XIX. Asrın sonlarına doğru II. Abdülhamit ve Wilhelm’in kişisel gayretleri ile başlayıp zamanla giderek artan Türk-Alman dostluğu, I. Dünya Savaşı öncesinde bir ittifak bloğunun kurulması ile sonuçlandı. Osmanlı Devleti, 2 Ağustos 1914 tarihinde Almanlarla açık-gizli antlaşmalar yaparak, I. Dünya Savaşı’na yorgun, bitkin, ekonomik ve malî yönden sıkıntı ve bunalımlar içerisinde, manevî bakımdan ise yıpranmış, bütün gücü tükenmiş ve huzursuz bir vaziyette girmişti.
Savaşın ikinci yılında Bağdat Cephesi’nin düşmesi, Alman ekonomisinin sekteye uğramasına neden olabilecek bir sonuç doğurdu. Çünkü Ortadoğu coğrafyasında petrolün en yoğun olduğu yer Irak bölgesi idi. Bağdat’ı geri almak amacıyla Irak Cephesi’nde teşkili düşünülen Yıldırım Ordular Gurubu, daha sonra bir strateji değişikliğine gidilerek Filistin cephesine kaydırılmış ve Alman Generallerinden Falkenhein bu ordular gurubunun komutanlığına atanmıştır.
Filistin Muharebeleri, mukadderatını yabancı eline teslim eden bir ordunun uğrayacağı akıbeti göstermesi bakımından son derece önemlidir. Bu savaşta şu husus çok açık anlaşılmıştır: Almanlar gerçekten Osmanlı Devleti’nin müttefiki olarak Filistin’e gelmemişlerdi. Almanlar, aslında Ortadoğu’da nasıl hakimiyet kurar ve bu bölgenin zenginliklerine kavuşabiliriz düşüncesi ile geldiklerini göstermişlerdi. Karargahlanrındaki tavır ve uygulamaları ile de zaten Türklerin fikirlerine pek değer vermedikleri görülmekte idi. Nitekim 1917 yılında başlayan Filistin geri çekilmesi 1918 yılı Ekim sonlarına kadar devam etti.
Mustafa Kemal Paşa, Liman Von Sanders’in İstanbul’a çağrılmasının ardından, yani Mondros Mütarekesinin imzalandığı gün, Yıldırım Orduları Grup komutanlığına tayin edildi. Mustafa Kemal Paşa, ordudaki Alman etkisinin mümkün olduğunca azaltılmasını istiyordu.
Osmanlı Genelkurmayı, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından Mustafa Kemal Paşaya gönderdiği telgrafta, ordunun Suriye’nin kuzeyine çekilmesi durumunda savunma vaziyeti alıp alamayacağını, bu sayede mütareke şartlarının değiştirilmesinin ve hafıfletilmesinin mümkün olup olmadığını sormuş; mütareke şartları tebliğ olununcaya kadar uygun bir şekilde oyalanmasını istemişti. Mustafa Kemal Paşa, maiyetindeki komutanlara gönderdiği emirde, mütareke hükümlerinin uygulanmasının bizim için daha ağır bir duruma gelmemesini sağlamak üzere gerekli tedbirlerin alınmasını isterken, Toros Tünellerinin Osmanlı Devleti için stratejik açıdan çok büyük öneme sahip olduğunu hatırlatarak elde tutulması gerektiğini ve terhis işlerinin geçiştirilmesi veya geciktirilmesini tavsiye ediyordu
Mütarekenin imzalandığı gün, Yıldırım Ordular Gurup Komutanlığı’na atanan Mirliva Mustafa Kemal Paşa, Filistin harekâtını icra eden bu son ordu kalıntılarını bir araya topladıktan sonra Toros Dağlarının kuzeyine çekilmeyi başarmıştı. İşte Mustafa Kemal Paşa’nın kuzeye çekmeyi başardığı bu kuvvetler, bir yıl sonra başlayacak olan Türk İstiklal Mücadelesi’nin Güney Cephesi’ndeki çekirdek kadrosunu oluşturacak olan birlikler idi.
Bu bildiride, kısaca Yıldırım Ordular Gurubu’nun kuruluşu, amacı, faaliyetleri anlatıldıktan sonra, Mondros Mütarekesinin imzalanması ve Mustafa Kemal Paşa’nın Yıldırım Ordular Gurup Komutanlığı’na getirilmesi ve mütareke karşısındaki tutum ve davranışları izah edilmektetir.
XIX. Asrın sonlarına doğru II. Abdülhamit ve Wilhelm’in kişisel gayretleri ile başlayıp zamanla giderek artan Türk-Alman dostluğu, bilindiği gibi, Birinci Dünya Savaşı başlarında bir ittifak bloğunun kurulması ile sonuçlandı. Öte yandan Avrupa’da 1914 Temmuzu’nda görülen siyasî ve askerî gelişmeler, geniş çaplı bir savaşın habercisi idi. Avrupa’da savaşın çıkacağından endişelenen Osmanlı hükümetinin bazı üyeleri alelacele ittifak arayışına girdiler, İngiltere ve Fransa nezdinde yapılan ittifak teklifleri geri çevrilince, Osmanlı İmparatorluğu için fazla bir seçenek kalmadı. Nihayet, -bir yerde- zorunlu olarak Almanya’ya yönelmek durumunda kaldı1. Osmanlı Devleti, Almanlarla 2 Ağustos 1914 tarihinde açık-gizli antlaşmalar yaparak, I. Dünya Savaşı’na yorgun, bitkin, ekonomik ve malî yönden sıkıntı ve bunalımlar içerisinde, manevî bakımdan ise yıpranmış, bütün gücü tükenmiş ve huzursuz bir vaziyette girmişti.
Yıldırım Ordular Grubunun Teşkili ve Faaliyetlerine Bir Bakış
I. Dünya Harbi’nin başlangıç yıllarında Irak Cephesi’nde bulunan Von der Goltz’un ölümü üzerine İstanbul’daki Alman Askerî Temsilcisi General Von Lossow 22 Nisan 1916’da Berlin’e gönderdiği bir telgrafta; “Alman Genelkurmay Başkanı Falkenhein’ın İran ve Mezopotamya’daki çok büyük Alman çıkarlarını korumak ve kollamak amacıyla, 6.Ordu komutanlığını ele geçirmesini” istemekte idi2. Lossow, bundan başka Çanakkale Cephesi’nde görevli bir başka Alman Generali, Liman Von Sanders’in de bu bölgeye tayinini teklif ediyordu; halbuki Enver Paşa -bu tayine -Kutü’l-Amare’de galip çıkmış bir orduyu ve bu ordunun komutanı Halil Kut Paşa’yı bir yerde cezalandırmak anlamına geldiğinden- karşı çıkmakta idi.
