Kürdolojinin Kürt Uydurması

  • Konuyu açan Konuyu açan wien06
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
Ancak emperyalist böl-yönet politikasının Kürt sorunu özelinde ortaya çıkan bir özgüllüğü bulunmaktadır. Klasik böl-yönet politikası uluslaşma öncesinde farklı bir etnik ırka, dinsel kimliğe ve kültüre sahip olan kimliklerin uluslaşma sürecinin tersine çevirmesiyle yeniden diriltilmesine dayanmaktadır. Kürt sorununun özgüllüğü de buradan kaynaklanmaktadır. Emperyalizm olmayan bir Kürt ırkı, olmayan bir Kürt dili ve kültürü uydurup bir millet yaratmak istemektedir ki bu son derece cüretli ve bir o kadar da zorlu bir deneme olmuştur.

Kürtler açısından iddia edildiği gibi bir milletleşme süreci hiç bir zaman olmamıştır. Bu gerçek tarihsel süreç içinde Kürtlerin gelişimi incelendiğinde rahatlıkla görebilir. Batı tarihçiliğinin uydurmalarıyla Kürtler hiçbir tarihsel geçmişleri olmadan bir anda tarih sahnesine çıkartılmışlardır. Batılı araştırmacıların Kürdoloji adı altında yaptıkları bilimselliği son derece tartışmalı çalışmalar sonucunda özellikle 1800'lerin ardından Ortadoğu'da ve Türkiye özelinde Kürt sorunu emperyalistler tarafından giderek artan bir biçimde gündeme getirilmiştir. Bu tarih aslında emperyalistlerin Kürt politikasının oluşturulduğu tarihtir. Kürtlüğe neden bu denli yoğun ilgi gösterildiğini anlamak için bu tarihe dikkat etmek gerekir.

Örneğin; Ruslar geleneksel politikaları olan Boğazlar yoluyla sıcak denizlere inme umutlarını kaybettikleri 1856 Paris Antlaşması'nın ardından Akdeniz'e inmek için kendilerine yeni bir yol aramak zorunda kalmışlardır. Bulunan yol Kafkasya, Azerbaycan, Türkiye, İran, Irak yoluyla Basra körfezine uzanan bir hat oluşturmaktadır. Bu yol Kürt nüfusun yoğun olarak bulunduğu bir bölge olduğu için de Kürtleri araştırmak üzere Minorsky, Nikitin, Jaba gibi daha sonra Kürdolojinin babaları olarak anılacak isimler görevlendirilmiştir.

Ancak bu Kürdologlar bilimadamı kimliklerinden ziyade siyasi kimlikleriyle ön plana çıkmışlardır. Kürdolojinin önde gelen isimleri olarak anılan bu kişiler aynı zamanda Rusya'nın Urmiye ve Erzurum konsoloslukları görevlerini yürütmüşlerdir.

Rusların Kürtlere olan bu ilgisi aynı şekilde Batılı devletler için de geçerlidir. Sömürgeci güçler arasındaki paylaşım mücadelesinin Ortadoğu'ya kaymasıyla birlikte Ortadoğu'nun etnik yapısını en küçük ayrıntısına kadar incelemeye alan Batılılar bölgede güçlü uygarlıklar yaratan Türk, Arap ve Fars toplumlarının dışında kendi denetimlerine tabi olabilecek yeni bir unsur arayışına girmişlerdir. Bu unsurları keşfedip yoktan var etmek için de araştırmacılar görevlendirmişlerdir.
Ancak yapılan bütün araştırmalar bilimsel niteliği son derece tartışmalı, gerçeklikten son derece uzak kasıtlı ve zorlama verilere ve sonuçlara dayanmaktadır.

Maurice Duverger, Kürtlerle ilgili olarak yapılan araştırmaların bilimdışılığını şu sözlerle ifade etmektedir: Adı var kendi yok bir dille tanımlanan; bu adıvar kendi yok halk topluluğunu, birçok sözde bilginler bir yere yerleştirmeye çalıştılar. Vardıkları sonuçların birbirini tutmazlığı, bunların saçmalığını daha da açıkça ortaya koymaktadır.

Birinci uydurma: Kürt ırkı

Kürdolojinin ilk başarısı olmayan bir Kürt ırkı yaratmak olmuştur. Bu süreçte Kürtlerin kökenine ilişkin yapılan çalışmalar herhangi bir kanıta dayanmaktan çok varsayımlara dayandırılmıştır.

Kürtler isimli kitabın yazarı Nikitin Kürtlerin kökenini kanıtlamaya giriştiği çalışmasında ''Demek ki Kürtlerin kökeni çok tartışmalı bir sorundur ve yukarıda özetlediklerimize oranla daha doyurucu sonuçlara varmak için bu konuda daha yoğun çaba gereklidir'' sözleriyle yapılan araştırmaların yetersiz ve dayanaksız verilerle yürütüldüğünü itiraf etmektedir.

Kürtlerin Kökeni isimli kitabın yazarı İhsan Nuri ise Kürtlerin atası olarak anılan Medlerle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunmaktadır: Bu büyük milletin nasıl olup da tarih sahnesinden kaybolduğu, adının unutulmaya terkedildiği Şeyhname'de bile adının geçmeyişi ilginçtir. Bugün Med diye bir aşiret de yoktur. Acaba tüm Medlerin adlarını yitirmeleri ve özellikle Medistan'ın merkezinde Kürt milletinin ortaya çıkması nasıl olmuştur?

İhsan Nuri bütün kitap boyunca kanıtlamaya çalıştığı Kürtlerin kökeni konusunda hiç bir nesnel veri bulamamasına rağmen yine de ısrarla Kürtlerin atalarının Medler olduğunda ısrar etmektedir.

Ancak Medlerin Kürtlerin atası olmadıkları gerçeğinin bugün kanıtlanmış olması bir yana kendisinin de itiraf etmek zorunda kaldığı gibi ilk Kürt tarihi olarak bilinen Şerefname'de Medlerin adı bile geçmemektedir.

Buna rağmen bir Kürt milleti yaratmak ve tarihte bu milletin köklerini bulmak adına olmadık zorlamalara girişmekten çekinmemektedir. Tarihte böyle bir Kürt milleti olmadığı gerçeğini düşünmekse hiç aklına gelmemiştir.

Benzer tespitler Minorsky'nin İslam Ansiklopedisi'nin Kürtler maddesine yazdıklarında da görülebilir. Minorsky'ye göre ''Sistemli tetkikler Kürt adı ile örtülen bir tabaka altında bir çok kavimlerin mevcudiyetini ortaya çıkarmaktadır. Demek ki saf bir Kürt ırkından bahsetmekten çok bir çok irili ufaklı kavimin oluşturduğu bir topluluktan sözetmek çok daha mantıklıdır.

Buna rağmen Kürtlerin M.Ö 5000 yılından bu yana tarih sahnesinde olduklarını ve her türlü işgal ve saldırı karşısında dağlara çekilerek saflıklarını korumuş bir ırk olduklarını iddia eden araştırmacılar bulunmaktadır.

Bu sözde araştırmacılar bugün Kürt coğrafyası olarak adlandırılan bölgelerde ortaya çıkan bütün kavimleri Kürtlerin ataları olarak göstermektedirler. Örneğin Guti, Mitanni, Mannai, Subaru, Kardu, Nayri, Med, Lulu, Hurri, Kassitler bu kavimlerden bazılarıdır.
Daha da ileri giderek Hatti, Hitit ve Asurları da bu kavimler içine katan ve Gut ve Sümerleri akraba olarak göstererek Kürtlerin kökenini Sümerlilere kadar götürmeye çalışan araştırmacılar da bulunmaktadır.

