KIZIL YELE
Kızıl Yele annesiyle kırlarda dolaşıyordu. Yeşil çimenler, sarı çiçekler, kırmızı gelincikler gezdiği her yerde onlara gülümsüyordu. Güneş sarışın ışınlarıyla onları okşuyordu. Papatya tarlaları, yolları üzerinde beyaz ve sarı desenli kilimler gibi serilmişti.
Kızıl Yele annesine:
"Anneciğim bu gün hava ne güzel, değil mi?" dedi.
Annesi: "Evet çocuğum, pek güzel. Gün ışığı, çiçekler nasıl da iç içe bir güzellik oluşturuyorlar."
Kızıl Yele:
"Anneciğim akşama kadar bu kırlarda dolaşalım, olmaz mı? Böyle güzel bir günü bir daha ya bulur ya bulamayız. Günlerce hava hep kapalıydı. Siyah bulutlardan başka bir şey göremedik. Ne gün ışığı ne de bir mavilik; ama bugün çok güzel. Bir günlük hürriyet her şeye değer. Nasıl olsa sahibimiz de gelip bizi almadı." dedi.
Annesi:
"Evet, bugün hava bambaşka… Eğer sahibimiz gelip bizi almazsa akşama kadar dolaşabiliriz." dedi.
Kızıl Yele sevincinden bir o yana bir bu yana koştu, birkaç kez havaya çifte attı. Bu, onun sevindiğinde yaptığı hareketlerdendi. Bir taraftan koşuyor, bir taraftan da " Yaşasın, yaşasın ne güzel, akşama kadar oynayacağım!" diyordu.
Annesi onun bu sevinçli haline sadece gülümsüyordu. Kendisi de küçükken sevinçle coştuğu zamanlar toprakta toz kaldırıp, oynayıp zıplar, böyle çimenlerin üzerinde bir sağa bir sola koşardı.
O gün akşama kadar gezip tozdular. Kızıl Yele ise hep oynadı. Kelebekleri kovaladı, bulutlarla yarış etti. Ağaç gölgelerinde serinledi. Kuşlara şakalar yaptı. Onları korkutmak için kuyruğunu salladı.
Onun oyunlarını görseydiniz dayanamaz alıp kucağınıza sevmek isterdiniz.
Akşama kadar ne sahipleri geldi, ne de bir başkası.
Kızıl Yele mutluydu ama annesi endişeliydi.
Öğle oldu, ikindi oldu sahibi gelmemişti. Yoksa onları kırlarda unutmuş muydu? Eğer unuttuysa gece boyu yalnız başlarına bu kırlarda ne yaparlardı?
Halbuki sahibi onları böyle otlamaları için kırlara bırakır, akşama doğru da alıp evine götürürdü.
Bu gün gelmemişti işte. Anne bu sebepten tedirgindi. Geceleri bu yerler pek tekin olmazdı. Ya bir canavar çıkarsa karşılarına... Kendi için değil yavrusu için üzülürdü. Çünkü o daha çok küçüktü. Göreceği günler, yaşayacağı uzun bir ömrü vardı.
Akşama kadar beklediler, ama boşuna. Ne gelen var, ne giden.
İkindinin koyu gölgelerinden sonra, akşamın siyah gölgeleri yeryüzünü zifirî bir karanlığa gömmüştü. Vakit ilerledikçe korkmaya başladılar. Ama asıl endişeli olan annesiydi.
Kızıl yelenin işi işti. Nasıl olsa sıcak bir anne göğsü vardı. Ona sokulur ve bütün korkularını atardı. Ya annesi kime sığınsın?
Akşamın ilerleyen saatlerinde anne ve Kızıl Yele sahiplerinden iyice ümitlerini kestiler. Bir kuytu yer bulmak için yürümeye başladılar.
Hafif hafif bir rüzgâr esiyordu. Rüzgâr gecenin karanlığında göremedikleri papatyalardan, gelinciklerden, mor sümbüllerden onlara kokular getiriyordu.
Yürürken biraz ilerde bir kaya gördüler. Bu epey iri ve yaşlı bir kayaydı. Sanki küçük bir dağ görünümündeydi.
