• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

İstanbul Antik Kentleri (Marmara Bölgesi)

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
İstanbul Antik Kentleri (Marmara Bölgesi)

Bathonea Antik Kenti

ukBwK.jpg
Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Proje Başkanı Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün'ün 2007'de başlattığı İstanbul Tarih Öncesi Araştırmaları (İTA) projesinde, son yılların en büyük arkeolojik keşiflerinden biri yapıldı.

Küçükçekmece'de, 2700 yıllık 'Bathonea' antik kenti bulundu. Kaynaklarda söz edildiği halde bugüne kadar yeri bir türlü bulunamayan antik kentin deniz feneri ve surları tespit edildi

İstanbul'un tarih öncesi çağlarını araştırmak için oluşturulan bilim heyeti, önemli bilgilere ulaştı. Küçükçekmece'deki Yarımburgaz Mağarası'ndan yola çıkan heyet, "İstanbul'un Avrupa'da ilk tarım yapılan yerlerinden biri olduğunu" kanıtlayan 10-15 bin yıl öncesine ait taş aletler buldu.

Bilim insanları, 2700 yıllık "Bathonea" antik kentini de keşfetti. Antik kaynaklarda söz edildiği halde yeri bugüne kadar tespit edilememiş antik kentin deniz feneri sualtında bulundu. Uluslararası National Geographic dergisi, Türkiye'ye geniş bir ekiple gelerek o dönemi anlatan canlandırmalarla çekimler yaptı.

En büyük keşiflerden biri

Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Proje Başkanı Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün'ün 2007'de başlattığı İstanbul Tarih Öncesi Araştırmaları (İTA) projesinde, son yılların en büyük arkeolojik keşiflerinden biri yapıldı.

Çalışmalara, Bristol Üniversitesi'nden Prof. Dr. Volker Heyd'in yanı sıra Doğu Akdeniz Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi'nden de bilim adamları katıldı.

Yaz boyunca Yarımburgaz Mağarası'ndan yola çıkan bilim ekibi, ilk insanların yerleşim yeri olduğu düşünülen göl çevresinde "side scan sonar" ve "jeoradar"larla inceleme yaptı. İstanbul çevresinin aralıksız yaşama sahne olduğuna dair kanıtlar ele geçerken, taş aletler Avrupa'ya tarımın Anadolu'dan gittiğini gösterdi.

Yerleşimin surları bulundu

Su altında çalışmalar yapan bilim insanları, 2.5 km. uzunluğunda, 1.5 metre yüksekliğindeki surlarla çevrili yerleşim yerinin Bathonea kenti olduğunu belirledi. Denize uzanan 60 metrelik mendirek ve antik fener, Bathonea'nın önemli bir liman kenti olduğunu ortaya koydu. Bathonea'nın MÖ 7. yüzyılda kurulan Byzantion ile çağdaş olabileceği sanılıyor

 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Athyra (Büyük Çekmece) Antik Kenti
6K7c5.jpg

Büyükçekmece kendi adıyla anılan, Büyükçekmece Gölü’nün doğusunda geçmişte gölün ince bir kanalla suyunu denize boşalttığı bölgede kurulmuştur.

Antik kaynaklarda “Atira” ya da “Atirus” olarak geçen yerleşme daha sonra yanındaki gölün adıyla Büyükçekmece olarak anılmaya başlanmıştır.

Helenler M.Ö. VII yüzyılda “Delta” kıyısı üzerinde önemli koloniler kurdular. Bu kolonilerden Athyra’ nın Büyükçekmece olduğu sanılmaktadır. Helen’ler M.S.II. ve III. Yüzyılda yerli halkla kaynaşmışlar. Diğer milletler daha sonraları buraya yerleşmişlerdir.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Rhegion (Küçükçekmece) Antik Kenti

L0rUL.jpg
M.Ö II. Yüzyıla ait kaynaklarda Rhegion’un ismi geçmektedir. Roma İmparatorluğu’nun en önemli yollarından biri olan Bizans’ı Avrupa’ya bağlayan Via Egnetia, Rhegion’dan geçmektedir. Bugünkü Küçükçekmece’nin bulunduğu yerde, ya da bir bölümünde kurulmuş olan en eski yerleşimin, Bathonea olduğu sanılmaktadır. Roma İmparatorluğu’na bağlı bir mahalle olan Bathonea’nın yeri tam olarak saptanmamış olsa da yapılan araştırmalar, Küçükçekmece sınırları içinde olduğunu göstermektedir. Ancak Roma İmparatorluğu’nun dağılmasıyla Doğu Roma’nın merkezi olan Bizans’ın önemi gittikçe artmış, Hıristiyanlığın saray tarafından da benimsenmesiyle, çevresi da gelişmeye başlamıştır.

Bugünkü Küçükçekmece’nin yüksek kesimlerinde Rhegion kentinin bulunduğu bilinmektedir. Rhagion, Bizans’ın ticaret merkesi durumunda idi. Bizanslılar, Constantinopolis’in nüfus artışını engellemek ve kentin güvenliği için batıdan gelen malları Rhegion limanında indirerek, onları getirenlerin kente girmelerini engel olurlardı. Bu nedenle Rhegion, (Trakia-Trakya) üzerinden Avrupa’ya bağlanan yol üzerinde önemli bir uç şehri veya karakol konumuna gelmiştir. Kentle bağlantıyı sağlayan ”Via Egnatia” yani “Anayol”, iki atlı arabanın rahatlıkla geçebileceği genişlikte, kaba taşla döşenmiştir. Ayrıca, Bizans’a gelen elçiler ve savaştan dönen komutanlar, burada karşılanır ve ağırlanırdı.

VI. yüzyılda yaşayan Myrinalı Agothias’tan, Rhegion’un bir liman şehri olduğunu öğrenmekteyiz. Bununla birlikte, Theodsisus’un kanunlarından "Cordex Theodosianus"un bir tanesi de burada ilan edilmiş olmasından dolayı, tarihçiler Rhegion’un önemli bir kent olduğunu ve Bizans’ın önemli kişilerine ait yazlık saraylarının burada olduğu düşüncesindedirler.