Ancak bu kavimler içinde Hitit, Asur ve Hurrilerin Kürt olmadıkları kesin olarak kanıtlanmıştır. Diğer kavimler ise günümüze hiç bir kanıt bırakmadan yok olup gitmişlerdir. Bu kavimlerin ne dilleri, ne tarihleri, ne de kültürleri hakkında bir bilgi elde etmek mümkün olmamıştır. Dolayısıyla bunları Kürtlerin ataları olarak adlandırmak için yeterli hiç bir veri bulunmamaktadır.

Kürtlere ilişkin antropolojik çalışmalar da bir Kürt ırkından sözedilemeyeceğini ortaya çıkarmaktadır. Nikitin, ''Kürtler'' isimli kitabının ''Antropolojik kanıtlar' bölümünün girişinde şu tespiti yapmaktadır: Tarih ve dilbilim alanında yaptığımız bu gezi henüz pek çok noktayı karanlıkta bırakıyor ve Kürtlerin kökenleri üzerinde ancak bazı varsayımlar öne sürmemize imkan veriyorsa da antropoloji de bize bu konuda fazla yardımcı olmayacaktır.

Nikitin'in aktarmalarına göre Stalze'nin fotoğrafladığı Doğu Kürtlerinin hepsi bölgede yaşayan İranlılarla büyük benzerlikler taşıyan esmer ve brakisefal tiplerdir.

Van Luschan ise Nemrut ve Zemcenli yöresinde incelediği Batı Kürtlerini sarışın ve dolikosefal olarak tarif eder.

Millingen, Türkiye ve İran'ın kuzey sınırlarında Kürt tiplerinin çeşitlilik gösterdiğini söyleyerek.''Her ne kadar kara gözlü, kara saçlı tipler hakimse de sarı ve kestane rengi saçlar, mavi gözlü tiplere de rastlanır'' der.
E. Soane, Kürtlerle Anglo Saksonların aynı kökenden geldiğini iddia etmektedir. Nikitin ise Kürtleri Sami olarak gösterecek bazı bilgilere değinir.

Yalçın Küçük de ''Kürtler üzerine tezler'' isimli kitabında ''Bir Kürt tipinden söz etmek mümkün görünmüyor; yaşadıkları yöreye ve kaynaştıkları ırka göre Kürt tipleri birbirinden ayrılıyor'' tespitini yapmaktadır.

Görüldüğü gibi Kürtlerle ilgili antropolojik araştırmaların gösterdiği gibi Kürtlerin ırk özellikleri olarak brakisefal mi dolikosefal mi sarışın ya da esmer mi oldukları yolunda tam bir karışıklık söz konusudur.

Nikitin bu karmaşık sonuçları değerlendirirken ''Saptayabileceğimiz tek şey Kürt etnik tipinin çok karışık bir karakterde oluşudur'' diyerek saf bir Kürt ırkından bahseden tezlerin yetersizliğini itiraf etmek zorunda kalmaktadır.

İkinci uydurma: Kürdistan

Kürtlerin kökenine ilişkin çarpıtmalar Kürtlerin yaşadığı coğrafya konusunda da sürmektedir. Kürtlerin bir millet olarak Kürdistan adı verilen coğrafyada yaşadığı tezi bugün Kürdistan'ı dirilterek bağımsız bir Kürt devleti kurma planlarına dayanak olarak gösterilmektedir. Oysa tarihsel gerçekler Kürdistan adı verilen bölgede bir Kürt egemenliğini reddetmektedir.

Kürdistan terimi ilk defa 12. yüzyılda Büyük Selçuklu hükümdarı Sultan Sancar döneminde kullanılmıştır. Ancak coğrafi bir terim olmanın ötesinde bir anlam yüklenmemiştir.

Kürdistan olarak adlandırılan bölge Kürt nüfusun değil Türk ve Arap nüfusun egemenliğinde bulunan bir alandır. 11. yüzyıldan itibaren de Anadolu, Oğuz boylarının yeni bir göç dalgası ile yeniden adım adım Türkleşmeye başlamıştır.

Bundan önce ise bölge Arap-Bizans çatışmalarının yaşandığı bir coğrafi alan konumundadır.


Oğuzlar Anadolu'ya geldiklerinde Anadolu'da homojen bir etnik yapı söz konusu değildir. Romalıların bölgeye hakim olduğu Selevkuslar döneminde Anadolu'da Kapadokya, Bitina, Bergama, Rum, Pontos ve Kommagame isimli altı krallık mevcuttur. Bu krallıklar İran kökenli olup daha sonra Rumlaşmış unsurlardan oluşmaktadır. Bunların dışında Süryani ve Ermeni nüfusun olduğu da bilinmektedir.

Doğu Anadolu bölgesindeki yerli halk bu gibi bir çok etnik unsurdan oluşmaktadır. Ancak bu bölgenin yerli halkı Kürt olarak tanımlanmamaktadır. Buralarda Kürt varlığına ilişkin tarihsel hiçbir veri de bulunmamaktadır.

Ortadoğu'da bugün Kürtlerin yaşadığı bölge 300 yılı aşkın bir süre Sasanilerin egemenliğinde kalmış, ardından 637 itibariyle Arap hakimiyetine girmiş, 11. yüzyıldan sonra Selçuklular bölgede hakimiyet kurmuşlardır. 1299'da Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşu ile bölgede Osmanlı hakimiyeti kurulmuş, bölgedeki Akkoyunlu ve Karakoyunlu gibi Türk devletlerinin egemenliği ise 16 yy'a kadar devam etmiştir
.

Sasanilerle başlayan, Araplar, Selçuklular, Akkoyunlu ve Karakoyunlu hakimiyeti ile devam eden 1300 yıllık süreçte Kürtlerin adı bile anılmamaktadır.

15. yy'dan itibarense Doğu Anadolu ve çevresinde yoğun bir Ermeni nufüs bulunmaktadır. Ermeniler ve Kürtler arasında o dönemden beri yaşayan çatışmalara bakıldığında da bölgede Kürt egemenliğinin olmadığını görebiliriz. Kürt-Ermeni çatışmasının temelinde Ermenilerle Kürtlerin yaşadıkları coğrafyanın tarihsel olarak kendilerine ait olduklarını iddia etmeleri ve bu alanda kendi egemenliklerini yeniden diriltme istekleri yatmaktadır. O dönemlerde bölgede gerçekten de yoğun bir Ermeni nüfus bulunmakla birlikte yoğun bir Kürt nüfusundan bahsetmek mümkün değildir.

Evliya Çelebi Doğu Anadolu ile ilgili olarak buralardaki Türkmen aşiretlerinin sayılamayacak kadar çok olduğunu yazmaktadır.
Bugün Kürdistan'ın başkenti olarak ilan edilen Diyarbakır'ın bile büyük Türkmen yerleşim merekezlerinden birisi olduğunu düşünürsek Kürtçü tezlerin Kürdistan iddialarının ne kadar uydurma olduklarını daha iyi görebiliriz.

Buraya kadar yazılanlar ışığında bakarsak 12. yüzyıldan önce Kürtlük bırakın tarihsel bir gerçek olmayı bir kavram olarak bile var olmamıştır.

Üçüncü uydurma: Kürt dili ve uygarlığı

Kürtlerden bir azınlık yaratma hatta daha ileri giderek bir Kürt milleti yaratma niyetlerinin temel hedeflerinden biri Kürt dilinin varlığını kanıtlamaktır. Kürt dili Kürt etnik varlığının kanıtlanması için olmazsa olmazlardan birisi olduğu için de Kürdoloji araştırmalarının üzerinde en çok yoğunlaştığı konuların başında Kürt dili gelmektedir.