Anne ve Kızıl Yele yavaş yavaş bu kayaya doğru yürüdüler.
Biraz sonra ona ulaşmışlardı. Onun kenarında geceyi geçirmeye karar verdiler.
Vakit epeyce ilerlemişti. Kurt ulumaları, baykuş sesleri sanki onlara tehlike sinyalleri veriyordu.
Anne, kayanın yanına uzandı. Kızıl Yele de onun yanına uzanıp sonra annesine sokuldu. Anne gün boyu yorulduğu için başını yere yaslayıp hemen uykuya daldı. Ama Kızıl Yele'nin gözüne bir türlü uyku girmiyordu.
Tam uykuya dalacaktı ki Kızıl Yele bir fısıltı duydu. Çok korktu. Gözlerini iri iri açtı ve annesine daha da sokuldu. Bütün vücudu tir tir titriyordu. Annesi ise uyuyordu. Kızıl Yele onu uyandırmadı. Ama ona iyice sarıldı.
Fısıltı şimdi daha yakından geliyordu. Kızıl Yele dikkat etti, kulaklarını dikti ve sesi dinledi:
Sanki biri onun ismini söylüyordu:
"Kızıl Yele… Kızıl Yele…"
Kızıl Yele etrafına baktı. Kimsecikler yoktu. Zaten olsaydı da göremezdi. Çünkü etraf zifirî karanlıktı.
Hâlâ ses "Kızıl Yele… Kızıl Yele…" diye onu çağırıyordu. Kızıl yele en sonunda dayanamayıp sordu:
"Kimsin, neredesin? Seni göremiyorum!" dedi.
Ses:
"Yukarıya gökyüzüne bak, beni görebilirsin." diye karşılık verdi.
Kızıl Yele başını gökyüzüne çevirdi, baktı. "Sen misin bana seslenen?" dedi.
Evet, dedi yıldız, "Benim."
"Senin adın ne?"
Deminden beri çağırıyorsun ya işte.
"Kızıl Yele.
O senin asıl adın mı?"
"Evet" dedi Kızıl Yele.
"Ya, senin ismin ne?"
"Benim ismim Vega." dedi yıldız.
Kızıl Yele ona: "Vega mı?" dedi. "O ne biçim isim öyle?"
Bu Batılı bir isim. Beni Avrupalı bilim adamları keşfettikleri için bana bu ismi koymuşlar."
"Ya öyle mi?" dedi Kızıl Yele.
"Evet öyle!" dedi Vega.
"Ama benim bağlı bulunduğum takım yıldızının ismi Kanatlı At'tır. Sizin isminizden alınmış."
Anladığı bir ismi duymak ne güzeldi. Vega'ya:
"Demek ki yabancı değilmişsin. Bizim akrabamız sayılırsın."
Vega gülümsedi bu sözler karşısında.
"Öyleyiz ama, biz sadece bir takım yıldızıyız. Sizin gibi canlı değiliz. Hem de şeklimiz benziyor sadece size. Yoksa bildiğin hakiki at değiliz hani. "
"Peki." dedi Kızıl Yele. "Bana şu kanatlı atı tarif et de görebileyim." Vega ona tarif etti. "Sağa bak, biraz ileriye. Sola bak, biraz geriye." diye tarif etti kanatlı atın şeklini. Kızıl Yele bu parlak yıldızları hayâlinde birleştirdi. Hakikaten bir kanatlı ata benziyordu bu takım yıldızı. Ortasında kare şeklinde parlak yıldızlardan oluşmuş bir gövde ve ondan uzanmış baş, ayaklar ve bir kuyruk. Kanatlar da iki yanda açılmış gibiydi.
Vega ona daha birçok takım yıldızlarından bahsetti. Sonra onların yerini tarif etti. Mesela Kraliçe ve Kral takım yıldızları taca benziyorlardı. Herkül takım yıldızı bir yükü kaldırmış insana benziyordu. Yaz Üçgeni takım yıldızı üç köşeden oluşmuş bir şekildi.
