• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Mitolojik Hikayeler

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
EROS ve PSYKHE
Eros annesi Aphrodite gibi dünyaya güzellik ve neşe getirir, insanların gönüllerini aşk ateşi ile yakar, insanların mutluluklarını yada sonlarını hazırlardı.
Sırtında bir çift kanadı vardı. Bu kanatlarla uçarak dünyayı dolaşır geçtiği yerlere çiçek kokuları saçardı.
Eros'un elinde her zaman okları olurdu. Bu oklarla insanları kalplerinden vurur onları birbirlerine aşık ederdi.
Ve bir gün kendiside bir güzele aşık oldu.
Psyche (Ruh) bir kralın üç kızının en güzeli idi. Gerçekten o kadar güzel, o kadar alımlıydı ki görenler onu Aphrodite sanıyorlar ona tapınıyorlardı.
Aphrodite bir ölümlü ile karıştırılmaktan hiç hoşlanmamıştı. Bu yüzden bir gün oğlu Eros'u yanına çağırdı ve onu dünyanın en çirkin erkeğine aşık ederek cezalandırmasını istedi. Eros annesinin isteğini yerine getirmek için hemen yola koyuldu.
Psykhe'yi bulduğunda, çok gururlu olan ve kimseye aşık olmamakla övünen bu genç kızı, dünyanın en çirkin, en kötü erkeğine aşık etmeye niyetliydi ancak kalbini nişan alarak oku atmak üzereyken Psykhe'nin güzelliği aklını başından aldı. Onu başkasına aşık etmek isterken kendisi aşık olmuştu.
Psykhe'yi alıp sihirli bir saraya götürdü. Bu saray uyuyan bir ormanın ortasında kurulmuş, muhteşem fakat ıssız bir saraydı. Kanatlı güzel delikanlı gece karanlık düştükten sonra kendini göstermeden saraya giriyor ve sevdiği ile buluşuyordu. Sihirli sarayda bir insanın isteyebileceği her şey vardı. Fakat Psykhe'nin tek istediği kendisini deliler gibi seven bu delikanlının yüzünü görmekti. Fakat Eros bunu kabul etmiyordu, gece hep karanlıkta geliyor ve güneş doğmadan da gidiyordu, akşamları sarayda ateş yada mum yakılmasını yasaklamıştı. Psykhe ne kadar yalvarsa da fayda etmedi.
"Aşkımızın sırrını kalbinde taşıdığın sürece mutlu olacaksın" dedi Eros "Beni görmeyi aklından bile geçirme, kim olduğumu yada kimin oğlu olduğumu öğrenme, bilmeden tanımadan beni körü körüne sev..senden gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma fırsatnı elinden kaçırma."
Psykhe de bunu kabul etmiş.. Eros'u görmeden kim olduğunu bilmeden körü körüne sevmişti. Birlikte çok mutluydular ancak Psykhe'nin kızkardeşleri onların bu mutluluğunu kıskandılar.. Bir gün kardeşlerini ziyarete geldiklerinde ona sevdiği delikanlının dünyanın en çirkin en iğrenç en vahşi görünüşlü adamı olduğunu söylediler. Eğer güzel bir delikanlı olsaydı, sevdiğinden yüzünü gizlemezdi, seni böyle ıssız bir sarayda tutmazdı dediler. Ona gece sevdiği gelmeden önce yanan bir lambanın üzerine vazoyu ters çevirip koymasını söylediler. Böylece Eros uyuduktan sonra vazoyu kaldırıp aydınlıkta onun yüzünü görebilecekti.
Psykhe merakına engel olamayarak kardeşlerinin dediklerini yaptı. Yanan lambayı bir vazonun altına gizleyerek sevdiğini beklemeye başladı. Eros her şeyden habersiz saraya dönmüş kendini sevdiği kadının kollarının arasına bırakmıştı. Kısa sürede uykuya daldı. Psykhe Eros uyuyunca gürültü yapmadan yavaşça yataktan kalktı ve ters çevirdiği vazoyu alarak lambayı eline aldı, yatağa yaklaştığında gördükleri karşısında hayrete düştü. Çirkin ve iğrenç bir erkek görmeyi beklerken genç çok yakışıklı bir erkekle karşılaşmıştı.
Eros'un yakışıklılığı dünyada ki başka hiç bir erkekle kıyaslanamazdı. Yüzü tarif edilemeyecek kadar güzel bu delikanlıyı görünce Psykhe'nin ona duyduğu aşk daha da arttı..sevdiğini alnından öpmek için eğildiğinde elindeki tabağı düz tutamadığından içinde fitil bulunan lambanın kızgın yağından bir damla Eros'un çıplak omzuna damladı. Eros duyduğu acıyla sıçrayarak uyandı. Sevgilisinin kendisini dinlemeyip yüzünü görmek için ona oyun oynadığını anlayınca hemen kanatlarını açıp uçarak oradan uzaklaştı. Eros'un gitmesiyle Psykhe için yaptığı büyülü sarayda bozuldu. Psykhe üzüntüden ne yapacağını bilmez olmuştu. Hatası yüzünden dünyada her şeyden çok sevdiği kişiyi kaybetmenin acısıyla yollara düştü Sevdiğini tekrar bulma ümidiyle tüm dünyayı dolaştı, sayısız yerler gezdi ama bir türlü Eros'un izine rastlayamadı.
Nihayet dolaşmaktan bitkin bir halde Aphrodite'in sarayının kapısını çaldı. Onun kendisine acıyıp oğlunun yerini söyleyebileceğini düşünmüştü ancak Aphrodite ona yardım etmek bir yana onu bir köle olarak çalıştırmaya başladı.
Zavallı Psykhe sevdiğine ulaşabilmek için buna da razı oldu ve tek kelime dahi etmeden kendisine emredilen her şeyi yaptı. Eros için her türlü acıya katlanmaya razı oldu.
Nihayet bir gün Eros'un yanan omzu iyileşti ve kendisine bu kadar yürekten bağlı olan sevgilisinin kaderini değiştirmek için Olympos'a gitti. Zeus'un ayaklarına kapanıp Psykhe'nin kurtarılması ve kendisine eş olarak verilmesi için yalvardı. Zeus onun tüm isteklerini kabul ederek Hermes'e Psykhe'nin Olympos'a getirilmesini emretti.
Psykhe tanrılar katına getirildi ve orada hayatta her şeyden daha çok sevdiği erkekle evlenerek çok mutlu bir hayat sürdü.
 