IX. yüzyılda Bizans Kralı V. Leon devrinde (813-820) Rhegion, Bulgar Kralı Krum’un (803-814) saldırısına uğramıştır. Bulgarlar, Constantinopolis surlarına kadar ilerlemiş ve yolları üzerindeki Rhegion’u da yakıp yıkmışlardır. I.Basileios’un (867-886) İmparator olmasından sonra Bulgar saldırıları son bulmuş, I.Basileios kendi şahsi hazinesiyle şehri yeniden kurmuş, çökmek üzere olan Aziz(Hagios) Petros Kilisesini temeline kadar yıkarak yenilemiş, Kallenikos Kilisesi’ni yeniden inşa etmiştir. Ayrıca tarihçiler, Küçükçekmece Köprüsü’nün de asıl yapısını I.Basileios’un yaptırdığını söylemektedirler. İmparator I.Basileios, zaman zaman Rhegion’a gelip, her türlü hayvanın yaşadığı ormanda avlanmıştır.

X. yüzyılda Türklerin Rumeli’ye geçmelerine kadar Bulgar saldırıları devam etmiştir. XI. Yüzyılın sonlarında (1096-1230) Haçlı seferleri ve Peçenek akımları nedeniyle Rhegion zarar görmüştür.

XII. yüzyılda dördüncü Haçlı seferi ile Latin İmparatorlar dönemi başlayınca, Küçükçekmece ve yöresi de Latin İmparatorluğu'nun bir parçası olmuştur. Bizans İmparatorluğu’nun son dönemlerinde İmparator ile Andronikoslar arasındaki iktidar mücadelesinde, Rhegion’un ismi Bizans tarihinde sıkça geçtiği görülmektedir.II. Andronikos 1327’de torunu ile bir uzlaşmaya varmak için Rhegion’a bazı adamlarını göndererek onun burada yargılanmasını istemiştir. Bu tarihi olay XIV. yüzyıl başlarında Rhegion’un henüz önemini korumakta olduğunu göstermektedir. Ne var ki, kısa bir süre sonra Bizans İmparatorluğu’nun son yıllarında Rhegion önemsiz bir köyden ibaretti. Köprüsü ise iyice yıkılmıştır.

Rhegion’da İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Aziz Ogan ve Ord.Prof.Dr. Arif Müfit Mansel tarafından 1938-1941 yıllarında kazılar yapılmıştır. Bu kazılar sonucunda şehrin akropolünde MS.5.-6.yüzyıllara ait etrafı surlarla çevrili bir saray ve onun müştemilat binaları ortaya çıkarılmıştır. Batıda 150 m. uzunluğunda, 3 m. genişliğinde olan bu sur duvarları payandalarla güçlendirilmiş ve aynı zamanda da teras görevini üstlenmiştir. Duvarlar kentin güneyinde, 50 m. uzunluğunda ve 2 m. genişliğinde olmak üzere devam etmiş ve bir kule ile sona ermiştir.

Surlarla çevrili alan içerisinde ortaya çıkan yapılar avlulu olup, hamamlara, kiliselere rastlanmıştır. Bu yerleşim birkaç kez tahrip olduktan sonra yeniden onarılarak kullanılmıştır. Burada ortaya çıkarılan saray yapısı o zamana kadar çok az tanınan Bizans sivil mimarisinin aydınlatılabilmesi yönünden büyük önem taşımaktadır.

Yarımburgaz Mağaraları

n3hb5.jpg
İstanbul’un çevresinin doğal oluşumunu jeomorfolojik özelliklerini taşıyan Yarımburgaz Mağarası, XIX. yüzyılın ortalarından itibaren tanınmaktadır.

İlk defa 1960 yıllarında Ord.Prof.Dr. Şevket Aziz Kansu burada kazılar yapmış ve Paleolitik Çağa ait taş ve hayvan kemiklerinin yanı sıra, başka yerlerde pek bilinmeyen siyah renkli çanak çömlek parçaları bulmuştur.

Yarımburgaz Mağaraları oluşum bakımından olduğu kadar, arkeolojik açıdan da karmaşık bir yapıya sahiptir. Birbirlerine rampa ile bağlanmış alt ve üst mağaraların yanı sıra manastır kompleksi, kaya resimleri ve sarkıtları ile tanınmıştır. Bu bölgede 1975 yılından sonra İstanbul Üniversitesi’nden Prof.Dr. Mehmet Özdoğan kazı yapmaya başlamıştır. Bu çalışmalar sonucunda Kalkolitik döneme ait çanak çömlek parçaları, Alt Paleolitik Döneme ait taş aletler bulunmuşsa da bunların tabakalanma içerisindeki yerleri tam olarak belirlenememiştir.

Xg7Fv.jpg
1986 yılında yapılan kazılar sonucunda bu mağaranın Helenistik dönemden itibaren dini amaçlı olarak kullanıldığı tesbit edilmiştir. Mağaranın dışındaki basilika türü bir mabedin kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Mağarada çok sayıda çanak çömlek ele geçmiştir.Bu mağaradaki buluntular son derece iyi korunmuş olup, ilk insanların Avrupa’ya geçiş yolu üzerinde bulunması yönünden de önem taşımaktadır. Ayrıca İstanbul bölgesinde son birkaç yüz bin yıl içinde oluşan doğal çevre değişimlerinin burada görülmesi, Yarımburgaz Mağaralarını bölgeyi belgeleyen bir arşiv niteliğine sokmuştur.

Tarihi, Paleotik Çağa kadar uzanan bu bölgede bulunan,Yarımburgaz Mağaraları’ndan çıkan ve Tuna Suyu adı verilen kaynak suları, Bizans ve Osmanlı Döneminde şehrin su ihtiyacını karşılayan en önemli kaynak olmuşlardır.

Halkalı sularının İstanbul’un en eski su tesisleri olduğu, ancak Bizans’ın son dönemlerinde şehre su getiren tesislerin tahrip edildiği bilinmektedir.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Pentikion, Pandikapeum (Pendik) Antik Kenti

MÖ.5000’lerden itibaren yerleşim yeri olduğunu tarihi kaynaklardan öğrendiğimiz Pendik, İstanbul Boğazı ile Sakarya nehri arasındaki bölgenin jeopolitik ve stratejik özelliğinden dolayı çok sık el değiştirmiştir.

MÖ. 1200’lerde bu bölgede Makedonyalıların egemen olduğu, MÖ. 8. Yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun, daha sonra da Bizanslıların yöreye hakim olduğu bilinmektedir.Pendik’in bilinen en eski adı Pantikapion ve Pantikapeum’dur. Roma döneminde Panticio, Pantecio, Panticia olarak isimlendirilmiştir. Bizans döneminde kullanılan Pantecion (Pantiki) adı “her tarafı surlarla çevrili” anlamına gelmektedir. Bazı kaynaklar, Pendik sözcüğünün “duvar” anlamına geldiğini ve İstanbul’a egemen olan devlet ya da hükümetlerin doğudan gelecek saldırıları önlemek için burayı bir savunma hattı olarak kullandıklarından bahsetmektedir.