Ama asıl Kızıl Yele'yi şaşırtan ne oldu biliyor musunuz? Küçük Ayı ve Büyük Ayı takım yıldızları. Onlara baktığında bir büyük, bir küçük ayıyla karşılaşacağını zanneden Kızıl Yele, karşısında birer cezve görünce önce şaşırdı, sonra katıla katıla güldü. Vega onun gülme sebebini anlayamadı. Ama konuyu anlayınca o da gülmeye başladı. Kızıl Yele en son, gülerek bir espiri yaptı: "Bunlarla ancak sahibimiz kahve pişirir ve afiyetle içer." dedi küçücük ağzıyla. Az kalsın annesi uyanacaktı sesinden.
Arabacı Takım yıldızı ise tam bir arabaya benziyordu. Ara sıra annesinin koşulduğu tahtadan yapılmış arabaya... Onun en çok hoşuna giden ise Kuğu takım yıldızlarıydı. Uzun boynuyla sanki bembeyaz bir kuğuyu görür gibi oldu gökyüzünde. Ya biraz gerisinde Kartal takım yıldızını görünce ne düşündü dersiniz? Kuğuyu koşturan bir kartal... Bu ona ürperti verdi. "Kaç kaç, hızlı uç!" diyesi geldi kuğuya. Ama bunlar sadece şekilden başka bir şey değildi. Heyecanlanması yersizdi. Boğa takım yıldızının şekli de tam evlerindeki boğaya benziyordu. Sahibi ara sıra onu çifte koşardı. Annesi ise işten kurtulurdu böylece
Vega Yıldızı neredeyse ona bütün gökyüzünü tanıtmıştı. Gökyüzünün bu güzelliği ona sahibinin bir zamanlar yapmış olduğu duayı hatırlattı. O gün harman yerinden geliyorlardı. Annesinin yanında o da vardı. İnce, zayıf bacaklarıyla tin tin yürüyordu. Annesi arabaya koşulmuştu. Harmandan kaldırılan ürünleri ambara götürüyorlardı. Akşam olmuş, henüz eve gelememişlerdi. Sahibi yolda şöyle dua ediyordu:
"Ey şu parlak yıldızlarla dolu gökleri yaratan Ulu Allah'ım! Bizim de harmanımızın ürünlerini ahirette bol eyle. İyilik ve güzellik ürünlerimiz yüzümüzü ak etsin. Harmanımız bol ve bereketli olsun. Aynı şu göklerdeki yıldız harmanı gibi bol ve bereketli."
İşte bu duayı düşündü bir an Kızıl Yele. O gün bu sözlerin manasını anlamamıştı. Ama bugün anlıyordu...
Onun daldığını gören Vega bir soru sordu:
"Kızıl Yele sen rüya görür müsün?"
Kızıl Yele:
Elbette, dedi. "Hem de insanlar gibi rüya görürüm. Gördüğüm rüyaları anneme anlatırım. O ise onları yorumlar. Başımıza gelecek şeyleri bazen bu rüyalardan çıkarırız."
Vega gülümsedi. "Ne güzel!" dedi.
Sonra da:
"Epey yorgun görünüyorsun. Nerdeyse gözlerin kapandı kapanacak. Herhalde uykun geldi. Haydi, beraberce uyuyalım, ne dersin?" dedi.
Kızıl Yele:
"Gerçekten çok uykum var!" dedi. "Belki bir başka gün yine seninle böyle bir kırda sohbet ederiz."
"İnşallah" dedi Vega. "O günü iple çekeceğim!"
Kızıl Yele ona iyi geceler diledi. Vega da ona "iyi geceler" diye karşılık verdi.
İkisi de tatlı bir uykuya daldılar. Kızıl Yele gecenin ilerleyen saatlerinde serin esmeye başlayan rüzgârla biraz üşümüştü. Bu sebepten annesine iyice sokuldu. Onun şefkatli sıcaklığını bütün vücudunda hissediyordu.
Kır çiçekleri, hâlâ tatlı tatlı esen rüzgârla onların üzerine kokular serpmeye devam etti.