APHRODITE ve ADONIS

Suriye kralı Theias’ın Myrra ya da Smyrna adında bir kızı vardı. Aphrodite’in öfkesi, onda babasıyla ensest ilişki yapmak isteğini uyandırdı.
Smyrna, dadısı Hippolyte’nin yardımıyla Theias’ı kandırmayı başardı ve on iki gece boyunca onunla birleşti. Ama, on ikinci gece Theias kızının oyununu fark etti ve bıçağını alarak, onu öldürmek için peşine düştü.
Myrrha (myrra), bu tehlike karşısında tanrılara sığındı. tanrılar da, onu ağaca dönüştürdüler. On ay sonra ağacın kabuğu kabardı, çatladı ve içinden bir çocuk çıktı. Çocuğa Adonis adını verdiler.
Çocuğun güzelliğinden etkilenen Aphrodite, onu aldı ve yetiştirmesi için gizlice Persephone’ye emanet etti. Ama, Persephone de çocuğu görünce aşık oldu ve onun Aphrodite’ye geri vermek istemedi. İki tanrıça arasındaki bu kavgada Zeus hakemlik yaptı.
Bazı araştırmacılarsa, Zeus adına Mousa (Musa) Kalliope’nin hakemlik ettiğini söylerler. Sonunda, Adonis’in, yılın dört ayını Aphrodite’yle, dört ayını Persephone‘yle, diğer dört ayını da istediği yerde geçirmesine karar verildi. Ama Adonis her zaman yılın üçte ikisini Aphrodite’yle, üçte birini de Persephone’yle geçirdi.
Daha sonraları, Artemis‘in öfkesi (neden ileri geldiği tam olarak bilinmiyor) Adonis’in başına bir yabandomuzunu musallat etti ve bir av sırasında yabandomuzu Adonis’i öldüresiye yaraladı. Bir ağaçtan doğarak yılın üçte birini yer altında geçiren ve geriye kalan zamanda da aşk ve ilkbahar tanrıçasıyla birleşmek için gün ışığına çıkan bu çocuğun kişiliğinde, bitkilerin boy veriş sırrını sembolik bir tarzda dile getiren bir mitosun bu ilk kabataslak şekli, daha sonraları başka unsurlarla süslenip tamamlanmış bir halde Aphrodite’nin lanetinin hangi nedene dayandığı konusunda açık bilgiler verilmiştir. Buna göre: Kinyras’ın (Theia yerine) karısı ve Smyrna’nın annesi olan Kenkhreis, kızının Aphrodite’den daha güzel olduğunu iddia ederek tanrıçayı incitmiş ve tanrıça da bu hatayı cezalandırmak için Smyrna’da, ağır bir suç olan bu aşkı uyandırmıştı. Smyrna, tutkusunun ensest nitelikte olduğunu farkedince, önce kendini asmak ister, ama bu sırada dadısı çıkagelerek ona, tutkusunu tatmin etmesini öğütler. Ensest gerçekleşince, genç kadın utancından ormana gizlenir; burada, Aphrodite kurbanına acıyarak onu ağaca dönüştürür. Ve Smyrrna’nın babası, ağacın kabuğunu kılıcıyla yararak küçük Adonis’i gün ışığına çıkarır.
Ya da, bir yabandomuzu (genç adamın ölüm şeklini önceden haber verircesine) keskin dişleriyle ağacın kabuğunu yararak bebeğin ağaçtan çıkmasını sağlar. Hellenistik şairler, Adonis’i, Nymphalar tarafindan büyütülmüş ve kırda, ormanda sürüleri güder ya da avlanır biçimde tasvir etmişlerdir. Onun ölümüne yol açan felakete gelince, buna Artemis’in değil, Aphrodite’nin aşığı Ares’in kıskançlığının, ya da Apollon’un Aphrodite’den öç alma isteğinin yol açtığı ileri sürülür (çünkü Aphrodite, yıkanırken kendisini çıplak bir halde gören Apollon’un oğlu Erymanthos’u kör etmişti). Adonis miti, kah İdalion tepesinde, kah Lübnan’da geçer. Byblos’tan, Adonis adlı bir ırmak geçmekteydi ve bu ırmak her yıl Adonis’in ölüm yıldönümünün anıldığı günde kızıla boyanmaktaydı. Birçok çiçek miti de Adonis hikayesine bağlanmaktadır; yalnızca kokulu reçinenin (Myrra’nın gözyaşları) mitsel orijini değil, gülünki de ona bağlanıyordu: başlangıçta gülün rengi beyazdı; ama, Aphrodite yaralı arkadaşnın peşinden koşarken ayağına bir diken battı ve kanı, kendisine adanmış olan bu çiçeği kırmızıya boyadı. Dağ lalelerinin de, yaralanan Adonis’in kanından meydana geldiğine inanılıyordu. İdil şairi Bion, tanrıçanın, Adonis’in akan kanı kadar gözyaşı döktüğünü ve her damla gözyaşından bir gülün, her damla kandan bir dağlalesinin oluştuğunu anlatır. Aphrodite, arkadaşının şerefine bir anma günü ihdas etti; bu günü, Suriyeli kadınlar her yıl ilkbaharda kutluyorlardı. Vazolara, sandıklara vs. tohumlar ekilerek, çabuk bitmesi için sıcak suyla sulanıyordu. Bunlara ‘Adonis’in bahçeleri’ adı veriliyordu. Bu şekilde zorlanan bitkiler toprağın üstüne çıktıktan az zaman sonra ölüyor ve böylece Adonis’in kaderini simgelemiş oluyorlardı. Öte yandan, kadınlar da, Aphrodite’nin sevgilisi olan genç adamın kaderi üzerine ayin yaparak ağıtlar yakıyorlardı. Bu mitin İbrani asıllı olduğu söylenmektedir. tanrının adı İbranice ‘efendi’ anlamına gelen kelimeden türemedir. Adonis kültü, Hellen döneminde Akdeniz dünyasına yayıldı. Adonis mitolojisine ait figürlere Etrüsk aynalarında da rastlanır. Eski Sami kavimlerinin inançlarında bitki ve yeniden doğuş tanrısının adı da Adonistir. ‘Sahip’, ‘efendi’, ‘rabb’ anlamlarına gelmektedir. Dumuzi, Tammuz, Attis kültlerine yakınlık göstermekle beraber ayrıntıları vardır, farklılık gösterir. Kültün menşei Suriye sahilindeki Nega (byblus) dır. Bu bölgedeki orman tanrısı Hay-tau’nun yerine geçti. Ayrıca Ugarit bölgesindeki bitki ve hasat tanrıları Mot ve Aleyin’in rollerini aldı. Mısır ile özdeşleştirildi; Mısır’ın hasat sonrası ölümü bir bakıma tanrının ölümü olarak düşünülürdü.



