• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Küresel Isınma

BIYIKLI

V.I.P
V.I.P
Küresel ısınmaya karşı bireysel önlemler

Birleşmiş Milletler Küresel Isınma Konferansı raporu, dünyayı bekleyen
felaket tablosunun sorumlusunun insanoğlu olduğunu gözler önüne serdi.

Türkiye, dünyada küresel ısınmaya neden olan ülkeler sıralamasında ilk 20'de
yer alıyor. Küresel ısınmaya neden olan sera gazı salımının ilerlemesini
engellemek için öncelikle su ve enerji politikalarının değişmesi
zorunluluğunun yanı sıra vatandaşların da bireysel olarak duyarlı olması
gerekiyor. Pekiyi, vatandaş olarak günlük hayatımızda neler yapmalıyız?

Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Öztürk,
bireylerin günlük hayatında dikkat etmesi gerekenler konusunda Hürriyet'e
bilgi verdi. "Her şeyden önce alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerekiyor"
diyen Öztürk yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

OTOMOBİL KULLANIMI- Otomobilinizi 30 saniyeden fazla rölantide çalıştırmayınız.
- Kurşunsuz benzin kullanınız.
- 95 km./saat hızın üzerinde sürdüğünüz her 8 km/saat için, yüzde 10 çok fazla
benzin tüketirsiniz.
- Benzininizi akşam saatlerinde satın alınız. Yaz aylarında, özellikle akşam-gece-sabah saatlerinde benzin satın alınız. Soğuk saatlerde benzin satın alarak hem benzin buharlarının atmosfere kaçmasını önlersiniz, hem de daha yoğun benzin satın alırsınız.

TEPSİ FIRINA UYSUN- Yiyecekleri düz tabanlı tencerelerde ve tepsilerde pişiriniz. Tepsiler
fırına uygun olmalıdır.
- Yemek pişerken fırın kapağını, gerekmediği sürece açmayınız. Her kapak
açılışında sıcaklık 25 derece ile 30 derece birden düşer.

BOŞUNA ISITMAYIN

- Tatil günleri evinizden ayrılıyorsanız ısıtıcınızın veya radyatörünüzün
vanasını kapatınız.
- Isıtıcınızın veya radyatörlerinizin önüne kesinlikle eşya koymayınız.
- Pencerelerinizden güneş çekildiği zaman ısının kaçmasını önlemek için
perdeleri kapatınız.

FLORESANLA AYDINLATIN
- Kompakt floresan lambalar normal lambalardan 5 kat az enerji tüketirler.
- Enerji koruyucu lambalar satın alarak aydınlatma maliyetini yüzde 75
azaltabilirsiniz.



YARI DOLU ÇALIŞTIRMAYIN- Bulaşık ve çamaşır makinesi satın alırken, verimli ömür maliyetini mutlaka hesaplayınız.
- Bulaşık ve çamaşır makinenizi, yarı dolu veya aşırı dolu çalıştırmayınız.
- Daha az su harcayan makine satın alınız.
- Makineyi kurduğunuz yerin çevresinde en az 5 cm. boşluk kalmasına dikkat
ediniz.

SOBADAN UZAK TUTUN- Evde tüketilen enerjinin yüzde 15'i buzdolabında tüketilir. Buzdolabınızı,
soba, radyatör, bulaşık makinesi ve ocak gibi ısıtıcı kaynaklardan uzağa
yerleştiriniz.
- Buzdolabının sıcaklığını +5 derecede, derin dondurucunun sıcaklığının
ise -18 derecede tutunuz.
- Yemekleri dolaba koymadan önce oda sıcaklığına kadar soğumasını bekleyiniz.

MUSLUK DAMLATMASIN
- Normal muslukta dakikada 8-27 litre su tüketilirken, düşük
akımlı aeratörlü musluk kullanarak tüketim yarı yarıya düşürülebilir. Bu
musluklara takılan aparatlar pahalı değildir.
- Dakikada 50-100 damla su akıtan bir musluktan, ayda 750-1500 litre suyun
ziyan edildiğini unutmayınız.

KİRLİ VE TOZLU BIRAKMAYIN- Odadan ayrılınca lambayı kapatınız ve daha iyi çalışması için kuru bezle
temizleyiniz. Kirli ve tozlu lambalar yüzde 25 daha çok enerji tüketir.

SU KULLANIRKEN TASARRUF EDİN

- Duş yapmak için ortalama 5-6 dakika yeterlidir. Böylece duş başına 55 litre
su tasarruf edebilirsiniz.
- Musluğunuz açık kalmasın. Diş fırçalama ortalama 3 dakika sürer. Eğer musluk açık bırakılırsa, her fırçalama esnasında ortalama 15 litre suyu ziyan etmiş olursunuz.




Çağımızın büyük problemi küresel ısınmaya katkıda bulunmamak için yapabileceğimiz çok küçük şeyler var, belki önemsiz görülebilir ama elimizden geldiğince dikkat edersek faydalı olacağı kanaatindeyim.

Yeryüzü için biz neler yapabiliriz?

İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor.

Doğanın küresel ısınmaya gösterdiği tepki tüketicilerin de davranış değişikliğine gitmesini zorunlu kılıyor. Zira yeryüzünün sınırlı kaynakları insanların daha dikkatli olmasını gerektiriyor

Küresel ısınma, insanların gündelik yaşamını tahmin edilenden çok daha fazla etkiliyor ve tüketim alışkanlıklarını da değiştiriyor. Zira en iyi teknolojiler dahi yeryüzünün sınırlı kaynakları karşısında yetersiz kalıyor. Tüketim düzeyinin azaltılması, tüketim tarzının değiştirilmesi, özellikle enerji ve su israfının azaltılması gerektiği ortada. Çevre örgütleriyse, basit uygulamalarla zararın en aza indirilebileceğini belirtiyor.

Çevre örgütleri, tüketicileri en çok enerji kaynaklarının kullanımı konusunda uyarıyor. Zira, her tür enerji elde edilmesinden son kullanıcıya ulaştırılmasına kadar geçtiği tüm evrelerde çevreye zarar veriyor. Bu zararı asgariye indirmenin yolları aslında basit:

Siz neler yapabilirsiniz?

- Enerji dostu ampuller kullanılmalı.

- Televizyonlar bekleme konumunda bırakılmamalı.

- Doğru ışıklandırma kullanılmalı.

- Klima yerine vantilatör kullanılmalı.

- Evler ısı kaybına karşı yalıtılmalı.

- Eşyalar, radyatörleri kapatmayacak şekilde yerleştirilmeli.

Su kaynaklarının kıtlığı da bir başka önemli sorun. Ancak, alınabilecek önlemler de yok değil:

- Diş fırçalama, bulaşık yıkama, tıraş esnasında musluk açık bırakılmamalı.

- Daha az su tüketen yeni teknoloji klozetler kullanılmalı.

- Klozetlere asılan temizleme maddeleri kullanılmamalı.

- Çamaşır suyu tüketimi en aza indirilmeli.

- Akan tesisatlar onarılmalı.

- Hortumla sulama ve yıkama yapılmamalı.

- Suyu, kireç ve bakterilerden arındıran filtreler kullanılmalı.
Çevre örgütleri, tüketicileri ulaşım sektörü konusunda da uyarıyor. Bu sektör, yenilenemeyen enerji kaynaklarının baş tüketicisi ve sektörde kullanılan gazların emisyonları, hava kirliliğine, iklim değişikliklerine neden oluyor.

- Toplu taşıma araçları tercih edilmeli.

- Kısa mesafelere arabayla gitmek yerine, yürümeli.

- Kurşunsuz benzin tüketen araçlar tercih edilmeli.

- Aracın taşıma kapasitesi aşılmamalı.

- Uzun duraklamalarda aracın kontağı kapatılmalı.

Çevre örgütleri, tüketicilere geri dönüşümü bir yaşam tarzı olarak benimsemelerini, alışveriş sırasında aşırı tüketimden kaçmalarını öğütlüyor.

- Tüketicilerin özenli davranması gereken en önemli konuların başındaysa ambalaj tüketimi geliyor. Zira plastik ambalajların doğada kaybolma süresi bin yılı buluyor.

- Tüketiciler, uzun ömürlü ürünlere yönelmeli.

- Geri dönüştürülemeyen ambalajlarda satılan ürünler alınmamalı. Başta PVC olmak üzere, plastik ambalajlardan kaçınmalı.

- Şişe ve kavanoz gibi cam ürünler tercih edilmeli.

- Plastik poşet ve yiyecek kapları gibi ürünler yeniden kullanılmalı.

- Alışverişlerde plastik poşet kullanılmamalı.