Ancak Kürtçe yapısal olarak incelendiğinde ağırlıklı olarak Farsça ve biraz da Türkçeden esinlenerek oluşmuş bir dildir. Gerek gramer açısından gerek kullanılan sözcüklerin kökeni açısından bakıldığında Kürtçenin özgün bir dil olduğunu söylemek mümkün değildir.

St. Petersburg Akademisi'nin yayınladığı 8528 kelimelik Kürtçe-Rusça-Almanca sözlükte Kürtçede 3000 Halis Türkçe, 2000 Türkçeleşmiş, 1240 Zint, 1030 eski Pehlevice, 108 Gildani ve 60 Kafkas Türkçesi kelime yer aldığı belirtilirken Kürtçenin sadece 300 kelimesi mahalli Kürtçe olarak adlandırılmaktadır.

Ancak Kürtçeden bahsettiğimizde bugün Kürtçe adı altında birbirinden oldukça farklı ve kendi içinde bile anlaşamayan çeşitli lehçeler olduğunu görmekteyiz. Kırmanç, Sorani ve Zazaca lehçelerinin her biri farklı yapısal özelliklere sahiptir.

Kaldı ki Zazaca'nın Kürtçe ile ilgisinin bulunmadığı birçok dilbilimcinin hemfikir olduğu bir görüştür. Bu farklı lehçelerin kullanıldığı Türkiye, İran, Irak gibi bölgelerde ortak bir iletişim dilinden söz etmek mümkün değildir.

Kürtçü tezler bu konuda egemen devletlerin Kürt dilinin gelişimini engellediğini söyleyerek tartışmayı geçiştirmeye çalışmaktadırlar ancak ortada sadece dilin gelişimi açısından bir sorun yoktur. Daha çok birbiriyle hiçbir yapısal benzerlik taşımayan farklı lehçeler sözkonusudur.
Buna rağmen ortak bir Kürt dili yaratmak maksadıyla bu farklı lehçeler bir dilin parçaları olarak tarif edilmekte ve olmayan bir dil uydurulmak istenmektedir.

Ancak Kürtçenin gerçek bir dil olmadığı yine tarihsel seyri göz önüne alınarak görülebilir. Köklü bir dil her şeyden önce yazılı birtakım eserler, edebi metinler, destan ve söylenceler bırakmak zorundadır. Dil bir süre sonra ortadan kalksa bile bu ürünler ışığında onun tarihsel gelişimini ve varlığını kanıtlamak mümkündür.

Kürtçe açısından böyle bir durum sözkonusu değildir. Yazılı bir tek Kürtçe tablet ya da günümüze ulaşan tek bir kanıt bulunmamaktadır. Kürt destanları olarak anılan Zerdüşt vb. birkaç destanının da yine Kürtlükle alakalı olduğuna dair inandırıcı hiçbir kanıt yoktur.

Oysa aynı değerlendirmeyi Türkçe için yaptığımızda Orhun kitabelerinden tutun da Türklere ait sayısız yazılı ve sözlü destan ve belgeye kadar günümüze ulaşan ve sayısız kanıt bulmak mümkündür. Kürt dili sözkonusu olduğunda ise bu tür kanıtlara rastlanamamaktadır.
Dolayısıyla bugün Kürt dili olarak yutturulmaya çalışılan lehçeleri toparlayarak özgün bir dil yaratma girişimi Kürdolojinin zorlamalarından başka birşey değildir.


Weber ve Friç'in Kürtçe ile ilgili görüşlerini hatırlatmak bu noktada faydalı olacaktır: ''Kürt dili bir dil hamuru değil, bir söz yığınıdır ve herhangi bir milletin belli başlı varlığını göstermemektedir''

Olmayan bir dilin bir kültür ve uygarlık birikimi sağlaması da mümkün olmamıştır. Kürdistan olarak anılan bölgede bugün ayakta kalan uygarlıklara ve uygarlık miraslarına bakıldığında da Arap, Fars ve Türk uygarlıklarının bu bölgeye damgalarını vurduklarını görürüz.

Kürt uygarlığı olarak gösterilmek istenen buluntularsa tarih sahnesinden silinmiş ve Kürtlükle alakası bulunmayan toplulukların ve çoğu zaman da Arap, Fars ve Türk uygarlıklarının mirasından başka bir şey değildir.

Özgür Erdem
 
Doğu Türkistan'da, Yunanistan'da veya dünyanın herhangi bir yerinde soydaşlarımıza yapılan zulmü onaylamak mümkün mü. Asimile politikasının ürünü olan her türlü zulme tabiiki karşıyız.

Onlar yaşadıkları vatanı bölmek için çaba gösterenler değildi. Tek suçları da Türk olmaktı.

Bu arada belirtmek istiyorum. Tepkimiz sadece ve sadece PKK ve bu kanıbozuklara inanan bir avuç bölücüyedir.

Önyargı olabilir ama Türk olduğunuza inanmıyorum.
 
maalesef bu ülkede yapılanlar kimsenin tercihi olmamıştır. ne dağdaki terörist eline silah alıp askere sıkmayı tercih etmiştir. ne de asker 3600 köyü basıp insanlara dışkılarını yedirmeyi ve onları öz topraklarından sürgün etmeyi tercih etmiştir.(kaynak: hasan cemal- kürtler, can dündar- hayata ve siyasete dair, musin kızılkaya- gölgeler çabuk ölür...) maalesef lanet bir acıyı yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz ...
AMA...

Sen ne söylediginin farkindamisin kim köy bosaltmis veya bosalan köyler hangi sebebten dolayi bosalmis veya sürgün edilmis. Herhalde dagdaki köpeklerin bastigi köy baskinlarini hic duymadin. Bu baskinlarda kadin, cocuk ayirt etmeksizin önüne cikan herkesi kursuna dizdiklerini herhalde hic duymadin duymadiysan sana bir örnek olarak asagidaki yaziyi oku

Yaklaşık iki bin kişinin katıldığı törende kanlı örgüte lanet yağarken, acılar da tazelendi. PKK katliamında eşi ve 2 çocuğuyla birlikte anne-babasını kaybeden Ramazan Düzgün, yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarını tutamadı. Yakınlarını kaybetmenin acısını hâlâ yüreğinde taşıdığını anlatan Düzgün, 'ölünceye kadar terörle mücadele etmeye' yemin etti. Düzgün, "Masum insanları katletmekle terör örgütü bir yere varamaz. Her zaman devletin yanındayız. Ölünceye kadar PKK'yla mücadele edeceğim." dedi.

Katliamda 2 kardeşiyle birlikte 18 yakınını kaybeden Mehmet Emin Fidan, PKK'ya yönelik operasyonların devam etmesini istedi. Törene katılan vatandaşlar, 'Kahrolsun PKK', 'Şehitler ölmez vatan bölünmez', 'Kalbimizde yaşıyorlar ruhları şad olsun', 'Kahredilen çocuklar burada, İHD nerede?' şeklinde pankartlar taşıyarak, terör örgütü aleyhine slogan attı. İl Jandarma Alay Komutanı Alaattin Katı, İlçe Jandarma Komutanı Bülent Şahin, Müftü Kasım Aygün'ün de katıldığı törende konuşan Savur Kaymakamı Kaya Çelik, binlerce yıldır aynı toprakları paylaşan insanların aynı amaç için kardeşçe yaşadıklarını söyledi.