Başka bir anlatım
Kış ve bahar ile bağlantılıdır
Kıbrıs veya suriye kralı Kinyrasın kızı Smyrna veya Mryhadır. Bu kız Apollonun lanetine uğramıştır ve kız babasına aşık olmuştur. Geceleri karanlıkta babasının yanına gidip onunla birlikte oluyormuş. Bir sabah uyuya kaldığı için babası fark etmiş ve onu öldürmeye çalışmıştır. Fakat diğer Tanrılar ona acıyıp onu mersin ağacına çevirmişler. Kız bu sırada babasından hamileymiş ağacın kabukları dökülmüş ve çocuk doğmuş adı Adonis olmuştur.
2 tanrıça Adonise bakmak istemişler ( Aphrodite ve Persephone )
Tanrılar Adonisin 3 ay Aphroditele 3 ayda Persephoneyle kalmasına karar vermişler diğer aylarda nerde isterse orda kalıcakmış
Adonis büyüdüğünde Aphroditenin yanında kalmaya karar vermiş. Çokta yakışıklı olmuştur. Hem Persephone hem de aphrodite Adonise aşık olmuş. En tutkulu aşk Aphrodite tarafındandır. Bunu Ares kıskanmıştır (kimi kaynaklarda Artemisinde kıskandığı söylenir) Aphrodite ve Adonis çayırda gezerken Ares yada Artemis üzerlerine bir yaban domuzu göndermiş domuz Adonisi öldürmüş Adonisin öldüğü yerden Manisa laleleri çıkar aphrodite de onu kurtarmaya çalışırken ayağına güllerin dikeni batıyor ve beyaz güller kandan kırmızı oluyor ve kırmızı gül bu yüzden aşkın sembolüdür.
 