- Cam malzemeler, organik çöplerle birlikte atılmamalı.

Gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelen bilgisayarların yarattığı kirlilik de azımsanacak gibi değil.

- Elektrik tüketimi daha düşük modeller alınmalı.

- Yazıcıdan kağıt çıktısı alınması asgariye indirilmeli.

- Bilgisayarlar bekleme konumunda bırakılmamalı.

- Kullanılmayan bilgisayarlar atılmamalı.

Uzm. Kimyager Menekşe KESKI DÖNMEZ
Çevre ve Orman Bakanlığı
Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü
Kimyasallar Yönetimi Dairesi Başkanlığı
 
Eyvallah cırcırım sende olmasanan kaleye alan yok be bizi şu forumda .
Allah senden razı olsun ki son zamanlarda mesajlarımıza cevap veren kalmadı.
kocaman kocaman teşekkürler
 
Küresel ısınmanın dünyanın her yerinde gündemi meşgul eden önemli bir konu haline geldiği şu günlerde, Danimarkalı bir bilim adamı atmosfere yayılan sera gazları sonucu sıcaklıkların artması ve buna bağlı olarak iklim değişiklikleri meydana gelmesini gerçek dışı bulduğunu belirtti.

Non-Equilibrium Thermodynamics dergisinde çıkan yazıda Kopenhag Üniversitesi’nde görev yapan Prof.Dr.Bjarne Andresen, artan sıcaklıklar ve bunun sonucu meydana gelen küresel ısınma fikrinin bilimsel olmaktan çok politik bir malzeme haline geldiğini vurguladı.

Western Ontario Üniversitesi’nden Kanadalı Prof.Dr. Christopher Essex ve Guelph Üniversitesi’nden Prof.Dr. Ross McKitrick ile birlikte konuyla ilgili bir makale hazırlayan Andresen, dünyada son 50 yıldaki ısı artışının sera gazlarına bağlanmasının moda haline geldiğini kaydetti.

İnsan faktörünün içinde yer aldığı kirliliğin dünya atmosferini bu kadar kısa zamanda değiştiremeyeceğinin altını çizen Andresen, "Çok karmaşık bir yapısı olan atmosferin basit ısı değişimleriyle bozulmasından bahsetmek imkansızdır. Sıcaklık, atmosferin sadece homojenik sistemini tanımlayabilir. Daha da ötesinde, iklim tek bir sıcaklık seviyesine hükmetmez. Sıcaklık farklılıkları sayesinde iklim etkilenir ve fırtınalar, deniz olayları meydana gelir" dedi.


Andresen, küresel ısınma fikrinin bilim adamlarından çok politikacıların ilgi alanına girmesini ve oy kaygısıyla konuya yaklaşılmasını eleştirdi.
 
ben küresel ısınmanın safsata olduğunu düşünmüyorum mart ayındayız bırakın karı yağmur dahi yağmadı günlük güneşlik bir hava var dışarda baharlar yok oldu bence başka bir açıklaması yok dünyayı biz insanlar olarak yok ediyoruz
 
Dünyayı kurtaracak 6 proje
Bilim adamları, küresel ısınmaya karşı dünyayı yeniden şekillendirmeye hazırlanıyor. Bundan birkaç yıl önc, dev uzay aynaları, suni bulut makineleri, okyanus gübreleme programları ve benzeri projeler bilimkurgu gibi geliyordu. Ancak bugün birçok mühendis ve araştırmacı, “geo-mühendislik projeler” adı verilen bu buluşların, dünyayı kurtaracak yegane çözümler olduğuna inanıyorlar.
Daha önce geo mühendislik konularına endişe ile yaklaşan Manchester Üniversitesi Makine Mühendisliği Profösörü Brian Launder, “Zaman ilerledikçe karbon emisyonlarının azaltılması konusunda aşama gösteremediğimizi gördüm.” diyor ve artık bu projelere sıcak baktığını söylüyor. Londra’daki Bilim Müzesi’nden şu günlerde açılan “Yosunlar Dünyayı Kurtarabilir mi?” sergisi de gezegeni kurtaracak ileri teknoloji projelerine odaklanıyor. İngiliz Observer gazetesind, 7 Ekim’de yayımlanan bir yazıda, küresel ısınmaya karşı geliştirilen projeler ve başarı şansları anlatılıyor.
Karbon emisyonlarının azaltılması için yapılan antlaşmalar, kirliliği önleme konusunda bir işe yaramadı. Politikacılar bir türlü anlaşamayınca, iş bilim adamlarına düştü. Bilim adamları, gökyüzünün ve denizlerin doğasını değiştirecek araştırmalar üzerinde yoğunlaştılar. Başarı şansları tartışılır; ancak bilim, tüm gayretiyle dünyayı kurtarmaya çalışıyor. İşte öne çıkan altı proje…

Sentetik ağaçlar
Karbondioksit emen ağaçlar dikmek, ekoloji için önemli bir etkinlik haline geldi. Ama şimdi, bilim adamları başka bir teknoloji öneriyor. Sentetik ağaçlar. Bu ağaçlar büyümüyor, çiçek vermiyor ama karbondioksiti emiyor. Columbia Üniversitesi’nden Klaus Lackner, bu fikri İlk olarak Bilimin Gelişmesi İçin Amerika Birliği (American Associaton of Advencement of Science) yıllık toplantısında verdi. Lackner’in ağaçlardan sadece bir tanesi, yılda 90 bin karbondioksit emebiliyor. Bu da 15 bin aracın yaydığı karbondioksite eşit. Bu oranda karbondioksiti ancak binlerce doğal ağaç emebiliyor. Lackner’in projesi,karbonu tutup onu yer altına gömme üzerine kurulu. Bununla birlikte, karbondioksiti sıvılaştırıp eski madenlere ve petrol sahalarına da gömme projeleri de var. Lacher’in sentetik ağaçları da filtre görevini görecekler. Ancak projeyi eleştirenler, karbondioksiti elde etmek için çok fazla enerji gerektiğini söylüyorlar.
Sülfür örtüleri
Büyük volkanik patlamalarda yeryüzü soğuyor. Örneğin Filipinler’deki Pinatubo Yanardağı, 1991’de patladığında, dünya çapında ısı 0.6 C düştü. Bilim adamları, bunun , volkanın stratosfer püskürttüğü 10 milyon ton sülfür yüzünden olduğunu söylüyor. O zaman, neden kendi Pinatubo’muzu yaratmayalım? Bu, 1995’te ozon tabakasıyla ilgili çalışmasıyla Nobel ödülü alan profesör Paul Crutzen’in önerisi. Crutzen, güneş ışınlarının dünyaya ulaşmasını engelleyecek bir sülfür örtü yaratmak gerektiğini biliyor. Bunun için de sülfür dolu yüzlerce roket stratosfere gönderilecek. Yaklaşık bir milyon ton sülfür, dünyayı kurtarmak için yeterli olacak. Ancak bu fikir, bu kadar fazla sülfürün, asit yağmurlarına yol açacağını ve ozan tabakasına zarar vereceğini iddia eden bilim adamlarını endişelendiriyor.
Bulut kalkanıColorado Ulusları Atmosfer Araştırmaları Merkezi’nden Jhon Latham ve Edinburgh Üniversitesi’nden Stephen Salter, deniz suyundan spreyler kullanarak bulut miktarını yüzde dört arttırılırsa,dünyayı güneşin radyoaktif ışınlarından yeterince koruyabileceklerine inanıyor. Plan, karbondioksit salınımını aza indirecek en ucuz projelerden biri ve bilgisayar simülasyonları sonuç verirse, beş yıl içinde deneme aşamasına geçilecek. Ancak Latham, bu projenin hava değişikliklerine
yol açabileceğini söylüyor.
Uzay aynalarıGüneşin yaydığı radyasyon dünyayı ısıtıyor ve yaşamın devam etmesini sağlıyor. Ancak dünya ısındıkça, bilim adamları dünyaya ulaşan radyasyon miktarını kısıtlamak istiyorlar. Bunun yollarından biride uzaya dev aynalar yerleştirmek. Projenin fikir babası, California Lawrence Livermore Ulusal Laboratuarları’ndan fizikçi Lowell Wood, alüminyum ipliklerle yapılan binlerce metrelik çapı olan ekranları uzaya yerleştirmek. Bu ekran, güneş ışınlarını bloke edecek ve radyasyonu filtreleyecek. Bu aynanın maliyeti biraz yüksek. Ancak bir kere yerleştirildiğinde, çalıştırması çok kolay ve ucuz olacak. Güneşten gelen radyasyonun yüzde birini kısacak olan aynalar, yaklaşık bir milyon kilometre yer kaplayacak. Ancak bilim adamları, sonucu belli olmayan bir projeye çok fazla yatırmayı mantıklı bulmuyor.
Deniz ormanları
Planktonlar ve yosunlar okyanusların meraları. Karbondioksiti emiyor, ölüyor, sonrada emdikleri karbondioksitle birlikte deniz dibine iniyorlar. Bu alanların sayısını artırmak, atmosferden daha çok karbondioksit emilimini sağlayacak. Planktonlar oluşturmak için önerilen yol, demir gübreler kullanmak. Az miktar demirin bile okyanusta planktonların büyümesini sağladığı biliniyor. Ancak dünyanın bir çok yerinde, denizlerde demir bulunmuyor yada çok az var. Amerikalı bazı girişimciler, denize tonlarca demir pompalama denemelerine başladılar bile. Ancak bu yolla atmosferdeki karbondioksitin çok az miktarının yok olacağını, buna karşılık yöntemin, ciddi kirlenmelere yol açacağını söyleyenler de var.
Okyanus pompaları
İngiltere Bilim Müzesi Başkanı Chris Rapley ve “Gaia” konseptinin yaratıcısı James Loverlock, deniz yüzeyine soğuk su pompalayacak yatay borular öneriyor. Bu sayede soğuk su, özel bazı yosunlar sayesinde, bazı yaşam formlarıyla etkileşime girerek karbondioksit emilimini sağlayacak. Bu yaşam formları, daha sonra okyanusun dibine çökecek ve karbonu bin yıllığına denizin dibine gömecek. Bazı biyaloglar, bu yöntemin deniz yaşamını olumsuz etkileyeceğini söylüyor.
 