Kızıl Yele annesiyle kırlarda dolaşıyordu. Yeşil çimenler, sarı çiçekler, kırmızı gelincikler gezdiği her yerde onlara gülümsüyordu. Güneş sarışın ışınlarıyla onları okşuyordu. Papatya tarlaları, yolları üzerinde beyaz ve sarı desenli kilimler gibi serilmişti.
Kızıl Yele annesine:
"Anneciğim bu gün hava ne güzel, değil mi?" dedi.
Annesi: "Evet çocuğum, pek güzel. Gün ışığı, çiçekler nasıl da iç içe bir güzellik oluşturuyorlar."
Kızıl Yele:
"Anneciğim akşama kadar bu kırlarda dolaşalım, olmaz mı? Böyle güzel bir günü bir daha ya bulur ya bulamayız. Günlerce hava hep kapalıydı. Siyah bulutlardan başka bir şey göremedik. Ne gün ışığı ne de bir mavilik; ama bugün çok güzel. Bir günlük hürriyet her şeye değer. Nasıl olsa sahibimiz de gelip bizi almadı." dedi.
Annesi:
"Evet, bugün hava bambaşka… Eğer sahibimiz gelip bizi almazsa akşama kadar dolaşabiliriz." dedi.
Kızıl Yele sevincinden bir o yana bir bu yana koştu, birkaç kez havaya çifte attı. Bu, onun sevindiğinde yaptığı hareketlerdendi. Bir taraftan koşuyor, bir taraftan da " Yaşasın, yaşasın ne güzel, akşama kadar oynayacağım!" diyordu.
Annesi onun bu sevinçli haline sadece gülümsüyordu. Kendisi de küçükken sevinçle coştuğu zamanlar toprakta toz kaldırıp, oynayıp zıplar, böyle çimenlerin üzerinde bir sağa bir sola koşardı.
O gün akşama kadar gezip tozdular. Kızıl Yele ise hep oynadı. Kelebekleri kovaladı, bulutlarla yarış etti. Ağaç gölgelerinde serinledi. Kuşlara şakalar yaptı. Onları korkutmak için kuyruğunu salladı.
Onun oyunlarını görseydiniz dayanamaz alıp kucağınıza sevmek isterdiniz.
Akşama kadar ne sahipleri geldi, ne de bir başkası.
Kızıl Yele mutluydu ama annesi endişeliydi.
Öğle oldu, ikindi oldu sahibi gelmemişti. Yoksa onları kırlarda unutmuş muydu? Eğer unuttuysa gece boyu yalnız başlarına bu kırlarda ne yaparlardı?
Halbuki sahibi onları böyle otlamaları için kırlara bırakır, akşama doğru da alıp evine götürürdü.
Bu gün gelmemişti işte. Anne bu sebepten tedirgindi. Geceleri bu yerler pek tekin olmazdı. Ya bir canavar çıkarsa karşılarına... Kendi için değil yavrusu için üzülürdü. Çünkü o daha çok küçüktü. Göreceği günler, yaşayacağı uzun bir ömrü vardı.
Akşama kadar beklediler, ama boşuna. Ne gelen var, ne giden.
İkindinin koyu gölgelerinden sonra, akşamın siyah gölgeleri yeryüzünü zifirî bir karanlığa gömmüştü. Vakit ilerledikçe korkmaya başladılar. Ama asıl endişeli olan annesiydi.
Kızıl yelenin işi işti. Nasıl olsa sıcak bir anne göğsü vardı. Ona sokulur ve bütün korkularını atardı. Ya annesi kime sığınsın?
Akşamın ilerleyen saatlerinde anne ve Kızıl Yele sahiplerinden iyice ümitlerini kestiler. Bir kuytu yer bulmak için yürümeye başladılar.
Hafif hafif bir rüzgâr esiyordu. Rüzgâr gecenin karanlığında göremedikleri papatyalardan, gelinciklerden, mor sümbüllerden onlara kokular getiriyordu.
Yürürken biraz ilerde bir kaya gördüler. Bu epey iri ve yaşlı bir kayaydı. Sanki küçük bir dağ görünümündeydi.
