• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Kan Çiçekleri ve Kayan Yıldız

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Kan Çiçekleri ve Kayan Yıldız

-Annem için

Gökteki yıldızların bir kısmı daha parlak, topraktan biten çiçekler bu günkünden çok daha fazlayken, şimdi neresi tam olarak bilinemeyen, bu nedenle uzak ya da yakın diyemeyeceğimiz bir ülkede bir kadın, küçük bir evde köpeği ve küçük kızıyla birlikte yaşamaktaydı. Birbirlerinden başka pek bir şeyleri yoktu, bu yüzden bahçelerinde açan her çiçek, gökyüzünde gördükleri her yıldız onlar için değerli, ve karınlarını doyurmak için olmasa da, gönüllerini hoş etmek için birbirleriyle paylaştıkları birer zenginlikti. Açan çiçekleri, bütün günler boyu bahçede koşup oynadığından ilk önce küçük kız görür, annesine gösterirdi. Annesi ise yıllardır aynı gök altında yaşadığından, gökte olan bir değişikliği hemen fark eder, yeni bir yıldız parladığında ayırdına varır ve küçük kıza gösterirdi. Küçük kız henüz durağanlığı kavrayamadığından, durağanlıkta oluşan küçük bir değişimi de kolay fark edemez, annesi çoğu zaman yeni yıldızı küçük kızına göstermek için akla karayı seçerdi. Ancak küçük kız, en çok bir türlü kayan yıldızları görmeyi başaramadığına üzülürdü. Annesi O'na gösterip, O da fark edene kadar, yıldız çoktan kayıp gözden kaybolmuş olurdu. Annesi bunu küçük kızın henüz ölümü bilmemesine yorardı. Çünkü kayan yıldızlar o an tanıdığınız birinin öldüğüne işaret eder, ve yeryüzünde ne kadar uzun yaşarsanız, o kadar çok kayan yıldız görürsünüz. Ancak annesi kızına bu konuda bir şey anlatmaz, sadece kayan yıldız görmeyi dilememesi gerektiğini söylerdi. Bir gün mutlaka küçük kızın da kayan bir yıldız göreceğini ve bununla birlikte fark etse de etmese de bir şey kaybedeceğini eklerdi. Küçük kız ise ayakkabılarını, ya da yürüyüşe çıktıklarında köpeğini kaybedebileceğinden korkarak kayan yıldız görmeyi dilemez, ama yine de nasıl bir şey olduğunu çok merak ederdi.

Yıllar böylece akıp geçti. Yaşadıkları ülkede hava hep sıcak, gökyüzü de berrak olduğundan, neredeyse her güne açan bir çiçek düşmekteydi, ancak tabii ki parlayan yıldızların sayısı o kadar çok değildi. Çiçekleri hala ilk önce küçük kız buluyor, yıldızları da ilk olarak annesi görüyordu. Bir gün bahçede daha önce hiç görmediği türden kırmızı bir çiçeğin açmış olduğunu gördü. Çiçeğin dört tane kadifemsi taç yaprağının her biri neredeyse tek bir noktadan gövdeye birleşiyordu. Pek narindi. Öyle ki, kız taç yapraklarından kopmasından korktuğu için dokunamadı çiçeğe. Ancak hemen eve koşup, annesini çağırdı. Annesi çiçeği görür görmez tanıdı ve kızına anlatmaya başladı:

"Bu çiçeği gördüğümde dokuz yaşındaydım. Bu çiçek bahçemizde uzun yıllar kalacak. İlk taç yaprağı birazdan, sen çiçek hakkındaki tüm sırrı öğrendiğinde düşecek. İlk taç yaprak düşer düşmez çiçeği sulamalıyız, aksi taktirde çiçek ölür ve anlatacaklarımın hiç birisi gerçekleşmez. Bu nedenle ben anlatmaya devam etmeden önce hemen koşup evden su getir."

Küçük kız koşup bir maşrapayla su getirdi evden. Maşrapayı çiçeğin hemen yanına koydu ve yere, annesinin yanına oturup, anlatılacakların devamını beklemeye başladı. Annesi devam etti:

"İkinci taç yaprak düştüğünde; ki bu birkaç yıl içinde olacak, sen kanayacaksın."