Etkileri
Bitkiler alemi atmosferdeki sıcaklık değişimine daha önce tepki verdi. Ilıman beölgelerdeki bitki ve ağaçlar daha hızlı, daha iyi büyüyor ve 20. yüzyıl başına göre daha erken ürüyorlar. Güneydeki türler, sürekli olarak kuzeye yerleşiyorlar, alçaklarda yaşayanlar daha yukarılara doğru genişliyorlar. Küçük buzul çağından sonra ekoloji genel olarak yeniden düzenlenirken havadaki artan nemden faydalandı.
“Kuzey Yarımkürede ağaçlar daha hızlı büyüyor ve daha erken ürüyorlar. Güneydeki türler kuzeye doğru çıkıyorlar. Dağlarda ağaçlar teorik olarak yaşamalarına uygun olmayan yüksek bölgelerde yaşamaya başladılar.”
Daha büyük, daha verimli ağaç ve bitkiler
20. yüzyılın başından beri orta enlemlerde, özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’daki ağaçlar daha hızlı büyüyor ve daha yükseğe çıkıyorlar. Orta Fransa’daki meşeler 1900’dekinden 10 metre kadar daha yüksek. Diğer birçok tür gibi daha erken tomurcuklanıyor, yapraklarını daha geç kaybediyorlar. Bu durumda büyüme sürelerini on güne kadar uzattı. Otuz yıl öncesine göre gözle görülür bir şekilde daha verimli olan yapraklar ve reçineler, hayvan türleri gibi kuzeye doğru bir göç hareketine başladı. Bu tespit çiçekli bitkiler içinde geçerli. Bu yer değiştirmeler yerli türlerin zararına oluyor, zira rekabetten korunabilenler az sayıda. Bu nedenle bitkibilimciler son otuz yılda, Avrupa’nın kuzey iklim bölgelerindeki tür sayılarında sürekli bir azalma gözleniyor.
Tam tersine ılıman bölgenin orta kısmı, kendine has çeşitliliğin arttığına şahit oluyor. Bu değişikliklerin büyüklüğü doğal değişkenlik sınırını aşıyor. Büyük olasılıklar bu durumun esas sorumlusu, atmosferdeki ortalama sıcaklık ve karbondioksit oranındaki artıştır, çünkü bu artış Kuzey Yarımküre’nin orta enlemlerindeki iklimlerin dağılım alanlarını değiştirdi. Ağaçlar ve bitkiler yapabildikleri takdirde bu hareketleri takip ediyolar. Kuzey bölgesi ormanları Kuzey Kutup bölgesindeki tundra alanlarını her bir ek derece Celsius için 100km’lik teori bir hızla işgal ediyor.

Dağda
Değişiklikler dağda daha belirgin. Alçak kısımlardaki bitkiler yükseklerdekilerin yerine geçiyor. Ağaçların bulunduğu asgari 6,5 derece sıcaklığın belirlediği üst sınırdan sonraki seyrek yamaçlar daha önce hiç gözlemlenmemiş yoğunlukta. Ural dağlarında dağ otlakları, yüz yıl öncesine oranla 20 ila 80 metre daha yukarıdan başlıyor. Alplerde kayın ağacı artık 1600-2100 m’de çam ve ladin ise 2100-3200 m’de görülüyor.Karın olduğu yukarı katlarda bile bitkiler, seksen yıldır her on yılda 4m tırmandı. Dağ kütlelerinin yüksek katlarına yerleşerek sert iklim koşullarına uyum sağlamış bitkiler, her yıl biraz daha alan kaybediyor. Oysa bu bitkiler, Batı Avrupa florasının yerleşik türlerinin sadece belirli bir bölgede bulunanlar %15 %20’sini oluşturuyor. 50 yıldır, Alperin doruklarında %70 oranında yukarı doğru göç eden bitki türleri sayısındaki sürekli artış, bu eşsiz bitkilerin yok olma riskinin fark edilmesini engelliyor. Bunlardan atmosferin ısınması mı sorumlu? Hiç şüphe yok, fakat tek sorumlu o değil.


Hayvanlar bizden çok daha önce iklimin eskisi gibi olmadığını anladı. Bir buçuk yüzyıldır, özelliklede son otuz yıldır, çok sayıda hayvan türü yaşadıkları alanı değiştirdi. Bu, bölgesel iklime bağlı olan ortamın değiştiğini gösterir. Yani iklim kargaşası başladı. Geriye kargaşanın büyüklüğünü ve geriye döndürülebilirliğini anlamak kaldı.

“Gittikçe daha fazla “sıcak” hayvan ılıman bölgelere yerleşiyor. Bu, bölgelerin farkına varılmadan ısındığının kanıtı. Kızıl tilki kutup tilkisini takip ederek yukarı doğru çıkıyor ve tropikal iklim balıkları Bretagne’a yaklaşıyor.”
İlk tanık deniz
Yaklaşık yüzyıldır doğabilimciler türlerin gerek aralarındaki düzende gerekse her birinin yaşam düzeninde değişiklikler olduğunu belirtiyor. Deniz dünyasında, örneğin Akdeniz’de, bilimciler, balıkçılar ve dalgıçlar 1980’lerin sonundan beri, Doğu havzasına yerleşmiş olan türlerin Batı havzasına doğru göç ettiklerini tespit ediyorlar. Fransa kıyılarında daha önce görülmemiş olan tropikal bölgelerin muhteşem gündüz balığı, ilk kez 1988 yılında Korsika’da görüldü. Aynı balık dört yıl sonra Port-Crosmilli parkında ve hemen ardından bütün Lion körfezinde görüldü. Oysa bu bölgeler gündüz balığına uzun süre ev sahipliği yapmış Yunanistan ve Filistin sahillerine kıyasla çok daha serin. Öte yandan, çaçabalığı olarak bilinen başka tür bir balık, Atlantik Okyanusu için Batı Akdeniz’i terketti.
Kuzey Atlantik bölgesinde, 1990’lı yılların kış aylarında, bitkisel planktonun üreme dönemi uzarken miktarı ikiye katlandı. Aynı zamanda bitkisel planktonlarla beslenen onayaklı kabukluların larvaları yumurtalarından daha erken çıkmaya başladı. Avrupa’da, 1970’li yıllarda, hayvan planktonu türlerinin bütün çoğunluğu ve morina balığı gibi önemli bir balık, en soğuk denizlere kazar kuzeye doğru bir yolculuğa başladı. Bu türlerin nufusundaki önemli değişkenlik, insan baskısı ve doğal olaylar dikkate alındığında, bu değişikliklerin kökeninde suların yüzeyindeki sıcaklık artışı olduğu açıkca görülüyor.
Alt üst olmuş göçler
Otuz yıldır dünyanın hemen her yerinde ve özellikle Avrupanın doğusunda bazı türler kışın yaşayacakları bölgelere gitmek için göçe başlamakta gecikiyorlar. Sadece Kuzey Avrupa ile tropikal Afrika arasından geçen kül rengi kaz gibi kuşlar, Artık Fransa ve İspanya’da duruyorlar. Öte yandan tropikal kökenli ve yakın zamanda Akdeniz havzasına yerleşen arıkuşu gibi türlerin, Kuzey Avrupa’ya ulaşmaları otuz yıl sürdü. Böcekbilimciler aynı hareketleri, kuzeye doğru göç eden ve gittikçe daha erken yumurtadan çıkan kelebekler ve böceklerde de tespit etti. Memelilerde ise, ılıman Avrupa’nın kızıl tilkisi, Kuzey Kutup bölgesine doğru çekilen kutup tilkisini avlayarak sürekli daha yukarılara çıkıyor…

