• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf oylamasi başladı  BURADAN  En güzel Yapay Zeka resmini seçiyoruz

Osmalı'da derin devlet var mıydı?

zeka küpü

Katılımcı
Osmanlı Devleti'nin ne oyunlarla yıkıldığını hepimiz az çok bilir haldeyiz. Peki sizce Osmanlı'da devlet içinde devlet var mıydı?
yorumlarınızı bekliyorum arkadaşlar..
 

MRMİC

Uzman
Bundan yıllar önce, daha Türkiye Cumhuriyeti ortalarda yokken bu Cumhuriyet’in temellerinin atılmasında derinde başrolü oynayan zevatlar, daha Osmanlı İslâm Devleti varken işlerini “derin”den, sinsi sinsi yapmaya başlamışlardı bile…
Daha önceki yazılarımızda değindiğimiz tarihi süreçlerle bağlantısı olan bu “derin” mevzu, Osmanlı Hilâfet Devleti’nin çökertilmesinin de baş müsebbibidir. İşlerini gün yüzünden götüremeyenler, yeraltına, derinlere gizlenerek oradan işlerini halletmeye başlamışlardır. Kaldırılan her taşın altından özellikle bir avuç Sabetayist dönmenin ve onlara yardakçılık yapanların çıktığı bu kabahatler, ihanetler silsilesi Osmanlı’yı çökertmekle kalmamış, âdeti olduğu üzere taze Cumhuriyet’in de yönetiminde, kurumlarında var olagelmiştir. Osmanlı içerisinde Halife’nin etrafında öbeklenmeye çalışan bu derin yapılanma, Cumhuriyete gelindiğinde ‘derin devlet’, hatta devletin kendisi halini almıştır.
Osmanlı’da “Derin Yapılanma”
Osmanlı’da Halife’yi çeşitli hile ve desiselerle aldatma yoluna giden bu derin yapılanmanın etkilerine bakıldığında, kendi yanlarına Şeyhulİslâm’lar da dâhil yönetime yakın çevreleri de çektikleri ve bu aldatılan yönetim kadrosunun belki de bilmeye-istemeye bu derin yapılanmaların ekmeğine yağ sürdüklerine şahitlik etmektedir, tarih. Alınan fasid fetvalarla Batılı yasaların çıkartılmasını sağlayan, sultanları tahttan alaşağı eden, yerine tahta sultanlar çıkartan, ıslahat hareketleri adı altında Batılı hayat tarzını Müslümanlara pazarlayan bu derin yapılanma işleyebileceği en büyük, en mücrim kabahati de işleyerek Hilâfet’in ilgasını da tertip etmiştir.
Bu derin yapılanmanın kabahatlerinden gün yüzüne çıkanları biliyoruz, gün yüzü görmemiş daha ne tür kabahatler vardır, orasını Allah bilir. bu derin yapılanmanın kabahatleri bugünlerde bile yeni yeni tartışmaya açılıyor. İşte o haber:

“İşte Abdülaziz'in kanlı gömleği
131 yıldır Topkapı Sarayı'nın depolarında saklanan kıyafetler, cinayet iddiasını güçlendiriyor.
Sultan Abdülaziz'in ölümünden birkaç gün önce çekilmiş son fotoğrafını gündeme taşıyan Zaman, şimdi de padişahın 'şehadeti'nde üzerinde bulunan kanlı giysileri buldu. 131 yıldır saklanan kıyafetler, Topkapı Sarayı'nın depolarında ortaya çıktı. Giysiler pantolon, hırka, dizlik, gömlek, atkı ve iç kıyafetten oluşuyor. Yanlarında, Sultan'ın bileklerini kestiği iddia edilen bir makas da var. Tanıtıcı etikette, "Abdülaziz'in şehadetinde üzerinde bulunan giysiler" kaydı düşülmüş. Olayın üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmesine rağmen elbiseler hâlâ kan kokuyor. Padişahın cenazesini yıkayan imamın, "Hâlâ bileklerinden kanlar süzülüyordu, vücudunda darp izleri vardı." ifadesini doğrularcasına kıyafetler kanlar içinde. Ancak herhangi bir yırtılma yok.
Resmî tarih, Sultan Abdülaziz'in 30 Mayıs 1876'da tahttan indirildikten dört gün sonra iki bileğini keserek intihar ettiğini yazsa da, tarihçilerin büyük bölümü öldürüldüğü konusunda hemfikir. Giysileri sandıkta saklayan Pertevniyal Valide Sultan da, oğlunun intihar ettiğine hiçbir zaman inanmadı. Hatıratında, Abdülaziz'in Feriye Sarayı'na gizlice sokulan üç pehlivan tarafından öldürüldüğünü söyledi.”