Enver Paşa’nın Filistin’de bulunan Osmanlı ordularını ziyaretinin hemen ardından 24 Haziran 1917 tarihinde bölgede görevli bulunan ordu komutanları ile yapılan Halep görüşmeleri sırasında Irak ve Filistin cephesi için bir takım yeni yapılanmalara gidilmesi karan alındı3. “Yıldırım” ismi verilen bu girişim General Von Falkenhein’ın4 7 Mayıs 1917’de Türkiye’ye gelmesi ile başladı5. Halep’te yapılan toplantıdan sonra İstanbul’a dönen Paşa’nın ilk işi Yıldırım Ordular Grubu’nu teşkil etmek oldu. Falkenhein’ın Yıldırım Ordular Grup komutanlığına atanma emri 11 Temmuz 1917’de Padişah’ın onayından çıktı ve 15 Temmuz’da da teşkil emri yayınlandı6. Böylece Yıldırım, evvela Irak’a ve sonra Suriye’ye şamil olan orduya, aynı zamanda bu generalin karargâhına verilen ad oldu. Bu adın verilmesi ile maksat ve hedef hakkında gizlilik sağlanmak isteniyordu. Almanlar ise Yıldırım’a, “F.(Falke)Ordular Grubu” diyorlardı7.
İmzalanan antlaşmaya göre, Yıldırım Orduları karargâhında bütün yazışmalar Almanca yapılacaktı. Karargâhta 65 Alman subayı ve Almanca bilen 9 da Türk subayı bulunacaktı. Gelen yazılar tercüme bürosunda Almanca’ya çevrilerek işlem görecekti8. Yıldırım Orduları grubu karargâhı Türkiye’ye Alman teşekkülü olarak gelmiş olup, Alman maksatlarına hizmet edeceği aşikârdı9. Türkiye’nin iç sorunu olan Arap isyanını bastırma işini de ele almak istemişti ki, buna neden olarak Arapların Türklere güveni olmadığı fikri ileri sürülmüştü10.
Yıldırım teşebbüsü için Almanya, bir karargâhtan başka Alman Asya kolu adıyla bir tugay kadar kuvvet, motorlu araçlar ve hava kuvvetleri tahsis etti. Ayrıca Yıldırım’ın masrafları için Osmanlı Genelkurmayı’na 5.000.000 Alman altını borç verildi11. Alman Asya kolu, üç piyade taburu, üç makineli tüfek bölüğü, üç süvari bomba takımı, tüfek, süvari bomba takımlarıyla, topçu taburu, uçaksavar top bataryası, piyade top takımı, iki dağ obüs takımı, istihkâm bölüğü, köprücü takımı, telefon ve telsiz takımları, sıhhiye bölüğünden müteşekkil idi. Hava kuvvetleri sekizer uçaklı dört hava müfrezesinden, motorlu vasıtalar da beş bölükten (24 kol) ibaret idi12.
Yıldırım Orduları Grubu’na Türk birliklerinden Irak cephesindeki ö.Ordu ile yeni kurulan 7.Ordu verilmişti. 7. Orduya 3 ve 15. Kolordular bağlanmıştı. Bu ordu Fırat boyunca ilerleyecek ve Bağdat’taki İngiliz ordusunu güneyden kuşatacaktı. Fırat’ta ayrıca bir ince donanma kurulması da kararlaştırılmıştı. Bu arada Bağdat harekâtında yeterli desteğe kavuşturulabilmesi için Musul’dan Dicle’ye doğru bir sahra demiryolu hattı teşkili de düşünülmüştü. Ayrıca bu ordunun lojistik desteğinin temini için bir Alman generalinin komutasında menzil müfettişliği kurulması da kararlaştırılmıştı. Almanlar Yıldırım ordularının her türlü teknik donanımı ile motorlu araçlarını ikmal ederken, Türkler de asker, iaşe ve her türlü nakil hayvanı temin edeceklerdi13.
Bir süre sonra istihbarat birimlerinden alınan raporlardan çıkan sonuca göre, İngilizlerin Irak cephesinden ziyade Filistin cephesinde hummalı bir faaliyet içerisinde oldukları anlaşılıyordu. Öte yandan İngilizler, bu sırada ileri harekete geçmek için Gazze’de gerekli hazırlıklarını yapıyorlardı14. 1917 Haziran ayında Akabe’yi alan İngilizler, propaganda savaşından da geri kalmıyorlar, çöldeki Osmanlı aleyhtarı Arap hareketlerini destekliyorlardı15. İngilizlerin bütün bu hazırlıkları, alınan istihbarata göre sonbaharda Gazze-Birüssebi cephesinde üstün bir kuvvetle harekete geçeceklerini gösteriyordu16.