Çelik, "Birliğimizi ve ulus devleti parçalamak için yıllardır oynanan oyunlarla kimse kandırılamaz. 21 Ocak 1994 ve daha sonra yaşanan toplu katliamlar ve vahşetleri unutmadık, unutmayacağız." ifadelerini kullandı. Terör örgütünün sözde liderlerinin, vatandaşların kanı üzerinden ticaret yaparak ceplerini doldurduklarına dikkati çeken İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Bülent Şahin de, "Terör örgütü şehit kanlarında boğulmaya mahkûmdur. Devleti yıpratmak ve binlerce yıl aynı amaç için yaşamını sürdüren, kız alıp kız veren bu milletin vatandaşlarını birbirine düşürmek isteyen bu örgüt siyasi bir oluşum olarak kabul edilemez." değerlendirmesinde bulundu.


Bu katliami yapan senin deyisinle devletin baskisina karsi ayaklanan sözde kürtler ama tesadüfe bakki bu köpekler kendi halklarini katlediyorlar. Sen tutupta buna nasil yapilan baskilar sonucu köpekler daga cikmis dersin. Ayrica hangi Kürt vatandasimiza bulgaristanda vb. ülkelerde uygulanan baski uygulanmistir.
Bugün mecliste bile bu köpeklerin savunuculari(Dagdaki) her istediklerini konusabiliyorlar. Peki sana soruyorum o saydigin ülkelerde hangi Türke bu hak verilmistir. Bu gün mecliste onlarca kürt kökenli milletvekili vardir sen hangi baskidan söz ediyorsun.

Neymis dagda kürtlere diski yedirilmis sen herhalde samanyolundaki Tek Türkiye adli diziyi izlemisin ama o dizinin asil amacinin ne oldugunun farkinda bile degilsin.

Benim ekmek yedigi ele nankörlük etmeyen hicbir kürt vatandasina karsi bir empatim yoktur. Benim sorunum ülkemizi bölmeye calisan silahsiz teskeresini almis evine ailesine giden 30 askerimizi sehit eden, besikteki cocuga bile acimadan kursun sikan serefsizlerle ama merak etme onlarinda sonu geldi.

Herseyden önce Insanim diyorsun peki senin insanligin bu köpeklerin yaptigi katliamlari nasil kaldiriyor hayratlar icindeyim. Bunlardan hic bahsetmiyorsun neymis kürtlere baski yapilmis, diski yedirilmis bunlarda insanlik sucuymus. Ayrica o bosaltilan köyler pkk denen soysuzlarin baskilari sonucu bosaltilmistir. Biraz arastir bakiyim bu soysuzlar kac köy basip ne kadar kendi vatandaslarini öldürmüsler ondan sonra gel bana insanlik dersi ver.

SUNU SAKIN UNUTMA TÜRKE DÜNYADA HICBIR MILLET INSANLIK DERSI VEREMEZ​

Dağda üç Beş Koyun Sürüsü
Tutturmuş Bir Kürdistan Türküsü
Eline Almış Bayrak Diye Bir Masa örtüsü
Satsan Beş Para Etmez Ne Dirisi Ne De ölüsü
Soyu Soysuz Olan Sensin Toprak Senin Neyine
İte Itlik Yapıp Kafa Tutma Beyine
Anlasa Dediğimi Sokaktaki Köpek Ağlar Haline
Duy Ulan Soysuz
Ne Mutlu Türk'üm Diyene
 
HANI SEN DIYORSUN YA KIMISI ELINE SILAH ALIP ASKERE SILAH SIKMAYI TERCIH ETTI DIYE ASAGIDAKI RESIMLERE BAK BAKALIM SADECE ASKEREMI SILAH SIKMIS BU SOYSUZ KÖPEKLER(Arkadaslar asagidaki fotograflari bazi sabit fikirlilerin gercekleri görmesi acisindan ekledim bu yüzden kusura bakmayin. Dagdaki terörüstü bitirmek kolay önemli olan icimizdekileri temizlemek ama malesef buda biraz zor gibime geliyor. Fotograflar icin tekrar kusura bakmayin)

PKK'NIN GERÇEK YÜZÜ

20 Ağustos 1987'de PKK'nın Mardin Dargeçit,O tarihte Midyat İlçesi'ne bağlı buçak olan bugünün Dargeçit İlçesi'ne bağlı Bahçe Mezrası 'nda gece saat 22.30'da 10 kadar PKK'lı Şehmus Arık'ın evini bastı. Teröristler Kalaşnikoflarla Katliam Yaptı.2 Kadın, 3çocuk hayatını kaybetti. 4 aylık hamza kurşunu yediğinde beşikteydi.


SIMDI BEN BUNLARI YAPANLAR KARSISINDA INSANLIGIMDAN UTANACAGIM ÖYLEMI BEN SU ANDA INSANLIGIMDAN DEGIL SENIN GIBI BIRININ TÜRK OLDUGUNDAN UTANIYORUM.
 
ABDULLAH ÖCALAN GERÇEĞİ

ÇOCUKLUĞU VE BUNUN PSİKOLOJİSİNE ETKİSİ

Bu gün kadın erkek, çocuk yaşlı demeden yüzlerce insanın katledilmesi için emir veren, bu amaca yönelik teoriler üreten, böylesi katliamları adeta kutsallık derecesine yükselten, kendisine bağlılığın yegane ölçütü olarak kişilerin gerçekleştirdiği eylemleri temel alan, herkesten her şeyden kuşku duyan, kendisinden başka kimseye güvenmeyen, yıllarca "dava" arkadaşlığı yaptığı insanlar için ölüm emri çıkartmaktan bir an olsun tereddüt etmeyen, güçten son derece çekinen ve bu amaçla güçlü görünmek için bütün imkanlarını seferber eden, gücü ve güçlü olmayı kan

Dökmekle özdeşleştiren terörist Abdullah Öcalan'ı, bu anlayışa sevk eden nedenlerin bir kısmını çocukluk yaşantısında, aile ilişkilerinde ve yapısında bulmak mümkündür. Diğer bir kısmını ise, zamanla angaje olduğu güçlere yaranmak için yaptığı açıktır. Abdullah Öcalan'ın, gizli ve açık kaynaklara yansıyan çeşitli açıklamalarında sık sık çocukluğundan bahsettiği eldeki bilgilerden anlaşılmaktadır. Bu bilgilerden onun sağlıklı bir çocukluk geçirmediği ve yine sağlıklı bir aile ortamı yaşamadığı anlaşılmaktadır.


Baba ve anneye tepki
Ailesinden uzaklaşmak istiyor
Apo, köyünde anormal olarak görülüyor
Yılandan neden korkuyor
Paralı biri olsaydım bu yola girmezdim
Megaloman apo
Apo kendini mehdi olarak görüyor
Apo’ya ilham geliyor

ABDULLAH ÖCALAN VE KADINLAR

Terörist Abdullah Öcalan’ın kadınlara olan düşkünlüğü ve bu nedenle de çok sayıda teröriste tecavüz ettiği bilinmektedir.

Pazarcıklı (Evin) kod; Ankaralı (Zehra) kod, Tuncelili (Delal) kod; Lübnan Kürtlerinden (Roza) kod, Suriyeli (Canda) kod, yine Lübnanlı (Adife-Saadet) kod bayanlara ve Pkk merkez komite üyesi (Sarı Hüseyin) kod'un karısı Elazığlı Nafiye'ye tecavüz etmiştir. Bu isimler kurbanlarından sadece bir kaçıdır.

Bu bayanların bir bölümü şu anda Kuzey Irak'ta Zaho ve Dohuk kentlerinde yaşıyorlar. Bu kişilerin başına gelenler birçok Pkk’lı tarafından çok iyi bilinmektedir. Suriye'nin, Şam ve Lazkiye kentlerindeki Apo’nun saraylarında haremden geçen kadın militanların öldürme pahasına, tüm tehditlere rağmen konuşmaları apo'nun ağzından düşürmediği “Sosyalist Ahlak”ın ne anlama geldiğini göstermiştir.

