• Merhaba Ziyaretçi.
    "Minimalist Fotoğraflar" konulu yarışmamız başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de yarışmada görmek istiyoruz...

Naz Etme Kahve!

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Naz Etme Kahve!
Tarihe mâl olmuş bir bilmece geçmişten bugüne şöyle seslenir:

Ol nedir kim bir güzel esmer civân
Râhat-ı rûh u hayât-efzâ-yı cân
Anın için meyleyip erbâb-ı dil
Iyş u nûş eyler anınla her zaman

kahve.webp

Ruhun rahatı, ömre ömür katan ve bundan dolayı gönül ehlinin her daim ona meylettiği esmer güzeli kimdir diye sorduğumuzda elbette kahve diyeceğiz. Nitekim bu olayın tiryakileri de bilirler ki, rengiyle ve şekliyle güzel olduğu gibi kokusu ile de ayrı bir cazibeye sahiptir kahve. Biz bu yazımızda tahmin edilenin aksine kahvenin genel tarihini değil, tarihimizde kahve için söylenen bir şiiri sizlerle paylaşacağız.

Şu kadarını söylemek gerekirse Türk milleti bu kara kuru nesne ile tam manasıyla 16. asırda tanışmış bulundu. Kesin bir tarih hakkında kronikler ittifak etmiyorsa da, eğer bir sene tayin etmek gerekirse bunun 1500’lü yılların ortası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Osmanlı halkı Yemen bölgesinden ithal olan bu siyah tohumu önce uzaktan seyretti, seyretti; fakat bir müddet sonra ona öyle ısındı ki, hakkında münakaşalara, ihtilaflara ve hatta kavgalara bile tutuştular. Bunun sebebi açıktı…

El-cevab: ?

Kahve Aşkı
Bu lezzetli, hoş kokulu –tabi kimine göre de acı ve tatsız- olan içeceğin acaba dinî çerçeveden bakıldığında içilmesi münasip miydi? Çünkü daha önceki yüzyıllarda İslam diyarında buna benzer bir şey ne görülmüş ne de içilmişti! Derhal âlimlere, müftülere ve hatta şeyhülislamlara müracaat edilmiş ve kahve için nasıl bir hüküm verileceği merakla beklenmeye başlanmıştı. Netice olumluydu ve “el-cevab: Caizdür” fetvası söz konusu tedirginliği giderip tiryakilerin gönlüne su serpti.

Bu saatten sonra bir müddet sükûnet sağlandı ise de daha sonra kahve aleyhtarı olanlar durumu abartarak yeniden ortalığı velveleye verdiler. O kadar ki, mesele dönemin Şeyhülislamı Bostanzade Mehmed Efendi’ye kadar çıktı. Zamanın şairlerinden bir tanesi bu fetva istenen konuyu şiire büründürerek, büyük âlime 24 mısralık bir manzume sundu. Tabi hazret bundan geri kalır mı…

O da 104 mısradan oluşan bir cevap hazırladı ki, kahve içilmesinin dinen hiçbir mahzuru olmadığını şiirsel bir dille ispatladı. Eğer kısmet olursa bir başka yazıda bu suali ve cevabı ele almaya çalışalım, şimdilik konumuzu fazla dağıtmayalım.

Kahvehaneler
Daha sonra İstanbul’ un muhtelif semtlerinde meclisler kurulmaya başlandı ve haşmet-meab kahve huzurunda ilmi ve edebî topluluklar teşekkül etti. Binaenaleyh bu noktada söz konusu meclisleri zamanımızdaki vakit öldürülen, beyhude nefes tüketilen kahvehaneler ile karıştırmayalım. Nitekim o dönemde kahvenin birleştirici unsurundan istifade edilerek, bu mekanlarda ilim ehli yahut ilme hasret kişiler toplanır, kimi zaman kitaplar okunur, kimi zaman da edebi münazaralar tertip edilirdi. Kahve eşliğinde sohbetler husule gelir, haller gönüller sorulur ve bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı bizzatihi müşahede edilirdi.

