara dayamış ayakta durmaya çalışıyordu. Yer yer kirlenmiş incecik tül elbisesiyle, tıpkı etrafında dolanan hayaletlere benziyordu. Minik ayakları çıplak;ince bilekleri takatsiz...parmak uçları morarmıştı. Günlerden beri midesinde yer edecek tek bir lokma yemiyordu; beli bir kağıt kadar incelmiş, karnı ve kasıkları kemiklerinin arasında gerilmişti. Zayıf, solgun, güzel yüzü çökmüş; gözlerinin altı şişmiş; içi acıklı bakışlarla ıslanmıştı. Upuzun, simsiyah saçları, tıpkı bir bayrak gibi savruluyor, dalgalanıyordu.
Genç kadın, buz gibi havayı iyice içine çekmeye çalıştı. Gözlerini yumdu; başını hafifçe geriye yasladı, arkasındaki kayanın soğukluğu her yerine işliyordu. Her taraf öyle bir sükûn içindeydi ki ruhların sesleri bile duyuluyordu.
Çok çok uzaklardan, belki millerce öteden belli belirsiz karga sesleri işitti kadın.
Özlemişim böyle yazmayı .valla çok özlemişim