Bütün bu örnekler tek bir sonuca varıyor. Yeryüzünün ortalama sıcaklığında henüz algılanamayan bir artış, türler bakımından iklim dağılımını değiştirmeye başlamış gibi. Avrupa’da, Akdeniz iklimi ılıman bölgenin güneyinde etkili olurken, ılıman iklimse kuzey iklim bölgesine doğru her bir ek derece Celsius için 160 km ilerliyor.
Domino Etkisi
Bu kadar kısa zaman diliminde ve bu büyüklükteki değişimler doğal ayıklanmayı hızlandırıyor. Ekolojik ortam, her bir tür için oldukça katı bir biçimde belirlenen sıcaklık, yağmur miktarı, mevsimlerin süresi, bitki örtüsü ve beslenme koşullarıyla tanımlanır. Bu parametrelerden herhangi biri değiştiğinde tür, fizyolojik kapasitesi ve zamanı varsa bu değişime uyum sağlar. Aksi taktirde aynı ekolojik ortamı başka yerlerde arar, ve arayışı sonuçsuz kalırsa yok olur. Bıraktığı alan, kolay uyum sağlayabilen az uzmanlaşmış bir çok tür için kullanıma açıktır. Oysa, doğada her şey birbirine bağlıdır. Bir tür yaşadığı yeri değiştirdiğinde, üreme zincirini ayarladığında yada av yelpazesini uyarladığında diğer tüm türler bunun sonuçlarından etkilenir. Bu domino etkisidir. Bazen küçük değişiklikler ufak çaplı kargaşalara yol açabilirler, bunlar da daha sonra büyük çaplı etkiler ile kendilerini gösterir.
Küresel ısınmanın etkisinden nasibini alan hayvan türleri: Kutup ayısı, Morina balığı, Kutup tilkisi, Kızıl tilki, Peygamber devesi, Monark kelebeği, Omurgasız balıklar, Çokira, Kılıç balığı, Tarpon balığı, Mercan resifleri

Topraktaki buzullar ve kar, önemli miktarlarda tatlı su depolayarak dere ve ırmakların seviyesini dengeler. Deniz buzulları ise eriyerek bölgesel olarak su sıcaklığını, buna bağlı olarak karbondioksit emme kapasitesini, tuzluluk oranını ve akıntıları değiştirir. Dünya ölçeğinde buzulların erimesi ve karlanmanın azalması telaşlandırıyor. Buna karşın, hiçbir şey atmosferin ısınmasının bu durumun sorumlusu olduğunu kanıtlamıyor. Acaba, küçük buzul çağının sonundan beri gerçekleşen en son gerilemeye mi şahit oluyoruz?
“150 yıldan beri Alp buzullarındaki genel çekilme, kışın kar yağışındaki %25’lik azalmaya bağlı olmalı. Sıcaklık artışının Alp buzulları üzerindeki etkisi sadece 20. yüzyılın başından ve özellikle 1980’lerden beri görülüyor.”
Bozulan buzullar
20. yüzyılın başından beri dünyada buzulların erimediği bir yer yok. Bu buz kütleleri insan ömrü gibi bir sürede genişleyip daralıyor.Buzulların hacmi ve alanlarındaki değişimin yüzyıllardır kaydedilmesi, tarihçilerin 1860 öncesi yeterli verilere ve bilgilere sahip olmayan iklimbilimcilere yardım etmesini sağlıyor. Yani küresel iklimdeki oynamalar buzulların üzerinden anlaşılabiliyor. Geçen yüzyılda Kenya Dağlarındaki buzul kütleleri %92, Kilimanjora’dakiler %82, Kafkasya dağlarının tümünde ve Alplerde bulunan buzulların %50’si ve Yeni Zellanda’da bulunan buzulların dörtte biri azaldı. Her ne kadar Afrika’da gözlenen azalma 19. yüzyılın sonunda havadaki nemlilik oranının bölgesel değişimi ile açıklanabilse de diğer yerlerde kaybedilen azalmalar henüz açıklanamıyor. Belirsizlik hakim, çünkü buzulların azalması atmosfer sıcaklığının artışına oranla çok daha hızlı gelişiyor ve bu azalma genellikle iklimsel ısınmadan önce gerçekleşiyor. Şurası kesin ki, küresel olarak buzul alanlar 1890’lı yılların başından beri, hızlı bir şekilde daralıyor. Avrupada buzullar bundan 5000 yıl önce ulaştıkları azami çekilme sınırının altına gerilemiştir.

Daha az kar yağıyor
Kuzey ve güneydeki her iki kış boyunca gezegenin yaklaşık üçte biri karla kaplanır. Kuzey Yarımkürede, 45derece ile 75 derece enlemleri arasında karın kapladığı alan kışın, yaz döneminin on katı olur. Bu alan 1966’dan beri %10 azaldı. Yeryüzü ve atmosferin alt katmanlarının daha sıcak olması, karlanma sürecindeki azalmayı açıklıyor. Bu süre 1971 ile 1994 yılları arasında her on yılda 7,1 ile 10,6 gün arası azaldı. Bu önemli fark, ilkbaharda gittikçe daha erken gerçekleşen erimeler ve daha geç gelen sonbahar karlarına bağlı olabilir. Kuzey Yarımkürede Nisan ayındaki kar örtüsü 1996 ile 2004 yılları arasında alan olarak yüzde 5 azaldı.

Yüzyıldır deniz seviyesi ve sıcaklığındaki artış durmadı ve bu artış sürekli hızlandı. Farklı doğal olaylar bölgesel değişimleri açıklayabilsede, dünya ölçeğinde meydana gelen artış aslında bütü gezegenin ısınmasından ileri geliyor. Yine de 13 yıldan buyana görülen hızlanma doğal bir değişkenliğede bağlanabilir. Isınma hızlı bir şekilde kontrol altına alınsa dahi, okyanusun büyük termik durgunluğu ve buzulların çözülmesindeki yavaşlık sebebiyle sulardaki bu yükselişin yüzyıllar boyunca sürmesi beklenebilir.
“Suyun yükselmesinin esas nedeni genel sıcaklıktaki artıştır. Bu, ısınan su katmanının kalınlığı oranında önem kazanan bir genleşme ile kendini gösterir. Kıtasal buzların erimesi, şimdilik ikinci derecede önem arzediyor.”
Su ısınıyor…
Batı dünyası, 19. yüzyılın son çeyreğinden beri gemilerini ölçüm aygıtları ile donatıyor ve kıyılarına deniz istasyonları yerleştiriyor. Bu sadece okyanus bilimciler denizlerin yüzeyinin 1890’lardan beri 0,6 derece yükseldiğini ileri sürebilecek durumdalar. Aslında, 1970’lerde başlayan şimdiki dönem ile 1910-1945 yıllarında görülen ısınma arasına kısa bir soğuma dönemi girdi. Bunun yanı sıra yerel iklimlere ve akıntılara bağlı olarak, okyanusarı oluşturan denizler arasında büyük farklılıklar bulunur. Bu sebeple, Avrupa’nın kuzey denizlerinde, yüzeydeki suların sıcaklığının artışı tespit edilemez. Bu, kutup rüzgarları ile akıntılarının ve diğerlerine göre daha güçlü olan Kuzey Atlantik kolunun muhtemel etkisiyle açıklanabilir. Buna karşın, Kuzey Atlantik ve özellikle Akdeniz önemli yükselmeler gösterir.
Su yükseliyor
Son yüzyılda, dünyadaki ortalama okyanus seviyesi bölgelere göre 10 ila 25 cm arasında yükseldi. Bu artışın 1950’lerin başından beri hızlandığı görülüyor. Gelgitler gibi bu olayda kıyı şeridinin şekline ve deniz altı topografyasına bağlı, Brest’te(Fransa) ortalama seviyenin yükselmesi yılda 3 mm’ye ulaşıyor. Yüzeydeki su sıcaklığının artması suyun genleşmesine yol açıyor ve su havzası yatay düzlemde kıtaların şekliyle engellendiği için su “yükseliyor” Ayrıca, küresel ısınma toprak yüzeyindeki bazı buzulların erimesine ve böylece fazla su birikimine yol açıyor. Buna karşın denizlerde yüzen buzulların erimesi su seviyesini değiştirmez, zira Arşimet kanunundan biliyoruzki erimiş suyun hacmi buz dağının su altında kalan kısmın hacmine eşit. Bunlara ek olarak, son buzul çağının bitmesinden beri düzenli olarak gerçekleşen kıtaların dikey hareketi hakim ağılığın ve rüzgarların yönünde ve yoğunluğunda değişim veya totulaşmanın artması gibi başka olaylarda deniz seviyesinin bölgesel olarak yükselmesine sebep olabilir. Her halükarda, yeni araştırma yöntemleri, evrensel düzeyde bir olayın var olduğunu göstermeye yaradı.
Termik durgunluk
Yüzey sıcaklığı 0,1 derece arttığında deniz seviyesi 1 cm yükselir. Yani, 1900’den beri 0,6 derece artış ile su seviyesi 6 cm yükseldi. Bu rakama Kuzey Yarımkürenin yüksek enlemlerindeki donmuş toprağın çözülmesi ve buzulların erimesine bağlı olarak fazladan birkaç santimetre daha eklendi. Tüm bu rakamlar başka bir gerçeği, okyanusların atmosferden daha yavaş ısınmasını ifade eden deniz suyunun termik durgunluğunu gizliyor. Devasa hacmiyle atmosferden kendisine gelen önemli miktarda kaloriyi biriktiren okyanus olmasaydı, atmosfer çok daha sert bir şekilde ılıklaşırdı. Ancak, okyanus gittikçe daha fazla ısınıyor ve sıcaklık artışı durduktan sonra bile deniz seviyesi yüzyıllar boyunca belirgin bir beiçimde yükselmeye devam edecek. Buzulların erimesi şimdilik daha yavaş, onlarda suların yükselme seviyesi ve süresindeki genişlik üzerinde etkili olacak.