Uzatma Kahve!
Sözü fazla uzatmadan yukarıda okuyucularımıza vaad ettiğimiz şiiri arz edelim. Bu şiir bir halk şairinin dilindendir. Yazarı Âşık Zülalî’dir ve 19. yüzyılda yaşamıştır. Dönemine göre dili gayet anlaşılır olduğundan herhangi bir izahata da mahal bırakmamaktadır. Şiirden anlıyoruz ki Âşık Zülali de bir kahve mübtelasıdır ve hatta bundan öte ismi gibi bir kahve âşığıdır:


Hayat suyu musun ey sâdık vefâ?​
Gel yetiş derdime, naz etme kahve!
Hazm eder, verirsin mideye safâ
Meziyetin çoktur, uzatma kahve!
Yemen’den gelirsin yolların uzun
Her nere gidersen karadır yüzün
Gâhi tatlı, gâhi acıdır özün
Bu hâlin kimseye belletme kahve!
Kendin siyah amma fincanların kar!
Kimseye yok, sana olan itibar
Aman! Eksik olma kıyamet kopar!
Sakın tiryakiyi incitme kahve!
Şekerle pişince sever Zülali
Nezaketle uzar dost yâran eli
Buyursunlar, yağar yağmur misâli
Sen de mağrur olup, naz etme kahve!
...

Efendim, son olarak kahve ile tütünün birbirinden ayıramayanlar için eskilerin bir sözünü de söyleyelim, tâ ki “kahve-tütün” müptelaları daha sonra “Niçin muhteşem ikilinin arasına ayrılık sokup, onları beraber anmadın!” deyip şikayette bulunmasınlar.

Bunun misli gibi bir başka benzetme yoluna gidilerek çay için de benzer deyişler söylenmişse de şu an itibariyle başına tâcını kondurduğumuz esmer güzelini incitmeyelim ve iyisi mi bir fincan kahve ile nâz u niyâzı ber-taraf edelim!
 
Kahve Tutkusu

Karacaoğlan kahveyi “ağalar beyler içerler” diye tanımlarken, Köroğlu üç huyuyla tanınırdı: Birincisi, biri yerinden kalkarsa yerine oturur; ikincisi, yemekte önce pilav yer ve sonuncusu; kahveyi kaynar kaynar içer ve bir dikişte bitirirdi. Ülkemizde kahve uzun zaman pahalı bir keyif maddesi olarak tanındı. Bu durum Anadolu’da ve genel olarak Ortadoğu’da, özellikle kırsal kesim kahvehanelerinde belki hiç kahve pişirilmemiş olmasıyla da belgelenir (Emiroğlu, 2001:342). Günümüzde mutfak kültürümüzde önemli bir yeri olan Türk kahvesi, yemeklerden sonra yapılan keyif, koyu sohbetlerin bahanesi, uykusuz gecelerimizin dostu ve özel günlerin vazgeçilmez içeceği olmuştur. Atasözlerine, manilere ve türkülere konu olmuştur Türk kahvesi: 'Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var', 'Gönül ne kahve ister ne kahvehane / gönül sohbet ister, kahve bahane'... Anadolu’da evlenmek üzere olan genç kızlar istenmeye gelindiğinde, kızların kahveyi yapmakta ve taşımakta olan ustalığına bakılır. Bu yüzden, eskiden beri hayırlı bir iş için gelinen evlerde Türk kahvesi ikram edilir.

Uzun tarihi içinde pek çok insanda tiryakilik yapan kahve, ünlüler arasında da tutkunluk yaratan bir lezzet olmuştur. Ünlü Fransız yazar Honoré de Balzac, kahve tutkunları arasında ön sıralardadır. Kahve tutkunlarından biri de ünlü besteci J. S. Bach'dı. Kahveye olan tiryakiliğini notalara döken Bach, 'Kahvenin Öyküsü' adını verdiği bestesinde, kahvenin “şaraptan lezzetli, öpücükten zevkli” olduğunu söylüyor:
"Ah, kahve ne tatlı / binlerce öpücükten daha tatlı / muscat şarabından daha yumuşak..."