Bazı kaynaklara göre de; Pendik "beş burun" anlamını taşır. Ural dağlarından gelip bu bölgeye yerleşenler “beş köy” anlamında "Pench-deh" ismini kullanmıştır.

Pendik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden önceki yıllarda da yerleşime sahne olmuştur. Frigler Anadolu’da Frigya Devletini kurmadan önce bir süre İstanbul Boğazı ile Sakarya nehri arasındaki bölgeye yerleşmişlerdir.Friglerin bir kolu olan Bebrikler bu bölgeyi Bebrikya olarak isimlendirmiştir.

MÖ. 650 yılında bu bölgeye yerleşen ve buraya Bithynia adını veren topluluk, MÖ. 6. yüzyıl ortalarında Anadolu’ya hakim olmak isteyen Perslerin egemenliğini tanımak zorunda kalmıştır. MÖ. 85 yılında Roma’nın Anadolu’ya, Kalkhedon (Kadıköy)’dan sonra, MÖ. 74 yılında Pendik’in de bağlı olduğu Bithynia bölgesini ele geçirmiştir. Bundan sonra bütün bölgeyle birlikte Pendikion da Roma’nın egemenliğine girmiştir. Bizans hakimiyeti döneminde General Belisarios Pendik’te yaptırdığı villasında yaşamıştır. Pendik, İstanbul’un fethi ile birlikte Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Pendik’te ilk kez 1965 yılında Ord.Prof.Dr.Şevket Aziz Kansu küçük çapta bir sondaj araştırması yapmışsa da yörede ortaya çıkarılan kalıntılar, yeni yerleşimden dolayı ortadan kaldırılmıştır. 1986 yılında İstanbul Üniversitesi’nden Prof.Dr.Halet Çambel, Prof.Dr.Kurt Bittel ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden Edibe Uzunoğlu kısa süreli bir kurtarma kazısı yapmışlardır.Bu çalışmalarda Fikirtepe kültürüne benzeyen yuvarlak planlı, çukurlaştırılmış tabanlı kerpiç yapılar ortaya çıkarılmıştır.

Büyük olasılıkla bu kulübe tipi yapılar Pendik evresi olarak isimlendirilmiş ve Fikirtepe’nin daha eski dönemine tarihlendirilmiştir. Ayrıca burada el yapımı kahverengi ve siyah renklerde çanak çömlekler de bulunmuştur. Burada ele geçen çanak çömleklerin en büyük özellikleri, kapların karın kısmına yerleştirilmiş ikişer veya dörder tane üçgen biçimli tutamaklardır. Bunların üzerleri de geometrik şekillerle bezenmiştir. Kazıda ele geçen kemikler, burada yaşayan insanların evcil hayvanlar beslediğini, avcılık ve balıkçılığın ön planda olduğunu ortaya koymuştur.
MÖ.6 bin yıllarında başladığı sanılan bu kültür Fikirtepe, İçerenköy ile birlikte İstanbul’un ilk yerleşim köylerini temsil etmektedir
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Hebdemon (Bakırköy) Antik Kenti

Antik Çağda adı Hebdemon olan kentin, bilinen en eski tarihi Roma Dönemine dayanmaktadır. Roma İmparatoru Constantinus, Hebdemon’u bir sayfiye yeri olarak değerlendirmiş, buraya saraylar, köşkler ve kiliseler yaptırmıştır. Ayrıca Bizans’ın en önemli askeri limanlarından biri de burada inşa edilmiştir.

İstanbul’un tarihteki en eski yerleşim alanlarından biri olan Bakırköy’ün geçmişi Roma İmparatorluğu dönemine kadar inmektedir. Bizans’ın Avrupa ile bağlantısını sağlayan, Via Egnetia’nın üzerinde bulunduğu bu yerleşim Hebdemon ismi ile tanınıyordu. İmparator Constantinius döneminde burada yazlık saraylar, kiliseler ve av köşkleri yapılmıştır. 1960’dan önceki yıllarda yapılan kazılarda Bizans’ın en eski kiliselerinden Aiyios Ioannes’in kalıntıları ortaya çıkmışsa da ne yazık ki yapılanma sırasında bunlar yok edilmiştir.

Bizans imparatorları Hebdemon’a büyük önem vermiş, buradaki yazlık sarayların yanı sıra hamamlar, bahçeler ve havuzlar yaptırmışlardır. Ancak bunlar Bizans’a yönelik Avar, Bulgar, Arap ve XIII.yüzyılda da Latin istilaları sırasında yakılmış, yıkılmış ve yağmalanmıştır. IV.Haçlı Seferi sırasında yöre İstanbul ile birlikte Latinlerin egemenliği altına girmiştir (1203-1261). Bu dönemde tarihi kaynaklarda Hebdemon’dan söz edilmemektedir. Palaiologos döneminde buradan “Makro Hori (Uzun Köy)” ve “Makri Köy (Uzak Köy)” gibi isimler yakıştırılmıştır. Bu dönemde Bakırköy, eski görkeminden uzaklaşmış bir balıkçı köyü görünümünde idi.

İstanbul’un fethinden sonra Osmanlılar buraya ilgi göstermiş, yazlık konaklar, köşkler, camiler ve hamamlar yaptırmışlardır. Osmanlı döneminde yerleşim burada yoğunlaşmış ve 1925’e kadar Makri Köy ismi ile anılmıştır. Bu tarihten sonra da Bakırköy adını almıştır.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Khrysopolis (Üsküdar) Antik Kenti

yqOin.jpg
Khrysopolis, bugünkü Üsküdar’daki Şemsi Paşa Camisi dolaylarındaki, denize uzanan basık çember biçimindeki bölümde kurulmuştur. Antik Çağda "Khrisopolis", Pers egemenliği döneminde "Hrisopolis", Roma Döneminde "Scutari", Bizanslılar döneminde “Skudarium” olarak anılmıştır.

Khrysopolis, eski Helen dilinde, Altın kenti, Altın Kent anlamına gelmektedir. Üsküdar adının kökeni olan ve Bizans Döneminde kullanılan Skutari adının anlamı ve kökeni ise saptanamamıştır. Hrisopolis adının Skutarion’a nasıl dönüştüğü konusunda da çeşitli varsayımlar öne sürülmektedir. Bir tahmine göre bu sözcük, Grekçe ham ya da tabaklanmış deri anlamına gelen “Skitos”tan türemiştir. MÖ.675’de Khrysopolis, Akad’ların egemenliğine girmiş ve Anadolu’dan getirilen halk buraya yerleştirilmiştir.