Yüz yıldır dünyanın genelinde ortalama yağış ve sıcaklıklar artıyor ve daha değişken bir hal alıyor. Kara ve deniz, bölgeler, mevsimler ve hatta gece ve gündüz arasındaki farklar tutarlı olmakla birlikte istatistiksel değişkenliğin üzerinde yer alıyor. Yani, bilinen doğal olayların açıklayamadığı yükselme payından şüphesiz insan sorumludur.
“Gündüz ile gece arasındaki fark artıyor, kıtalar okyanuslardan daha fazla ısınıyor. Avrupa’nın kuzeyi Aysa’nın kuzeyi ve Amerika’nın kuzeyi ısınmayı en açık şekilde yaşayan bölgeler”
Zıt Yağmurlar
Sıcaklıkların yükselmesi buharlaşmayı arttırdığından, yağış hacmini bir yüzyılda %2 artması şaşırtıcı değil. Düşük bir rakam ama coğrafi dağılımıda unutmamak gerekir. Akdeniz civarı gibi bazı bölgeler kurudu. Buna karşın, Avrupa’nın kuzey ve orta bölgesinde 1900’den beri yağışlarda %10’dan %40’a varan bir artış görüldü. Bu bölgesel çeşitliliğe, mevsimsel farklılıkta ekleniyor. Bir yüzyıldır kışlar Avrupa’nın güney ve doğusunda daha kuru, kuzeybatısında daha bulutlu ve rüzgarlı geçtiği halde, Akdeniz havzasında ve İskandinavya’nın iç bölgelerinde yazın daha sık kuraklık oluyor. Yağışların 20. yüzyılın başına kıyasla %8 daha fazla olduğu Kuzey Kutup bölgesinde, kışlar eskiye göre daha kısa, daha sıcak ve daha bol yağmurlu olacak.
Hızlanan yavaş ısınma
1906’dan beri dünya atmosferinin ortalama sıcaklığı 0,74 - 0,18 derece yükseldi. Başka bir ifadeyle, son yüzyıl içinde 1920 ile 1945 yılları arasında her on yılda ortalama 0,14 derecelik 1979 ile 2005 yılları arasında ortalama 0,17 derecelik bir artış söz konusudur. Çok zayıf bir artış gibi gözüküyor… Ancak, üç yüzyılda 5 derece ediyor. Ya da, yaşadığımız dönem ile buzul dönemi ayıran bir fark. 1850’den beri yapılan örnek ölçümler ve geçmiş yüzyıllar hakkında yapılan genelleştirmeler şunu ifade etmemize imkan veriyor: Sıcaklık, bin yıllık zaman diliminde asla bu kadar az sürede ve bu derece yükselmemişti.
Hava sıcaklığının ortalama yükselişi mevsimler arasında dengesiz bir şekilde dağılıyor. Kışlar yazlardan daha çok ısınıyor. Avrupa’da ve özelliklede kıtanın güney ve doğı kısmında, çok soğuk günlerin sayısı azalırken bğucu günlerin sayısı artıyor.
Dünya ölçeğinde asgari gece sıcaklıklarının artışı azami gündüz sıcaklıklarının artışından 2 kat daha fazla. Bu artış, suyun ısınmasının yavaşlığı dikkate alındığında, kıtalarda, okyanuslardakinden çok daha hızlı.

2005 yılı (1998’le beraber), 1850’den beri yaşanan en sıcak yıl olacaktı. Son 12 yıl, 1850’den beri gerçekleşen en sıcak 12 yıl arasında yer almaktadır. Bu tespitlerin birkaç yüzyıl ölçeğinde tespitlenmesi gereksede, bizi uyarmak için yeterliler. Acaba bu, iklimin ısınmasının kanıtı mı? Muhtemelen. Gezegenin su döngüsünün hızlandığı neredeyse kesindir. Hiçbirşey bunun sebebinin iklim ısınmasının olduğunu kanıtlayamıyorsa da yapılan tahminler demeti kalınlaşıyor.
Bu on yılda görülen aşırılıklar 21. yüzyıl için sadece bir başlangıç olma riski var.
“Aşırı sıcaklıların, fırtınaların, tayfunların ve su baskınlarının şidderi ve art arda gelişi dünya ölçeğinde su döngüsünün hızlandığına işaret ediyor. Meyve ağaçları ve üzüm bağlarıda ortalama sıcaklıkların arttığını gösteriyor. ”
O kadar da istisnai olmayan olaylar
Aslında 2003’deki aşırı sıcaklıklar 1420, 1783, 1846 veya 1994’dekilerden daha korkunç değildi. Aynı şekilde Manş’ın bir kısmını dolduran ve birçok deniz ürününü yirmi yıl boyunca yok eden 1962 - 1963 korkunç kışı 1305-1306, 1363-1364 ve 1788-1789 yıllarındaki kışlar ile kıyaslanabilir. Buna karşı, 1999 fırtınası kaynağı ve yoğunluğu ile tekdir. 2004’teki on beş tropik fırtına ve kasırga, daha kısa aralıklarla gerçekleşmişsede 1886’dan beri oluşturulan yıllık ortalamaya uygun sayıdadır. Dolayısıyla seyrek rastlanan tüm olaylar istisnai değildir.

İstatistiksel belirsizlik
Aralık 1999’daki fırtına, Ağustos 2003’teki aşırı sıcaklar, Eylül 2004’teki tayfunlar, hepsi çok sayıda, çok şiddetli, çok az aralıklı. Son on yılda, her bir yıl önceki yılı en sıcak, en soğuk veya nadir olaylar açısından en zengin yıl sıralamasında geride bırakıyor. İklim üzerine yapılan tüm bilimsel çalışmalar asgari nesnelliklerini koruyabilmek için, büyük olayların öznel ve göreceli şiddetini bir kenara bırakarak bütün olayları önceki kayıtlarla kıyaslayarak inceliyor. Bu inceleme istisnai olaylar dikkate alındığında neredeyse imkansız, çünkü genel olarak bunların dönemi bilimsel verilerin toplanabildiği zaman aralığına çok yakındır. Böylece iklimbilimciler üç ayda bir gerçekleşen bir olayın, yüzyıl boyunca yapılan bir dizi ölçüm içinde ayırt edilemeyeceğini tahmin ediyor.
 