Dünyaca ünlü kahve tutkunları arasında Madame de Pompadour, Alexandre Dumas, Andre Gide, Moliére, Pierre Loti, Victor Hugo, Balzac sayılabilir. Türkiye'de ünlü ressam Ali Rıza Bey, karakalemlerinde kahveyi resmetmiştir. Ünlü komedi yazarı Moliére, Türk elçisi Süleyman Ağa'nın Paris'e tanıttığı kahveyi ilk tadanlardandır. Türk dostu olarak bilinen Pierre Loti ise hâlen Eyüp'te bulunan kahvehanenin ismi olmuştur. Pierre Loti, deniz subayı olarak İstanbul'da bulunduğu ilk yıllarda Eyüp tepesinde Haliç'in güzel manzarasını seyrettiği için kahvehaneye Pierre Loti'nin ismi verilmiştir (Topalakçı, 2011). Bugün İstanbul’da, önünde uzun kuyrukların oluşturulduğu Eminönü'ndeki tanınmış kahve dükkânını kuran Kurukahveci Mehmet Efendi, Türk Kahvesini ilk kez kavurup öğüterek Türk toplumuna sunan kişi olarak bilinir. “Kurukahveci Mehmet Efendi Mahdumları” adıyla 1871'de kurulan ve modern ortamlarda toptan Türk Kahvesi üreten tesisler, kahveyi ilk defa depolarda kavurup, geniş çapta üretime geçmiş ve bu lezzeti teknolojik gelişmelere paralel olarak dünyaya taşımıştır. Bu kuruluş bugün Kurukahveci Mehmet Efendi'nin torunları tarafından yaşatılmaktadır.
Kahvenin popüler hale gelmesi, aslında bizim için geleneksel bir içeceğin kahvehanelere ve bugün “cafe”lere taşınmasıyla olmuştur. Kahvehaneler, yalnızca çay ya da kahve içilen yerler olmanın çok ötesinde, özellikle sosyalleşme mekanı olarak değerlendirilmelidir. Uzun soluklu tarihi içinde, ülkemizde kahvehanelerin “özellikle saygın ve itibarlı insanların bulunmaması gereken bir mekan olarak devlet tarafından etiketlendiği”ni belirten Özkoçak, kahvehanelerin uzun zaman şehirde her türlü asayişi bozan ve cinsel ahlaksızlıkları tetikleyen yerler olarak kabul edildiğini vurgulamaktadır. Kahvehaneler, özellikle Osmanlı döneminde halkı kışkırtan dedikoduların üretildiği ve devletin eleştirildiği yerler olarak algılanmıştır (Özkoçak, 2009:23-25).
 
Dedemi hatırladım. Kilolu ama çok yakışıklı bir adamdı ve sadece kahve içerdi kahvehanedeki özel masasında :)
 
Kahvenin Kültürümüzdeki Yeri

Kahve içtikten sonra en güzel teşekkür, "Ferah kahveleri olsun" sözüdür.

Kahvenin edebiyatımızda, kültürün değişik alanlarında da özel bir yeri var. Kahveyle ilgili deyimler, atasözleri, maniler, şiirler, şarkılar var. Kız istemeye gidince, ta Osmanlı'dan bu yana, kahveleri sunan gelin adayının etraflıca görülebildiği nadir anlardan biri, elinde tepsi, kahvelerin içimi bitinceye dek beklemesidir. Bu arada damada içirilen bol tuzlu kahveyi de atlamamak gerek. Kahve öncesi ikram edilen su, kahveyi ağızda kalan tüm tatlardan arındırarak, sadece içilecek kahvenin tadını yerleşmesini sağlamak içindir. Osmanlı'da varolan acı kahve öncesi tatlı şeker, lokum ikramı günümüzde terkedilmiştir. Saraylarda özel giysili, kahve ikramından sorumlu kahveci güzelleri de ancak turistik otellerde, ya da tatil köylerindeki özel gecelerde karşımıza çıkıyor. Ama hala kahveyi çekirdek olarak alıp, tavalarda kavurarak değirmende çeken tiryakiler, varlığını sürdürüyor.

Kahve falı artık bazı kişilerin geçim kaynağı. Hatta ilgi ve para çekmek için müşterilerinin falına baktıran kahvehaneler de var artık. "Fala inanma, ama falsız da kalma" düsturundan yola çıkıp, fala baktırmayan azdır sonucuna varabiliriz. "Neyse halim, çıksın falım" cümlesinin ardında ne ümitler saklıdır.
Üstad Abdülbaki Gölpınarlı'nın derlediği bir maniyle halk kültürümüzdeki kahveye geçelim:


"Kahvelerim pişti gel

Köpükleri taştı gel

İyi günüm dostları

Kötü günüm geçti gel."