ARES
Zeus ile Hera'nın oğlu olarak doğan Ares, Yunan mitolojisindeki belki de en nefret edilen tanrıdır. Öyle ki, babası Zeus bile ona çoğu zaman arka çıkmaz. Üvey kardeşi Athena, dövüşürken ona karşı Herkül'ü destekler.
Kaba kuvvetin, gereksiz şiddetin, korkunun ve savaşların tanrısı Ares'in sevilmemesindeki en büyük neden, nedensiz savaşlar yaratmasıdır.Kana susamış bir tanrı olan Ares, çok sevdiği barbar Trakyalılar ile Amazonlar arasında bulunmayı sever. Üstelik buralarda başına türlü işler gelmesine rağmen.
Ayrıca, Truva savaşına burnunu sokması ve Truvalıların yanında yer alması Yunanlı tanrıları en fazla kızdıran unsurların başındadır. Ancak, en ilginç Yunan mitoloji öykülerinden birinin de baş kahramanıdır. Kabalığı ve vahşiliği, üstelik hiç kimse tarafından sevilmemesi, onun tanrıların en güzeli topal demirci tanrı Hephaistos'un karısı Afrodit'i baştan çıkarmasına engel olmamıştır. Kimi Yunan mitleri, daha düğününün üstünden iki gün geçtikten sonra, zorla evlendirilen Afrodit'in Ares ile düşüp kalkmaya başladığını yazar. Bazı mitlerde bu ilişkiden Harmonia (uyum) isimli bir tanrıçanın doğduğuda yazmaktadır. Ancak kesin olan bir şey vardır ki; bu ilişkiyi öğrenen Hephaistos'un onları altın bir ağ ile tuzağa düşürdüğü ve uygunsuz vaziyetteki bu çiftin bütün tanrıların önüne götürülerek alay edildiğidir. Bu rezaletten sonra Ares Trakya'ya,Afrodit ise kocasının boşanmasının ardından doğduğu topraklara yani Kıbrıs'a kaçar.
Yunan mitolojisindeki benzer isimli çok sayıdaki öykülerden biri Ares'in oğluna ilişkindir. Olympos'taki rezaletin ardından Ares Trakya'da da boş durmaz ve barbar Trakyalıları Amazonlar'a karşı kışkırtır. Çıkan savaştan zevk alarak önüne geleni öldürürken kendisi adına kafataslarından bir piramit inşa eden oğlu Kyknos'un ölüm haberi gelir. Kyknos, piramiti tamamlamak üzeredir. Zirvede tek bir kafatası için boş yer kalmıştır. Teselya kralının kafasıyla zirveyi tamamlamayı düşünürken, Herkül'ün oradan geçtiğini görür. Çıkıp Herkül'e meydan okur ve Herkül onu öldürür. Bu haberi alır almaz savaş arabasına atlayan Ares, kendisini kafatasından tapınakla onurlandıran oğlunun intikamı için Herkül'ün üzerine saldırır. Sert geçen kavganın ardından Herkül bariz bir üstünlük kazanarak Ares'i kaçmak zorunda bırakır.
Ares, Yunan tanrıları içinde belki de en fazla utanç verici duruma düşen tanrıdır. Kimsenin sevmediği bu tanrı sık sık zor durumlara düşürülür. Bunların başında tunçtan bir küpe 13 ay boyunca hapsedilmesi gelmektedir.
Günlerden bir gün Olympos tanrıları ziyafetteyken müthiş gürültüerle ayağa fırlarlar. Bir türlü Olympos tanrıları arasına kabul edilmeyen, bir ölümlüden doğan dev cüsseli Poseidon'un oğulları Othos ve Ephialtes tanrılara savaş açmışlar, gökyüzünü fırlattıkları dev kayalarla bombalamaya başlamışlardır. Üstelik, cüretkar yarı tanrı bu iki dev, sadece Olympos'a kabul edilmeye diğer tanrıları zorlamakla kalmayıp, en güzel tanrıçaları Athena ve Hera'yı da isterler. Hera ki Zeus'un karısıdır! Zeus çok sinirlenerek bu işi halletmesi için Ares'i görevlendirir. Athena'nın alayları arasında savaş arabasına binen Ares, hışımla iki devin üstüne saldırır. Ancak, bir an tedbiri elden bırakır ve kalkanını indirir. Bu sırada devlerden birinin fırlattığı kaya Ares'i bayıltır. İki dev Ares'i tunçtan bir küpün içine kapatırlar. Ares'i diğer tanrılar hiç sevmeseler de iki güçlü tanrıçaya göz koyacak kadar yoldan çıkmış bu iki devin kazanmasını da istemezler. Tanrıların habercisi Hermes uzun aramalardan sonra 13 ay sonra ölmek üzereyken Ares'i bulur. Ares tekrar güneş ışığını gördüğünde Othos ve Ephialtes'in cezası çoktan verilmiştir. Ölüler diyarında yılanlar tarafından bir sütuna bağlanmışlardır. Yılanlar her defasında dayanılmaz acılar veren zehirlerini boşalttıkları ısırıklarla iki devi rahat bırakmazlar, omuzlarına tüneyen baykuşlar ise devamlı öterek beyinlerini tırmalarlar.
Ares'in Truva savaşına karışması da Olympos'un tanrılarının hiç sevmediği bir sonuç doğurmuştur, özellikle de Hera'nın. Ares, Truvanın yanında savaşa katılıp Yunanlıları öldürmeye başladığında eski bir defter yeniden açılır. Truva kralının çapkın oğlu Paris, üç güzeller yarışmasında Hera'yı değil Afrodit'i güzel seçmiştir. Truva savaşının nedenlerinden biri de zaten budur. Hera, doğrudan savaşa müdahil olmadan önce Zeus'un iznini ister. Zeus, karısının karışmasına izin vermez ama aynı yarışmanın diğer mağduru Athena'nın karışmasına izin verir. Athena'da Ares'ten en az Hera kadar nefret etmektedir. Savaşçılığıyla ünlü kahraman Diomodes'e destek vererek Ares'in üzerine saldırmasını sağlar. Ares, görmediği Athena'nın varlığını anlamadığı bir şekilde elinden mızrağı düştüğünde farkeder. Bu fırsatı değerlendiren Diomodes Ares'i yaralamayı başarır ve Ares Truva savaş meydanından çekilmek zorunda kalır.
 
ARTEMIS ve BÜYÜK AŞKI ORION
Artemis günün birinde uzun boylu iri yapılı fakat çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyle ki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek istedi. Fakat Apollon kız kardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vazgeçirmek için çok uğraştı ancak Artemis onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görünce de bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin kardeşi Artemis'i vazgeçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verdi.

Bir gün Orion denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan o kadar uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon kız kardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "Oraya kadar okunu gönderebilir misin" dedi. Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olabileceğinin nerden bilecekti ki. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku tam hedefi vurmuştu ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu ölüm onu çok üzdü günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu. Sonunda bir gün babasının yanına giderek ondan Orion'u bir takım yıldız olarak gök yüzüne çıkarmasını istedi. Zeus ta kızının bu arzusunu yerine getirdi.