1970'li yıllarda Kesire Yıldırım ile başlayan sapık ilişkileri son dönemlerde su yüzüne çıktı: Apo, bugüne kadar tecavüz ettiği kadınların bir çocuğunu öldürtmüştür. Cinsel ilişkiyi kabul etmeyenler tecavüze uğradıktan sonra anlaşılmaması için ajanlık suçlamalarıyla katledilmiştir. Kurtulmayı becerip kaçabilenler konuşunca; "Parti önderliğine komplo kuruyorlar; zayıf düşürmeye çalışıyorlar" diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmıştır.

OSMAN ÖCALAN’IN İFADESİYLE ABDULLAH ÖCALAN

Terörist Abdullah Öcalan’ın yakalanması bu kişinin kardeşi dahil pek çok PKK’lı tarafından sevilmediğini göstermektedir. Terörist Öcalan’ın yakalanması sonrasında çok sayıda PKK’lının bu kişinin aleyhinde konuşmaya başladığı ve bunların başında da Osman Öcalan’ın geldiği görülmektedir.

Terörist Osman Öcalan, İmralı'da tutuklu bulunan Abdullah Öcalan hakkında ağır ithamlarda bulunmuştur. Terör örgütü PKK'nın Hakurk'da bulunan sözde merkezinde 20 Mayıs 2001 günü bir konuşma yapan sözde başkanlık konseyi üyelerinden Osman Öcalan, Abdullah Öcalan hakkında suçlamalarda bulunmuştur.

Terörist Osman Öcalan, konuşmasında;

* Örgütün maddi sıkıntı çektiğini, ağabeyine haber göndererek Suriye'de Bulunan servetinden bir kısmını örgüt için harcanmasına izin vermesini istediğini, ancak, onun buna kesin olarak itiraz ettiğini, ağabeyi üzerine bankada bulunan paranın gerçekte partinin parası olduğunu, ancak, ağabeyinin bu şekilde davranarak partiyi düşünmediğini ortaya koyduğunu, ağabeyinin yakalandıktan sonra çok değiştiğini ve kendisini ziyaret eden akrabalarına göre duygusallaştığını ve çocuklaştığını öğrendiğini,

* "Başkanlık konseyi" uygulamasının ağabeyinin fikri olduğunu, ancak, bu şekilde PKK'nın yönetilmesinin mümkün olmadığının anlaşıldığını, ayrı düşüncede olan ve birbirleriyle çok uzaklarda bulunan başkanlık konseyi üyelerinin partiyi yönlendiremediğini, örgüte tek bir lider hakimiyetinin gerekli olduğunu, bunun ise, TC'nin elinde bulunan ağabeyinin olamayacağını,

* Ağabeyinin, 1999 Eylül ayında barış ve geri çekilme talimatından sonra, son altı ayda örgütü yönlendirecek, sıkıntılarından kurtarabilecek bir tek talimat vermediğini, onun ise bunun farkında olmadığını, ağabeyinin, parti başkanlığını devam ettirerek örgüte zarar verdiğini, ancak, bu şekilde idam edilmekten kurtulduğunu, PKK'nın yeni bir çizgiye ihtiyacının olduğunu, en geç bir yıl içinde olağanüstü kongreye giderek PKK'ya yeni bir başkan seçeceklerini,

* Abdullah Öcalan'ın kardeşi olmaktan dolayı parti içinde istediği konuma gelemediğini, partiye hakim olması durumunda ikinci - üçüncü seslere izin vermeyeceğini, partiyi içinde bulunduğu olumsuzluklardan kurtarabileceği iddialarında bulunmuştur.

Osman Öcalan, PKK sözde ana karargahının bulunduğu Irak'ın kuzeyindeki Hakurk'da yaptığı bir değerlendirmede de;

"Apo, parti ile halk arasındaki kopukluğu gider, diye haber gönderiyor. Kendisi zamanında kopuk değil miydi? Bize yıllarca emir vererek bizden olmayan çoluk - çocuğu, kadınları öldürttü, halk için önemli olan dine ters düşmemize neden oldu, köylünün evini başına yıktırdı, devlet kuracağız dedi, şimdi de devletten vazgeçtik diyor. Halk nasıl bizim yanımızda olur?

Çekilin ama silah bırakmayın diyor, halk da "Devlet kurmayacaksanız hala neden silahlısınız" diye sorduğunda cevap veremiyoruz. Gündeme girmek için demokratik eylemler istiyor. Nasıl olacak? Kendi de gördü. İdama mahkum edildiğinde kim sokağa çıktı? Şimdi nasıl olacak da halkı sokağa çıkaracağız.

Ağabeyim belki hatırlayacaktır, 1994 yılında o zaman yaşadığı Şam Cebel Sokakta beraberdik. Ben kendisine "Böyle giderse silahlı mücadeleyi kaybedeceğiz. Yeni strateji izlememiz gerekiyor" dediğimde bana sinirlendi ve yanında bulunan kızı kendisine çekerek, silahlı mücadeleyi kazanıp devlet de kuracağız, bunu da bu kıza sahip olduğum kadar kolay gerçekleştireceğim" demişti. Ben de emrindeki kıza sahip olmakla devlet kurmak arasındaki ilgiyi anlamadım dediğimde, "Senin o kadar aklın olsaydı benim yerimde olurdun" cevabını verdi. O şimdi düşmanın elinde. Ben ise buradayım. Şimdi kimin daha akıllı olduğu anlaşılıyor” demiştir.

Osman Öcalan, "Partiyi yıpratmadan, yavaş yavaş bu insanın elinden kurtarıp her alanda etkili bir mücadele etmek gerekiyor" şeklinde konuşmuştur. Osman Öcalan, PKK sözde karargahının bulunduğu Irak'ın kuzeyindeki Hakurk'da 4 Haziran 2001 günü yaptığı bir başka konuşmada da ilginç açıklamalarda bulunmuştur. Öcalan konuşmasında,

* Ağabeyim, bize 1 yıldan fazla bir süredir hep çelişkili talimatlar gönderdi. Bu da bize zarar verdi. Savaşçıların çokça hayatını kaybettiği dönemde bile bu kadar çok örgütü terk etme olayıyla karşılaşmadık. Savaşçı, ne yaptığımızı, ne yapacağımızı anlamıyor. Bize güveni kalmadı. Bunun da sorumlusu TC'nin elindeki ağabeyimdir. Bize mantıklı ve amaçlı bir strateji göstermedi. Stratejiyi kendi yaşamı üzerine kurdu. Artık, yavaş yavaş ağabeyimi dışlamanın zamanı geldi.

* Aslında biz bunun gerekliliğini geç anladık. Halkımız, onun, düşmanın eline geçtiği günün yıl dönümüne ilgi göstermedi. Biz bunu iyi yorumlamadık. Halkımız, onu onaylamadığını bize gösterdi ama biz bunu geç anladık.

* Suriye'deki bankada bulunan parasını parti tarafından kullanılmasına izin vermemesi onun gerçek yüzünü de gösterdi. Hala, serbest kalacağını ve bu parayı kullanacağını sanıyor. Avukatları da ona, "Halkımızın umurunda değilsin. Herkes iş, aş derdinde, kimse artık PKK'nın eskisi gibi olamayacağını düşünüyor" demiyor. Herhalde hala ona "TC'nin tek gündemi sensin" diyorlar.

* Ben de artık sanıyorum ki, ağabeyim, partinin çökertilmesi için TC ve bazı uluslar arası güçler tarafından kullanılıyor. Bizim artık buna izin vermememiz gerekiyor.