Khrysopolis, M.Ö.508’de Pers Kralı Darius’un egemenliği altına girmiş, M.Ö.410’da Atinalı Alkibiades’in zaferiyle sonuçlanan deniz savaşından sonra bu komutan kent çevresine sur yaptırmış ve Boğaz’dan geçen gemilerden taşıdıkları malların değeri oranında geçiş parası almıştır. Xenophon, M.Ö.404 yıllarında On Binler’in Dönüşünden sonra hayatta kalanların, Karadeniz kıyısı yoluyla Khrysopolis’e geldiğini ve burada kaldıkları bir hafta boyunca ellerindeki ganimetleri bölge halkına sattıklarından söz etmektedir.

6toh8.jpg
Büyük İskender ve ondan sonra gelenler, Anadolu’nun kuzeybatısıyla birlikte Khalkedon ve Khrysopolis’de yerleşmişlerdir. M.Ö. 410’dan M.Ö. 333 ’e kadar Atina Egemenliği altında kalan Khrysopolis , M.Ö. 333 ’de Büyük İskender İmparatorluğu’nun bir parçası olmuştur. M.Ö. 129’da Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine girmişse de, M.Ö. 89 ’dan M.Ö. 63 ’e yani Pontus Kralı Mitridad ’ın ölümüne kadar geçen sürede Kalkhedonya ve Skütariyon , Pontus egemenliğinde kalmıştır. Bundan sonra Khrysopolis, 458 yıl Roma egemenliğinde yaşamıştır.

Üsküdar’da, Khrysopolis kentinin bulunduğu alanda, diğer antik kentlerde olduğu gibi, eski yapılara ait taşlardan yararlanılarak yeni yapılanmaya gidilmiştir. Bu nedenle de Khrysopolis’e ait mimari kalıntılar, Osmanlı Döneminde yapılan yerleşme de bunlara eklenince günümüze bu antik kentle ilgili hiçbir kalıntı gelememiştir.


Marmaray (Tüptünel) Kazısı
nIyCU.jpg

İstanbul Boğazı’nın her iki yakasındaki demiryolu hatlarını birleştirecek Marmaray (Tüptünel) Projesi kapsamında gerçekleştirilen arkeolojik kazıların Üsküdar ayağını Temmuz 2005’ten itibaren yürüten İstanbul Arkeoloji Müzeleri arkeologlarından Dr. Şehrazat Karagöz, kazı alanında yaptıkları çalışmaların detaylarını ve elde edilen buluntuları ile ilgili bir açıklama yapmıştır.

Marmaray Üsküdar Aç- Kapa İstasyonu’nun arkeolojik kurtarma kazısının bu projenin ilk kazma vurulan alanı olduğunu belirten Karagöz, çalışmaların İstanbul’un Asya yakasındaki bu yerleşimin antikçağın ünlü Khrysopolis kenti olduğunu kanıtladığını kaydetti. Üsküdar meydanının altında gizli antik bir kentin açığa çıkarılmasının bir çok kazı yerine oranla farklı güçlükler içerdiğinin altını çizen Şehrazat Karagöz, Üsküdar’ın kent trafiğinin düğümlendiği, Boğaziçi köprüsü ve oto yollara ulaşan ara sokaklar ile deniz ulaşımının kesişme noktasında olmasının buradaki çalışmaları güçleştiren başlıca faktörlerden olduğunu söyledi.

7iiiQ.jpg
Kazılarda M.Ö 19-20. yüzyıllarda çeşitli amaçlarla kullanılan depo ve dükkanların temel ve döküntü molozları ile karşılaşıldığını ifade eden Dr. Şehrazat Karagöz Khrysopolis kentinin varlığını kanıtlayan kalıntılar için de; "M.Ö 7-4. yüzyıllar arasına tarihlenen çanak, çömlek parçaları ilk çağın stratejik liman kenti Khrysopolis ile karşı karşıya geldiğimizin müjdeleyicisi olmuştur." "Marmaray kazılarında bölgenin Bizans devrinde de önemli bir yerleşme olduğunu, “Apsidal Yapı” diye tanımlanan kalıntılar gösterir” diyen Karagöz, çevreye yayılmış mimari parçalar ile çanak- çömlek, sikke, madeni eşya gibi buluntuların, bölgede Bizans İmparatorluğu’nun farklı dönemlerinde dinsel bir merkez olduğunun göstergesi olduğunu sözlerine eklemiştir. Karagöz ayrıca Üsküdar kazısında roman ve Bizans dönemlerine ait çok sayıda bezemeli kap parçası, cam şişe, olta, pişmiş toprak kandil, ağırlık ve amfora bulunduğunu belirtmiştir.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Selymbria (Silivri) Antik Kenti

Qqx1J.jpg
MÖ.677’de Yunanistan’nın Megara kentinden gelen göçmenler burada bir Helen kenti kurmuşlardır. Heredotos, Marmara Denizi’nin Trakya kıyılarında “Perinthos gibi, Thrak kaleleri ile Selymbria’nın bir Thrak kenti olmayıp, bir Helen kenti olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, MÖ.677’de oluşan bu kentin Thraklar zamanında mı yoksa Helenler zamanında mı kurulduğu kesinlik kazanamamıştır.

Silivri’deki höyüklerde Ankara İngiliz Arkeoloji Enstitüsünden D.H. French’in 1956 yılından önce yapmış olduğu araştırmalarda ve Ord.Prof.Dr. Şevket Aziz Kansu’nun Kınalı Höyüğündeki kazılarda Geç kalkolitik Çağa inen buluntularla karşılaşılmıştır. Burada ele geçen keramikler Troia I. dönemi ile çok yakın benzerlikleri bulunmaktadır. Bu benzerlikten ötürü Silivri yöresinin MÖ.3000 yılında Troia ile bir bağlantısı açıklık kazanmaktadır. Büyük olasılıkla her iki bölge arasında bir kültür alış verişi bulunmaktadır. Bunun dışında Silivri ve çevresinin 3.000 yıllarına ait başka bir bilgiye rastlanmamaktadır.

Yörenin bundan sonraki dönemi kısmen karanlık olmakla birlikte, ilk yerleşimin MÖ.1200 yıllarında Thraklar tarafından yapıldığı kabul edilmektedir. Nitekim Selymbria ismindeki bria ekinin Thrak dilinde kent veya şehir anlamına geldiği dikkate alınacak olursa yörede Megara Koloni hareketi öncesinde bir Thrak yerleşimi olduğu da kesinlik kazanmaktadır.