Farklı bir anlatım
Mitolojiye göre Orion, deniz tanrısı Poseidon ve Girit kralı Minos’un kızı Euryale’nin oğludur. Orion oldukça iri cüsseli, dev sayılabilecek bir yapıya sahiptir ve çok güzel bir yüzü vardır. Babası Poseidon Orion’a deniz üzerinde yürüyebilme becerisi vermiştir. Gökyüzünde Orion, bir elinde kırılmaz bir sopa, diğer elinde ise bir aslan derisi taşıyor olarak tasvir edilir. Orion’un başı kadınlarla çok derde girmiştir. Kral Oinopion’un (Şarap içici demek olan Oinopion, Dionysos ile Ariane’nin oğludur ve Sakız adası kralıdır. Adalılara kırmızı şarap yapmayı öğretmiştir) kızı Merope’ye kur yapmış, başarılı olamamıştır.

Ertesi gün fazla içki içerek sarhoş olmuş, bir hata yaparak Merope’ye saldırmaya kalkışmıştır. Bunun sonucunda Kral Oinopion, Orion’un gözlerini kör etmiştir. Daha sonra Orion, demir tanrısı Hephaistos’un çekiç seslerini dinleyerek ona ulaşmış ve ondan yardım istemiştir. Hephaistos ona dünyanın doğusuna gitmesini ve doğan güneşin iyileştirici ışınları yüzüne vurunca gözlerinin yeniden göreceğini söyler. Orion doğuya Lemnos adasına gider ve tekrar görme yeteneğini kazanır.

Mitolojiye göre Orion, bir akrep tarafından topuğundan sokularak öldürülmüştür. Burada akrep, Scorpio (Akrep) takımyıldızı olarak bilinir. Bazı öykülere göre akrep Yer tanrısı Gaia tarafından, bazılarında ise av ve Ay tanrıçası Artemis tarafından, yeryüzündeki hayvanların çoğunu avladığı için Orion’u öldürmek üzere yollanmıştır. Başka bir masalda ise, Orion’un av tanrıçası Artemis’e karşı uygunsuz davranışlarda bulunur. Bu yüzden akrebin, Artemis tarafından Orion’u öldürmesi için yollandığı söylenmektedir. Orion ve Scorpio, gökyüzünde birbirlerine zıt yönlerde bulunurlar. Biri doğarken biri batmaktadır. Bu sayede onların bir daha savaşmasının engellendiğine inanılır.

Orion, akrep tarafından zehirlendikten sonra sağlık tanrısı Asclepius (Gökyüzünde Ophiuchus takımyıldızı olarak bilinir) tarafından tekrar yaşama döndürülür.

Orion’un ölümü hakkında bir başka masal daha vardır. Orion ve av tanrıçası Artemis evlenmek üzere nişanlanmışlardır. Ancak Artemis’in erkek kardeşi Apollon bu evliliğe karşı çıkmaktadır. Apollon, Artemis’e kötü bir oyun oynamıştır. Artemis çok iyi bir okçudur. Apollon bir gün Artemis’le denizde çok uzakta görünen bir karaltıyı vurup vuramayağı konusunda iddiaya girmiştir. Artemis, tek atışta hedefi kolaylıkla vurmuştur. Ancak, vurduğu hedefin nişanlısı Orion olduğunu öğrenince acı içinde kalmıştır. Bu olaydan sonra Ay tanrıçası Artemis yaşama olan bağlılığını kaybetmiş ve içindeki acıyı dindirememiştir. Bu nedenle, Ay bu kadar soğuk ve hayat içermeyen cansız bir yerdir. Artemis, Orion’un bedenini gümüşten yapılmış Ay arabasına koyarak kendi elleriyle gökyüzüne taşımıştır. Artemis nişanlısı Orion’un yıldızlarının, bulunduğu bölgedeki en parlak yıldızlar olması için özel olarak karanlık bir bölge seçmiştir.

 
Hekimlik Tanrısı Asklepios

Tıbbın ve Sağlığın Tanrısı olan Asklepios Apollon’un oğludur. Teselya Kralı’nın kızı Koronis Apollon ile sevişir ve gebe kalır. Apollonun çocuğunu karnında taşırken Arkadya’dan gelen bir yabancı ( İskhys ) ile sevişerek Tanrı Apollonu aldatır.. Bu olayı Apollon'a kutsal kuşu olan karga götürür..Apollon kardeşi Artemis'ten Koronis'i cezalandırmasını ister. Artemis de kadını ve aşığını odun yığınının üzerinde diri diri yanmaya mahkum eder. Ateş okadar büyümüştür ki, o zamanlar bembeyaz bir renge sahip olan karganın tüyleri, ateşin isinden simsiyah bir renk alır.. Koronis yarı yanmış haldeyken Apollon yetişerek çocuğunu Koronis’in karnından alır. Tanrı Apollon bu çocuğuna Asklepios adını vererek eğitimini yaptırması için yarı at yarı insan olan Kheiron’a teslim eder. Asklepios’a hekimlik sanatını Kheiron'dan öğrenmeye başlar. Böylece usta bir hekim olarak yetişir, hekimliğin ve cerrahlığın tüm bilgilerini edinir. Asklepios daima elinde asasıyla dolaşırmış. Bu asa, hekim, hastalarına giderken ona destek olur; asasına yaslanan hekim ondan güç alır; yorulmadan hastadan hastaya koşarak şifa dağıtırmış. Asklepios'un yılanlı asası hekimliğin simgesi ve tıp sembolü olmuştur. Hekimlikte uzmanlaşan Asklepios daha ileriye giderek, ölüleri bile diriltmeye uğraşır. Bu olay şöyle gelişmiştir: Tanrıça Athena, Gorgo canavarı öldüğü zaman bedeninden akan kanı toplamış ve Asklepios’a vermiştir. Gorgo’nun sağ tarafındaki damarlarda zehirli, sol tarafındaki damarlarda şifalı kan varmış. Asklepios bu şifalı kanla ölüleri diriltme yoluna gitmiş. Ancak insanların ölümsüz olması fikri hem Zeus'un iktidarını sarsmış, hem de yeraltının tanrısı Hades'i çok kızdırmış. Ve Hades kardeşini bir şeyler yapması konusunda kışkırtmış, Zeus da Asklepius'un başına bir şimşek fırlatarak onu öldürmüş. Apollon da, Zeus’a yıldırımları bağışlayan Kykloplar’ı öldürerek, oğlunun öcünü almıştır. Bu olayın sonucunda Zeus bir süreliğine Apollon'u yeryüzüne sürdü.
Derler ki o an Asklepius'un elinde reçete yazılı olan kâğıt toprağa düşmüş ve yağan yağmurla üzerindeki yazılar toprağa karışmış. Oradan da her derde deva sarımsak bitmiş. (aynı hikâye Lokman Hekim içinde anlatılır)