“Abdülaziz dönemiyle ilgili çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Vahdettin Engin, padişahın öldürüldüğü kanaatini yineliyor. Serasker Hüseyin Avni Paşa ile meşrutiyet arayışında olan Yeni Osmanlılar'ın bir olup Sultan'ı katlettiğini düşünen Engin, tarihin bu belgeler ışığında yeniden yazılması gerektiğini söylüyor. "Sultan Abdülaziz neden öldürüldü?" sorusunu ise şöyle cevaplıyor: "Abdülaziz'den sonra başa geçen V. Murad, aklî dengesi yerinde olmayan sağlıksız biriydi. Bunu herkes biliyordu. Onun başarısızlığı halinde başa yeniden geçecek ilk isim Abdülaziz olacaktı. Darbeciler bu ihtimali göz önünde bulundurarak padişahı katletti."
“… Abdülaziz (1830-76), 14 yıl 11 ay 5 gün tahtta kaldı. Mithat Paşa'nın kışkırtmalarıyla üniversite öğrencileri 10 Mayıs 1876'da bir protesto yürüyüşü düzenledi. 30 Mayıs 1876 Salı günü sabaha doğru saray Hüseyin Avni Paşa komutasındaki askerlerce basılmış ve Abdülaziz kansız şekilde tahttan indirilmiştir. Abdülaziz'in tahttan indirildikten 4 gün sonra, hapis hayatı yaşadığı Feriye Sarayı'nda sakalını düzeltmek için istediği söylenen makasla bileklerini keserek intihar ettiği iddia edilse de öldürülmüş olabileceğine dair kanıtlar var.” (16.02.2007, Abdullah Kılıç, Zaman Gazetesi)
Derin Yapılanma, Cumhuriyet Döneminde ‘Derin Devlet’ Oldu
Müslümanların yegâne devleti olan Osmanlı’nın altını oyan, Hilâfeti ilga edilme noktasına taşıyan derin yapılanma, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte “derin devlet” halini almıştır. Yeni kurulan Cumhuriyet, kendisine muhalif duran her türlü etkeni ortadan kaldırmak adına legal/yasal, illegal/gayri yasal her türlü üslubu kullanmaktadır artık. Son Sultan Vahdettin’in tahttan indirilmesi, sulta ile Hilâfetin ayrılması, yetkisiz bir halifenin seçilmesi, Cumhuriyetin ilan edilmesinin ve akabinde Hilâfet’in ilga edilmesinin alt yapısı bu derin yapılanma tarafından hazırlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte bu ameller taze devlet eliyle devam ettirilmiştir.
Cumhuriyet tarihi İslâmi ümmet açısından karanlık sahnelerle doludur ki, bu sahneler adeta sömürgeci kâfirlere parmak ısırtacak cinstendir: Birinci Meclis’in Hilâfet’in ilgasına karşı çıkmaları nedeniyle feshedilmesi, ikinci Meclis’in de bu tasarıya rıza göstermeyen bazı vekillerinin çeşitli (tehdit, şantaj, satın alma gibi) ikna(!) yöntemleriyle ikna edilmelerine çalışılması, bu ikna yönetmeleriyle ikna olmayanlarınsa faili meçhul bir ölüme kurban edilmeleri suretiyle sorun olmaktan çıkarılmaları… bu derin devletin faaliyetlerinden bazılarıdır.
Cumhuriyetle birlikte bir “devlet” vasfına bürünen bu derin yapı/devlet, günümüze gelene kadar dur-durak bilmeden çalışmış, kendi saltanatı uğruna her şeyi mubah görmüştür. Darbeler yapan, partiler açtırıp-kapattıran, suikastlar düzenleyen, başbakanlar astıran, cumhurbaşkanlarını, hükümetleri belirleyen hep bu derin devlettir. Onun kutsalı yoktur; o her zaman putunu yemeye hazırdır. Halka kutsal addederek pazarladığı ve kendisinden asla taviz vermeyeceğini söylediği demokrasi, laiklik, cumhuriyet vs. hepsinden menfaatleri, otoritesi söz konusu olduğunda anında vazgeçebilmektedir. Darbelerle kesintiye uğratılan demokrasi bunun en bariz örneğidir.