MÖ.750-550 yılları arasında Yunanistan’da başlayan kolonizasyon hareketi Ege, Marmara Denizi ve Boğazları geçtikten sonra Karadeniz kıyılarına kadar yayılmıştır. Silivri’nin bulunduğu yerdeki Selymbria kenti de Yunanistan’ın İstmos bölgesinden gelen Dorlar tarafından kurulmuştur. Bu kolonizasyon sırasında İzmit’te Astakos, Kadıköy’de Khalkedon ve Silivri’de de Slymbria kurulmuştur.

APoxM.jpg
MÖ.V.yüzyılda bütün Anadolu ile birlikte bu yöre de Pers egemenliği altına girmiştir. Pers Kralı Kyros 546’da Lydia Kralı Kroisos’u yendikten sonra Traklarla komşu olmuştur. İon kentlerinin Perslere karşı başlattığı isyan hareketinden sonra Trakya kıyısındaki diğer şehirler gibi Slymbria da Perslerin hakimiyetine girmiştir. MÖ.409’da Alkibiades şehri işgal etmiş Slymbria da Atina ile müttefiklik antlaşması imzalamıştır. Peloponnesos Savaşları sonrasında MÖ.408’de Slymbria’da Byzantion’dan sürülen Klearkos’un eline geçmiştir. MÖ.377’de Attika-Delos Deniz Birliği’nin üyesi olmuş ve 357’de Byzantion ile birlikte bu birlikten ayrılmıştır. Bundan sonra her iki kent bir müttefiklik antlaşması yapmışlardır.

MÖ.II. yüzyılın ortalarına kadar önemli bir devlet konumunda olan Slymbria’nın doğu komşusu olan Byzantion ve batı komşusu Perinthos’un güçlenmesinden sonra Slymbria önemini yitirmiştir. Romalılar buraya egemen oldukları sırada Slymbria bir köy konumunda idi. Roma döneminde tarihihlerde Silivri’den çok az söz edilmiştir. Yalnızca Romalı elçi Lucius Cornelius ile Kral Antiokhos MÖ.166’da burada buluşmuşlardır. Bunun dışında Roma dönemi ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

Ancak, yörede Roma dönemine ait lahit parçalarına rastlanmış oluşu Roma varlığını kanıtlamaktadır. Bu dönemde Slymbria’nın Byzantion’un mu yoksa Perinthos’un mu hakimiyetinde olduğu bilinmemektedir. Byzantion’un Constantinopolis ismi ile önem kazanmasından sonra Slymbria’nın da ismine tarihi kaynaklarda rastlanmıştır. İmparator Arkadios’un karısı Eudoksia’dan ötürü IV.yüzyıl sonlarında buraya Eudoksiopolis ismi verilmiştir. Bundan sonra şehir gelişmiş ve önemli bir yerleşim yeri olmuştur. Eudoksia’nın ölümünden sonra bu isim terk edilmiştir. VI.yüzyıl yazarları buradan söz ederken Eudoksiapolis yerine Slymbria’yı kullanmaya başlamışlardır.

Bizans döneminde Silivri Batı Gotların Constantinopolis’e saldırıları sırasında kuşatılmışsa da şehir ele geçirilememiştir. Ancak Ostragotlardan Kral Teodorik’in yöreye akınları sırasında, 479 yılında Silivri işgal edilmiştir. Daha sonra Ostragotlar İtalya yarımadasında bir krallık kurunca Trakya ve Balkanlardan çekilmiş ve Slymbria’da Ostragotların hakimiyetinden kurtulmuştur. Bizans İmparatoru Anastasius Balkanlardan gelen Barbar akınlarını önlemek amacıyla 532 yılında “Anastasius’un Uzun Sur-u” denilen bir sur yaptırmıştır. Bu sur sayesinde Constantinopolis başta olmak üzere Slymbria’da bir yüzyıla yakın akınlardan kurtulmuştur. Bu surlar kısa sürede yapılmalarından ötürü bir deprem sonucunda yıkılmıştır.

I.Iustinianus zamanında (527-565) Slymbria’nın ticaret ve sanatta önemli bir yeri olmuştur. Bizanslı tüccarlar Çin’den ipekçiliği öğrenmiş ve Silivri yöresine bol miktarda dut ekerek ipekböcekçiliğine başlamışlardır. İpekböcekçiliğinin yanı sıra şarapçılık ve tarım oldukça yaygınlaşmıştır.

İmparator Aleksios Komnenos 1082 yılında Bizans’a deniz yolu ile gelecek saldırıları önlemek amacı ile Silivri’de bir Venedik ticaret kolonisinin kurulmasına izin vermiştir. Böylece Venedikliler Silivri limanına gümrük vergisi ödemeden girme ayrıcalığını kazanmışlardır.

8DydA.jpg
Slymbria Bizans’ın merkezine yakınlığından ötürü Haçlı seferleri sırasında yağmalanmış ve 1204’te Latinlerin eline geçmiştir. Bizans imparatorlarından Ioannes Kantekuzenos’un kızı prenses Theodora’nın 1345’te Slymbria’da Sultan Orhan ile evlenmesi kenti bir kez daha ön plana çıkarmıştır.

XV. yüzyılda İstanbul’un fethi öncesinde Slymbria Osmanlılara karşı direnmiş ve sonra teslim olmak zorunda kalmıştır. Bazı kaynaklarda Silivri’nin I.Murat (1361-1389) tarafından fethedildiğini, I.Murat’ın öldürülmesinden sonra yeniden Bizanslıların eline geçtiğini yazmaktadır. I.Yıldırım Beyazıt’ın (1389-1402) Silivri’ye egemen olmasından kısa bir süre sonra Timur yöreye hakim olmuş ve ardından da Bizanslılar yeniden yöreyi ele geçirmişlerdir. Silivri’nin kesin olarak fethi Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) zamanında gerçekleşmiştir.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Philee (Şile) Antik Kenti

JzE5v.jpg
Şile çevresinde yapılan arkeolojik araştırmalarda Prehistorik Çağlarda yörede yerleşim olduğunu gösteren buluntularla karşılaşılmıştır. MÖ.12.000-6.000 arasında Karadeniz kıyı şeridinde önemli bir yerleşim olduğu yüzey araştırmaları ve kazılardan anlaşılmaktadır.