Atina'da, Bergama'da, İzmir'de Asklepios adına tapınaklar kurulmuştur. Bergama'da asklepion adıyla bilinen sağlık sitesi antik Yunan dünyasındaki üç büyük sağlık sitesinden biri olarak kabul edilir. Aşağıdaki fotoğrafta Pergamon Asklepion'dan bir görünümdür.
 
Byblis ve Caunos

Tanrı Apollon'un oğlu Karia kralı Miletos'un ikiz çocuklarından erkeğin ismi Caunos ( Kaunos ), kız olanın ismi ise Biblis ( Byblis ) dir. Mitolojiye göre çocuklar birlikte büyürler ve zamanla birbirlerine aşık olurlar. Herkesten sakladıkları ilişkileri bebekleri doğduğunda ortaya çıkar. Bu olaya çok sinirlenen Kral Miletos, Kaunos'u ülkesinden kovar.
Ülkesinden kovulan Kaunos, yakın arkadaşları ve kendini sevenler ile birlikte Likia sınırlarında, Günümüzdeki Dalyan bölgesine gelerek kendi adını taşıyan Kaunos kentini kurmuştur.

Gelelim Byblis'e. Onun için hayat çekilmez bir durum almıştır. Babasının ve çevresindekilerin aşağılaması ve hakaretleri, bir yandan da Kaunos'a olan özlemi ile sürekli ağlamaktadır. Ağlamaktan gözpınarları kurumuştur. Öyleki mite göre Dalyan'daki labirenti andıran kanallar Biblis'in gözyaşlarının aktığı yolların aşınmasından oluşmuştur.

Byblis bir çeşmeye dönüşüyor

Uzun, siyah çam dizilerinin arkasından kan rengi bir ay yükseliyor.
Zorlukla seçebiliyor Byblis.
Uzun gözlerini kaplayan ıslak bir zarmış gibi geliyor ona.
Ormanda sonsuz bir sessizlik uyuyor.

Kocaman bir yaş damlası var sol gözünün kenarında.

Byblis hiç ağlamadı. Öyle inanıyor ki o ölmek üzere, ve iç çekiyor,
gizemli, kutsal bir huzur hissi eşlik ediyor gibi ona.

Gözyaşı genişliyor, titriyor, büyüyor ve birdenbire düşüyor yanaklarından.
Hareket etmiyor Byblis. Donup kalıyor gözleri, aydan önce.

Ve kabaran bir gözyaşı damlası daha beliriyor sol gözünün kenarında.
Tıpkı bir önceki gibi bu da büyüyor gitgide, kirpiklerinin üzerinden kayıyor ve düşüyor.
İki yeni gözyaşı doğuyor, iki yanan damla,
yanaklarında ıslak iki çizgi bırakarak ağzının kenarına kadar ulaşıyorlar.
Acı-tatlı, zayıf bir taT bezdiriyor iyice bu ufaklığı.

Bir daha asla Cauno'nun eline dokunamayacak elleriyle.
asla göremeyecek parıldayan gölgeli bakışlarını, sevgilisinin yüzünü, saçlarını.
Bir daha asla sıkıca sarılıp birbirlerine aynı yatakta uyuyamayacaklar.
Ormanlar unuttu onun adını.

İçinde patlak veren ümitsizlik yüzünü ellerinin arasına düşürüyor;
ama durmuyor gözyaşları ve yanan yanaklarını yıkıyor. bunun mucizevi bir bahar olduğunu,
tüm acılarını alıp götürmek için geldiğini düşünüyor Byblis, sel sularının ölü yaprakları taşıdığı gibi.

Usul usul doğuyor gözyaşları içinde onun.
Gözlerine tırmanıyorlar, akıyorlar, taşıyorlar, yanaklarından ılık bir çarşaf gibi kayarak.
Küçük göğüslerini basıyor yaşlar ve titrek bacaklarından düşüyorlar.
Artık hissetmiyor onları daha fazla,
birer birer, uzun gözkapaklarının arasında tükenmeyen sihirli bir suya,
hiç durmayan tatlı bir akıntıya dönüşüyor yaşlar.