Filistin Cephesi’ndeki tehlikeli durumu kavrayan Falkenhein, Ağustos (1917) ayında Almanya’ya yaptığı kısa bir seyahatten sonra, Enver Paşa’ya yazdığı yazıda; “Sina Cephesi tutulmadan Bağdat taarruzunun yapılmasının kabil olmadığını, Sina’daki İngiliz ordusuna karşı taarruz için Asya kolu ile 19. 24. ve 50. tümenlerin hemen Filistin’e nakli lüzumunu” bildirdi. Enver Paşa Bağdat seferinde ısrarlı olunca, Falkenhein yazdığı ikinci yazıda da yine Sina cephesindeki tehlikeye dikkat çekerek fikrinde ısrar etti17. Gerçi 4. Ordu komutanı Cemal Paşa (İttihatçı-Bahriye Nazırı) da, bu sırada Suriye’de bir Arap ihtilalinden endişe ederek Sina Filistin cephesinin takviyesi fikrinde idi. Neticede; Falkenhein, Enver ve Cemal Paşalar bu konuyu İstanbul’da Başkumandanlık Vekâleti karargâhında etraflıca görüştüler18. Bu görüşmelerde İngilizlerin muhtemel saldırı planları enine boyuna tartışma masasına konuldu19. Falkenhein, Yıldırım Ordular Grubu’nun takviye edilerek Sina’da İngilizler’e yağmur mevsimi olarak bilinen Kasım’dan evvel taarruzu önermekte iken20, Cemal Paşa ise, İngilizlerin sayıca üstünlüğünden kaynaklanan endişelerini dile getiriyordu. Enver Paşa da Falkenhein’ın görüşüne karşı idi. Öte yandan Alman ordusu genel karargâhı ise, Falkenhein ile aynı görüşte olduğunu bildirmişti. Bu sırada Türkiye’de bulunan Alman generallerinden Liman Von Sanders ise, kendinden gayet emin bir şekilde “meydana gelebilecek başarısızlığın Almanya hesabına geçeceği kuşkusuzdur” diyerek, fikirlerinde kararlı olduklarını belirtiyorlardı21. Üstelik Filistin cephe komutanı bulunan Alman Von Kress de yağmur mevsiminden evvel taarruzdan yanadır. Doğrusu Falkenhayn ve Kreş gerçeği görmüşlerdi fakat, Yıldırım Orduları ile Filistin’de harekete hazırlanırken, İngilizlerin Osmanlı orduları gelmeden harekete geçeceklerini kavrayamamışlardı. Şunu da belirtmek gerekirse, Falkenhein’ın Filistin’de İngilizleri yendikten sonra Irak’a taarruz etmek fikri gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir düşünce idi. Irak’da yağmur mevsimi Mart ortasında idi. Filistin harekatını bitirip orduları Irak cephesine nakletmek için en az altı aya ihtiyaç vardı. Bu planın tatbike konması işte bu yüzden mümkün değildi.
Almanların bu dönemde Türk ordusunda üstünlük taslama yarışında olduklarını da ifade etmek gerekir. Yapılan askerî antlaşmalara göre Türkiye’ye gelen her Alman zabitine kendi ülkesindeki rütbeden iki rütbe fazla vererek onlara bir jest yapmak isteyen Osmanlı Harbiye Nezareti’nin bu tutumu onları iyice şımartmıştı. Falkenhein’ın Yıldırım Ordular Grubu ile Filistin bölgesine gelmesinin ardından bu defa, 4.Ordu komutanı Cemal Paşa ile arasında bir komuta problemi ortaya çıktı. 4.Ordu komutanı sıfatı ile Sina - Filistin taraflarına hakim olan Cemal Paşa’nın emrine girmek istemeyen Alman generali için yeni bir formül geliştirilmesi gerekiyordu22.
Falkenhein hazırladığı raporlar sonunda 1917 yılı Eylül ayı sonlarına doğru 7.Ordu birliklerini Filistin’e şevke muvaffak oldu. Yıldırım Orduları için alınan istikraz da Falkenhein’a verildi. 8.Ordu da Von Kress’in emrinde aynı cephede bulunuyordu. Bu arada 4.Ordu kurmay başkanı Albay Ali Fuat (Erden Paşa) Bey, Falkenhein’ı 8.Ordu komutanı Kress’i aracı yaparak Filistin harekâtından vazgeçirmeye çalışmışsa da başarılı olamamıştır. Bu sırada Cemal Paşa Filistin’de savunmaya, Von Kress mahdut hedefli taarruza, Falkenhein ise kat’i sonuçlu taarruza taraftar idi23. Bu gelişmeler olurken ordu komutanları endişelerini dile getirmekten çekinmemişlerdi. Nitekim bu sırada 7.Ordu komutanı bulunan Mirliva Mustafa Kemal Paşa, 2 Eylül 1917 tarihinde Enver Paşa’ya gönderdiği uzunca bir raporda Türk ordusunda yüksek komuta kademesine Almanların verilmesini şiddetle tenkit etmiş, bunun yakın gelecekte bir felakete sebep olacağını ifade etmişti24. Nitekim, 7.Ordu komutanı Mustafa Kemal Paşa, Falkenhein ile anlaşamıyordu. Bu anlaşmazlık Mustafa Kemal’in istifasına sebep oldu. Sonuçta Almanların isteklerini kabul eden Enver Paşa, Cemal Paşa ile Falkenhein arasını da bulmaya çalıştı. Zaten Alman generali bu sırada isteklerinin yerine getirilmemesi durumunda, istifa ederek Almanya’ya dönme tehdidinde bulunmuştu. Bu arada Osmanlı ordusu harp yılları boyunca bu ve buna benzer Alman subaylarının kaprisleri ile uğraşmak zorunda kalmıştı.
Osmanlı Genelkurmayı Sina-Filistin cephesindeki komutanlar arasındaki gerginliğin giderilmesinden yana bir tavır sergiledi. 30 Eylül 1917’de Sina cephesindeki kuvvetler Falkenhein’ın emrine verilerek, Cemal Paşa’ya da yeni bir unvan tevcih edilerek mesele hal edilmiş oldu. Buna göre25;
a) Sina cephesi komutanlığı 8.Ordu adıyla yeniden düzenlenerek, komutanlığına Von Kress getirilecekti.
b) 4. Ordu komutanı Cemal Paşa, Suriye ve Batı Arabistan Genel Komutanı oldu. 4.Ordu komutanlığı 8.Kolordu komutanı Mersinli Cemal Paşa’ya verildi.
c) Kudüs Sancağının kuzey sınırına kadar olan Filistin bölgesi Falkenhein’ın emrinde olacaktı. Irak’taki 6. Ordu da dahil olmak üzere 7 ve 8. Ordular da Alman generalinin emrine verilmişti.
Bu ana kadar olanları hatırlatmak gerekirse, Türk orduları 14 Ocak 1915’de Sina Cephesi’nde I.Kanal harekâtını tertip etmişler; 4 Şubat’ta tutunamayarak geri çekilmişlerdi. İkinci harekât 1916 Temmuz’unda icra edilmiş; fakat, bu da başarılı olmamıştı. Türk Orduları 1917 Ocak ayında Gazze - Birüssebi hattına çekilmişlerdi. 26 Mart tarihinde I.Gazze, 19 Nisan’da II .Gazze muharebelerinden galip çıkan Türk orduları Yıldırım Ordular Grubu’nun kuruluşundan sonra süratle ikmal faaliyetlerine atıldı. Bu ordular grubu denizden donanma ile desteklenirken; keşif, bombardıman, av ve taarruzî destek vazifesi yapmak üzere dört tayyare bölüğü tahsis edilerek hava desteği de sağlanmış oldu26.