İstanbul’un en eski Prehistorik buluntularına Şile’nin Ağva ve Sahilköy’de (Domalı) rastlanmıştır. Burada yontma taş aletler ve insanların yaşadığı çok sayıda mağara ile karşılaşılmıştır.

MÖ.VII. yüzyılda Miletoslu denizciler tarafından kurulduğu sanılan Şile yöresi Bthynia Krallığı’nın sınırları içerisinde kalmıştır. İlkçağ'da ilçenin kuzey kesiminde Philee isimli antik bir kent bulunuyordu. Bu kent deniz kıyısındaki kumsalın hemen ardında yükselen kayalar üzerinde kurulmuştur. Lydialılar, Persler, Galatlar’dan sonra MÖ.I. yüzyılda Romalılar buraya hakim olmuştur. Hıristiyanlığın baskı altına alındığı dönemlerde özellikle MS.III. yüzyılda bazı Hıristiyan grupları Kızılca, İnkese, Gürlek ve Sofular köyleri yakınlarındaki mağaralara sığınmışlardır. Bunlardan Gürlek Mağarası ilk Hıristiyanların Romalılar tarafından hapsedildikleri bir cezaevi olarak kullanılmıştır. Cenevizliler bir süre buraya hakim olmuş ve günümüze ulaşan kalenin o dönemden kaldığı sanılmaktadır.

Şile'de bulunan Tarihi Eserler Şunlardır:

KALELER :


09YNT.jpg
Şile Kalesi - Heciz Kalesi ve Sarıkavak Kalesidir. Şile Kalesi, tarihsel gelişim içinde önemli bir yer tutmuştur. Bizanslıların yaptığı kale, daha sonraları Osmanlılar tarafından kullanılmıştır. Kale 10x10 m2 genişliğinde ve 12m yüksekliğinde olup, denizden gelebilecek saldırılara karşı koyabilmek amacıyla inşa edilmiştir.

Heciz Kalesi, Yeşil Vadi yakınlarında olup, Bizanslıların yaptırdığı bir kaledir. Vadinin sarp yamaçlarında, bölgeye hakim bir tepede yapılan Kale, Bizans’ı Anadolu’dan gelen akınlara karşı korumak için yapılmıştır.

FENERLER :

1858 - 1859 yılları arasında Sultan Aziz tarafından inşa ettirilmiştir. Taş kısmını Türk Mimarlar, metal aksamı ve mercek-kristal sistemini de Paris’te bulunan Paris - Barbir fabrikasında yapılmıştır. Uluslararası standartlarda birinci sınıf deniz feneridir.

KİLİSELER :

Günümüz Yeniköy’ü, Kurtuluş Savaşı sonuna kadar tüm nüfusu Rumlardan oluşan yaklaşık 4.000 - 5.000 kişilik büyük bir yerleşim birimiydi. Bu yerleşimlerden şimdilerde bazı binaların temel kalıntıları, köprüler, çeşmeler, vaftiz yeri ile kilise harabeleri kalmıştır. Aynı şekilde ilçe merkezinde Maşatlık yani Rum Mezarlığı’da bulunmaktadır. Ancak sadece ihata duvarları sağlam kalmış, onların yükseklikleri de 1,5 - 2m.’dir.

ÇEŞMELER :

Hanımsuyu Çeşmesi, Osmanlılar zamanında Hatice Hanım adında Mısırlı bir kadın tarafından 1871’de yaptırılmış. Günümüzde de suyundan içilen çeşme "Tatlı Su" olarak biliniyor. Kabakoz Köyü Çeşmesi, Şile’nin 11km kuzeyinde Bizanslılar tarafından yaptırılmış. Bu çeşme 600 yıllık tarihi bir geçmişe sahip.

HAMAMLAR :

Eski Hamam kalıntıları ilçe merkezindeki Hamamdere mahallesindedir. Bu yapı Osmanlılar tarafından inşaa edilmiştir.

MAĞARALAR

Gürlek Mağarası, Sofular Mağarası, Meşrutiyet Mağarası, Ekşioğlu Mağarası, Sığır Çopulu Mağarası, Eski Köy Yeri Mağarası, Radıç Çopulu Mağarası, Yukarı Kışla Mağarası, Susıkan Mağarası, Soğuksu Mağarası, Gökmaslı Mağarası.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Khalkedon (Kadıköy) Antik Kenti

Cs9bn.jpg
Kalkhedon, Anadolu kıyılarına yönelik Helen göçleri sırasında, İÖ.685 yılında, Yunanistan’daki Megara kentinden gelen göçmenler tarafından bugünkü Moda Burnu ile Yoğurtçu arasında kalan yerde kurulmuştur.

Kentin adının tam olarak hangi dilde ve ne anlama geldiği bilinmemekle beraber, Helen dilinde Khalkos, bakır ya da Tunç’u, dolayısı ile kızıl rengi anlatmaktadır. Prof.Dr. Bilge Umar, Khalkedon adının, Helen göçmenlerinin yöreyi ele geçirip kent kurdukları sırada, yörenin ya da oradaki köyün adı olan, yerli dilden gelme sözcüğü kendi ağızlarına göre bozmuş ve Khalkedon / Kalkhedon biçimlerinde kullanmış olabileceklerinden söz etmektedir.

Strabon, kentten " Denizden biraz içerilerde, içinde küçük timsahların yaşadığı bir pınar vardı " diye söz ederse de yörede timsahlar olduğuna dair hiçbir belge ve kaynakta bu konu açıklık kazanamamıştır. Khalkedon’dan ilk kez Herodotos söz etmiştir.

M.Ö. 1500-3000 yıl önce Kayışdağı’ndan çıkıp, Kalamış Koyu’na dökülen Kurbağalıdere’nin civarında, insanların yaşadığına dair izler, eserler bulunmuş, ancak bugüne kadar ciddi bir kazı ve inceleme yapılmamıştır. Yalnızca C.Bittel ve Halet Çambel Fikirtepe dolayında ufak bir arkeolojik araştırma yapmış ve o yıllara tarihlenen yapı katları ile çok sayıda keramikleri ortaya çıkarmışlardır. Ancak günümüzde burada yoğunlaşan inşaatlar nedeniyle Fikirtepe’ye ait bütün kalıntılar ortadan kaldırılmıştır. Fikirtepe’de küçük buluntu olarak cam, çekiç olarak kullanılan taşlar, inci taneleri, firuze taşı, tunçtan yapılmış ok ucu, balık iğnesi ve diğer çeşit iğneler ele geçmiştir.