Bir sakız gibi ağızlarda çiğnenen derin devlet/zinde güç lafı içeriği belli olmayan, görünmeyen bir el gibi, kendisinden korkulması gereken dehşet bir organizasyon olarak lanse edilmeye çalışılmaktadır, bugün. Şimdi burada cevaplandırılması gereken soru, “bu derin devlet kimlerden oluşmaktadır ki, bunlar mevcut/görünen devlet üzerinde böylesine güç/etki sahibidirler?” sorusudur.
Sabetayistler
Cereyan eden olayları tarihsel perspektifleriyle değerlendiren, derin bakışlarını bu kesim üzerine doğrultan araştırmacıların göreceği bir gerçek vardır ki, o da gerek bu derin yapılanmanın ve gerekse derin devletin Sabetayist dönmelerden oluştuğu gerçeğidir. İspanya’dan sürülen Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Miladi 1626’da İzmir’de doğan Sabetay Sevi’nin göstermelik olarak dinini değiştirip, İslâm’a girdiğini söylemesiyle başlayan dönmelik, kendisine inanan 200 ailenin de aynı şekilde dinlerini değiştirdiklerini ilan etmeleriyle bir akım, inanış felsefesi halini almıştır. Sabetay Sevi’ye inanan yüzlerce aile, felsefelerinde barındırdıkları bu münafık anlayışla İslâm toplumunda yer bulmuşlar, Müslümanların arasında ve onlar gibi yaşar olmuşlardır. Müslümanlara da kendilerinde mevcut münafık zihniyeti aşılamanın, İslâm dininin ve devletinin zayıflatılması, temellerinden sarsılmasının yollarını aramışlar ve zaman içerisinde de bu fasid anlayışlarını Müslümanların arasına sızdırmışlardır. (Daha geniş bilgi için Köklü Değişim Dergisi’nin Ağustos 2004 (3.) sayısına bakılabilir)
Avrupa kökenli olmaları onlara birtakım artılar sağlamış, 1492 yılında İspanya’dan sürülen Yahudilerin Avrupa ve Doğu dillerini bilen, ilim ve tıp alanında yetkin bilgiye sahip olan atalarının kâtip, tercüman, hekim ve hekimbaşı gibi sıfatlarla Saray’a sızmaları onlara açık bir kapı bırakmıştır. Açılan bu kapıdan giren Sabetayistler kendilerine Osmanlı Devleti’nin üst kademelerinde yer edinmekte zorlanmamışlar Müslümanlardaki kâhtı rical/yetişmiş devlet adamı sıkıntısı da bu sızmayı kolaylaştıran en büyük etken olmuştur.
Zamanla sadrazamları, vezirleri ve hatta sultanları bile etkileyebilen bir aşamaya gelen Sabetayistler, İslâm Devleti’ndeki muhalif tavırların gizli eli olmuşlardır, sürekli. Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat Terakki gibi siyasi yapıların kurulmasında öncü olan, bu yapıların fikirlerini, söylemlerini ve eylemlerini belirleyip, sevk ve idare eden -bazen gizli, bazen açık- yönlendiriciler yine bu Sabetayistlerdir.
Demokrasi; Yenmeye Hazır Bir Put…
İslâm’a ve Müslümanlara olan kinin yılmaz savunucuları olan, görünüşte Müslüman gerçekte ise Yahudi kalan Sabetayistler, Miladi 3 Mart 1924’e gelindiğinde son vuruşu da yapmışlar, yıllardır bir kurt gibi kemirdikleri İslâm Devleti’nin dibine koydukları dinamiti patlatmışlardır. Artık sahne tamamıyla onlara kalmıştır. İlan edilen Cumhuriyetle birlikte Anayasa’da değiştirilmeyecek, değiştirilmesi teklif dahi edilmeyecek şeklinde bir maddeyle koruma altına alınan demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma nitelikleri yine mezkûr derin eller tarafından yenilen bir put haline getirilmiştir.
Zaman zaman kontra, bazen kontr-gerilla, bazen vatanı koruma adına, bazen kuvayi milliye ruhuyla, çoğu zaman milliyetçi ve hatta faşist, ara sıra Komünist, postallarıyla darbedar, fötrleriyle dün dündür, bugün bugündürcü, yeri geldiğinde gömlek değiştirici bir yapıyı bünyesinde barındıran devlet sürekli, elleriyle yoğurduğu hamurdan putlarını yemekte, kutsallarına ihanet etmektedir. Daha doğrusu O, kendisini deşifre eden, işini bitiren/bitirecek olan, fişini çeken/çekecek olan her ne görürse ona muhalif bir kimliğe bürünerek varlığını devam ettirmiştir/ettirmektedir.