Anne ve Kızıl Yele yavaş yavaş bu kayaya doğru yürüdüler.
Biraz sonra ona ulaşmışlardı. Onun kenarında geceyi geçirmeye karar verdiler.
Vakit epeyce ilerlemişti. Kurt ulumaları, baykuş sesleri sanki onlara tehlike sinyalleri veriyordu.
Anne, kayanın yanına uzandı. Kızıl Yele de onun yanına uzanıp sonra annesine sokuldu. Anne gün boyu yorulduğu için başını yere yaslayıp hemen uykuya daldı. Ama Kızıl Yele'nin gözüne bir türlü uyku girmiyordu.
Tam uykuya dalacaktı ki Kızıl Yele bir fısıltı duydu. Çok korktu. Gözlerini iri iri açtı ve annesine daha da sokuldu. Bütün vücudu tir tir titriyordu. Annesi ise uyuyordu. Kızıl Yele onu uyandırmadı. Ama ona iyice sarıldı.
Fısıltı şimdi daha yakından geliyordu. Kızıl Yele dikkat etti, kulaklarını dikti ve sesi dinledi:
Sanki biri onun ismini söylüyordu:
"Kızıl Yele… Kızıl Yele…"
Kızıl Yele etrafına baktı. Kimsecikler yoktu. Zaten olsaydı da göremezdi. Çünkü etraf zifirî karanlıktı.
Hâlâ ses "Kızıl Yele… Kızıl Yele…" diye onu çağırıyordu. Kızıl yele en sonunda dayanamayıp sordu:
"Kimsin, neredesin? Seni göremiyorum!" dedi.
Ses:
"Yukarıya gökyüzüne bak, beni görebilirsin." diye karşılık verdi.
Kızıl Yele başını gökyüzüne çevirdi, baktı. "Sen misin bana seslenen?" dedi.
Evet, dedi yıldız, "Benim."
"Senin adın ne?"
Deminden beri çağırıyorsun ya işte.
"Kızıl Yele.
O senin asıl adın mı?"
"Evet" dedi Kızıl Yele.
"Ya, senin ismin ne?"
"Benim ismim Vega." dedi yıldız.
Kızıl Yele ona: "Vega mı?" dedi. "O ne biçim isim öyle?"
Bu Batılı bir isim. Beni Avrupalı bilim adamları keşfettikleri için bana bu ismi koymuşlar."
"Ya öyle mi?" dedi Kızıl Yele.
"Evet öyle!" dedi Vega.
"Ama benim bağlı bulunduğum takım yıldızının ismi Kanatlı At'tır. Sizin isminizden alınmış."
Anladığı bir ismi duymak ne güzeldi. Vega'ya:
"Demek ki yabancı değilmişsin. Bizim akrabamız sayılırsın."
Vega gülümsedi bu sözler karşısında.
"Öyleyiz ama, biz sadece bir takım yıldızıyız. Sizin gibi canlı değiliz. Hem de şeklimiz benziyor sadece size. Yoksa bildiğin hakiki at değiliz hani. "
"Peki." dedi Kızıl Yele. "Bana şu kanatlı atı tarif et de görebileyim." Vega ona tarif etti. "Sağa bak, biraz ileriye. Sola bak, biraz geriye." diye tarif etti kanatlı atın şeklini. Kızıl Yele bu parlak yıldızları hayâlinde birleştirdi. Hakikaten bir kanatlı ata benziyordu bu takım yıldızı. Ortasında kare şeklinde parlak yıldızlardan oluşmuş bir gövde ve ondan uzanmış baş, ayaklar ve bir kuyruk. Kanatlar da iki yanda açılmış gibiydi.
Vega ona daha birçok takım yıldızlarından bahsetti. Sonra onların yerini tarif etti. Mesela Kraliçe ve Kral takım yıldızları taca benziyorlardı. Herkül takım yıldızı bir yükü kaldırmış insana benziyordu. Yaz Üçgeni takım yıldızı üç köşeden oluşmuş bir şekildi.