Gelelim atasözleri ya da deyimlere...


"Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır", "Kahve, tütün, keyifler oldu bütün", "Kahvenin yüzü kara, ama yüz ağartır",

"Acı kahvesini içmek", "Kahve peykesinde aleme nizam vermek"

Bir de nükteler, dizeler var:

"Gönül, ne kahve ister, ne kahvehane,

Gönül ahbab ister, kahve bahane"

"Ehli keyfin keyfini kim yeniler, kim tazeler?

Taze elden, taze pişmiş, taze kahve tazeler"


Bol köpüklü kahve, "üzerinde at nallanır" diye övülür. Geciken kahve için "Yemen'den yeni geliyor" diye şikayet edilir.

Kahveyle dilekler de dilenir. Bir evde kahve içtikten sonra en güzel teşekkür, "Ferah kahveleri olsun" sözüdür. Bandırma'da düğün armağanı vermenin de kahveyle bağlantılı bir geleneği vardır. Gelin evine "kahve içmesi"ne giden dost ve akrabalar, armağanlarını da o gün veriyorlar. Sadece kahve içmekle sınırlı kalmıyor, pasta, börek, çörek ikramı yapılıyor. Ev sahibi çalgıcılar getirtip, oyunlar oynanıyor. Gelin, bu davette gelinliğiyle oturuyor ve servise karışmıyor.

Kahvesini sade yaptırıp, şekerini yanına koyduranlar da var. Buna "yandan çarklı" deniyor. Bazı dedelerle torunlar arasında da bu konuda bir espri var. Kaç torun varsa, kahve fincanının tabağına onların sayısı kadar kesme şeker konuyor ve daha dede kahvesini içmeye başlamadan her çocuk kesmeşekeri kahveye batırarak ağzına atıyor "hakkını alıyor". "Kahve içme, kararırsın" sözü bizim çocukluğumuzda da söylenirdi ama hevesle baktığımızı gören büyüklerimiz fincanın tabağında bize kahve verirdi.

Zaman zaman kahve servislerinde ya da yapım şekillerinde ilginç durumlarla karşılaşabiliyoruz. Örneğin, Ankara'da bir pastanede kızgın kumda pişirilen kahve, Levent'te bir meyhanede kağıt peçeteyle sarılı olarak gelip, çakmakla yakılarak üstü açılan kahve, Balıkesir'de yanında likör ve bir adet çiçekle ikram edilen kahve gibi...

Yörelere göre de farklı kahveler var. Mardin'in süzme kahvesi "mırra" gibi... İçel'de de kenger bitkisinin tohumları kavrulup, çekilerek kahve gibi içiliyor.

Bir de kahvehaneler konusu var ki, o başlıbaşına uzun, ayrı bir konu... Hem tarihçesi, hem de türleri ile çok zengin kaynak bulabileceğimiz bir konu kahvehaneler...
 
5A2nx.webpBir fincan kahve içmek dostla sohbet etmektir. Kahve içmek istiyorsunuz demek ki, siz de dost arıyorsunuz. "Neyi arıyorsan O'sundur." der Mevlana. "Aşkı arıyorsan âşık, zulmü arıyorsan zalimsindir."

Herkesle kahve içemezsiniz. Mesela çayı herkesle içebilirsiniz. Yoldan geçenlere tanısanız da, tanımasanız da seslenebilirsiniz, "Gelin, bir çay içelim." Ama herkesi kahve içmeye davet etmezsiniz. Sadece özenle seçtiklerinizle kahve içersiniz.

Çay içtiğinizde ısınır, üşümekten kurtulursunuz. Ama kahve içtiğinizde, ruhunuz ısınır. Zaten siz de, ruhunuzu ısıtacak bir dost aramışsınız demektir, kahve bahanedir. O yüzden kahve herkesle içilmez. Özel insanlarla kahve içersiniz. Dikkat ederseniz, çaya davet sesiyle, kahveye davet sesinin tonları bile farklıdır. Kahve içmeye davet edenlerde tatlı bir tebessüm vardır, üstelik davet sesi çok derinlerden gelir.