KÜRESEL ISINMA SONUÇLARI

Tarımda oluşacak büyük eşitsizlikler
Üretim şekli olarak tarım, iklimdeki 2-3 derecelik ısınmadan etkilenmez. Ancak bu ısınma, var olan eşitsizlikleri belirginleştirerek dünya çapında tahıl dağılımı üzerinde etki gösterecek. Kuzey yarımküre daha fazla verim alırken, sıcak ülkeler tatlı su kaynaklarında ve ekilebilir topraklarında büyük kayıplarla karşılaşacaktır. Bununla birlikte su taşkınları, veya fırtınaların sıklığındaki ve yoğunluğundaki artış, bu aşırı olayların zararlı sonuçlarını dünyanın daha büyük bir kısmına yayacak.
“Mısır, hintdarısı, darı, şeker kamışı, ve sıcak ürünler ısınmadan faydalanacak. Ama, tarım en çok Güney yarımkürede zarar görecek.”
Muhtelif etkenler
Toprakların niteliği tarımın gelişiminde önemli bir etkendir. Oysa kuraklığın yerleşeceği her yerde, verimli toprak kalınlığı azalacak. Tersine, biyocoğrafi bölgelerin dağılım alanındaki değişim, özellikle yüksek dağlarda ve Kuzey yarımkürenin kuzey bölgelerinde yeni yerlerin ekilebilir toprağa dönüşmesinde katkıda bulunacak.
Bu ekilebilir toprakların niteliği ve kalıcılığı meteorolojik olayların yoğunluğuna ve sıklığına bağlıdır. Tarladaki ürünler fırtınalarla yere serilir, deniz seviyesinin yükselmesi veya su taşkınları ile sular altında kalır, dolu sağanaklarıyla kırılır, su hortumları yüzünden daha dalındayken çürür ve sayıları iklimsel etkenlere bağlı olan parazitlerden zarar görür. En aşırı olaylar toprağı kelimenin tam anlamıyla altüst eder. Subtropikal kuşaktaki şiddetli yağmurlar verimli toprağın ince örtüsünü alıp gider.
Sonuç olarak, tarımın geleceği toprakta bulunan su miktarına bağlıdır. Su miktarı eksik olduğunda özellikle Mağrib, Orta Asya ve Güney Afrika gibi fakir ülkelerdeki sulu alanların üretim bölgelerinden olan uzaklığı daha da artacak. 1,7 milyar insan şu anda suyun çok az olduğu bölgede yaşıyor. Bu sayı 2100’de hatta 2050’lerden itibaren 5 milyar olabilir. her şeye rağmen mısır, hintdarısı, darı veya şeker kamışı gibi tropikal bitkiler uyum sağlayabilmek zorundalar.
Kuzeyde artan verimlilik
Sıcaklık artışına bağlı olan büyüme mevsimlerinin uzaması fotosentez biçimlerini kolaylaştırdığı için, tahıl tarımına patates veya manyokaya öncelikle yarar getirecektir. Avrupa’da bugünden 2050’ye kadar, doğal evrim düzeltildikten sonra hektar başına buğday verimi %9’dan %35’e yükselebilir. Bu artıştan daha çok kıtanın güneyi özellikle İtalya, Yunanistan, Fransa’nın güneyi ve İspanya’nın kuzeyi yararlanacak. Bu arada uzun sıcak haftalar boyunca yağış eksikliği, bu tarlaların aniden yok olmasına neden olabilir. Fransa’da, Yunanistan’da, Avusturya’da, Portekiz’de ve İtalya’da verimin birkaç hafta içinde %30 düştüğü 2003 yazında durum buydu. Kuraklığın yerleşebileceği Portekiz’in güneyinde verimlilik hektar başına 3-4 ton azalacak. Kıtanın kuzeyinde ise havanın ılımanlaşması sayesinde aynı oranda artacak. Örneğin Finlandiya’da her bir ek derece için, ekilebilir bölgelerin kuzeye doğru 100 ila 150 km arasında alanlarını genişleceteği tahmin ediliyor. Dünya ölçeğinde, Kuzey Amerika %20 ila %50, Avrasya’nın tahıl ambarına dönebilecek Rusya’nın ise %40 ila %70 arasında bir verimlilik artışıyla daha fazla fayda sağlayacak bölgeler olacak. Oysa, Afrika’da yanlış işletim yüzünden gerileyen ekilebilir toprak alanı hızlanan bir ritmle azalacak. Hektar başına verimlilik aynı düşüşü izleyecek. Tropik asya bölgelerinde pirinç fotosentezindeki özellikler nedeniyle her bir ek derece için, üretimde %7,4’lük bir azalmadan endişe ediliyor. Ama küresel olarak tarımsal üretim miktarı artacak. Hiç kuşku yokki bu artıştan faydalanmadaki eşitsizlik daha da artacak. Zengin ülkeler, daha önce hiç olmadığı kadar fakir ülkelerin ithalatını finanse edecek.
Okyanuz Seviyesinde Yükselme
Deniz suyu, yüzyıllardır kıyılara saldırıyor. Bir çok insan karaların iç kısımlarına doğru gitmek zorunda kalacak. Alçak mercanadaları ve adalar tamamen yok olacak ve şehirler yeniden kurulmak zorunda kalacak. Tuzlu su, toprağın içine işleyerek yer altı su tabakasının kaynağını bozacak, kıyıların korunması için önemli olan ve hem karada hem denizde yaşayabilen canlıların biyolojik ortamını bozacak. Daha endişe verici olan ise okyanusların karbondioksit emme kapasitesinin azalacak gibi görünmesidir. Okyanus doyma noktasına mı gelecek? Bu durumda çok uzun bir süre için okyanuslar karbon kaynağına dönüşecek.
“2100’de okyanus 14cm ila 80 cm arasında yükselecek. Bu yükselme şimdiden başladı ve yüzyıllar boyunca devam edecek. Ama bunun sorumlusu deniz buzulları olmayacak. Akıntılar ve kıyılar, etkilerini ölçemediğimiz büyük bir enerjiye maruz kalacaklar.”

Deniz nereye kadar yükselecek?
Okyanuslar yeryüzünün ortalama sıcaklığının yükselmesine iki türlü tepki verecek, bunlardan ilki genleşme, ikincisi ise buzul ve buzul takkelerinin erimesi ile su miktarının artması. Isınmanın gittikçe daha derin katmanları etkilemesiyle genleşme uzun zaman alacak. Daha yavaş gerçekleşen buzların erime süreci ise toplamda bin yıldan uzun sürecek. Dünyanın ortalama sıcaklığı 2100 yılında sabitlense bile takip eden yıllarda deniz seviyesi yükselmeye devam edecek. Farklı senaryolar, 2100’de deniz suyundaki ortalama yükselmenin mevcut iklim modelleri içinde, 14 cm ila 80 cm arasında olacağını belirtiyor. Kutup buzulların tamamen erimesi gibi gerçekleşmesi oldukça zor bir varsayımda bu erimenin etkisi azami 80m’ye ulaşacak.
Tehdit altındaki kıyılar, kullanılamayacak adalar
Bu yüzyıl boyunca, zaten geri çekilmekte olan akarsu deltaları, deniz tarafından yutulmaya devam edecek. Alçak kıyılar doğrudan tehdit altında. Toprağın sabit olduğunu dikkate alırsak, bu tehdidi belirleyebilmek için insanların ayaklarını suda bulmayacaklarından emin olduğu yüksekliği yaklaşık 3 ile çarpmak gerekmektedir. Buda aşağı yukarı 3metre olsun. Oysa dünya nüfusunun %20’den fazlası denizden üç metre yüksekliğin altında yaşıyor. Bir küresel modelleme, Bangladeş gibi bazı kıyıların 30 km’ye kadar geri çekileceğini öngörüyor. Fransa’da ise her bir metrelik yükselme için kıyıların 100 metre geri çekileceği tahmin ediliyor. Bu durum kumsalların heryerde yok olacağı anlamına gelmiyor. Çünkü yeterince tortu biriktirebilenler kurtulacak.
Suların yükselme limitlerini aşması
Kıyı topografyasının rezonans olaylarının merkezi olduğu yerlerde, suların ilerlemesi, güneş dünya ve ayın aynı hizada olduğu büyük genlikli gelgit ve fırtına dalgalarını daha büyütecektir. Suyun azami seviyesinin beklenenin üzerine çıkması limit aşımları daha sık olacaktır. Modeller, Loire halicinde, deniz seviyesinde 30 cm’lik bir yükselme için, 1,4 km’lik bir fazlalığın 100 yılda bir değil 10 yılda bir görüleceğini belirtiyor.
Akıntılar
Atmosfer okyanus ikilisi tarafından kullanılan enerjideki artışın El Nino ve El Nina olayları üzerinde sonuçları olabilir. Bununla birlikte, araştırmacılar bu yüzyıl boyunca ne Nino ve Nina salınımında kuvvetli bir hızlanma nede meteorolojik belirtilerinde bir yoğunlaşma bekliyorlar. Muhtemelen Kuzey Atlantik salınımı içinde aynı durum geçerli olacak. Buna karşılık Gulf Stream, küresel okyanus dolaşımının bir parçasıdır. Oysa, Gröland buzulunun olası hızlı erimesi, Gulf Stream akıntısın önünde bir tuzsuz deniz suyu barajı oluşturabilir. Bu baraj ise, akıntıyı yön değiştiremeye zorlayacak ve akıntının dönen bandı başlatıcı hareketi yapmasına engel olacak. Bu durumda başlatıcı hareket daha güneyde buluncak ki, bu da Batı Avrupa kıyılarının görünümünde hatırı sayılır bir değişime yol açacaktır. Yani modellere bakılırsa dah az ısınma olacak, ama soğuma olmayacak. Bu arada, dönen bandın durması okyanuslarda büyük bir düzensizlik oluşturacak.
Genel olarak, deniz seviyesinin yükselmesi ve yüzeyindeki ısı artışı, deniz buzullarının küçülmesi ile tuzluluk oranında, dalga rejimlerinde ve okyanus dolaşımındaki değişimler denizlerdeki ekolojik yapıları değiştirecektir.
Altüst olan bölgesel hava durumları
Atmosferdeki sera etkisine neden olan gaz oranındaki artış kaçınılmaz olarak yağış ve sıcaklık artışa yol açacaktır. Bir yüzyıl kadar kısa bir zaman zarfında, bu kadar ani bir değişim bölgesel hava durumlarını alt üst edecektir. Yararlanılan iklim modeli ne olursa olsun, mevcut mevsimlik ve coğrafi farklar daha belirgin olacaktır. Ilıman enlemlerde nemlilik alanı genişlediği halde, yağış almayan ülkelerin durumu daha kötü olacaktır.
“Daha sıcak geceler, daha az belirgin mevsimler, artan aşırılıklar… Geleceğin iklimi daha şiddetli ve belirsiz olacak.”