Ama asıl Kızıl Yele'yi şaşırtan ne oldu biliyor musunuz? Küçük Ayı ve Büyük Ayı takım yıldızları. Onlara baktığında bir büyük, bir küçük ayıyla karşılaşacağını zanneden Kızıl Yele, karşısında birer cezve görünce önce şaşırdı, sonra katıla katıla güldü. Vega onun gülme sebebini anlayamadı. Ama konuyu anlayınca o da gülmeye başladı. Kızıl Yele en son, gülerek bir espiri yaptı: "Bunlarla ancak sahibimiz kahve pişirir ve afiyetle içer." dedi küçücük ağzıyla. Az kalsın annesi uyanacaktı sesinden.
Arabacı Takım yıldızı ise tam bir arabaya benziyordu. Ara sıra annesinin koşulduğu tahtadan yapılmış arabaya... Onun en çok hoşuna giden ise Kuğu takım yıldızlarıydı. Uzun boynuyla sanki bembeyaz bir kuğuyu görür gibi oldu gökyüzünde. Ya biraz gerisinde Kartal takım yıldızını görünce ne düşündü dersiniz? Kuğuyu koşturan bir kartal... Bu ona ürperti verdi. "Kaç kaç, hızlı uç!" diyesi geldi kuğuya. Ama bunlar sadece şekilden başka bir şey değildi. Heyecanlanması yersizdi. Boğa takım yıldızının şekli de tam evlerindeki boğaya benziyordu. Sahibi ara sıra onu çifte koşardı. Annesi ise işten kurtulurdu böylece
Vega Yıldızı neredeyse ona bütün gökyüzünü tanıtmıştı. Gökyüzünün bu güzelliği ona sahibinin bir zamanlar yapmış olduğu duayı hatırlattı. O gün harman yerinden geliyorlardı. Annesinin yanında o da vardı. İnce, zayıf bacaklarıyla tin tin yürüyordu. Annesi arabaya koşulmuştu. Harmandan kaldırılan ürünleri ambara götürüyorlardı. Akşam olmuş, henüz eve gelememişlerdi. Sahibi yolda şöyle dua ediyordu:
"Ey şu parlak yıldızlarla dolu gökleri yaratan Ulu Allah'ım! Bizim de harmanımızın ürünlerini ahirette bol eyle. İyilik ve güzellik ürünlerimiz yüzümüzü ak etsin. Harmanımız bol ve bereketli olsun. Aynı şu göklerdeki yıldız harmanı gibi bol ve bereketli."
İşte bu duayı düşündü bir an Kızıl Yele. O gün bu sözlerin manasını anlamamıştı. Ama bugün anlıyordu...
Onun daldığını gören Vega bir soru sordu:
"Kızıl Yele sen rüya görür müsün?"
Kızıl Yele:
Elbette, dedi. "Hem de insanlar gibi rüya görürüm. Gördüğüm rüyaları anneme anlatırım. O ise onları yorumlar. Başımıza gelecek şeyleri bazen bu rüyalardan çıkarırız."
Vega gülümsedi. "Ne güzel!" dedi.
Sonra da:
"Epey yorgun görünüyorsun. Nerdeyse gözlerin kapandı kapanacak. Herhalde uykun geldi. Haydi, beraberce uyuyalım, ne dersin?" dedi.
Kızıl Yele:
"Gerçekten çok uykum var!" dedi. "Belki bir başka gün yine seninle böyle bir kırda sohbet ederiz."
"İnşallah" dedi Vega. "O günü iple çekeceğim!"
Kızıl Yele ona iyi geceler diledi. Vega da ona "iyi geceler" diye karşılık verdi.
İkisi de tatlı bir uykuya daldılar. Kızıl Yele gecenin ilerleyen saatlerinde serin esmeye başlayan rüzgârla biraz üşümüştü. Bu sebepten annesine iyice sokuldu. Onun şefkatli sıcaklığını bütün vücudunda hissediyordu.
Kır çiçekleri, hâlâ tatlı tatlı esen rüzgârla onların üzerine kokular serpmeye devam etti.