Öte yandan 30 Ekim 1917’de başlayan III.Gazze Savaşında İngilizler galip çıktılar27 ve 7 Kasım’da Gazze’yi, 16 Kasım’da Yafa’yı işgal ettiler. İngiliz ilerleyişi karşısında tutunamayan Yıldırım Orduları Grubu sür’atle Filistin’den kuzeye doğru çekildi. Bu arada 9 Aralık 1917’de Kudüs düştü. İngiliz Komutanı Allenby, 9 Aralık 1917’de büyük bir merasimle Yafa kapısından Kudüs’e girdi. Allenby’nin, Kudüs’e girince Selahattin Eyyubî’nin mezarına çıkarak, oradakilere “Haçlı Seferlerini sona erdirdim” dediği rivayet olunur. İngiliz istihbaratının uydurduğu bir senaryo bu sırada hakikat olmuştu. Nil Nehri Filistin’e akıtıldığı zaman, Batı’dan gelecek peygamber Elnebi (Allenby), Türkleri Kudüs’ten çıkaracaktı. Allenby’i Elnebi okuyan Araplar bir Hristiyan komutam Peygamber derecesine çıkarmış oluyorlardı. Fakat bir gün Filistin’den koyulacaklarını bilmiyorlardı. Türk ordusu Kudüs’ü teslim ederken pek çok esir, malzeme, silah, araç ve gereç bırakarak çekilmek mecburiyetinde kalmıştı28.
1917 Aralık ayında Cemal Paşa, İstanbul’a gidince Suriye-Filistin’de emir komuta Falkenhein’ın istediği şekilde olmuş; kendisine kalmıştı29. Öte yandan 1918 yılı başlarından itibaren Filistin Cephesi’ndeki harekât düşman için kesin sonuçlu oldu. Göreve geldiğinden bu yana başarısızlıklarla dolu bir kumandanlık örneği sergileyen Falkenhein, Yıldırım Ordular grubu komutanlığından ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Yerine 19 Şubat 1918’de bir başka Alman Generali olan Liman Von Sanders tayin edildi30. Liman Von Sanders, Falkenhein’ın aksine Filistin cephesinde müdafaadan yana idi31.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın İmzalanması
Filistin Cephesi’nde bulunan Osmanlı ordularının 1918 yılı Eylül ayı sonlarına doğru İngilizler karşısında tutunamayarak geri çekilmeleri, dönemin sadrazamı Mareşal Ahmet İzzet Paşa’nın ifadelerine göre, mütarekenin imzalanmasını kaçınılmaz bir hale getirmişti32. Büyük güçlüklere ve ikmâl yetersizliğine rağmen inatla cephelerde direnen Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması’nı mecburen imzalamak durumunda kalmıştı33. Savaşın son aylarına doğru sulh anlaşmasının bir an evvel imzalanması yolundaki istek ve temenniler hem resmî devlet erkânı, hem basın kuruluşları ve hem de halk tarafından meydanlarda söylenir olmuştu. Nitekim, bütün bu gelişmeler Osmanlı Devleti’ni ateşkes antlaşmasını imzalayacağı ortama doğru hızla sürükledi. “Mağlûp sulh isterse, galip onu önce kabul ettireceği mütareke şartları ile emrine bağlar” diyen Kâzım Karabekir Paşa’nın ifadesiyle, Osmanlı Devleti -bir yerde İngiltere’nin zorlaması sonucu-, Mondros Mütarekesini imzalamakla her alanda taahhüt altına alınarak, eli kolu bağlı bir şekilde âdeta mecalsiz bırakılmıştı34.
Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan Sonra Osmanlı Ordusu
Ateşkes antlaşmasının askerî bir dayanağa engel olmak yolundaki olumsuz özellikleri hemen kendini gösterdi. Mütareke şartları, Türklerin elinde hiçbir savunma imkânı bırakılmaksızın tatbik edilmek yolunda idi. Ancak Türklerin aleyhine gelişen bu durumlarda, yer yer direnme girişimleri de görülüyordu. Bu sırada İngilizler, Türk ordusunun tamamı ile lağvedilerek mütareke şartlarının kendi arzularına göre tatbikini sağlayacak kabinelerin kurulmasını destekliyorlar ve bu yüzden Türk siyaset sahnesinde kendi sempatizanlarına kapıların açılmasını istiyorlardı. Böylece dört yıl süren harbin sonunda imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile, ülkede bezginlik ve ümitsizlikle birlikte derin bir karamsarlık devri başladı35. 25 Maddeden oluşan mütareke metnindeki hükümlere bakıldığında -ateşkes antlaşması olmasından dolayı- çoğunluğu askerî idi.
Bunun yanında, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın açık olmayan bir takım hükümleri de vardı. Nitekim, Osmanlı Hey’eti Mondros Mütarekesi’ni imza ederken, Boğazlar hariç olmak üzere, Osmanlı ülkelerinden hiç birisinin işgal edilmeyeceğine ve mütareke tarihindeki ileri hatlarımızın “mütareke hattı” olarak kabul edileceğine inanıyordu. Diğer taraftan mütarekenameyi, iki ordu arasındaki düşmanlığa son veren bir mukavele sayıyordu. İstanbul, İzmir, Musul, İskenderun, Adana, Antep, Maraş ve Urfa’nın işgalleri düşünülemezdi. Banım, Kars, Ardahan’ın boşaltılabilmesi ise kayıt ve şarta bağlanmıştı. Osmanlı idarecilerindeki bu inanç ve kanaate rağmen, İtilaf Devletleri, ateşkes antlaşması hükümlerine dayanarak 1 Kasım 1918 tarihinden itibaren Musul, İskenderun ile İstanbul ve Çanakkale Boğazları ve daha sonra Trakya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerini işgal ettiler36. Öte yandan, I.Dünya Harbi’nde maddî gücünden çok taşkın olarak birçok cephelerde ve daima sayıca çok üstün düşmanları karşısında dövüşüp, müttefiklerinin de tesiri ile mağlup olan Türk ordusunun, mütareke ile silah, teçhizat ve malzemesinin büyük bir kısmı elinden alınmaya başlandığı gibi, imparatorluğun Türk’ten gayrı bütün unsurları birer emperyalist kucağına atıldı, yurt yer yer düşman birliklerince işgal edilerek, paylaşılmaya başlandı37.