Çay davetini, mazeretiniz nedeniyle erteleyebilirsiniz. Kahve davetinde ise erteleme düşünülemez bile, bir gönül sizi dost sohbetine çağırmıştır. Koşarak gidersiniz.

Çay içerken birşeylerle meşgul olabilirsiniz. Kahve içerken sohbetin bir kelimesini bile kaçırmamak için herşeyi bırakır 'kahvedaşınızla' ilgilenirsiniz. Çay; kalabalık, gürültülü ortamlarda bile içilirken; kahve, sessiz, sakin ortamlarda, başbaşa içilir. Çay, büyük yudumlarla içilirken, kahve küçük yudumlarla yavaş yavaş içilir. Gaye gönlün istediği dostla uzun süre kalmaktır. Çay bittiğinde boş bardaklar hemen ortadan kaldırılır. Kahve bittiğinde ise fincanlar dostluğun nişanesi olarak bizimle birlikte kalırlar. Çoğu zaman güzel sözlerin devamı için şakayla karışık fincanlar kapatılır, fala bakılır. Bütün maksat dostluk anlarını uzun tutmaktır. Çünkü gönül bir dost istemiştir, kahve bahanedir.

Kahve, dostla, Çiçero'nun dediği gibi erdemlerine hayran olduğumuz insanla içilir. Bu yüzden kahve içtiğimiz insan da kahvenin değerini bilen insandır. Değer bilmek; hayat çizgimiz, dünya görüşümüz olduğundan geleceğimizi yönlendirir.

Delikanlı, çok iyi kahve pişiren bir kızla evlenmek ister. Çok iyi kahve pişiren kızı bulurlar, babasıyla birlikte konuk olurlar. Kız, yanında birer bardak suyla kahveleri getirir. Baba-oğul kahveleri içer ve çok beğenirler. Delikanlı; kahveye de, kıza da hayran kalır, 'zümrüdüanka'mı buldum diyerek kızla evlenmek ister. Lakin kız istemez delikanlıyı, "Delikanlının eli ayağı düzgün, hali vakti yerinde ama, bu delikanlı değer bilmez" der. "Çünkü kahveyi içtikten sonra üstüne bir bardak da su içti. Damağındaki o güzelim kahve tadını aldı götürdü, benim yaptığım kahvenin değerini bilmeyen, benim değerimi hiç bilmez..."

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var derler ya, birlikte kahve içtiğimiz dostlarımıza dostluğumuzu belli etmemiz gereken anlar vardır. Nemrut, İbrahim Peygamberi ateşe atttığında, ağzında kuru bir dal olan küçük bir kuş gelip dalı ateşe bırakır. İbrahim Peygamber, kuşa seslenir, "O küçük çöp bu koskoca ateş için ne fark eder ki!" Kuş, "Olsun!" der. "Düşman olduğumuz belli olsun." Birazdan bir güvercin gelir, gagasındaki bir damla suyu ateşe bırakır. İbrahim Peygamber, "Bir damla su koskoca ateş için ne fark eder ki!" diye seslenir. Kuş cevap verir, "Olsun, dost olduğumuz belli olsun."
 
Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır.
 
Bir Fincan Kahve

Geçenlerde bir arkadaşımdan mesaj aldım ve beni düşündürdü. Seninle 1971 de içdiğimiz kahvenin hükmü kalmamıştır. Çünkü bir kahvenin kırk yıldır hatırı vardır. Yeniden kırk yıl için kahve içmemiz lazım diye. Gerçekten bir kahvenin kırk yıl hatırı varmıdır?

Bu söz kendiliğnden olmamıştır hikayesi vardır.


Vaktiyle istanbul'da yemiş iskelesi'nde kahvecilik yapan ve başından türlü maceralar geçtikten sonra âmâ düşen bir adamdan alınan hikaye.