Kadıköy’de, Söğütlüçeşme Caddesi ve Gazhane’de rastlantı sonucu ortaya çıkan kalıntılar nedeniyle küçük çapta bir kazı yapılmış (1942-1952 yılları arasında), bronz çağına ait eserler bulunmuştur. Moda Burnu’nda ise, topraktan yapılmış kandiller, üzerinde boyalı nakışları olan vazolar, öküz heykeli, sakallı erkek başı ve Kalkedon kitabesini ihtiva eden tunç bir levha bulunmuştur.

Kadıköy’de bulunan eserlerin benzerleri Troia’da Hisarlık Bölgesinde de görülmüş, bu nedenle de Khalkedon ile Troia arasında bağlantı olduğu ve bunun da nedeninin ticari ilişkilerden kaynaklandığı sanılmaktadır.

Antik Khalkedon’dan günümüze ulaşabilen herhangi bir eser bulunmamaktadır. İstanbul’a Bizans Döneminde su taşıyan Valens Kemeri (Bozdoğan kemeri)’nin, İS.4.yüzyılda İmparator Valens döneminde, Khalkedon surlarının taşları yerinden sökülüp buraya taşındığı ve kemerin bunlarla yapıldığı bilinmektedir.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Byzantion, Constantinopolis (İstanbul) Antik Kenti

Kentin ilk yerleşimi olan tarihi yarımadanın bilinen en eski ismi Licus (Ligos)’dur. Bu isim tarihi yarımadaya (Eminönü yöresi) doğru akan Lekop Deresinin sağından Haliç vadisine kadar inen yerin ismi idi. Daha sonra bu ismin yerine Antik Çağ kenti olarak gelişen Byzantion almıştır. Kentin kurucusu kabul edilen Bizas’ın anısına verilen bu isim, zamanla bir imparatorluğun ismi olmuştur. Çeşitli dillerde İstanbul’un isimlerinden ve kente verilen sıfatlardan bazıları şunlardır: Secunda Roma (II.Roma), Nova Roma (Yeni Roma), Roma Orientum (Doğu Roma), Megalipolis (Büyük Şehir), Kalipolis (İyi şehir), Konstantinopolis (Konstantinin Kenti), İslambol İstimboli, İstimpolin, Kayzer-i Zemin, Mahrusa-i Konstantiniye, Mahmiye-i İstanbul, Pay-ı Taht-ı Saltanat, Asitane, Beldetü’l Tayyibe, Darü’l Hilafe, Darü’l İslâm, Darü’l Mülk, Darü’s Saltana, der Aliyye, Der-i Devlet, Dergâh-ı Selâtin, Dersaadet ve İstanbul’dur.

Byzantion, M.Ö.VII.yüzyılın ortalarında büyük Yunan göçleri sırasında kurulmuş ve bu döneme ait çok az da olsa çanak çömlek parçaları Sarayburnu çevresinde ele geçmiştir. İstanbul çevresindeki en eski yerleşim yeri, Anadolu yakasındaki Fikirtepe, Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa, Kilyos ve Ambarlı’dır. Bu bölgede, Kalkolitik Çağda, MÖ.3000’in başlarından itibaren yerleşim olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte, İstanbul’un 20 km. batısındaki Küçükçekmece’nin kuzeyindeki kayalık bir tepe üzerinde yer alan Yarımburgaz Mağarası’ndaki buluntular, Orta Paleolitik Çağdan (MÖ.5000-3000) başlayarak burada yerleşimin olduğunu göstermektedir. Nitekim, bu mağara Bizanslılar zamanında kutsal bir yer olarak kabul edilmiştir. Bu verilere karşın, ilk kentin, doğal bir koy olan 7.5 km. uzunluğundaki Haliç (Keras)’in üst tarafında, Alibeyköy ve Kâğıthane dereleri arasındaki dağlık ve yüksek burunda, Silivritepe’de kurulduğu öne sürülmektedir. Ayrıca, bugün Sarayburnu olarak bilinen ve kent surlarıyla kuşatılmış bölgede yerleşim olduğu da bilinmektedir. Plinius, bu kesimde Lygos adı verilen bir köyün bulunduğundan söz etmektedir. MÖ.VIII.- VII. yüzyılda ise Megaralılar Ege ve Marmara kıyılarından Boğaz’a gelerek Sarayburnu (Akra)’nda, büyük olasılıkla Trak yerleşmesinin üzerine kentlerini kurmadan önce Khalkedon (Kadıköy) çevresine yerleşmişlerdir. Bu dönemde, Haliç’in sonunda, Galata’nın bulunduğu kesimde ve Hrisopolis (Üsküdar)’te de Yunanistan’dan gelen koloni yerleşmeleri olduğu bilinmektedir. Sarayburnu’ndaki yerleşme sonradan Byzantion olarak anılmaya başlanmış, diğer kesimleri ise Konstantinopolis’in dış mahalleleri haline gelmiştir. Bu dönemden sonra, M.Ö. 513’te Pers, M.Ö. 479’da Sparta, MÖ. 477 sonrasında Atinalıların egemen buraya egemen olmuşlardır.

RWvKY.jpg
Kent, MÖ. 340-339’da da Makedonya Kralı II. Philippus’un eline geçmiş, Helenistik Çağda Byzantionun, Sirkeci, Sultanahmet ve Ahırkapı çevresinde gelişmiş, tüm yapılar antik akropol olan Topkapı Sarayı ve çevresinin bulunduğu alanda toplanmıştır. Akropolde bulunan kent, taş bloklarla yapılmış sağlam duvarlarla kuşatılmıştır. Burada surların batısında Trakion Kapısı ile 27 kule bulunmaktaydı. Sarayburnu yakınındaki tepede yer alan ve içinde saray, Zeus, Athena, Artemis-Selene ve Poseidon mabetleri, hamamlar, gymnasion , agora, stadion ve tiyatronun bulunduğu Akropolis ayrı bir duvarla kuşatılmıştı. Akropolis yakınında etrafı revaklarla ( porticus ) çevrili, dörtgen planlı bir Agoranın ortasında Apollon, Helios’un tunçtan bir heykeli bulunuyordu. Agoranın batısında Traklara karşı kazanılan bir savaşın anısına yapılmış bir başka meydan daha vardı. Ayrıca şehrin en büyük hamamı olan Akhylleos Hamamı’da bu çevrede idi. Trakya’dan su kanalları aracılığıyla getirilen sular, şehrin içerisindeki açık ve kapalı sarnıçlarda toplanıyordu. Nekropolis (mezarlık) de batıda, surların dışındaydı. MÖ.II. yüzyıl sonlarına kadar, yüksek duvarlarla çevrilmiş Byzantion, zengin bir kentti. Bu refah düzeyinin kaynağını balıkçılıktan elde edilen gelirler, Boğaz’ı geçen gemilerden alınan vergiler ve toprağın verimliliği oluşturmakta idi. Bu durum MS.193 yılında, Roma İmparatorluğunda taht kavgalarının neden olduğu kargaşa dönemine kadar sürmüştür.