Savaşın ikinci yılında Bağdat Cephesi’nin düşmesi, Alman ekonomisinin sekteye uğramasına neden olabilecek bir sonuç doğurdu. Çünkü Ortadoğu coğrafyasında petrolün en yoğun olduğu yer Irak bölgesi idi. Bağdat’ı geri almak amacıyla Irak Cephesi’nde teşkili düşünülen Yıldırım Ordular Gurubu, daha sonra bir strateji değişikliğine gidilerek Filistin cephesine kaydırılmış ve Alman Generallerinden Falkenhein bu ordular gurubunun komutanlığına atanmıştır.
Filistin Muharebeleri, mukadderatını yabancı eline teslim eden bir ordunun uğrayacağı akıbeti göstermesi bakımından son derece önemlidir. Bu savaşta şu husus çok açık anlaşılmıştır: Almanlar gerçekten Osmanlı Devleti’nin müttefiki olarak Filistin’e gelmemişlerdi. Almanlar, aslında Ortadoğu’da nasıl hakimiyet kurar ve bu bölgenin zenginliklerine kavuşabiliriz düşüncesi ile geldiklerini göstermişlerdi. Karargahlanrındaki tavır ve uygulamaları ile de zaten Türklerin fikirlerine pek değer vermedikleri görülmekte idi. Nitekim 1917 yılında başlayan Filistin geri çekilmesi 1918 yılı Ekim sonlarına kadar devam etti.
Mustafa Kemal Paşa, Liman Von Sanders’in İstanbul’a çağrılmasının ardından, yani Mondros Mütarekesinin imzalandığı gün, Yıldırım Orduları Grup komutanlığına tayin edildi. Mustafa Kemal Paşa, ordudaki Alman etkisinin mümkün olduğunca azaltılmasını istiyordu.
Osmanlı Genelkurmayı, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından Mustafa Kemal Paşaya gönderdiği telgrafta, ordunun Suriye’nin kuzeyine çekilmesi durumunda savunma vaziyeti alıp alamayacağını, bu sayede mütareke şartlarının değiştirilmesinin ve hafıfletilmesinin mümkün olup olmadığını sormuş; mütareke şartları tebliğ olununcaya kadar uygun bir şekilde oyalanmasını istemişti. Mustafa Kemal Paşa, maiyetindeki komutanlara gönderdiği emirde, mütareke hükümlerinin uygulanmasının bizim için daha ağır bir duruma gelmemesini sağlamak üzere gerekli tedbirlerin alınmasını isterken, Toros Tünellerinin Osmanlı Devleti için stratejik açıdan çok büyük öneme sahip olduğunu hatırlatarak elde tutulması gerektiğini ve terhis işlerinin geçiştirilmesi veya geciktirilmesini tavsiye ediyordu
Mütarekenin imzalandığı gün, Yıldırım Ordular Gurup Komutanlığı’na atanan Mirliva Mustafa Kemal Paşa, Filistin harekâtını icra eden bu son ordu kalıntılarını bir araya topladıktan sonra Toros Dağlarının kuzeyine çekilmeyi başarmıştı. İşte Mustafa Kemal Paşa’nın kuzeye çekmeyi başardığı bu kuvvetler, bir yıl sonra başlayacak olan Türk İstiklal Mücadelesi’nin Güney Cephesi’ndeki çekirdek kadrosunu oluşturacak olan birlikler idi.
Bu bildiride, kısaca Yıldırım Ordular Gurubu’nun kuruluşu, amacı, faaliyetleri anlatıldıktan sonra, Mondros Mütarekesinin imzalanması ve Mustafa Kemal Paşa’nın Yıldırım Ordular Gurup Komutanlığı’na getirilmesi ve mütareke karşısındaki tutum ve davranışları izah edilmektetir.
XIX. Asrın sonlarına doğru II. Abdülhamit ve Wilhelm’in kişisel gayretleri ile başlayıp zamanla giderek artan Türk-Alman dostluğu, bilindiği gibi, Birinci Dünya Savaşı başlarında bir ittifak bloğunun kurulması ile sonuçlandı. Öte yandan Avrupa’da 1914 Temmuzu’nda görülen siyasî ve askerî gelişmeler, geniş çaplı bir savaşın habercisi idi. Avrupa’da savaşın çıkacağından endişelenen Osmanlı hükümetinin bazı üyeleri alelacele ittifak arayışına girdiler, İngiltere ve Fransa nezdinde yapılan ittifak teklifleri geri çevrilince, Osmanlı İmparatorluğu için fazla bir seçenek kalmadı. Nihayet, -bir yerde- zorunlu olarak Almanya’ya yönelmek durumunda kaldı1. Osmanlı Devleti, Almanlarla 2 Ağustos 1914 tarihinde açık-gizli antlaşmalar yaparak, I. Dünya Savaşı’na yorgun, bitkin, ekonomik ve malî yönden sıkıntı ve bunalımlar içerisinde, manevî bakımdan ise yıpranmış, bütün gücü tükenmiş ve huzursuz bir vaziyette girmişti.
Yıldırım Ordular Grubunun Teşkili ve Faaliyetlerine Bir Bakış
I. Dünya Harbi’nin başlangıç yıllarında Irak Cephesi’nde bulunan Von der Goltz’un ölümü üzerine İstanbul’daki Alman Askerî Temsilcisi General Von Lossow 22 Nisan 1916’da Berlin’e gönderdiği bir telgrafta; “Alman Genelkurmay Başkanı Falkenhein’ın İran ve Mezopotamya’daki çok büyük Alman çıkarlarını korumak ve kollamak amacıyla, 6.Ordu komutanlığını ele geçirmesini” istemekte idi2. Lossow, bundan başka Çanakkale Cephesi’nde görevli bir başka Alman Generali, Liman Von Sanders’in de bu bölgeye tayinini teklif ediyordu; halbuki Enver Paşa -bu tayine -Kutü’l-Amare’de galip çıkmış bir orduyu ve bu ordunun komutanı Halil Kut Paşa’yı bir yerde cezalandırmak anlamına geldiğinden- karşı çıkmakta idi.
