Körfez Savaşı
Körfez Savaşı 2 Ağustos 1990 günü Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başladı. Iran Savaşı boyunca büyük bir güç biriktirmiş olan Irak bunu Basra Körfezi'ne çıkışını genişletmek için kullanmaya karar verdi. Kuveyt'in petrol kaynaklan da cazip bir ek ödül olacaktı. Irak lideri Saddam bu küçük ülkenin aniden zaptı ve ilhakını başarabilirse yaptıklarının yanına kâr kalabileceğini hesapladı. Fakat hesabı yanlış çıktı, çünkü petrol bölgesi batının hayati çıkar alanına giriyordu ve batıya yaslanan bir Arap rejiminin yok edilmesi ABD’nin başta Suudi Arabistan olmak üzere diğer ülkelerdeki itibarını da yok edebilirdi. Zaten petrol bölgesini tehdit eden büyük bir bölgesel gücün oluşması batının kabul edemeyeceği bir şeydi. Askeri analizciler Irak'ın Suudi Arabistan'a da ilerlemesi halinde batılı koalisyon güçlerinin yığınak için altyapısı olan üslerden mahrum kalacağını ve olayların başka bir seyir izleyebileceğini belirtmişlerdir. Ama Saddam'ın bu derece büyük bir tasavvuru gerçekleştirebilecek cesareti bulması kolay değildi ve ayrıca ilk günlerde politik bir çözüm ihtimali çerçevesinde Arap desteğini bir kenara bırakması düşünülemezdi. Ama süreç içerisinde bu beklentinin ham hayal olduğu anlaşıldı. Ürdün hariç tüm Arap ülkeleri ABD’nin yanında yer aldılar. Bu ülke de daha sonra tutumunu değiştirecekti.
ABD ilk günden itibaren Birleşmiş Milletler desteğini arkasına alarak başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez'e büyük bir yığınak yapmaya başladı. 15 Ocak 1991 tarihine kadar ABD yığınağı 527.000 asker, 1.550 uçak, 600 savaş helikopteri ve 200 gemiye ulaştı. Başta İngiltere ye Fransa olmak üzere 35 ülkenin katkısıyla yığınağın toplam gücü 732.000 asker, 2.100 uçak ve 2.500 tanka çıktı. Türkiye'de 120.000 kişilik bir gücü Irak'ın kuzey sınırına yığarak Irak'ın bir miktar gücü burada tutmasına yol açtı.
Müttefik operasyonunun hazırlanmasına büyük bir cephane stokunun biriktirilmesine başlandı, çünkü Irak'ın Kuveyt'ten en az kayıpla atılması için çok yoğun bir bombardıman planı hazırlanmaktaydı. Bütün bunlar devasa bir planlama gerektiriyordu. Sadece haftalık 8.5 milyon öğün yemeğin çölde temini ve dağıtımı bile meselenin büyüklüğünü sergilemeye yeter. Öte yandan savaşın finansmanı için dünya çapında bir organizasyon da yapılmakta ve bölgeden petrol çeken tüm ülkelerden katkı payı alınmaktaydı. Hiçbir ülkenin bu dev masrafları tek başına yüklenmesi beklenemezdi. On yıl sonra yapılacak olan Irak Savaşı’nda ise durum değişecek ve ABD savaş masraflarını tek başına üstlenmekten çekinmeyecekti.
