Mavi tükendi. Renklerin en neşelisini ve en çocukçasını yitirdik.
Göz ve gönül aydınlığımız; içimize ümit, özgürlük ve sonsuzluk duygusu getiren renk uçup gitti. Karardık.
Maviyi sever miydiniz; şu, renklerin en çok doğup en çabuk ölenini? Mavinin “su rengi” demek olduğunu bilir miydiniz? Adını sudan aldığını sonra gökyüzüne ağarak oradan suya ve insanlara gülümseyip durduğunu… O gülümseyiş ki yer üstünde yaşamın tellerine dokunmuş ve müziği başlatmıştır. Onun için, yaşamak, mavi, müzikli bir yolculuk olmuştur. Güzel ve şirin olan ne varsa yaşantımızda, üzerine biraz mavi serpilmiş, hücrelerine, atomlarına maviler işlemiştir.
“Gün olur başına kadar mavi
Gün olur başına kadar güneş
Gün olur deli gibi…”
Mavi işte, cıvıl cıvıl, kıpır kıpır mavi… Su gibi, rüzgâr gibi. Gözbebeklerimizde, saçlarımızın telinde ve avuçlarımızda serinlik. Serinliğini yeşilden almış olmalı; yeşil ile menekşe rengi arasında doğar çünkü o.
Perdeleri açıp dünyasına girelim mavinin. Bulutsuz gökyüzü rengi. Çocukların uçurtma şenliği, kuşların süzülüş çılgınlığı, dağların göğe yükselişi ve ayaklarımızı yerden kesip bizi göklere çağıran hafiflik. Birazcık, avuç içi kadar gökyüzü mavisi için zindanların çatısından, gökdelenlerin penceresinden sızacak bir tutam mavilik için neler vermeyiz? Uçsuz bucaksız bir mucizedir gökyüzü mavisi. Bulutlar şöyle yırtılıverince gördüğünüz, görüp de yeniden doğmuş gibi sevindiğimiz anın tarifsizliği…
Deniz mavisi, kararsız ve hırçın. Aşk gibi, verem gibi işler içinize. Kâh yeşile, kâh su rengine dönüşerek çılgına çevirir insanı. Ah, gece mavisi. Gizemli… Siyah saçlarına dolanmış gecenin. Yaz akşamlarının iç serinliği, yıldız şavklarına vuran mavilik. Ya peygamber çiçeği mavisi! Mavinin bahar kokusu kırlarda, ekin tarlalarında. Renkli bir bahar aydınlığı… Mavinin en koyusu, şehirli ve evcil olanı boncuk mavisidir. Koyu ve oturaklı. Çinilere işlenince sabırla büyülenen aşk ve sanat rengi. Ve türkuaz, mavinin yeşille oluşturduğu cümbüş. Taşa değer katan, taşa serinlik kazandıran asil mavi… Maviler saymakla bitmez, masal gibi bir dünyanın içine çeker insanı.
Mavi… Tüm renklere can üfleyen yaramaz çocuk, yaşamın rengi, tadı, cazibesi velhasıl ta kendisidir. Rengini yitirmiş bir yaşamak neye yarar?
İşte şehirler bir bir yitiriyor mavisini. Rengi gittikçe kararıyor dünyamızın. Mavinin perdeleri kapanıyor. Hani gökyüzü, hani paldır küldür bulutlar, hani yağmur sonrası yedi renkli gökkuşağı? Kuş oldu, uçup gitti hepsi. Göğe baksam, suya baksam, nereye gitsem mavilik görünmüyor. Şehirde sis, şehirde duman, şehirde griler ve siyahlar kaldı. Tadını ve doğallığını yitirdi her şey. İçine mavi sızmayan yiyecekler acı, rengine mavi vurmayan sular içilmiyor. Saçlarına mavilik inmemiş çocuklar büyümüyor. Şehirlerin gözlerine mavi ışıklar, yüzlerine gülümseme değmiyor.
Kitaplar yalan söylüyor çocuklara. Şiirler, öyküler yalan… Göğün mavi mavi gülümsediği yok. Bir gün çocuklar isyan edecek bu yalanlara. Hani mavi gök, hani dağın yeşili, masmavi deniz nerede? Diyecekler. Bir gün, “ mavinin tarihi” diye bir ders okutulacak belki. Mavinin tarihi, mavinin ölümü, diye. Mavinin tarihinde, uçurtmanın tarihini okuyacak çocuklar.
Yine bir gün, maviyi hiç tatmadan ölenler olacak. Hiç yaşamadan ölenler olacak bir gün. İnsanlar denizi ve suyu görecek, gökyüzüne bakacaklar ama bir tutam renk, bir avuç mavilik görmeden; ümit nedir, hayal ve özgürlük nedir bilmeden göçüp gidecekler. Ümidin, hayalin ve özgürlüğün maviye çaldığını kimseler bilmeyecek?
Şimdi siz, rengi eksilmiş dünyanın insanları! El kadar mavi görünüyorsa pencerenizden, hele başınızı kaldırınca masmavi, çılgınca bir gökyüzü görebiliyorsanız bir yerlerde şükredin. Ciğerlerinize çekin o maviyi, hücrelerinize doldurun. Ve bizler için, bir de şehirlerin grisinde yitip giden çocuklar ve kuşlar için doya doya seyredin gökyüzünü.