Enver Paşa’nın Filistin’de bulunan Osmanlı ordularını ziyaretinin hemen ardından 24 Haziran 1917 tarihinde bölgede görevli bulunan ordu komutanları ile yapılan Halep görüşmeleri sırasında Irak ve Filistin cephesi için bir takım yeni yapılanmalara gidilmesi karan alındı3. “Yıldırım” ismi verilen bu girişim General Von Falkenhein’ın4 7 Mayıs 1917’de Türkiye’ye gelmesi ile başladı5. Halep’te yapılan toplantıdan sonra İstanbul’a dönen Paşa’nın ilk işi Yıldırım Ordular Grubu’nu teşkil etmek oldu. Falkenhein’ın Yıldırım Ordular Grup komutanlığına atanma emri 11 Temmuz 1917’de Padişah’ın onayından çıktı ve 15 Temmuz’da da teşkil emri yayınlandı6. Böylece Yıldırım, evvela Irak’a ve sonra Suriye’ye şamil olan orduya, aynı zamanda bu generalin karargâhına verilen ad oldu. Bu adın verilmesi ile maksat ve hedef hakkında gizlilik sağlanmak isteniyordu. Almanlar ise Yıldırım’a, “F.(Falke)Ordular Grubu” diyorlardı7.
İmzalanan antlaşmaya göre, Yıldırım Orduları karargâhında bütün yazışmalar Almanca yapılacaktı. Karargâhta 65 Alman subayı ve Almanca bilen 9 da Türk subayı bulunacaktı. Gelen yazılar tercüme bürosunda Almanca’ya çevrilerek işlem görecekti8. Yıldırım Orduları grubu karargâhı Türkiye’ye Alman teşekkülü olarak gelmiş olup, Alman maksatlarına hizmet edeceği aşikârdı9. Türkiye’nin iç sorunu olan Arap isyanını bastırma işini de ele almak istemişti ki, buna neden olarak Arapların Türklere güveni olmadığı fikri ileri sürülmüştü10.
Yıldırım teşebbüsü için Almanya, bir karargâhtan başka Alman Asya kolu adıyla bir tugay kadar kuvvet, motorlu araçlar ve hava kuvvetleri tahsis etti. Ayrıca Yıldırım’ın masrafları için Osmanlı Genelkurmayı’na 5.000.000 Alman altını borç verildi11. Alman Asya kolu, üç piyade taburu, üç makineli tüfek bölüğü, üç süvari bomba takımı, tüfek, süvari bomba takımlarıyla, topçu taburu, uçaksavar top bataryası, piyade top takımı, iki dağ obüs takımı, istihkâm bölüğü, köprücü takımı, telefon ve telsiz takımları, sıhhiye bölüğünden müteşekkil idi. Hava kuvvetleri sekizer uçaklı dört hava müfrezesinden, motorlu vasıtalar da beş bölükten (24 kol) ibaret idi12.
Yıldırım Orduları Grubu’na Türk birliklerinden Irak cephesindeki ö.Ordu ile yeni kurulan 7.Ordu verilmişti. 7. Orduya 3 ve 15. Kolordular bağlanmıştı. Bu ordu Fırat boyunca ilerleyecek ve Bağdat’taki İngiliz ordusunu güneyden kuşatacaktı. Fırat’ta ayrıca bir ince donanma kurulması da kararlaştırılmıştı. Bu arada Bağdat harekâtında yeterli desteğe kavuşturulabilmesi için Musul’dan Dicle’ye doğru bir sahra demiryolu hattı teşkili de düşünülmüştü. Ayrıca bu ordunun lojistik desteğinin temini için bir Alman generalinin komutasında menzil müfettişliği kurulması da kararlaştırılmıştı. Almanlar Yıldırım ordularının her türlü teknik donanımı ile motorlu araçlarını ikmal ederken, Türkler de asker, iaşe ve her türlü nakil hayvanı temin edeceklerdi13.
Bir süre sonra istihbarat birimlerinden alınan raporlardan çıkan sonuca göre, İngilizlerin Irak cephesinden ziyade Filistin cephesinde hummalı bir faaliyet içerisinde oldukları anlaşılıyordu. Öte yandan İngilizler, bu sırada ileri harekete geçmek için Gazze’de gerekli hazırlıklarını yapıyorlardı14. 1917 Haziran ayında Akabe’yi alan İngilizler, propaganda savaşından da geri kalmıyorlar, çöldeki Osmanlı aleyhtarı Arap hareketlerini destekliyorlardı15. İngilizlerin bütün bu hazırlıkları, alınan istihbarata göre sonbaharda Gazze-Birüssebi cephesinde üstün bir kuvvetle harekete geçeceklerini gösteriyordu16.
Filistin Cephesi’ndeki tehlikeli durumu kavrayan Falkenhein, Ağustos (1917) ayında Almanya’ya yaptığı kısa bir seyahatten sonra, Enver Paşa’ya yazdığı yazıda; “Sina Cephesi tutulmadan Bağdat taarruzunun yapılmasının kabil olmadığını, Sina’daki İngiliz ordusuna karşı taarruz için Asya kolu ile 19. 24. ve 50. tümenlerin hemen Filistin’e nakli lüzumunu” bildirdi. Enver Paşa Bağdat seferinde ısrarlı olunca, Falkenhein yazdığı ikinci yazıda da yine Sina cephesindeki tehlikeye dikkat çekerek fikrinde ısrar etti17. Gerçi 4. Ordu komutanı Cemal Paşa (İttihatçı-Bahriye Nazırı) da, bu sırada Suriye’de bir Arap ihtilalinden endişe ederek Sina Filistin cephesinin takviyesi fikrinde idi. Neticede; Falkenhein, Enver ve Cemal Paşalar bu konuyu İstanbul’da Başkumandanlık Vekâleti karargâhında etraflıca görüştüler18. Bu görüşmelerde İngilizlerin muhtemel saldırı planları enine boyuna tartışma masasına konuldu19. Falkenhein, Yıldırım Ordular Grubu’nun takviye edilerek Sina’da İngilizler’e yağmur mevsimi olarak bilinen Kasım’dan evvel taarruzu önermekte iken20, Cemal Paşa ise, İngilizlerin sayıca üstünlüğünden kaynaklanan endişelerini dile getiriyordu. Enver Paşa da Falkenhein’ın görüşüne karşı idi. Öte yandan Alman ordusu genel karargâhı ise, Falkenhein ile aynı görüşte olduğunu bildirmişti. Bu sırada Türkiye’de bulunan Alman generallerinden Liman Von Sanders ise, kendinden gayet emin bir şekilde “meydana gelebilecek başarısızlığın Almanya hesabına geçeceği kuşkusuzdur” diyerek, fikirlerinde kararlı olduklarını belirtiyorlardı21. Üstelik Filistin cephe komutanı bulunan Alman Von Kress de yağmur mevsiminden evvel taarruzdan yanadır. Doğrusu Falkenhayn ve Kreş gerçeği görmüşlerdi fakat, Yıldırım Orduları ile Filistin’de harekete hazırlanırken, İngilizlerin Osmanlı orduları gelmeden harekete geçeceklerini kavrayamamışlardı. Şunu da belirtmek gerekirse, Falkenhein’ın Filistin’de İngilizleri yendikten sonra Irak’a taarruz etmek fikri gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir düşünce idi. Irak’da yağmur mevsimi Mart ortasında idi. Filistin harekatını bitirip orduları Irak cephesine nakletmek için en az altı aya ihtiyaç vardı. Bu planın tatbike konması işte bu yüzden mümkün değildi.