* Parti olarak doğru bir strateji üretmediğimiz takdirde uzun olmayan bir gelecekte dağılmamız mutlaktır. Strateji ne olacaktır? Bunu ben de bilmiyorum. Oturup konuşacağız ve doğruyu bulacağız. Yeter ki, parti olarak bir tek sese kulak verelim iddialarında bulunmuştur.

ABDULLAH ÖCALAN VE DİN

Terörist Abdullah Öcalan’ın en az konuştuğu konuların başında din kavramı gelmektedir. Ancak, az da olsa din hakkında kullandığı sözler onun dinsiz ve İslamiyet karşıtı olduğunu göstermektedir.

Örneğin, kendisiyle bir röportaj yapan Rafet Ballı ile arasındaki diyalog şöyledir:

Rafet ballı: size şu münasebetsiz soruyu sorayım. Tanrıya inanıyor musunuz?

Abdullah Öcalan: Bu konudaki cevabım şu. Bu soruyu soruş tarzınızı çok çarpık görüyorum. Sorulmaması gereken bir soru olarak değerlendiriyorum. Benim manevi dünyam...evren üzerinde düşünürüm. Einstein’in izafiyet kuramını fark ettiğimi söyleyebilirim. Hücre düzeni, yine astronomi düzeninedir, onlarla da ilgiliyim. Zaman zaman düşünürüm. Bol bol yıldızlara bakarım.

Rafet ballı: Yıldızlarla aranızda bir engel yok da...

Abdullah Öcalan: Doğanın oluşumuna ilgi duyuyorum. Bunun yanında mataryalizmi çok iyi anlamaya çalışırım. İnsanın üzerinde çok durduğumu bilirsiniz. Bütün bunlarda tanrı’nın yeri nedir? Her halde bu soruya en gerçekçi cevaplardan birine ulaşmışız. Ulaşmasaydık bu duruma gelmezdik.

Terörist Öcalan, bir başka konuşmasında da:

“Benim de bazı saplantılarım oldu. Tanrı saplantısından tutalım, başka saplantılara kadar, bir çok saplantı... Bak doğru, bazı arkadaşlar tutkulardan, saplantılardan bahsediyorlar. Benimkini anlatsam dehşete kapılırsınız...

Tanrıyı aşabilir miyim, aşamaz mıyım? Benim bir özelliğim de süreçleri zayıf yaşamam. Bu tanrıdan kopuş, aslında nedir? Tanrıdan, ideolojiden kopulmalıdır.”

“Ben Allah’ımla yıllarca uğraşmış adamım. Allah’ımla delicesine pençeleştim.”
Kaynak: “Parti önderliğinin kasım-1991 çözümlemeleri” isimli PKK yayını."

“İslamiyet bir emperyalist ideoloji olarak başladı.”
Kaynak : “21.12.1992 tarihli Lazkiye konuşmalarından”

Terörist, bir konuşmasında da kendisini Hz. Muhammed ile kıyaslar ve şunları söyler:

“Dünyada hiç kimse benim kadar göndermedi, uğraşmadı. Ne Lenin ne Marx ne Hz. Muhammed ne Ho Şi Minh ne de Humeyni vazife namustur. Ben vazifemi yaptım. Namuslu bir insan da yapmalı. Lenin “Bana 150 militan verin Rusya’nın altını üstüne getireyim” diyordu. Ben size 5 bin militan verdim ne oldu? Ayağınızın üstünde duramıyorsunuz, bahane buluyorsun. Bu namussuzluktur. Böyle olmaz böyle yürümez. Bütün kanunlarda talimatlarımız var. Büyük yoldaşlık ruhu ile hareket edin, düşmanın oyunlarına gelmeyin. Yoldaşlık ilişkileri ile oynayanları anında halledin. Devrimin büyük rolü ülkedekilere düşer.”

Terörist Öcalan, 13 Eylül 1998 günü Şam'da 60-65 kadar teröriste hitaben yaptığı konuşmasında, dini kökenli aile yapısının kadın özgürlüğünü kısıtladığını, kadınların din yüzünden hareket edemez duruma geldiğini, halkın emperyalist yapısı olan İslam'ı terk ettiği gün mücadelelerinin daha da güçleneceğini belirtir. Öcalan, sosyalist ahlakın topluma egemen olmasını istediği konuşmasına şunları da söyler:

"Kızlarımız, kadınlarımız, annelerimiz çocukça ve ahmakça hareket ediyor. Onlar, Kürdistan’ın çağdışı toplum etkilerini taşıyor. Düşmanın toplumumuza empoze etmiş olduğu karanlık toplumsal özellikleri değer yargısı olarak anlıyor. Kadınlarımız, açıkça söylüyorum dinin etkisinde kalarak pasifleşmiştir. Bu nedenle de kadın militanlarımız gittikçe azalmaktadır. Sadece kızlarımızı değil erkeklerimizi de engellemek istemektedirler. Pkk'ya katılırsan hakkımı helal etmem demektedir. Ne hakkı var, aptal kadın. Bırak oğlunu bırak kızını gelsin. Kadınlarımız, analarımız Kürdistan davasına ihanet etmiştir.

Bizim din ile ilişkimiz yok. Halkımız tanrıdan, ideolojiden kopmalıdır. Ben çok uğraştım sonunda tanrıdan koptum. Tanrıyı aştım. Böylece Abdullah Öcalan olabildim. İslam kadınımıza bir şey vermemiştir. Bunun yerine sosyalist ahlakı koyacağız."

ABDULLAH ÖCALAN'DAN İNCİLER

Psikolojik sorunları olan terörist Abdullah Öcalan’ın bu özelliği konuşmasına da yansımıştır. Onun çeşitli zamanlarda yaptığı konuşmalardan dikkat çekici olanlardan bazıları şöyledir:

“İçimizde böyle bir sürü köylü kurnazlıkları türemiş. Son günlerde duyuyorum, para yollayın, silah yollayın diyenler var. Sen ne yapıyorsun orada be serseri? Şimdi bazılarının moralini bozmak istemiyorum tabi.”

“Ben elin körünü, topalını, hastasını da Pkk’nın sırtında veya kendi sırtımda taşımam.”

“Türkiye devrimciliğinden bahsettik. 20 yıldır organize olmamış, eklem bağlamamış bir devrimcilik! Pat devrilir. Böyle devrimcilik mi olur? Devrim uğruna ben mi kalkıp gidiyim? Ben mi icat ettim devrim sözcüğünü?..”

“Bence can çekişenlere bir tekme de biz vurmalıyız..”
Kaynak: “Abdullah Öcalan ocak 1992 çözümlemeleri isimli broşür..”

“Mustafa Karasu’nun niyeti ne olursa olsun, Mehmet Şener’in politikasına alet olmuş birinci, bir numaralı kişidir.”

“Her gün bin ilişki kurar, bin ilişki yıkarım. Siyasal, örgütsel, duygusal, ideolojik de. Yani satılmışsınız..”

“Ben ne yapayım? Siz basit kadınlığınızı konuşturuyorsunuz.”

“Bazıları benimle dalga geçmek isterler. Bazıları bana bekaa’nın bilmem neyi diyorlar. Doğrudur, ben buraya sokulmuşum, çıkamıyorum. Doğru, ayıp değil. Benim mevzim bu kadar. Ben ne yapayım? Aklım kabiliyetim buna elveriyor.”
Kaynak: “Parti Önderliğinin kasım-1991 çözümlemeleri” isimli pkk yayını".

“İslam'ın kürt milli rengine bürünmesi sağlanamadı. Bazı tarikatlar ve mezhepler var... Bir Saidi Nursi var, bir Şeyh Sait var, şeyh tarikatları var, Nakşiler var...hepsi İslam emperyalist ekollerin ajan temsilcileri durumundadırlar.”