Tam bu sırada, ay ışığının uyandırdığı ebedi orman yaratıkları çıkıyor her yandan.
Ağaçların kabukları saydamlaşıyor ve nymphe'lerin silüetleri görünüyor,
ormanın dört bir yanından, yaşadıkları sulardan, dağlardan,taşlardan titrek naiadlar ortaya çıkıyor.

Byblis'in etrafına toplanıyorlar, dehşet içinde sesleniyorlar ona,
gözyaşlarının toprağın içinde yılankavi çizgilerle usul usul yol aldığı,
gözlerinden sellerin taştığı bu çocuğa.

Ne sesler, ne adımlar, ne de gece rüzgarı, byblis başka hiçbir şeyi duymuyor
yavaş yavaş sonsuzluğa dönüştüğü bu hissin dışında.
Gözyaşlarının oluşturduğu bu selin altında,
derisi pürüzsüz bir mermer beyazı haline geliyor suların yıkadığı.
Rüzgar dalgalandıramayacak saçlarını bundan sonra.
Tamamen taşlaştı artık o. Gölgeli bir ışık görüyor bir an için hala yanından ayrılmayan. Birdenbire o da yok oluyor titreşerek; ama taze göz yaşları akıyor gözlerinden hala.

Ve böylece Byblis bir çeşmeye dönüşüyor.
 
DAPHNE ve APOLLON


Mitolojiye göre bir gün Apollon Thessalia'da kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında, güzel genç bir kız gördü. Bu güzelin adı Daphne idi ve Apollon görür görmez ona aşık olmuştu. Daphne ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyor, ay ışığında yabani hayvanları kovalamak avlamak en büyük eğlencesi idi. Yalnız başına dolaşmayı çok seviyordu. Dahası Daphne hayatı boyunca yalnız yaşamaya yemin etmişti. Erkeklerden nefret ediyordu bu yüzden evlenmeyi kesinlikle istemiyordu.
Fakat Apollon ona delicesine tutulmuş peşini bırakmıyordu. Ormanda karşılaştıklarında Tanrı Apollon güzeller güzeli bu kızla konuşmak istedi ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başladı. Apollon ne dediyse onu durmaya ikna edememişti, Daphne korkmuştu bir kere. Yorgun düşene kadar koştu koştu, daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkıldı ve toprak anaya yalvarmaya başladı.
"Ey toprakana beni ört beni sakla, kurtar"
Toprak ana onun yakarışını duymuştu, az sonra Daphne yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini, odunlaşmaya başladığını hissetti. Gri renginde bir kabuk göğsünü kapladı. Güzel kokulu saçları yapraklara dönüştü ve kolları dallar halinde uzandı, küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru indi.
Apollon sevdiği kıza sarılmak isterken bu Defne ağacına çarpınca şaşırdı. O günden sonra Defne ağacı Apollon'un en sevdiği ağaç oldu, ve defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi oldu. Kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar taktılar.
 
ECHO ve NARCİSUS

Echo orman derinliklerinde yaşamını sürdüren çok güzel bir su perisiydi. Öylesine güzeldi ki, görenler dönüp bir daha bakmadan geçemezlerdi yanından.
Echo'nun kötü bir huyu vardı, ne zaman konuşmaya başlasa susmak bilmiyor, aşırı gevezeliği çevresindekileri sıkmaya başlıyordu. Bu kötü huyu yüzünden dillere destan güzelliğine bile gölge düşüyordu.
Echo'nun bitip tükenmek bilmeyen gevezeliği tanrılar tanrısı Zeus'un karısı evlilik tanrıçası Hera'nın sabrını taşırdı ve Echo'nun sadece duyduklarının son kelimesini tekrarlamasını sağlayacak bir büyü yapmaya karar verdi. Böylece Echo, ormanda hep başkalarının en son söyledikleri sözleri tekrar ederek ama hiç konuşamadan günlerini geçirmeye başladı.

Birgün ormanın derinliklerine doğru Narcissus isminde çok yakışıklı, güçlü kuvvetli ama bir okadar da kendini beğenmiş bir avcı süzüldü. Echo, Narcissos'u görür görmez aşık oldu ve takip etmeye başladı. Narcissus herşeyden habersiz ormanın derinliklerinde ilerlerken, Echo onu gözden kaybetmeden, onunla birkaç kelime edebilmek için yanıp tutuşarak ilerliyordu adım adım, ama Hera’nın hain büyüsü yüzünden tek bir kelime bile edemeyeceğini biliyordu... Narcissos Echo'nun bulunduğu bölgeye bakarak arkadaşlarına "orada biri mi var?" diye seslenir. Bu sırada Echo'yu görünce "Merhaba" der. Echo Hera'nın kendisine yaptığı büyüye lanet ederek...aşığının son cümlesini tekrarlamak suretiyle "orada biri mi var? diyebildi. Narcissos söylediklerinin sürekli tekrarlanmasından, konuşmanın böyle sürüp gitmesinden sıkılmış bir halde Echo'dan ve ormandan öfke içinde ayrıldı. Güzeller güzeli su perisi Echo, üzüntüsünden, ne yaparsa yapsın sevdiği adama hiçbir zaman kavuşamıyacağını bilmenin acısından olsa gerek günler ve geceler boyunca kendisini hapsettiği dağda ağladı, ağladı, ağladı ve sonunda taşa dönüştü. Artık sadece duyduğu sözleri tekrar edebiliyordu. ( Günümüzde özellikle dağlardaki ses yankılanmalarına Eko denmesinin sebebi bu mitten gelmektedir. )