Almanların bu dönemde Türk ordusunda üstünlük taslama yarışında olduklarını da ifade etmek gerekir. Yapılan askerî antlaşmalara göre Türkiye’ye gelen her Alman zabitine kendi ülkesindeki rütbeden iki rütbe fazla vererek onlara bir jest yapmak isteyen Osmanlı Harbiye Nezareti’nin bu tutumu onları iyice şımartmıştı. Falkenhein’ın Yıldırım Ordular Grubu ile Filistin bölgesine gelmesinin ardından bu defa, 4.Ordu komutanı Cemal Paşa ile arasında bir komuta problemi ortaya çıktı. 4.Ordu komutanı sıfatı ile Sina - Filistin taraflarına hakim olan Cemal Paşa’nın emrine girmek istemeyen Alman generali için yeni bir formül geliştirilmesi gerekiyordu22.
Falkenhein hazırladığı raporlar sonunda 1917 yılı Eylül ayı sonlarına doğru 7.Ordu birliklerini Filistin’e şevke muvaffak oldu. Yıldırım Orduları için alınan istikraz da Falkenhein’a verildi. 8.Ordu da Von Kress’in emrinde aynı cephede bulunuyordu. Bu arada 4.Ordu kurmay başkanı Albay Ali Fuat (Erden Paşa) Bey, Falkenhein’ı 8.Ordu komutanı Kress’i aracı yaparak Filistin harekâtından vazgeçirmeye çalışmışsa da başarılı olamamıştır. Bu sırada Cemal Paşa Filistin’de savunmaya, Von Kress mahdut hedefli taarruza, Falkenhein ise kat’i sonuçlu taarruza taraftar idi23. Bu gelişmeler olurken ordu komutanları endişelerini dile getirmekten çekinmemişlerdi. Nitekim bu sırada 7.Ordu komutanı bulunan Mirliva Mustafa Kemal Paşa, 2 Eylül 1917 tarihinde Enver Paşa’ya gönderdiği uzunca bir raporda Türk ordusunda yüksek komuta kademesine Almanların verilmesini şiddetle tenkit etmiş, bunun yakın gelecekte bir felakete sebep olacağını ifade etmişti24. Nitekim, 7.Ordu komutanı Mustafa Kemal Paşa, Falkenhein ile anlaşamıyordu. Bu anlaşmazlık Mustafa Kemal’in istifasına sebep oldu. Sonuçta Almanların isteklerini kabul eden Enver Paşa, Cemal Paşa ile Falkenhein arasını da bulmaya çalıştı. Zaten Alman generali bu sırada isteklerinin yerine getirilmemesi durumunda, istifa ederek Almanya’ya dönme tehdidinde bulunmuştu. Bu arada Osmanlı ordusu harp yılları boyunca bu ve buna benzer Alman subaylarının kaprisleri ile uğraşmak zorunda kalmıştı.
Osmanlı Genelkurmayı Sina-Filistin cephesindeki komutanlar arasındaki gerginliğin giderilmesinden yana bir tavır sergiledi. 30 Eylül 1917’de Sina cephesindeki kuvvetler Falkenhein’ın emrine verilerek, Cemal Paşa’ya da yeni bir unvan tevcih edilerek mesele hal edilmiş oldu. Buna göre25;
a) Sina cephesi komutanlığı 8.Ordu adıyla yeniden düzenlenerek, komutanlığına Von Kress getirilecekti.
b) 4. Ordu komutanı Cemal Paşa, Suriye ve Batı Arabistan Genel Komutanı oldu. 4.Ordu komutanlığı 8.Kolordu komutanı Mersinli Cemal Paşa’ya verildi.
c) Kudüs Sancağının kuzey sınırına kadar olan Filistin bölgesi Falkenhein’ın emrinde olacaktı. Irak’taki 6. Ordu da dahil olmak üzere 7 ve 8. Ordular da Alman generalinin emrine verilmişti.
Bu ana kadar olanları hatırlatmak gerekirse, Türk orduları 14 Ocak 1915’de Sina Cephesi’nde I.Kanal harekâtını tertip etmişler; 4 Şubat’ta tutunamayarak geri çekilmişlerdi. İkinci harekât 1916 Temmuz’unda icra edilmiş; fakat, bu da başarılı olmamıştı. Türk Orduları 1917 Ocak ayında Gazze - Birüssebi hattına çekilmişlerdi. 26 Mart tarihinde I.Gazze, 19 Nisan’da II .Gazze muharebelerinden galip çıkan Türk orduları Yıldırım Ordular Grubu’nun kuruluşundan sonra süratle ikmal faaliyetlerine atıldı. Bu ordular grubu denizden donanma ile desteklenirken; keşif, bombardıman, av ve taarruzî destek vazifesi yapmak üzere dört tayyare bölüğü tahsis edilerek hava desteği de sağlanmış oldu26.