“Bütün köylüler başımıza dikilmiş, benimle babamın kavgasını seyrediyor. Oldukça hırpalandım. Tabii çok zor duruma düştüm. O hırsla eve gittim. Onun bir cüzdanı vardı, para saklıyordu. Babamın cüzdanında 10 lirayı çaldım.”

“Babam tabii onların dostu idi. Kesin ermeni dostu idi. Ve o terbiyeyi de biraz ondan aldım.”

“Bende kesinlikle askeri okullar fikri vardı. Önce İslamiyet’te, işte El Ezher Üniversitesi’ne kadar gidebilirim diyordum.”

“Annemin beni bir suçlaması daha vardı; sen bu kafayla gidersen kimse sana kız vermez. İsabetli bir değerlendirme. Kimsenin bana kız vermemesini hala anlamıyorum.” Kaynak : “21.12.1992 tarihli lazkiye konuşmalarından”

“Bir ingiliz gazeteci bana sordu: kendini tarif eder misin? Senin kapasiten beni anlamaya yetmez dedim. Verilecek en iyi cevaptır aslında.” Kaynak : “24.12.1992 tarihli Lazkiye konuşmalarından.”

ABDULLAH ÖCALAN'A DAİR İKİ ÖRNEK

31 Mayıs'ta başlayan yargılamasında korkusu nedeniyle devlet yanlısı görünen, hayatta kalmak için adeta defalarca ricada bulunan, Atatürkçü olduğunu söyleyen ve şehît ailelerinden özür dileyen Abdullah Öcalan'ın daha önce Suriye yetkilileriyle yaşadığı îki olayda korkak yapısını ortaya koyduğu görülmektedir.

Bu konuda, ilk olay, 1998 yılının başında Abdullah Öcalan'ın, Surîye'de bulunduğu sırada bu ülkenin yetkililerine haber vermeden ırak devlet başkanı Saddam Hüseyin île temasa geçmesine dayanmaktadır. Bu durumu tespît eden Suriye askeri istihbarat teşkilatı başkanı Korgeneral Ali İsa Duma, Abdullah Öcalan, île o sırada tesadüfen yanında bulunan murat karayılan ve bir bayan teröristi derhal tutukluyor. Korg. Ali İsa Duma, Abdullah Öcalan'a sert bir tokat atarak, böyle bir davranışta bulunmasının çok yanlış olduğunu söyleyerek üzerine yürüyor.

Bu tehdit ve tokat üzerine Abdullah Öcalan, dizleri üzerînde ilerleyerek korgeneralin elini öpmek için harekete geçiyor, kendisinin yanlış yönlendirîldiğini, bir daha kesinlikle bu şekilde bir hata yapmayacağını, affedilmesini söylüyor. Korgeneral Ali İsa Duma, sert bir ikazla, bir daha Suriye'nin haberî ve izni olmadan benzer hareketler içine girmesi durumunda sert şekîlde cezalandırılacağını belirtiyor. Bu olayın, Şam'da birçok elçilik görevlisi tarafından çok iyi bilindiği ifade edilmektedir.

Bir başka olay ise şöyle: Türkiye, 1998 ekim ayında Suriye'yi, Abdullah Öcalan konusunda sıkıştırmaya başlayınca kendisi muhaberat yetkilileri tarafından çağrılarak, koşulların kendileri için ağırlaştığını, Suriye'yi terk etmek zorunda olduğunu, yapılacak en iyi şeyin Pkk saflarına katılmak olduğu, bir başka ülkede Suriye - Pkk ilişkisini ayrıntılarıyla deşifre edebileceğinden endişe ederek belirtirler. Öcalan ise, kendisinin, dağa çıkmasının mümkün olmadığını, böyle bir yaşam tarzından uzak olduğunu, Pkk'yı siyasallaştırmak amacıyla bir Avrupa ülkesine geçmesinin en iyi çare olduğunu belirtir. Açıkça, Abdullah Öcalan, dağa çıkmaya cesaret edememiştir.

ABDULLAH ÖCALAN VE ERMENİLER

Terörist Abdullah Öcalan ve örgütü Pkk’da, Ermenilere karşı özel bir duygu ve davranış biçiminin geliştiği bilinmektedir. Bu sadece, Ermenistan’ın, Pkk’ya yardım etmesi nedenine dayanmaz. Pkk içerisindeki Ermenilerin varlığı çok önemli bir neden oluşturur.

Abdullah Öcalan, Ermenilerle ilgili bir soruya verdiği cevapta,

“Babam tabii onların dostu idi. Kesin Ermeni dostu idi. Ve o terbiyeyi biraz da ondan aldım” demiştir. 21.12.1992 Lazkiye konuşması.

Öcalan ile gazeteci Rafet Ballı arasında da şöyle bir konuşma geçer:

R. Ballı: Tarihi olarak ermeni talepleriyle sizin talep ettiğiniz bölgeler örtüşüyor. Ermenilerin yayınladığı haritalarla sizlerin yayınladığı haritaları üst üste koyup bakıyorum. Büyük bir kısmı aynı. Başardığınızı varsayalım. Nasıl anlaşacaksınız?

Abdullah Öcalan: Eğer Ermeniler boşalttıkları köylere gelmek isterlerse, onlara iyi bir misafirperverlik göstermemiz gerektiğine inanıyorum.

R. Ballı: Ev sahibi biziz diyorsunuz...

Abdullah Öcalan: Mevcut durum şimdi onu gösteriyor.eski evlerine, şimdi daha çok bu topraklarda yoğunlaşan Kürtlerin engin hoşgörüsü ile ilgilerini sürdürebilirler. Çatışma biçiminde değil de gerçekten anlaşarak, uzlaşarak gelmek istiyorlarsa gelsinler.

R. Ballı: Bir ermeni göçünü kabul ediyor musunuz?

Abdullah. Öcalan: Ermeni sınırları veya ermeni ülkesi neresidir, Kürdistan neresidir derseniz, tarihte tabii, gerçekten iç içedir. Yalnız, bölgede bir tek ermeni köyünün kalmadığı da bir gerçek. Bu tarihi bir sorundur. Tarihi soruna da, sanki çok politik bir soruymuş gibi cevap vermek de biraz oportünizme düşmek olur. Benim de böyle bir niyetim yok. Fakat, ermeni halkını severiz. Ermeni halkı gelirse, ziyaret ederlerse, hatta kalmak isterlerse onlara da elimizden gelen misafirperverliği sonuna kadar gösteririz. Bu soruya şimdilik böyle cevap vermeyi yeterli görüyorum.

Yakalanmadan önce, Türkler ve Türkiye’nin doğu ve güneydoğu Anadolu ile bir ilgisinin kalmadığını defalarca savunan terörist Abdullah Öcalan, Ermeniler söz konusu olunca başka türlü konuşuyor. Ermenilerin eski topraklarına gelebileceğini savunuyor. Bu durumda aynı mantığa göre, çeşitli uluslar binlerce yıl önce ayrıldıkları topraklarına geri dönebilir ve oraya yerleşebilir.
 