Irak tehdidin ciddiliğini görünce Kuveyt'e yarım milyona yakın asker ve büyük bir tank ve topçu gücü yığarak savunma hazırlığına girişti. Büyük bir kısmı bombardımana karşı yeraltına gömülen bu ordu pasif savunmaya geçerek yenilgiyi başından kabul etti. (Pasif savunma askerlik alanındaki en ilkel düşünceye tekabül eder). Buna karşın, koalisyon güçlerinin yapacağı harekat ise coğrafya tarafından adeta dikte ettirilmişti: Kuveyt'teki Irak mevzilerine yapılacak bir tespit saldırısı ve denizden yapılacak bir çıkarma gösterisiyle Saddam'ın kuvvetlerini bağlamak ve esas saldırıyı kuzeybatıdan kuzeydoğuya doğru yaparak Kuveyt'in Irak ile bağını kesmek. Bu şekilde kuşatılan birliklerin teslimi sağlanacaktı. Bu son derece aşikar plana karşı İraklıların yapması gereken hareketli bir savunmaya geçerek, eri azından mevzi saldırılarla koalisyon güçlerinin dengesini bozmak ve güçlerini istedikleri gibi yerleştirmelerini önleyecek tehdit yolları üretmekti. Ayrıca Kuveyt'in batısındaki esas taarruz bölgesinde denge bozucu eylemler hazırlanması beklenirdi. Yaptıkları yegane hücum olan Hafçi harekatının son derece sınırlı olmasına rağmen oldukça heyecan uyandırdığı hatırlanmalıdır. Ne var ki İraklıların adeta mağlubiyeti peşinen kabul ettikleri görülmektedir. Onlar sadece nasıl teslim olacaklarını düşündükçe askerlik sanatının gereklerini yerine getirmeleri beklenemezdi. Bu durum eğitimsiz askerlerinin ABD’nin yüksek ateş gücü karşısında nasıl direnecekleri konusunu yeterince incelemedikleri düşündürmektedir. Buna karşı güçlerini dağıtmaları, yüzbinlerce askeri olan hantal tümen ve kolordular yerine hızlı ve küçük birliklerle operasyon yapmaları, ve derinlemesine kademelenmeleri gerekirdi. Keza daha ilk Amerikan birliği gelirken müdahale etmeleri ve ABD yığınak planını bozmaları da askerliğin gereğiydi. Bu kadarı da olmaz dedirtecek kadar, tam da gerekenlerin tersini yaptılar.
17 Ocak gece yarısı koalisyon güçlerinin devasa bir hava saldırısıyla perde açıldı, ilk hedefleri Irak komuta ve kontrol merkezleri, füze ve uçaksavar üsleri, havaalanları, uçaklar ve radarlardı. Bundan sonra helikopterler, sabit mevziler, tanklar ve ikmal olanaklarıyla birlikte ulaştırma altyapısının imhasına girişildi. Toplam 120.000 sortide 200.000 tonluk bombardımanla Irak aşırı bir yıkıma uğratıldı. Hedeflerin yeteri kadar yumuşatıldığına karar veren komuta heyeti 24 Şubat günü rahatça ilerlemeye başladılar. 100 saat süren bu kara harekatı adeta manevra sorunlarıyla uğraşır gibi (ve hemen hemen manevra düzeyindeki kayıplarla) icra edildi. 4.200 Irak tankından 4.000'i, top ve zırhlı araçlarının üçte ikisi tahrip edildi. 7 Mart’ta ateşkes ilan edildiği sırada 42 tümeni imha edilen veya kayba uğrayarak savaştan düşen Irak artık bir askeri güç olarak silinmişti.
Irak savaş sırasında çoğu İsrail’e yönelen füze saldırılarıyla ve kimyasal silah kullanmak tehdidiyle psikolojik boyutu ağır basan bir mücadele yürütmüş, fakat bunlardan istediği sonucu alamamıştır. Öte yandan bombardımana karşı hazırladığı sahte tesislerin oldukça başarılı olduğu ve binlerce ton bomba ile birçok pahalı füzenin boş yere sarf edildiği savaştan sonra anlaşılmıştı. Ayrıca, koalisyon güçlerinin elektronik savaş yöntemleriyle Irak hava savunmasını etkisizleştirdiği de görüldü. Böylece aslında çok sayıda etkin sistemden oluşan Irak uçaksavarları müttefik hava unsurlarına zarar veremedi. Hava savunması olmadığı için avcılar bombardıman uçağı olarak kullanıldılar. Bu durum bombardıman olanaklarını büyük ölçüde artırdı. Sonuçta, F-16'lar fazla uzak olmayan mesafelere 12 adet 250'şer kiloluk bombayı taşıyabiliyor (neredeyse eski B-17'ler kadar) ve bunları hedefe, çok daha isabetli şekilde bırakabiliyordu.