Göz ve gönül aydınlığımız; içimize ümit, özgürlük ve sonsuzluk duygusu getiren renk uçup gitti. Karardık.
Maviyi sever miydiniz; şu, renklerin en çok doğup en çabuk ölenini? Mavinin “su rengi” demek olduğunu bilir miydiniz? Adını sudan aldığını sonra gökyüzüne ağarak oradan suya ve insanlara gülümseyip durduğunu… O gülümseyiş ki yer üstünde yaşamın tellerine dokunmuş ve müziği başlatmıştır. Onun için, yaşamak, mavi, müzikli bir yolculuk olmuştur. Güzel ve şirin olan ne varsa yaşantımızda, üzerine biraz mavi serpilmiş, hücrelerine, atomlarına maviler işlemiştir.
“Gün olur başına kadar mavi
Gün olur başına kadar güneş
Gün olur deli gibi…”
Mavi işte, cıvıl cıvıl, kıpır kıpır mavi… Su gibi, rüzgâr gibi. Gözbebeklerimizde, saçlarımızın telinde ve avuçlarımızda serinlik. Serinliğini yeşilden almış olmalı; yeşil ile menekşe rengi arasında doğar çünkü o.
Perdeleri açıp dünyasına girelim mavinin. Bulutsuz gökyüzü rengi. Çocukların uçurtma şenliği, kuşların süzülüş çılgınlığı, dağların göğe yükselişi ve ayaklarımızı yerden kesip bizi göklere çağıran hafiflik. Birazcık, avuç içi kadar gökyüzü mavisi için zindanların çatısından, gökdelenlerin penceresinden sızacak bir tutam mavilik için neler vermeyiz? Uçsuz bucaksız bir mucizedir gökyüzü mavisi. Bulutlar şöyle yırtılıverince gördüğünüz, görüp de yeniden doğmuş gibi sevindiğimiz anın tarifsizliği…
Deniz mavisi, kararsız ve hırçın. Aşk gibi, verem gibi işler içinize. Kâh yeşile, kâh su rengine dönüşerek çılgına çevirir insanı. Ah, gece mavisi. Gizemli… Siyah saçlarına dolanmış gecenin. Yaz akşamlarının iç serinliği, yıldız şavklarına vuran mavilik. Ya peygamber çiçeği mavisi! Mavinin bahar kokusu kırlarda, ekin tarlalarında. Renkli bir bahar aydınlığı… Mavinin en koyusu, şehirli ve evcil olanı boncuk mavisidir. Koyu ve oturaklı. Çinilere işlenince sabırla büyülenen aşk ve sanat rengi. Ve türkuaz, mavinin yeşille oluşturduğu cümbüş. Taşa değer katan, taşa serinlik kazandıran asil mavi… Maviler saymakla bitmez, masal gibi bir dünyanın içine çeker insanı.
Mavi… Tüm renklere can üfleyen yaramaz çocuk, yaşamın rengi, tadı, cazibesi velhasıl ta kendisidir. Rengini yitirmiş bir yaşamak neye yarar?
İşte şehirler bir bir yitiriyor mavisini. Rengi gittikçe kararıyor dünyamızın. Mavinin perdeleri kapanıyor. Hani gökyüzü, hani paldır küldür bulutlar, hani yağmur sonrası yedi renkli gökkuşağı? Kuş oldu, uçup gitti hepsi. Göğe baksam, suya baksam, nereye gitsem mavilik görünmüyor. Şehirde sis, şehirde duman, şehirde griler ve siyahlar kaldı. Tadını ve doğallığını yitirdi her şey. İçine mavi sızmayan yiyecekler acı, rengine mavi vurmayan sular içilmiyor. Saçlarına mavilik inmemiş çocuklar büyümüyor. Şehirlerin gözlerine mavi ışıklar, yüzlerine gülümseme değmiyor.
Kitaplar yalan söylüyor çocuklara. Şiirler, öyküler yalan… Göğün mavi mavi gülümsediği yok. Bir gün çocuklar isyan edecek bu yalanlara. Hani mavi gök, hani dağın yeşili, masmavi deniz nerede? Diyecekler. Bir gün, “ mavinin tarihi” diye bir ders okutulacak belki. Mavinin tarihi, mavinin ölümü, diye. Mavinin tarihinde, uçurtmanın tarihini okuyacak çocuklar.
Yine bir gün, maviyi hiç tatmadan ölenler olacak. Hiç yaşamadan ölenler olacak bir gün. İnsanlar denizi ve suyu görecek, gökyüzüne bakacaklar ama bir tutam renk, bir avuç mavilik görmeden; ümit nedir, hayal ve özgürlük nedir bilmeden göçüp gidecekler. Ümidin, hayalin ve özgürlüğün maviye çaldığını kimseler bilmeyecek?
Şimdi siz, rengi eksilmiş dünyanın insanları! El kadar mavi görünüyorsa pencerenizden, hele başınızı kaldırınca masmavi, çılgınca bir gökyüzü görebiliyorsanız bir yerlerde şükredin. Ciğerlerinize çekin o maviyi, hücrelerinize doldurun. Ve bizler için, bir de şehirlerin grisinde yitip giden çocuklar ve kuşlar için doya doya seyredin gökyüzünü.
Alıntı