Bu adamın bir gün kahvehanesine bir yeniçeri gelip,

–Hey arkadaş! hep müşterilerine birer kahve yap, lakin şu kafire yapma! demiş.

kafir dediği de bir köşede oturup nargile içen bir rum gemi kaptanı imiş. Ama, hiç süphesiz ki o zaman gözü açık, birer kahve yapıp vermiş. en sonra da iki kahve yapıp :

–Kaptan, biz de seninle içelim; diye rum müşterinin yanına oturmus. yeniçeri,

–Heeyy! ben sana o kafire kahve yapma diye tembih etmedim mi? diyince kahveci de,

–Kaptana yaptığım kahve senden değil, ocaktandır ağa! cevabını vermiş.


Aradan zaman geçmiş. sisam adasında büyük bir isyan baş göstermiş. kahveci de yeniçeri ocağında kayıtlı asker olduğu için adaya sevk edilmiş. Askerin arasında suyu bulduğuna göre sisam'da asi olan rumlar, ele geçirdikleri Türk esirleri bir meydanda müzayede ile satarlar, arttırıp alan da hemen boğazlayıp kesermiş. müzayede ile esir satmaktan kasıtları da, isyan hareketini beslemek için bir nevi yardım toplamakmış. Gün gelmiş, yemiş iskelesi'nin kahvecisi de Rum'ların eline esir düşmüş ve diğer esirlerle birlikte o meydanda satışa çıkarılmış. İstekliler kaç kişi ise karşılarına dizilmişler, bekleşirlermiş. O sırada tepeden tırnağa silahlı bir Rum gelmiş. Bunları gözden geçirdikten sonra bir iskemleye oturmuş. Müzayede de başlamış. İlk, bir paradan başlarlarmış. Bir can da beş paraya, on paraya kadar çıkarmış. sıra kahveciye gelince iskemlede oturan o silahlı adam yekden,

–Beş kuruş! diye bağırmış.

Arttıran olmayınca da esiri alıp bir muhafız nezareti altında şehirden çıkarmış. Zavallı kahveci, "beni beş kuruşa aldığına göre kimbilir ne gibi iskencelerle öldürecek." diye düşünürken, ıssız bir yerde o silahlı Rum :

–Korkma, demiş, sen beni tanımadın ama ben seni tanıdım. Hani bir yeniçeri bana hakaret ettigi zaman sen onu dinlemeyip bana kahve ikram eden yemis iskelesi'ndeki kahveci değil misin? Kucaklasıp öpüşmüşler.

Bir fincan kahvenin hatırını sayanlardır ki asi de olsa, saki de olsa mert adamdır.

Kahvenin hikayesi bu ama şimdi bir fincan kahve içersen aynı duyguları yaşayabiliyormuyuz. Sen hiç kahve içmiyorsun galiba, aklına gelmediğime göre diyerek latife edenler oluyor.

Kahve içilirken size yanında bir bardakta su verirler. Bunun manası nedir dediğimizde farklı görüşler sunulur. Türk kahvesi diye boşa dememişler gerçekten çok manidar özelliği vardır bu suyun. Size bir misafir geldiğinde ona hemen bir kahve ikram edilir sade, orta yada şekerli. Yanına bir barak su konulur. Misafir eğer aç ise önce suyu içermiş. Böylece misafirin aç olduğunu anlarmış ev sahibi. Eğer tok ise kahveyi içer sonra suyu içermiş. Ne güzel bir gelenek insanların birbirini anlamaları için.

Başka bir hikayesi ise bu kahve padişahlar zamanında kahvenin makbulu demir cezvede tek kişilik yapılanıymış, lezzeti daha iyi olurmuş. Padişahın kahvesi tek yapımlık olunca onun zehirli olup olmadığını anlamak için yemeklerini tadan çeşnicibaşılar içemezmiş. Padişah kahveye parmağını bandırıp kahvenin yanında gelen suya sokarmış. Kahvenin suyun içindeki dağılımına göre zehirli oldup olmadığını anlarmış.

Paylaşımların, dostlukların, beraber yemenin, içmenin, anıları paylaşmanın, dar zamanlarda destek olmanın, güzel zamanlarda yanında olmanın, bu sebeplerden dolayı karşılıklı bir “hatır” oluşmasının kıymeti hala, her şeye rağmen büyüktür. Ekranların arkasına saklanan, daha doğrusu egolarımızı, yalnızlıklarımızı, kırgınlıklarımızı saklayan bizde. Saklanıyoruz bu camların arkasına, çünkü biliyoruz ki hiçbir saldırı bize buradan ulaşamaz, cam bizi korur nasılsa; ya da istersek hemen kaçıveririz. Herkes kahvesini hem yalnız içer , hem de iletişim kurar aynı zamanda. Ama şunu unuturuz ki beraber içilmeyen kahve “hatır” da meydana getirmez asla..