Körfez muharebeleri kara-hava savaşı doktrinin maksimum düzeyde uygulamalarına sahne oldu. İraklılar müttefik yığınağına müdahale etmeyince olay bir tiyatro sahnesi gibi hazırlanabildi -ki bu gelecekteki herhangi bir savaşta tekrarlanması zor bir olaydır. Kimse karşı tarafın yığınağını pasif bir şekilde seyretmez. Irak şayet politik çözüme bel bağladıysa bunun da politik körlükten başka bir şey olmadığı aşikardı, çünkü koalisyon güçlerinin yaptığı bir tehdit yığınağı değdi, savaş yığınağı yaptıkları son derece açıktı. Bunu anlamamak adeta imkansızdı. Bazı kaynaklar Saddam’ın Kuveyt’in işgaline müdahale edilmeyeceği yolunda sahte batı güvencelerine kandığını ifade etmektedir. Bu da, şayet doğruysa, Irak’ın aymazlığı için geçerli bir bahane sayılamaz.
Körfez Savaşı 2 Ağustos 1990 günü Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başladı. Iran Savaşı boyunca büyük bir güç biriktirmiş olan Irak bunu Basra Körfezi'ne çıkışını genişletmek için kullanmaya karar verdi. Kuveyt'in petrol kaynaklan da cazip bir ek ödül olacaktı. Irak lideri Saddam bu küçük ülkenin aniden zaptı ve ilhakını başarabilirse yaptıklarının yanına kâr kalabileceğini hesapladı. Fakat hesabı yanlış çıktı, çünkü petrol bölgesi batının hayati çıkar alanına giriyordu ve batıya yaslanan bir Arap rejiminin yok edilmesi ABD’nin başta Suudi Arabistan olmak üzere diğer ülkelerdeki itibarını da yok edebilirdi. Zaten petrol bölgesini tehdit eden büyük bir bölgesel gücün oluşması batının kabul edemeyeceği bir şeydi. Askeri analizciler Irak'ın Suudi Arabistan'a da ilerlemesi halinde batılı koalisyon güçlerinin yığınak için altyapısı olan üslerden mahrum kalacağını ve olayların başka bir seyir izleyebileceğini belirtmişlerdir. Ama Saddam'ın bu derece büyük bir tasavvuru gerçekleştirebilecek cesareti bulması kolay değildi ve ayrıca ilk günlerde politik bir çözüm ihtimali çerçevesinde Arap desteğini bir kenara bırakması düşünülemezdi. Ama süreç içerisinde bu beklentinin ham hayal olduğu anlaşıldı. Ürdün hariç tüm Arap ülkeleri ABD’nin yanında yer aldılar. Bu ülke de daha sonra tutumunu değiştirecekti.
ABD ilk günden itibaren Birleşmiş Milletler desteğini arkasına alarak başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez'e büyük bir yığınak yapmaya başladı. 15 Ocak 1991 tarihine kadar ABD yığınağı 527.000 asker, 1.550 uçak, 600 savaş helikopteri ve 200 gemiye ulaştı. Başta İngiltere ye Fransa olmak üzere 35 ülkenin katkısıyla yığınağın toplam gücü 732.000 asker, 2.100 uçak ve 2.500 tanka çıktı. Türkiye'de 120.000 kişilik bir gücü Irak'ın kuzey sınırına yığarak Irak'ın bir miktar gücü burada tutmasına yol açtı.