OsiJd.jpg
Devletin yönetimini ele geçiren Septimus Severius zamanında (193-211) önce en önemli yapıları ile birlikte büyük ölçüde yıkılan, sonra yeniden daha büyük olarak kurulan kent, oğlu Aurelius Antoninus Caracalla’nın adına izafeten Anatonina olarak tanınmıştır. Sirkeci’den Çemberlitaş’a, oradan da doğuda Marmara Denizi’ne kadar uzanan, ancak günümüze gelememiş surlar Septimus Severus tarafından yaptırılmıştır. Kent merkezi, hamamlar Apollon-Helios ve Aphrodite mabetleri ve tiyatro da dahil olmak üzere anıtsal yapılarla donatılmıştı. Nekropolis (mezarlık), Çemberlitaş’la Beyazıt arasındaki alanda yer almaktaydı. Zamanın ana yolları iki yanda sütunlarla sınırlandırılmıştı ve bu caddelerin en ünlüsü, Divanyolu (Yeniçeriler) Caddesi güzergâhını izleyen Mese Caddesi idi.

Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra Konstantinopolis, yeniden yapılanmaya başlamıştır. Ancak, bunlar yangın, deprem, kuşatma ve isyanlardan ötürü zarar görmüş, çoğunun kalıntıları günümüze ulaşamamıştır. Bizans döneminde şehir, akropolün çevresindeki alanda yapılan Hippodrom, Hagia Sophia, Hagia Eirene ve Sarayburnu’na kadar uzanan Büyük Saray çevresinde toplanmıştı. İmparator Theodosios II. Zamanında şehir genişletilmiş, surlar bugünkü Edirnekapı’dan Balat’a kadar inen alana kadar uzatılmıştır. Kent içerisinde kiliseler, manastırlar yapılmıştır. Kentin ticaret merkezi de Hippodrom’dan bugünkü Beyazıt Meydanı’na kadar uzanan alanda yer alıyordu. Ayrıca çeşitli meydanlar, sütun ve heykellerle bezenmiştir. Bunlardan hemen hepsi günümüze kadar iyi durumda gelebilmiştir.

Bizans İmparatorlarından Arcadius (395-408), II. Theodesius, II. Iustinianus (527-565), Thephios, III. Mikhael kente yeni yapılar eklemiştir. Buna rağmen kentin tarihi yarımadası çeşitli isyanlardan büyük ölçüde etkilenmiş, zaman zaman da yakılıp yıkılmıştır. İstanbul patriği Ioannes Chrisosthomos’un İmparator Arcadius’un karısı Eudoksia ile sürekli çatışması halkı ayaklandırmış, çıkan isyan önlenemeyince Ayasofya başta olmak üzere şehirdeki pek çok yapı yakılıp yıkılmıştır.

oAiAo.jpg
II.Iustinianus’un yaşamını ve tahtını tehlikeye sokan Nika Ayaklanması (532), eşi Theodora ve komutanı Belisarios’un desteği ile bastırılabilmiştir. Bu ayaklanma sonunda şehrin hemen her yanında yangınlar çıkmış, Hagia Sophia, Hagia Eirene ve Samson Ksenodokion zarar görmüştür. Bunun ardından 732 ve 740 depremleri kentin belli başlı anıtlarının yıkılmasına neden olmuştur. Bu arada ilahi hikmetin simgesi sayılan Ayasofya, Nika İhtilalinden sonra yeniden yaptırılmıştır.

Bizans döneminde İstanbul her geçen gün biraz daha gelişmiş, yerleşim artmış, yapılar yoğunlaşmış, çeşitli heykellerle bezeli Hippodrom yenilenmiştir. Hippodrom’dan Marmara’ya uzanan alanda çeşitli yapılardan oluşmuş Büyük Saray inşa edilmiştir. Tarihi yarımadada büyük yollar ve caddeler açılmıştır.

Romalıların şehirlerini dikili taşlarla ve heykellerle süsledikleri bilinmektedir. Bizanslılar da onları örnek alarak şehrin çeşitli yerlerinde sütunlar dikmiş, üzerlerine imparatorlarının heykellerini yerleştirmişlerdir.

Osmanlılar, Konstantinopolis’i ilk kez Sultan Yıldırım Beyazıt döneminde (1389-1402) kuşatmışlardır. Yıldırım Beyazıt Karadeniz’den gelecek yardımları önlemek için, 1396 yılında bugünkü Anadolu Hisarı’nı yaptırmıştır.
Uu8PP.jpg
Fatih Sultan Mehmet’te (1451-1481) onun karşısına Rumeli Hisarı’nı yaptırarak Boğazı kontrol altına almıştır. Böylece İstanbul’un fethi için başlayan çalışmalar arasında, kuşatmada gerekli olacak büyük toplar döktürülmüş, 12 kadırgadan oluşan güçlü bir donanma oluşturulmuş, ordunun sayısı arttırılmış ve yardımı önlemek amacıyla bütün yollar tutulmuştur. Bu arada Cenevizlilerin elinde bulunan Galata’nın savaş sırasında tarafsız kalması da sağlanmıştır. Osmanlılar 2 Nisan 1453’te İstanbul surları önünde görülmüş ve iki aya yakın süreden sonra 24 Mayıs 1453’te şehir ele geçirilmiştir.

İstanbul’un fethinden sonra, öncelikle şehrin yıkılan yapıları onarılmış, Bizanslıların güvenliği sağlanmış ve yeni yerleşim bölgeleri oluşturularak Türkler yerleştirilmiştir.

İstanbul dört yönetim birimine ayrılmıştır. Bunlardan biri imparatorluğun merkezi olan Suriçi, diğerleri Bilad-i Selase olarak isimlendirilen, Büyükçekmece, Küçükçekmece, Çatalca ve Silivri’yi de kapsayan Eyüp yönetimi, diğerleri de Galata ve Üsküdar idi.

Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’a taşınmış ve yeni bir dönem başlamıştır.
 
Düzenleyen yönetici:
Top