Dostlukları tüketiyoruz, hemen yeni arkadaşlıklara geçiyoruz, duyguları tüketiyoruz yepyeni duygular yaratıyoruz, aşkları zaten hemencecik bitiriyoruz, hatta kendimizi bile tüketiyoruz, yepyeni “ben” ler ediniyoruz kendimize. Kahve Yemen'den gelir diye Türküsünü söylerken neler hissediyorsunuz?

Türk kahvesinin yerine 3'ü birarada, 2'si birarada, capicinolar çıkmış. Çok az sayıda bile olsa “hal hatır, vefa bilen” insanları etrafımızda görmek güzel. Sayıları azalsa bile yaş ilerledikçe de kahveler daha lezzetli, gerçek paylaşımlar daha değerli, hatırlar da daha büyük oluyor. Kırk yıllık hatıralar olmasa da o günlerin sadeliğini ve güzelliklerini düşünmekte insanı mutlu ediyor.
 
Kahve Dolu Bir Yaşam

Kahve Tonunda Bir Hayat Istiyorum
Kahveyle Başlayıp Kahveyle Solsun
Buram Buram Kahve Kokarken Yaşam
İçinde Kahve Bakışlı Bir Yar Olsun
Kahve Kahve Olsun Yarin Gözleri
Kahve Kıvamında Olsun Bütün Sözleri
Orta Şekerli Kahve Misali Gülüşleri
Kahve Koksun Yaşamın Bütün Gülleri
Solacaksa O Güller Bir Gün Kahve Tonunda Solsunlar
Yeni Bir Gün Başlasın Kahve Havasında
Ağır Ağır Kahve Kahve Olsun Akşamlar
Şarkılar Kahve Makamında Söylensin
Şiirler Kahve Içilerek Dinlensin
Kahve Koksun Yarin Her Nefesi
Kahve Olsun Yaşama Dair Bütün Hevesi
Kahve Kahve Olsun Bütün Mevsimler
Güzün Kahve Kahve Dökülen Yapraklar
Bahar Gelince Yeniden Kahve Tonda Açsınlar
Kahverenkli Serpilsin Bütün Çiçekler Doğaya
Ton Ton Kahve Kahve Olsun Renklerin Herbiri
Ağaçlar Kahve Versin Meyve Yerine
İnsanlar Kahve Katsın Sevgilerine
Bu Sözlerim Kahve Delisi Birilerine
Kucak Kucak Kahve Dolu Selam Olsun.
 
Sonbahar ve Kahve...

Kahve mevsimi nihayet geldi çattı. Havalar soğuyor. Dışarıyı, sarı yaprakların rüzgârla raks edişini izlemek ve sonbaharın hüzünlü huzurunu tatmak kadar tatlı bir his yok, eh kahve de manzara izlerken ayrı bir tat katıyor tabii.

Soğuk güzeldir. Sonbahar güzeldir. Hüzün ve huzur güzeldir. Hele soğuk eşliğinde sıcak çikolata ya da kahve içmek bir ayrı güzeldir.

Sıcağın bunaltısı gidiyor ve yerini ferah bir soğuk alıyor. Kalın giysilere dönüyoruz ve nem yerine keyifle rüzgârı soluyoruz içimize. Gözlerimi kapatıp, kahvemi yudumlayacağım ve bir elimde kalemle aklımdan dökülenleri yazacağım. Dökülen yapraklara ruhumla eşlik edeceğim ve her dökülen yaprak, ilhamlarımın mürekkebi olarak dökülecek kağıdıma.

İçime en çok huzur aşılayan mevsimler. Sonbahar ve kış…

Zamanların en güzeli de geliverdi nihayet. Sıcacık kahve ve sıcak çikolata içmeyi özlemişim, yıllardır görmediğim bir dostumu görmüş misali.

Keyifli kahve keyifleri diliyorum herkese!


ALıntıdır..
 
Geri
Top