Daha fazla yağmur, fakat bazı kurak bölgelerde daha az yağmur
Buharlaşma – yoğunlaşma döngüsünün hızlanması yağış hacminin artmasına yol açacaktır. Ne kadarlık bir artış? Belirsizlik büyük 1990’ a göre %2 ila %7. Bu fazlalık, küresel olarak daha çok yağmur yağacak bölgeler ile bugünkünden daha az yağış alacak diğer bölgeler arasında dengesiz dağılacak. En fazla ıslanacak bölgeler Ekvator ve yüksek enlemler olacak. Orta enlemlerde az bir değişiklik gerçekleşirken, dönenceler arası enlemler yağışların azaldığına şahit olacak. Ortalama olarak en kurak bölgeler dahil heryerde, ek ısıyla su döngüsüne giren enerji yüzünden büyük olasılıkla yağmurlar daha şiddetli ve aralıklı olacak. Avrupa ölçeğinde, özellikle kış aylarında kıtanın kuzeyi daha nemli olurken güneyi daha kuru olacak. Buna eşlik eden sıcaklık artışı, kar yağışını yağmura çevirecekki bu durumdan Kuzey Kutbu için iyi bir sonuç çıkartmak mümkün değildir.
 
Büyük bölgesel farklılıklar
Dünya ortalamaları, Dünyalıların somut gerçekliğine uygun olmayan matematiksel soyutlamalardır. Dünya simülasyonu çok büyük bölgesel farklılıklar göstermektedir. Öncelikle kıtalar ve okyanuslar arasında Kıtalar okyanuslara göre 2 kat daha hızlı ısındığından, kıyı bölgeler kıta içlerine göre daha az zarar görecektir. İkinci farklılık ise enlemler arasındadır. Kuzey Yarımkürenin yüksek enlemleri ve subtropikal bölgeler orta enlemlere göre en az 2 kat daha hızlı ısınacaktır. Diğer taraftan kışlar yazlara göre daha fazla ısı biriktirecektir. Bu sebeple Avrupa’nın bulunduğu enlemlerde daha az karlı ve donlu günler beklemek gerekir. Nihayet geceler gündüzlere göre daha fazla ısınacaktır. Avrupa’da Akdeniz havzası ve büyük kuzeydoğu kıtasal düzlüğü en önemli değişikliklere maruz kalacaktır
Geleceğin belirliliği ve belirsizliği
İklimin ısınması atmosfer mekanizmasını ve su döngüsünü hızlandıracak. Hava daha “gergin” olacak. Belirleyebildiğimiz bundan ibarettir. Daha aşırı olaylar olacak mı? Su taşkınlarının ve aşırı sıcakların daha sık görülmesi muhtemel. Fırtınaların sayısı ve yoğunluğundaki artış ise bilinmezliğini koruyor.
“Atmosfer daha istikrarsız olacak, ama hangi biçimde? Riskler açıkça saptanmış olsa bile belirsizlik büyük.”