Halkını/toplumunu demokrasi, özgürlük, hürriyet vesaire masallarıyla uyutan, fakat kendisinin bekası uğruna tüm bu erdemlerden(!) rahatlıkla vazgeçebilen bu derin ya da görünen devletin en bariz özelliği zalimliği ve hainliğidir. Hürriyet, istiklal adı altında halkların duyguları heder edilerek, üstüne üstlük bir de mandacılık karşıtı gösterilerek yüceltilen bu devletin kurucu takımının hem cumhuriyetin ilk günlerinde hem de günümüzde memleket topraklarını, zenginliklerini kimlere peşkeş çektikleri, ülkeyi kimlerin kucağına sürdükleri ortadadır. İngilizlerin yiye yiye tüketemediği bu zenginlikleri günümüzde Amerika’ya pazarlayanlar hangi ‘derin devlet’ten şikâyet ediyorlar düşünmek lazımdır, aslında…
Ve’l hasıl, yapılan gözlemler medyada gerek siyasilerin, gerek entelektüellerin dile getirdikleri ifadeler şunu ispatlamaktadır ki, derin devlet ile görünen devlet arasında bir fark yoktur; zira görünen devletin tüm kurumlarını yönlendiren, onlara hükmeden kafa, derin devlet yakıştırmasında kendini bulan Sabetayist kafadır. Ortalıkta konuşanlar ise bunların sözcüleri, oyuncaklarıdır.
İslâmi Toplumda Derin Devlet Yoktur
İslâm’ın hayatın her alanına hükmettiği bir devlet modelinde yani İslâm Devleti’nde böyle bir ayrım yoktur; böyle derin bir yapılanma hayat bulamaz da zaten… Çünkü kâmil manada bir İslâmî toplumda devletin kurumları bellidir, orada devlet Halife’dir ve devlet adına tüm yetki O’ndadır. Hilâfet Devleti’nin İslâm’dan başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ki, o günümüzde olduğu gibi AB’yi memnun etmeyi düşünsün… Hilâfet Devleti, kendisinin üzerinde herhangi bir kurum tanımaz ki, IMF’ye, Birleşmiş Milletlere, NATO’ya yalakalık yapmak için halkına zulmetsin… Hilâfet Devleti, geçmişte olduğu gibi halkının duygu ve fikirlerinin nüvesi olan İslâm akidesi üzerine oturduğu için halkıyla et-tırnak gibidir ki, bu nedenle devletin ve halkın değerleri ortaktır; asla ayrışmazlar. Müslüman halk, Hilâfet Devleti’nde potansiyel düşman değildir, sathı müdafaa yapılsın. Onun savunmasını yapacağı alan sınırlar değil, suğurlardır, ki suğur, her an genişlemesi muhtemel, küfür devletlerinin topraklarının başladığı bölgelerdir.
Derin Devlet, Halka Gözdağı Vermek İçin Üretilmiştir
Zulümle payidar olmaya kalkan bu devlete, ‘derin devlet’ yakıştırması, tümcenin üzerinde barındırdığı gizemden bir bastırılmışlık/kompleks var etme gayesiyle (t)üretilmiştir. Faaliyetlerine bakıldığında, bazen gladyo, kontr-gerilla bazen mafya kılığında çıkan bu derin yapılanma altına imzasını attığı zulümlerle, faili meçhullerle, halka karşı komplolarıyla, ümitleri heder eden her türlü amelleriyle amacını ve metodunu ifşa etmektedir, zaten. Fakat Müslüman halkımızın şunu unutmaması gerekir ki, bazen İngiltere’nin, bazen Amerika’nın kucağına oturan, İngiltere’nin ve Amerika’nın pışpışlamasına muhtaç olan ‘derin’ ya da görünen devletin zulümle baki kalamayacağıdır.


Derin Devlet; Bir Cumhuriyet Geleneğidir!
 

MRMİC

Uzman
Bu arada yanlış anlaşılmasın yazı bana ait değil ama çok beğendiğim bi yazı
Düşüncelerimi ifade etmekte genelde sıkıntı yaşarım.ama bu düşüncemi bir başkası %100 ifade edince burada paylaşmak istedim...
 
Top Bottom