Müttefik operasyonunun hazırlanmasına büyük bir cephane stokunun biriktirilmesine başlandı, çünkü Irak'ın Kuveyt'ten en az kayıpla atılması için çok yoğun bir bombardıman planı hazırlanmaktaydı. Bütün bunlar devasa bir planlama gerektiriyordu. Sadece haftalık 8.5 milyon öğün yemeğin çölde temini ve dağıtımı bile meselenin büyüklüğünü sergilemeye yeter. Öte yandan savaşın finansmanı için dünya çapında bir organizasyon da yapılmakta ve bölgeden petrol çeken tüm ülkelerden katkı payı alınmaktaydı. Hiçbir ülkenin bu dev masrafları tek başına yüklenmesi beklenemezdi. On yıl sonra yapılacak olan Irak Savaşı’nda ise durum değişecek ve ABD savaş masraflarını tek başına üstlenmekten çekinmeyecekti.
17 Ocak gece yarısı koalisyon güçlerinin devasa bir hava saldırısıyla perde açıldı, ilk hedefleri Irak komuta ve kontrol merkezleri, füze ve uçaksavar üsleri, havaalanları, uçaklar ve radarlardı. Bundan sonra helikopterler, sabit mevziler, tanklar ve ikmal olanaklarıyla birlikte ulaştırma altyapısının imhasına girişildi. Toplam 120.000 sortide 200.000 tonluk bombardımanla Irak aşırı bir yıkıma uğratıldı. Hedeflerin yeteri kadar yumuşatıldığına karar veren komuta heyeti 24 Şubat günü rahatça ilerlemeye başladılar. 100 saat süren bu kara harekatı adeta manevra sorunlarıyla uğraşır gibi (ve hemen hemen manevra düzeyindeki kayıplarla) icra edildi. 4.200 Irak tankından 4.000'i, top ve zırhlı araçlarının üçte ikisi tahrip edildi. 7 Mart’ta ateşkes ilan edildiği sırada 42 tümeni imha edilen veya kayba uğrayarak savaştan düşen Irak artık bir askeri güç olarak silinmişti.
Irak savaş sırasında çoğu İsrail’e yönelen füze saldırılarıyla ve kimyasal silah kullanmak tehdidiyle psikolojik boyutu ağır basan bir mücadele yürütmüş, fakat bunlardan istediği sonucu alamamıştır. Öte yandan bombardımana karşı hazırladığı sahte tesislerin oldukça başarılı olduğu ve binlerce ton bomba ile birçok pahalı füzenin boş yere sarf edildiği savaştan sonra anlaşılmıştı. Ayrıca, koalisyon güçlerinin elektronik savaş yöntemleriyle Irak hava savunmasını etkisizleştirdiği de görüldü. Böylece aslında çok sayıda etkin sistemden oluşan Irak uçaksavarları müttefik hava unsurlarına zarar veremedi. Hava savunması olmadığı için avcılar bombardıman uçağı olarak kullanıldılar. Bu durum bombardıman olanaklarını büyük ölçüde artırdı. Sonuçta, F-16'lar fazla uzak olmayan mesafelere 12 adet 250'şer kiloluk bombayı taşıyabiliyor (neredeyse eski B-17'ler kadar) ve bunları hedefe, çok daha isabetli şekilde bırakabiliyordu.
Körfez muharebeleri kara-hava savaşı doktrinin maksimum düzeyde uygulamalarına sahne oldu. İraklılar müttefik yığınağına müdahale etmeyince olay bir tiyatro sahnesi gibi hazırlanabildi -ki bu gelecekteki herhangi bir savaşta tekrarlanması zor bir olaydır. Kimse karşı tarafın yığınağını pasif bir şekilde seyretmez. Irak şayet politik çözüme bel bağladıysa bunun da politik körlükten başka bir şey olmadığı aşikardı, çünkü koalisyon güçlerinin yaptığı bir tehdit yığınağı değdi, savaş yığınağı yaptıkları son derece açıktı. Bunu anlamamak adeta imkansızdı. Bazı kaynaklar Saddam’ın Kuveyt’in işgaline müdahale edilmeyeceği yolunda sahte batı güvencelerine kandığını ifade etmektedir. Bu da, şayet doğruysa, Irak’ın aymazlığı için geçerli bir bahane sayılamaz.