Hayatı Renkleriyle Yaşayın
Dünyaya gözlerimizi açtığımız andan başlayarak, son nefesimizi verinceye kadar sürekli hareket halinde bulunuruz. Eylemlerin adı ve şekli değişir ama eylem süreci durmaz. Eylem süreci bittiğinde yaşam da tükenmiş demektir.
Çocukluk yıllarında oyun ve eğlence, yaşamımızın büyük bir bölümünü oluşturduğu halde gençlikte eğlenceyle beraber sorumluluklar üstleniyoruz. İlerleyen yaşlarda ise dümdüz bir hayat yaşamaya başlıyoruz. Eve ekmek götürebilme kaygısıyla başlayan monoton yaşam zengin olma hırsı ile tavan yapıyor ve hayatın renkleri önce avuçlarımızdan sonra da zihnimizden kaybolup gidiyor.
Hayatı dolu dolu ve anlamlı bir şekilde yaşayabilmenin en büyük sanat olduğunu düşünecek olursak, dümdüz yaşanan bir hayatın sanatla ilgisi olabilir mi? Sabah kalkıp evden çıkıyoruz, işe gidip çalışmaya başlıyoruz. Çalışıyoruz, çalışıyoruz, çalışıyoruz… Akşam olduğunda eve geliyoruz. Yemek, televizyon derken uykuya yenik düşüp yatıyoruz. Bir gün böyle, iki gün böyle, üç gün böyle, her gün böyle…
İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’un;
Dizelerinde ifade edildiği gibi; çalışmak, geçimini sağlamak ve başkasına muhtaç olmamak gerçekten çok önemlidir. Ancak hayatın sadece çalışmaktan, para kazanmaktan ibaret olmadığını da görmek, hissetmek, tatmak ve yaşamak da önemlidir. Bazen durup dinlenmek, pozisyon değiştirmek, rutinden kurtulmak gerekir.
İki oduncu köylü örneğinde; arada bir dinlenip baltaları bileyen köylü, hiç dinlenmeden sürekli çalışan köylüden daha çok iş üretiyor. Bazen biz de arada molalar vererek hem yaşamımıza yeni renkler katabiliriz hem de motivasyonumuzu yükselterek verimliliğimizi artırabiliriz.
Midemiz gıda almadığı zaman aç kalırız, hasta olabiliriz. Ancak ruhumuzun gıdaları da midemizin besinleri kadar önemlidir. Kitap okumak, güzel yerleri gezmek, müzik dinlemek, sinema ve tiyatroya gitmek ruhumuzun gıdasıdır. Midemizi aç bırakmamaya özen gösterdiğimiz kadar ruhumuzu da beslemeye önem vermeliyiz.
Elimize geçen her şeyi nasıl mideye indirmiyorsak, protein ve vitamin değerlerini inceleyip, damak zevkimize ve besin değerine hassasiyet gösteriyorsak; ruhumuzun gıdalarını seçerken aynı duyarlılığı göstermeliyiz. Rastgele yapılan bir seçim, ruhumuzu besleyerek yarar sağlama yerine, telafisi mümkün olmayan zararlar meydana getirebilir.
Örneğin; Bolu’nun Bolu olmasında çok büyük emeği olan, eğitim, sağlık ve kültür alanında Bolu’nun her köşe başında bir eseri olan merhum İzzet Baysal’ın on altın öğüdünü her okuduğumda ayrı bir değeri olduğunu hissederim. Ben de Abant İzzet Baysal Üniversitesi mezunu olarak İzzet Baysal’ı rahmet ve minnetle anıyor ve bu vesileyle on altın öğüdünü sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yusuf YEŞİLKAYA
Dünyaya gözlerimizi açtığımız andan başlayarak, son nefesimizi verinceye kadar sürekli hareket halinde bulunuruz. Eylemlerin adı ve şekli değişir ama eylem süreci durmaz. Eylem süreci bittiğinde yaşam da tükenmiş demektir.
Çocukluk yıllarında oyun ve eğlence, yaşamımızın büyük bir bölümünü oluşturduğu halde gençlikte eğlenceyle beraber sorumluluklar üstleniyoruz. İlerleyen yaşlarda ise dümdüz bir hayat yaşamaya başlıyoruz. Eve ekmek götürebilme kaygısıyla başlayan monoton yaşam zengin olma hırsı ile tavan yapıyor ve hayatın renkleri önce avuçlarımızdan sonra da zihnimizden kaybolup gidiyor.
Hayatı dolu dolu ve anlamlı bir şekilde yaşayabilmenin en büyük sanat olduğunu düşünecek olursak, dümdüz yaşanan bir hayatın sanatla ilgisi olabilir mi? Sabah kalkıp evden çıkıyoruz, işe gidip çalışmaya başlıyoruz. Çalışıyoruz, çalışıyoruz, çalışıyoruz… Akşam olduğunda eve geliyoruz. Yemek, televizyon derken uykuya yenik düşüp yatıyoruz. Bir gün böyle, iki gün böyle, üç gün böyle, her gün böyle…
İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’un;
“Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası,
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası”
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası”
Dizelerinde ifade edildiği gibi; çalışmak, geçimini sağlamak ve başkasına muhtaç olmamak gerçekten çok önemlidir. Ancak hayatın sadece çalışmaktan, para kazanmaktan ibaret olmadığını da görmek, hissetmek, tatmak ve yaşamak da önemlidir. Bazen durup dinlenmek, pozisyon değiştirmek, rutinden kurtulmak gerekir.
İki oduncu köylü örneğinde; arada bir dinlenip baltaları bileyen köylü, hiç dinlenmeden sürekli çalışan köylüden daha çok iş üretiyor. Bazen biz de arada molalar vererek hem yaşamımıza yeni renkler katabiliriz hem de motivasyonumuzu yükselterek verimliliğimizi artırabiliriz.
Midemiz gıda almadığı zaman aç kalırız, hasta olabiliriz. Ancak ruhumuzun gıdaları da midemizin besinleri kadar önemlidir. Kitap okumak, güzel yerleri gezmek, müzik dinlemek, sinema ve tiyatroya gitmek ruhumuzun gıdasıdır. Midemizi aç bırakmamaya özen gösterdiğimiz kadar ruhumuzu da beslemeye önem vermeliyiz.
Elimize geçen her şeyi nasıl mideye indirmiyorsak, protein ve vitamin değerlerini inceleyip, damak zevkimize ve besin değerine hassasiyet gösteriyorsak; ruhumuzun gıdalarını seçerken aynı duyarlılığı göstermeliyiz. Rastgele yapılan bir seçim, ruhumuzu besleyerek yarar sağlama yerine, telafisi mümkün olmayan zararlar meydana getirebilir.
Örneğin; Bolu’nun Bolu olmasında çok büyük emeği olan, eğitim, sağlık ve kültür alanında Bolu’nun her köşe başında bir eseri olan merhum İzzet Baysal’ın on altın öğüdünü her okuduğumda ayrı bir değeri olduğunu hissederim. Ben de Abant İzzet Baysal Üniversitesi mezunu olarak İzzet Baysal’ı rahmet ve minnetle anıyor ve bu vesileyle on altın öğüdünü sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yusuf YEŞİLKAYA