Türkiye Üzerinde Oynanan Oyunlar

Yıllardır ülkemiz üzerinde oynanan oyunlardan bir tanesi olan Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesinin Türkiye’den kopartılarak içine K.Irak’ı da dahil etmek üzere Suriye’den de bir parça eklemek suretiyle bu bölgede bir KÜRT devleti kurmak gayreti içerisinde olan bazı güçler ( AB ülkelerinin geneli, ABD, İsrail ve Ermenistan) hiç bıkmadan ve usanmadan ince ince o zeminin sağlanması için bütün siyasi ve ekonomik güçlerini Türkiye üzerinde hissettirerek yolun önünde ki engelleri zor kullanıp sindirerek kapıların bir bir açılmasını sağlamışlardır

Bunu da içimizde ki kendi milli benliğini, kültürünü, ahlakını, fikriyatını unutmuş at gözlükleriyle kendilerine kıble olarak batıyı seçmiş ve oradan medet uman kalemşörlerin Yüce Türk Milletinin kafalarını karıştırıp nifak tohumlarını ektikten sonra zehrin Türk Milleti’nin kalbine enjekte edilerek milli çöküntünün sağlanmasını beklemektedirler.

Biraz önce sizlere saymış olduğum ülkelerin emellerinin bu haritalardaki toprakların Kürtlere bırakılması üzerinedir. Genel olarak strateji bunun üzerine görünüyor. Lakin madalyon’un diğer yüzü bunun hiçte öyle olmadığını bizlere gösteriyor. Bu konuyu bir sonra ki yazımızda sizlere anlatacağız.


Türkiye içinden çıkılması güç bir girdabın içine doğru yavaş yavaş sürüklenmeye çalışılmaktadır. Bu girdabın ne olduğunu yazımın başında sizlere kısaca bahsettim. Bu sadece bir tanesidir. Bizler yani Türk Milleti ve Türk Gençliği olarak Türkiye’yi bu girdabın içine sürüklemeye çalışan odakların bütün faaliyetlerini olumsuz çıkarmak ve bertaraf etmek zorundayız.

Bunun içinde üzerimize serpilmiş olan ölü topraktan kurtularak başımızı kaldırmalıyız. Şu sözü düstur edinerek aklımızdan çıkarmamalıyız “Su Uyur Düşman Uyumaz”. Bu söz tersine çevrilmelidir. Ayrıca meşhur Yahudi sözü olan “Bana Dokunmayan Yılan Bin Yıl Yaşasın” bunu da beynimizden söküp atmalıyız.

Türk Milleti kendini kendi içinde bulmalıdır dışarıdan gelebilecek hiçbir dogma ve dayatma Türk Milletinin çıkarına olmayacaktır.

Onun için de “Ey Türk Titre ve Kendine Dön”.
 
Çok güzel anlatılmış keşke herkez aynı bilinci taşısa ve sahip çıkabilsek el birliğiyle değerlerimize Bir dilin dil olabilmesi için toprağa millete ve bayrağa ihtiyacı vardır.Fakat tarihde kürdistan sınırları netlik kazanmamis bir safsatadan ibaret kalmışken nasıl bir dil olarak kabul edilebiliyor anlamıyorum. bu konuya Türkçe öğretmenimizde çok değinirdi. üşenmedim araştırdım 2 yılımı sadece Kürt kökenini araştırmaya ayırdım palavra çocuklar derdi bu yazıyı okurken o sözleri aklıma geldi

" Adı var kendi yok bir dille tanımlanan; bu adıvar kendi yok halk topluluğunu, birçok sözde bilginler bir yere yerleştirmeye çalıştılar. Vardıkları sonuçların birbirini tutmazlığı, bunların saçmalığını daha da açıkça ortaya koymaktadır"

teşekürler paylaşım için emeğinize sağlık
 
maalesef bu ülkede yapılanlar kimsenin tercihi olmamıştır. ne dağdaki terörist eline silah alıp askere sıkmayı tercih etmiştir. ne de asker 3600 köyü basıp insanlara dışkılarını yedirmeyi ve onları öz topraklarından sürgün etmeyi tercih etmiştir.(kaynak: hasan cemal- kürtler, can dündar- hayata ve siyasete dair, musin kızılkaya- gölgeler çabuk ölür...) maalesef lanet bir acıyı yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz ...
AMA...
yaşananları anlamak ve bir daha yaşamamanın umudunu taşıyabilmek için EMPATİ kurmamız gerektiğine iinanıyorum.. (gerçi her kelimenin olduğu gibi bu kelimenin de içi boşaltılır bu topraklarda ama olsun....) biraz araştırın.. osmanlı döneminde kürtçeye olan yaklaşım ile Cumhuriyetimiz kurulduktan sonrea ki yaklaşım kesinlikleçok farklı... Cumhuriyet kurulduktan sonra Türkleştirme faaliyetleri gözü kara bir şekilde sürmüş ve Kürtler (dağlı türk, kart-kurt denilmek suretiyle...) yok sayılmıştır.. 1945-1947 yılları arasında konuşulan her kürtçe kelime başına para cezası kesilmiş ve bunun tespitini yapabilmek için özel birimler kurulmuştur.. Cumhuriyetten 1991 yılına kadar Kürt ve Kürtçe kavramları yasaklanagelmiş ve bu kavramlar için insanlar birçok acılar çekmiştir... Allah aşkına EMPATİ diyorum çünkü bu gün doğu türkistanda öz kardeşlerimiz çin boyunduruğunda bugün bizde ki Kürtlerin yıllardır yaşadıklarını yaşıyorlar, dün bulgaristan da yunanistanda ve ...halen... aynı şey bizim de başımıza geliyor hem de biz görmek istemesek te dünyanın hemen her noktasında.. (almanya fransa çin arnavutluk bulgaristan rusya vb...) biz halen dünyanın gözünde ve tarih bilgilerinde barbar değil miyiz.. hep ötekileştiriliyoruz... ve aynı şeyleri şimdi bizler kürtlere yapıyoruz.... insanlar kürt ve kürtçe için birşeyleri yasal yollarla yapmaya çalıştıkları zaman ((( bizim yasalarımızda kürt ve kürtçe yasak olduğu için))) onları hep umursamadık ve ötekileştirdik ve işkencelerde dışkı yedirip dişlerini söktük, ......... ve galiba , maalesef , bizler o insanlara silahtan başka yol bırakmadık... sırf bu yüzden EMPATİ diyorum..

AYRICA...
kendi içinizde çok çelişiyorsunuz.. hem kürt yok kürtçe yok diyorsunuz hem de ''kürt halkının hakları'' diyorsunuz..
AYRICA...
araştırdım kürt alfabesinde 31 harf varmış yanılmıyorsam.. bizlerden farklı olarak (q, x, w,) harfleri var..
AYRICA...
türk olmaktan dolayı gururlu ve mutluyum.. ancak o gün arkadaşımızı aşağılayan zihniyet türklük bilinciydi ve dahası... Eğer benim türklüğüm diğer insanları hor görmeye ve yok saymaya yönelik bir ego aracı olarak kullanılacaksa tabi ki utanç duyarım... ÇÜNKÜ herşeyden önce İNSANIM ve insanlık kavramını yüceltecek olan şeylerden biri de türklüğümdür.. ama.. benim türklüğüm böyle yüce bir amacı bırakıp insanları hor görmeye yarayacaksa ve İNSANLIK kavramını deforme edecekse maalesef utanırım..
AYRICA...
bu gün yere düşersek bizi yerden kaldırmak için el uzatacak olan ve geçmişte de hep uzatmış olan tek millet (sizin deyiminizle: hiçler) maalesef kürtler olacaktır. maalesef.. maalesef..

Birde böyle kişi Türk olacak,nasıl bir Türk bu!

:@:@:@:@
 
Yalan tarih uyduruldu ve inanmak isteyenler de inandı. Şu ülkede asla ve asla Türk Kürt sorunu olmadı,pkaka terörü sorunu oldu. Vatanını,aklını,iradesini satanlar yarında namusunu şerefini satacaktır.Namussuzlar asker kurşunu önünde leş olup toprak olup yok olacaktır.
 
Geri
Top