Kibirli Narcissus başkalarının onu övdüğü sürece iyi, aksi takdirde ise sadece umursamayarak devam etti yoluna... Olympos'un ihtişamlı tanrıları Narcissus'un yaptıkları ve yaşadığı hayatı yüzünden köpürdüler öfkelerinden zavallı bir ölümlünün bu denli kibirli olmasını cezalandırılmayı hakkettiğine oybirliğiyle karar verip, bir oyun hazırladır.
Güzel bir yaz günü, Narcissus ormanda avlanırken, küçük bir göle ulaştı, susuzluğunu gidermek için eğildiğinde, çok yakışıklı bir adamın aksini "yani kendisini" gördü... heyecanla bu adama dokunmak için suya daldırdı elini, suda hareler oluştu ve akis görünmez oldu... Tanrılar ona orada kalıp kendi görüntüsüne hayranlıkla bakması için büyü yaptıklarından, Narcissus yemeden içmeden kesilip günlerce kendi aksine hayran hayran baktı. Sonunda oracıkta ölüp gidiverdi ve cansız vücudu ölüler ülkesine taşındı.. Bir rivayete göre ise sudaki yansımasına ulaşmak isterken göle düşerek gölün derinliklerinde kaybolmuştur.
Narcissus kendi aksini günlerce büyük bir hayranlıkla seyrettiği yerde de güzel kokulu nergis çiçeği yetişmeye başlamıştır. Narcissos'un bir nergise dönüştüğüne inanılmaktadır.
 
EUROPA ve ZEUS

Europa Suriyeli çok güzel bir kızdı. Parlak teni göz alıcı bakışı ile dillere destan olmuştu. Eğlenceyi ve gezmeyi çok severdi. Sabahtan akşama kadar tüm vaktini kırlarda deniz kıyısında arkadaşları ile birlikte gezerek geçirirdi. Gene böyle bir gün, deniz kenarındaki bahçelerden birinde arkadaşları ile çiçek toplarken Zeus Europa'yı gördü. Onun güzelliği baş tanrının aklını başından almıştı.

Karısı Hera'nın haberi olmadan güzel Suriyeliye yaklaşabilmek için altın rengi bir boğa şekline girdi ve kızların çiçek topladıkları bahçenin etrafında gezinmeye başladı. Kızlar boğadan korkmak bir yana onu çok sevimli bulmuşlardı, ona yaklaşarak sevmeye başladılar. Güzel Europa ona yaklaştığı anda boğa yere yatarak kızın ayaklarına kapandı. Europa boğanın sırtını okşayarak yavaşça üzerine oturdu.Tam arkadaşları da ona katılacakken boğa birden ayaklandı ve ve sırtında Europa ile denize doğru koşmaya başladı. Deniz kenarına vardığında azgın dalgaların hepsi sakinleşmiş durulmuştu. Boğa dalgaları yararak, denizde kumlu bir ovada koşuyormuş gibi hızla oradan uzaklaştı.

Bir süre sonra kıyıya vardıklarında Zeus genç kızı bir çınarın gölgesine bıraktı ve boğa şeklinden sıyrılarak tekrar tanrı şekline döndü ve ona kendisini tanıttı. Horalar aceleyle Zeus ve Europa için bir yatak hazırladılar. Bu birleşmenin yapıldığı yere gölge saldığı için o günden beri çınar ağacı yapraklarını hiç dökmez. Kirid kralı Minos bu birlikteliğin sonucunda doğmuştur

 
İlk Güzellik Yarışması

Olympos’taki Peleus’la Thetis’in düğünlerine fesatlık tanrıçası Eris davet edilmemiştir… Fesatlık tanrıçası boş durur mu, davetsiz bir şekilde düğüne gelip masanın ortasına altın bir elma koyuvermiş. Elmanın üzerinde “en güzele” yazıyormuş. Bütün kadınlar elma benim, bana yakışır diyerek elmayı sahiplenmeye kalkmışlar, bunun üzerine en güzeli Tanrılar Tanrısı Zeus seçsin denmiş, ama Zeus elmayı karısı Tanrıça Hera’ya verse diğer Tanrıçalar kıyameti koparacaklar, başka Tanrıçalara verse bu sefer de karısı ortalığı kaldıracak, Zeus bu işi başından savmak için Kaz Dağlarının yakışıklı çobanı Paris’i elmayı en güzele vermesi için görevlendirmiş.
Bu karmaşadan sonra ortada en güzelim diye üç Tanrıça kalmış. Zeus’un karısı Hera, Akıl Tanrıçası Athena, Güzellik ve Sevgi Tanrıçası Venüs. Bu üç Tanrıça, yakışıklı çobanın karşısına çıkmışlar. Çobanın elinde “en güzele” diye yazan altın elma, karşısında yürekleri heyecandan çarpan üç Tanrıça…
Tanrıçalar başlamışlar akıllarına gelen vaatlerle çobanı etki altına almaya. Athena; ün, şan vaat etmiş, Hera; zenginlik ve kuvvet. Venüs ise, dünyanın en güzel kızını vaat etmiş. Athena ve Hera en güzel elbiselerini giyip, en süslü mücevherlerini takmışlar, oysa güzellik örtü istemez, güzellik onun örtüsü diyen Venüs bunların hiçbirini yapmamış. Paris’in altın elmayı tutan eli kımıldamış… herkes heyecan içinde ve el geniş bir kavis çizerek Venüs’e doğru uzanmış. Paris üzerinde “en güzele” yazan altın elmayı Venüs’e vermiştir…
 
Geri
Top