Ayrıntıları belirsiz değişim
Dünyanın büyük bölgelerindeki sıcaklık değişimi, sera etkisine neden olan gaz salınımındaki değişim ve atmosfer bileşenlerinin küresel ısınmadaki etkisinin belirsizliği imkan verdiği ölçüde değerlendirildi. Diğer taraftan, su buharı hareketinin modelleştirilmesindeki zorluk nedeniyle yağışların bölgesel değişimi daha büyük bir belirsizlik sunuyor. İklim değişimlerinin sonuçlarını incelemek açısından çok değerli olmasına rağmen, değişkenliğin zaman ve coğrafya bakımından daha ayrıntılı tanımı başka önemli belirsizliklere boyun eğmek zorunda kaldı.
Fırtınalar sıklaşacak mı?
İklim mekanizmasının işleyişindeki hızlanma, fırtınaların sıklığındaki bir azalış ve yoğunluğundaki bir artış ile kendini gösterebilir; buna, kuzeye doğru genişleyen dağıtım alanlarının değişimide eşlik eder. Bununla birlikte, incelemelerde ve modellemelerde insanların haklı korkusunu destekleyecek herhangi bir şey yoktur. Kasırgalar konusunda ise eğilim aynıdır ama nesnel unsurlar bunların kesilmesine müsaade etmez. Aynı şekilde, ortalama yağış miktarında azalma beklenen bölgelerde bile yoğun yağmur olaylarının artması bekleniyor. Net veriler olmasına rağmen dünyanın her yerinde su taşkınlarının artmasından korkuluyor.
Tepkiler
Yeterinde soğuk olduğunda oluşan buz, temas eden havanın soğuk kalması için gerekli miktarda ışık yansıtır. Tersine, buz erimeye başladığında toprağın öenmli bir yüzeyi açığa çıkar. Bu toprak daha fazla ışık emer, daha sıcaktır ve atmosferi ısıtarak erimenin hızlanmasıne neden olur. Bu olay, erime sürecini hızlandırdığı için pozitif bir tepki oluşur.
Değişkenlik veya ortalama
Alışılmadık olaylar, su taşkınları, aşırı sıcaklar veya fırtınalar, iklim parametrelerini belirleyen değer aralıklarının uç kısımlarında yer alır. Bu alışılmadık olaylar, söz konusu parametreler, hava bültenlerinde geçtiği şekilde “mevsim normallerinden” uzaklaştığı zaman görülür. İstatistikte, değerlerin ortalamasından uzaklaşmaya “değişkenlik” deniz. İklim doğal istikrarsızlığını belirlemek için, ortalamanın çevresindeki sayısal verilerin uzaklık dağılımı ölçülür. Oysaki bir parametrenin değişkenliğindeki değişim ile ortalamasındaki değişim tamamen aynı sonucu vermez. Gelecekteki iklimleri tahmin etmek, atmosferin alçak katmanlarındaki ısınmadan hangi matematiksel göstergenin daha fazla etkileneceğini bulmak şeklinde kısaca özetlenebilir
Bilimsel senaryo ve modeller
Gezegenin iklimi o kadar karmaşıktır ki, araştırmacılar gelişimini anlayabilmek için iklimi sayısal olarak basitleştirmek zorunda kalmıştır. Basitleştirme yapmak zorunda olmaları, gerçeğin yansıtılmasında birtakım belirsizlikleri beraberinde getirmiştir. Belirsizlik, iklimbilimcilerin en küçük fizik olaylarını hesaba katmaları ile biyolojik ve kimyasal olayları dikkate alan parametreleri modellerine sokmaları ölçüsünde azalır. Bütün bunlara rağmen, iklimbilimcilerin açıkladıları iklim eğilimleri aynı kalmaktadır. Bu durum, yapılan modellemelerin teorik temellerinin geçerli olduğunu göstermekte ve tahminlerine duyulan güveni arttırmaktadır.
“İklim modellerini oluşturan denklemler doğrular değildir. Bir tek bilinmeyendeki en ufak bir değişiklik çok farklı sonuçlar vermeye yeter. Aynı anda, birçok bilinmeyendeki değişiklik ise denklemleri kullanılamaz hale getirir.”
Çok Geniş Coğrafi Bölge
Bir modeli “işleme koyduğumuzda” bilgisayarlar tarafından analiz edilecek sayısal veri miktarı okadar fazladır ki, en ileri bilgisayarların hesap kapasitelerini bile aşar. Araştırmacılar, ihtiyaca göre, bütün parametrelerin eşit olduğu varsaydıkları coğrafi bölgelerin boyutlarını büyüterek bu zorluğu aşmaya çalışıyorlar. Bu coğrafi bölgeler genel olarak kıyıdan 50 ila 1000 km uzaklığa, havada 1 km yüksekliğe ve okyanuslarda azami 300m derinliğe sahiptir. Böyle bir ağ, boyutları coğrafi bölgeden daha küçük olan olayların simulasyonunun yapılmasına imkan tanımaz. Örneğin, fırtınaların ve özellikle atmosfer mekanizmasında önemli bir rolü olan bulutların oluşum ve gelişimlerinin simulasyonlarının yapılması boyutları gereği mümkün değildir. O zaman, küçük ölçekteki olayları hesaba katan ampirik parametreleri modellere yerleştirmek durumunda kalırız. Bu durum, değişik modellerin arasında bir fark oluşmasına neden olur. Bu nedenle bu modellemeler atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun 2 katına çıkmasının neden olduğu sıcaklık artışını en çok üç derecelik yanılma payıyla öğrenebiliyorlar. Bununla birlikte o kusurlu modeller yardımıyla yapılan geriye doğru yönelik tahminler, modellerin teorik temellerini doğrulamıştır. 1850’den beri ölçülen sera etkisine neden olan gaz yoğunluğu değişimi hesapları temel alınarak 2000 yılına kadar gerçeğe çok yakın sıcaklık taminleri yapılmıştır.
Denklemlerde dünya
Eski iklimlerin kısmen bilinmesi geleceğin tahmin edilmesine imkan vermiyor. Daha şimdiden sera etkisine neden olan gazların yoğunluğ “yakın” geçmişte ulaşılan en yüksek değerleri geçti. Bu sebeple, gelecekteki olası karbondioksit veya metan oranlarına denk gelecek iklimi tortullardan veya buz kesitlerinden “okumak” mümkün değil. Bu durumda bilimciler, temel fizik ilkelerinden yola çıkarak, okyanuslarda ve atmosferde meydana gelen hareketleri ve dünyanın çeşitli yerleri arasındaki enerji değişimlerini sayısal olarak hesaplamak zorunda kaldılar. İçlerinden altısı için en önemlileri bir bilinmeyendeki en ufak değişim bile sonucu altüst edebilir ve anlamlı değerler elde etmek için ortalamalar almak zorunda kalınır.
Muhtelif tahminler
Olası tüm durumları tahmin edebilmek için bilimciler modellerin parametreleri üzerinde değişik şekillerde oynayarak farklı senaryolar oluşturdu. Hem nüfus değişimini hem sera etkisine neden olan gaz salınımını hemde enerji tüketimini dikkate alan değişik iklim modelleri gelecekteki dünya için kırka yakın senaryo düşünmemize imkan sağlıyor. Ancak, bunların hiçbiri ne dünya çapında felaketleri ve olası çatışmaları ne de iklim üzerindeki insan etkisinin azalması konusunda küresel bir politika uygulanmasını dikkate alıyor. her şeye rağmen, bu modeller seçeceğimiz toplumsal yaşamda ne gibi tehlikelerle karşı karşıya kalacağımız hakkında fikir olmamızı sağlıyor.
2100′de Dünyamıza Hakim Olacak İklim
Çocuklarımız ve torunlarımız nasıl bir düyada yaşayacak? 22 yüzyılın eşiğinde dünya bugünküyle aynı görünüme sahip olmayacak. Bu bir gerçeklik. Ama nasıl bir görünüm? İşte, gelecekteki dünyanın ana hatlarıyla çizilmiş bir taslağı…
“Amerikan National Geographic Dergisi 1976′nın Kasım sayısında “İklimimize Neler Oluyor?” diye soruyordu. 2004′te, iklim sapmasına karşı önlemler öngören Kyoto Protokolü imzalandı. 28 yıllık bir kayıp.”

Öngörülen gelişmeler
Birinci gözlem, iklimin ısınmasının çok az yeni durum yaratırken mevcut durumları genişleteceğidir. Kuraklık ve su taşkınları gibi aşırı olaylar ön plana çıkacak. Bunlar daha sık ve daha şiddetli olacaklardır, belki de her ikisi birden. Bazı tayfunlar içinde aynı durum geçerli olabilir.
 
Enlem ve Boylam farkları
İkinci ağır saptama, birinci eğilimin etkisinin enlemle artacağıdır. Öyleyse kuzey bölgeler ve kutup bölgeleri, tropikal kuşağa göre daha fazla ısınacaktır. Birinci eğilimin etkisi boylama görede artacaktır. Mevsimlerin en belirgin olduğu geniş kıtaların merkezleri, ılımanlaştırıcı okyanusun temas ettiği kıyılara oranla iklim çalkantılarından daha fazla etkilenecektir.

Kaybolan adalar, eriyen buzullar
Üstelik yükselen deniz, 2100’de kıyı çizgilerini bozacak ve su seviyesindeki birçok subtropikal adayı yutacaktır. Nihayet gelecek yüzyıla girerken büyük nehirleri besleyen buzulların çoğu erimiş olacak. Kuzey Kutbunun erimesi hiç şüphesiz kutbun etrafında deniz trafiğine yol açacaktır.
Sonuçta 2100’de iklimler daha genişken ve aşırılıkları daha sert olacaktır. Kuzey Yarımkurenin ılıman kuşağındaki ülkeler, subtropikal sınırdakilerden, Afrika’nın güneyindekilerden, Akdeniz çevresindekilerden ve Orta Asyadakilerden daha az zarar görecektir.
Mercanların yok oluşu
Resiflerin ekolojisi belirsizlik bakımından zenginliğini korudukça, mercanların geleceğine ilişkin sorulara kimse cevap veremez. Kalker zincirine hapsolmuş bu hayvan sürüsü yaşamak için berrak, sıcak ve tuzlu suya, ışığa ihtiyaç duyar. Bunlar dünyanın bir çok yerinde bir araya getirilmesi zorlaşan koşullar. Kıyı kentleşmesi, kirlilik, aşırı balıkçılık, deniz suyu akvaryumları için balık alımı, gemilerin demir atması, dalgıçların zafer adımları dünyadaki resiflerin dörtte üçünden fazlasını kırılganlaştırdı. Sağlamlıklarını yitirerek bulaşıcı hastalıkların veya acanthaster türü deniz yıldızları ve bazı su yosunlarının kurbanı oldular. Daha kötüsü su yeterince berrak olmadığında yada daha da sıcaklaştığında, dokularında barındırdıkları yosunları yitirerek renklerini kaybediyorlar. Kalker iskeletlerini iyi durumda tutma yeteneğinden yoksun olduklarından mercanlar birkaç hafta içinde ölüyorlar.
Atmosferdeki ortalama sıcaklığın artışı okyanus yüzeyindeki artış ile eşdeğerdir. Oysa, 30Cnin üzerinde yosunlar bağlı oldukları mercanları terk ederler. Bu arada su ısındığı ölçüde genleşir, ve yükselir. Bu yosunların çok ışığa ihtiyacı vardır ve bunu ancak yüzeye yakın yerlerde bulabilirler. Mercanların misafirleri olan yosunlar aynı derinlikte kalmak için daha hızlı yükselmek zorundadırlar aksi takdirde ölürler. Bir çok tür bunu yapamaz.
Bu sebeple deniz seviyesinin yükselmesi mercan resifleri için ek bir tehdittir. O kadar ki, resiflerin insan etkinlikleri ile bozulmuş olmasından daha ebüyük sonuçlar doğurabilir. Mercanların yok olmasının korkunç ekolojik ve ekonomik etkileri olacaktır. Çünkü subtropikal kuşaktaki kıyı ülkelerinin, GSMH’leri hatta tek geçim kaynakları büyük ölçüde bu omurgasızlara bağlıdır. Besin maddesi bakımında son derece fakir olan bu sıcak sularda, resifler olmadan yaşam olmaz, dolayısıyla balık da olmaz. Mercan kitlesi olmadan, kıyılar dalgalara ve deniz darbelerine karşı savunmasız kalırlar. Mercan manzaralarının güzelliği olmadan turistik etkinlikler olmaz.
 
Geri
Top