Öte yandan 30 Ekim 1917’de başlayan III.Gazze Savaşında İngilizler galip çıktılar27 ve 7 Kasım’da Gazze’yi, 16 Kasım’da Yafa’yı işgal ettiler. İngiliz ilerleyişi karşısında tutunamayan Yıldırım Orduları Grubu sür’atle Filistin’den kuzeye doğru çekildi. Bu arada 9 Aralık 1917’de Kudüs düştü. İngiliz Komutanı Allenby, 9 Aralık 1917’de büyük bir merasimle Yafa kapısından Kudüs’e girdi. Allenby’nin, Kudüs’e girince Selahattin Eyyubî’nin mezarına çıkarak, oradakilere “Haçlı Seferlerini sona erdirdim” dediği rivayet olunur. İngiliz istihbaratının uydurduğu bir senaryo bu sırada hakikat olmuştu. Nil Nehri Filistin’e akıtıldığı zaman, Batı’dan gelecek peygamber Elnebi (Allenby), Türkleri Kudüs’ten çıkaracaktı. Allenby’i Elnebi okuyan Araplar bir Hristiyan komutam Peygamber derecesine çıkarmış oluyorlardı. Fakat bir gün Filistin’den koyulacaklarını bilmiyorlardı. Türk ordusu Kudüs’ü teslim ederken pek çok esir, malzeme, silah, araç ve gereç bırakarak çekilmek mecburiyetinde kalmıştı28.
1917 Aralık ayında Cemal Paşa, İstanbul’a gidince Suriye-Filistin’de emir komuta Falkenhein’ın istediği şekilde olmuş; kendisine kalmıştı29. Öte yandan 1918 yılı başlarından itibaren Filistin Cephesi’ndeki harekât düşman için kesin sonuçlu oldu. Göreve geldiğinden bu yana başarısızlıklarla dolu bir kumandanlık örneği sergileyen Falkenhein, Yıldırım Ordular grubu komutanlığından ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Yerine 19 Şubat 1918’de bir başka Alman Generali olan Liman Von Sanders tayin edildi30. Liman Von Sanders, Falkenhein’ın aksine Filistin cephesinde müdafaadan yana idi31.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın İmzalanması
Filistin Cephesi’nde bulunan Osmanlı ordularının 1918 yılı Eylül ayı sonlarına doğru İngilizler karşısında tutunamayarak geri çekilmeleri, dönemin sadrazamı Mareşal Ahmet İzzet Paşa’nın ifadelerine göre, mütarekenin imzalanmasını kaçınılmaz bir hale getirmişti32. Büyük güçlüklere ve ikmâl yetersizliğine rağmen inatla cephelerde direnen Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması’nı mecburen imzalamak durumunda kalmıştı33. Savaşın son aylarına doğru sulh anlaşmasının bir an evvel imzalanması yolundaki istek ve temenniler hem resmî devlet erkânı, hem basın kuruluşları ve hem de halk tarafından meydanlarda söylenir olmuştu. Nitekim, bütün bu gelişmeler Osmanlı Devleti’ni ateşkes antlaşmasını imzalayacağı ortama doğru hızla sürükledi. “Mağlûp sulh isterse, galip onu önce kabul ettireceği mütareke şartları ile emrine bağlar” diyen Kâzım Karabekir Paşa’nın ifadesiyle, Osmanlı Devleti -bir yerde İngiltere’nin zorlaması sonucu-, Mondros Mütarekesini imzalamakla her alanda taahhüt altına alınarak, eli kolu bağlı bir şekilde âdeta mecalsiz bırakılmıştı34.
Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan Sonra Osmanlı Ordusu
Ateşkes antlaşmasının askerî bir dayanağa engel olmak yolundaki olumsuz özellikleri hemen kendini gösterdi. Mütareke şartları, Türklerin elinde hiçbir savunma imkânı bırakılmaksızın tatbik edilmek yolunda idi. Ancak Türklerin aleyhine gelişen bu durumlarda, yer yer direnme girişimleri de görülüyordu. Bu sırada İngilizler, Türk ordusunun tamamı ile lağvedilerek mütareke şartlarının kendi arzularına göre tatbikini sağlayacak kabinelerin kurulmasını destekliyorlar ve bu yüzden Türk siyaset sahnesinde kendi sempatizanlarına kapıların açılmasını istiyorlardı. Böylece dört yıl süren harbin sonunda imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile, ülkede bezginlik ve ümitsizlikle birlikte derin bir karamsarlık devri başladı35. 25 Maddeden oluşan mütareke metnindeki hükümlere bakıldığında -ateşkes antlaşması olmasından dolayı- çoğunluğu askerî idi.
Bunun yanında, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın açık olmayan bir takım hükümleri de vardı. Nitekim, Osmanlı Hey’eti Mondros Mütarekesi’ni imza ederken, Boğazlar hariç olmak üzere, Osmanlı ülkelerinden hiç birisinin işgal edilmeyeceğine ve mütareke tarihindeki ileri hatlarımızın “mütareke hattı” olarak kabul edileceğine inanıyordu. Diğer taraftan mütarekenameyi, iki ordu arasındaki düşmanlığa son veren bir mukavele sayıyordu. İstanbul, İzmir, Musul, İskenderun, Adana, Antep, Maraş ve Urfa’nın işgalleri düşünülemezdi. Banım, Kars, Ardahan’ın boşaltılabilmesi ise kayıt ve şarta bağlanmıştı. Osmanlı idarecilerindeki bu inanç ve kanaate rağmen, İtilaf Devletleri, ateşkes antlaşması hükümlerine dayanarak 1 Kasım 1918 tarihinden itibaren Musul, İskenderun ile İstanbul ve Çanakkale Boğazları ve daha sonra Trakya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerini işgal ettiler36. Öte yandan, I.Dünya Harbi’nde maddî gücünden çok taşkın olarak birçok cephelerde ve daima sayıca çok üstün düşmanları karşısında dövüşüp, müttefiklerinin de tesiri ile mağlup olan Türk ordusunun, mütareke ile silah, teçhizat ve malzemesinin büyük bir kısmı elinden alınmaya başlandığı gibi, imparatorluğun Türk’ten gayrı bütün unsurları birer emperyalist kucağına atıldı, yurt yer yer düşman birliklerince işgal edilerek, paylaşılmaya başlandı37.