Küçük kız hayret ve korkuyla tekrarladı:

"Kanayacak mıyım?"
"Evet, kanayacaksın. Tıpkı bu taç yaprakların koptuklarında kanadıkları gibi kanayacaksın. Canın yanmayacak, ne de yaralanacaksın. Sadece kanayacaksın işte. Daha doğrusu kanamaya başlayacaksın. Bu kan senden akacak, yağmur nasıl toprağa hayat verirse, senin kanın da senin kanından olacaklara hayat verecek. Ancak nasıl yağmurun hayat vermesi için tohuma denk gelmesi gerekirse, sen de öncesinde pek çok defa kanamak, böylelikle her seferinde içini yeniden bir cana hazırlamak zorunda kalacaksın. Üçüncü taç yaprak düştüğünde ise anlayacaksın ki, artık canına can katılmıştır. Can içinde büyüyecek. Senden ayrı serpilecek hale gelince de bağınız kopacak, dördüncü yaprak da düşecek ve kısa sürede içinde taşıdığın canı dünyaya getireceksin. Her taç yaprak düştüğünde sulamalısın çiçeği. Eğer bebeğin erkek olursa, dördüncü taç yaprak düştükten sonra sulamana gerek yok. Çünkü erkek çocukların kan çiçekleri olmaz. Onlar bilmezler bile kan çiçeklerini. Onların hayatında tek bir önemli an vardır, o da babalarının öldüğü andır. Ölümü de öncelemek doğanın işi değildir. Ölüm, ölenle aynı anda gökyüzüne yazılır sadece. Ancak çocuğun kız olursa, çiçeği sulamalısın mutlaka. Böylece senin kızın da büyüdüğünde, kendi kan çiçeğini bulacaktır."

Anne konuşmasını bitirdikten sonra çiçeğin ilk taç yaprağı düştü yere ve yaprağın gövde ile birleştiği yerden bir damla kan rengi sıvı aktı. Küçük kız hemencecik suladı çiçeği. İlerleyen günlerde sürekli çiçeğe baktı. İkinci taç yaprağın düşmesini bekledi. Ancak ikinci taç yaprak iki yıl sonra düştüğünde, kız çoktan çiçeğe her gün bakmayı bırakmış, günlerinin çoğunu bahçede geçirmekten vazgeçmiş, annesine ev işlerinde eşlik etmeye başlamış ve geceleri annesinin gösterdiği yıldızları daha kolay seçer olmuştu. Bir sabah kalktığında bacaklarından sıcak bir sıvının süzüldüğünü hissetti ve yere damlayan kanını görüp, gidip çiçeği suladı. Annesine haber verdi ve kafasını annesinin kucağına koyup, bu yepyeni durum karşısında ne yapacağını pek bilemediğinden ağladı.

Aradan bu sefer çok daha fazla ama yine de her seferinde daha da kısalmış gelen yıllar geçti. Bir gün annesiyle birlikte pazara giderlerken kalabalık bir cenaze alayı gördüler. Tabutu taşıyanlardan en önde olan adam kendi yaşlarında bir gençti. Genç adam çok üzgün görünüyordu. Yanında annesi olduğunu tahmin ettiği bir kadın yürümekteydi. Kız, cenazenin adamın babasının olduğunu anladı ve annesinin sözlerini hatırlayarak adam için çok üzüldü. Geçip gittiler annesiyle pazara doğru. Alışverişlerini yapıp, alacaklarını alıp, satacaklarını satıp, döndüler evlerine. Kız o gece ve takip eden günlerde hep adamı ve ne kadar üzgün göründüğünü düşündü. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra annesiyle yine pazara gittiklerinde adamı gördü tekrar. Ne üzgün ne de mutlu görünüyordu adam. Pazarın girişinde bir tezgahta yaptığı çanakları satıyordu. Kız adamın yanına giderek çanakların fiyatını sordu. Çanak almak istediğinden değil, sadece adamla konuşmak istediğinden gitmişti yanına. Ancak çanaklara hayran olan kız içlerinden birisini almak istedi. Yanında çanağa karşılık verecek hiçbir şeyi olmadığından, adama ertesi gün beğendiği çanakla birlikte evlerine gelmesini ve çanağa karşılık böğürtlenli pasta vermeyi teklif etti.

Adam ertesi gün kızın beğendiği çanakla birlikte evlerine geldiğinde kız sabahtan böğürtlen toplamış ve söz verdiği gibi çanağın karşılığı olan pastayı pişirmişti. Adam kıza çanağı uzattı. Kız adama vereceği pastayı bir kutuya koyup, sarmaya çalışırken adam:

"Çay yok mu? Pastayı çayla birlikte yiyebiliriz." dedi.

Kız içinde binlerce kelebek havalanmış gibi bir his duydu. Hemen su koydu ocağa. Adamı masaya buyur etti ve karşısına oturdu. Bir süre sustular. Birbirlerine bakmadan huzursuzca söyleyecek bir şeyler aradılar. Neyse ki imdatlarına çay yetişti, pasta tabaklara kondu, böylelikle en azından ellerini kollarını ne yapacaklarını düşünmekten kurtuldular. Pasta ve çay bittiğinde yapılabilecek tek şey kalmıştı; seviştiler. Sonra adam kıza sevdiği şeyleri anlatmaya başladı. Kıza yıldızlardan bahsetti. Geçenlerde gördüğü kayan yıldızın daha önce hiç görmediği kadar parlak olduğundan bahsetti. Hala bir kayan yıldız görmemiş olan kız, çok heyecanlandı ve adamdan kayan yıldızı anlatmasını istedi. Adam biraz daha anlattı, gökyüzünde birden parladığını, aşağıya doğru süzüldüğünü, sonra gözden kaybolduğunu söyledi. Kız, kendisinin henüz kayan yıldız görmemiş olduğunu üzülerek belirtti. Adam:

"Kayan yıldız görmeyi dilememelisin, biliyorsun…" diyecek oldu ki, kız atıldı hemen,

"Evet biliyorum, kayan yıldız bir şey kaybettiğim anlamına gelir." dedi. Sonrasında ise adamın gördüğü kayan yıldızı anlatmasına karşılık olarak, Ona kan çiçeğini göstermek istedi. Birlikte bahçeye çıktılar. Kız adamın elinden tutup, adamın çiçeğin başına getirdi. Hayretle bağırdı:

"Üçüncü taç yaprak düşmüş!", hemen eve koşarak su getirdi ve suladı çiçeği. Adama dönüp, artık içinde bir can taşıdığını söyleyecek oldu ki, adam:

"Ne yapıyorsun sen? Burada çiçek yok ki, bir ot bu. Alelade bir ot." dedi. Kız şaşkınlıkla bir adama, bir çiçeğe baktı.

"Gerçekten şu üzerinde son bir kırmızı taç yaprak kalmış çiçeği görmüyor musun?" diye sordu. Adam:

"Ne çiçeği? Bu alelade bir yaban otu. Sulamak için evden su getirmeye değecek bir yanı yok. Hem bunlar kökünden koparılır, aksi takdirde tüm bahçeye yayılır ve baş edilemez bir hal alırlar." diyerek, çiçeği koparmaya yeltendi. Kız var gücüyle itti adamı. Göğsünü yumrukladı. Adam sinirlendi ve

"Deli misin sen? Niçin vuruyorsun bana? Hem de adi bir ayrıkotunu kopartmaya çalıştığım için. Siz annenle burada çok fazla yalnız yaşamaktan kafanızı kaçırmış olmalısınız. Ben gidiyorum." diyerek, kollarını tutan kızdan kurtulup, yola doğru yöneldi. Kız eve koştu, çanağı alıp adamın arkasından fırlattı. Çanak yere düşüp parçalandı. Kız olduğu yere çöküp ağladı bir süre. Adamın kendisine niçin böyle davrandığına anlam veremedi ancak kan çiçeğini göremediği aşikardı. Annesinin sözlerini hatırladı:

"Onlar bilmezler bile kan çiçeklerini. Onların hayatında tek bir önemli an vardır, o da babalarının öldüğü andır."

Adamın babası öldüğüne göre, adamın hayatında başka önemli bir an olmayacaktı yani. Bir çocuğu olacağını bilmesi fark etmezdi demek ki. Kız adama bunu söyleyemediği için mutlu oldu. Gitmesi iyi olmuştu adamın. Böylelikle eğer doğacak çocuğu erkek olursa, babasının öldüğüne tanık olmayacak, onun yerine kan çiçeklerini bilecekti belki.

Akşam
annesi eve döndükten sonra, evlerinin verandasında otururlarken annesine olanları anlattı. Annesi kızına adama kızmaması gerektiğini söyledi. Kızın da, kayan bir yıldız görmediğini, dolayısıyla adamın kaybını anlayamayacağını hatırlattı. Kız birden bire adama ne kaybettiğini sormayı unuttuğunu hatırladı ve bir daha adamı görmemeye karar verdiğinden, bunu asla öğrenemeyeceği için biraz üzüldü. Orada annesinin yanında, ikisi de suskun otururlarken hep adamı düşündü. Birden bire içine nasıl ateş düşürdüğünü, sonra da nasıl soğuttuğunu düşündü. Adamın kollarını, elleri arasından nasıl çekip aldığını, gittiğini, kızın da arkasından çanağı kırdığı için adamdan geride hiçbir şey kalmadığını düşündü. Bunları düşünürken birden bire gözü gökyüzünde bir parıltı yakaladı. Bir yıldız kaydı. Parladı, düştü ve gözden kayboldu öylece. Kız çok heyecanlandı ve gördüğünü annesinin de görüp görmediğini anlamak için, annesinin yüzündeki ifadeyi yakalamak için, gözleri birleşirse annesinin de gördüğünü anlayacak olduğunu bilerek kafasını çevirdi annesinden tarafa. Ancak kayan yıldız annesiydi.

Öylece oturmaya devam etti verandada bir süre daha. Ertesi günkü cenazeden sonra da her gece, verandada altında yaşadığı gökyüzünün, ve bahçesinde açan tüm çiçeklerin sırlarına hakim olarak kan çiçeğinin son taç yaprağının da düşmesini beklediği süre boyunca adamı düşündü. Adamın gitmiş olmasının nedeninin, kendi babasını hiç görmemiş olmasının nedeniyle aynı olduğunu ise neden sonra fark etti.

 
Top