• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Osmanlı'dan günümüze kalan ... Tarihi Fıkralar

Suskun

V.I.P
V.I.P
Kara Ali

OSMANLI döneminde, liman cüzdanını kaybeden kaptan yenisini çıkarmak için Liman Reisliğine gitmiş...
Memur başlamış sormaya:
"Adın ne?"
"Kara Ali!"
"Nerelisin?"
"Karabigalı!"
"Geminin adı ne?"
"Kara Yunus!"
"Nereden geliyorsun?"
"Karadenizden!"
"Yükün ne?"
"Karalahana!"
"Nereye gideceksin!"
"Karamürsele!"
MEMUR, ya sabır demiş:
"Dönüşte bizim limana uğrayacak mısın?
"Hayır. Orada gemiyi karaya çekeceğim, Karamanda Karadağlı, Karamustafayı gördükten sonra, karadan Mekke - i Mükerremeye gidip, kara donlu Baytullaha yüz süreceğim!"
Memur lahavle çekmiş:
"İnşallah oradan yüzünün akıyla dönersin!"
"Yüzümüz ak mı kara mı çıkar, bu ancak kara toprağa girdikten sonra belli olur!"
Memur dayanamamış:
"Zift mi kesildin be mübarek!
 
"Ben Fatih, Ayağa Kalk!"

Bizanslılar 'dan büyük bir halk kütlesi son mukavamet merkezi olarak Ayasofya Kilisesi'ne dolmuşlardı. Türk askerleri sıkıca kapatılmış olan Ayasofya'nın kapılarını zorla açarak içeri girdiler. Sultan, kendisini iki ay uğraştıran bu insan kütlesine karşı, insanlığın üstünde bir merhamet ve şefkat gösterdi. Bu arada ayaklarına kapanan İstanbul patriğini yerden kaldırmak âlicenaplığını gösteren cihangir, şu sözlerle patriği teselli etti:

"Ayağa kalkınız. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki, şu andan itibaren artık ne hayatınız, ne hürriyetiniz hususunda gazab-ı şahanemden korkmayınız!"


 
ALDIĞIMIZ FİYATA

Keçecizâde’nin Rusya’da bulunduğu sıralarda Rus Çarı, Keçecizâde Fuad Paşa’ya takılır:
- Paşa şu Girit’i satsanız!
- Hay hay, satalım ekselans
- Kaça satarsınız?
- Aldığımız fiyata
Girit’in yirmi seneyi aşkın bir zamanda ve binlerce şehitle alındığını bilen Çar sararır.


AÇLIK
Fatih, hocası Akşemseddin’e sorar:- İnsan açlığa ne kadar dayanabilir?
Akşemsettin cevap verir:- Ölünceye kadar


ADAMA GÖRE ADAM

İncili Çavuş, Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralına gönderildiğinde, elbiselerinin bazı yerlerinde yama varmış.
Kral, bunları görünce dayanamayıp:
- Bana senden başka gönderecek adam bulamadılar mı? diye sorunca, İncili Çavuş:
- Osmanlılar, adama göre adam gönderirler, cevabını vermiş. Beni de sana göndermelerinin hikmeti bu olsa gerek.


AHMET MÜSADE ETMEZ


Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa’ya yetmişlik bir kadının otuz yaşında bir gençle evlenmek istediğinden bahsetmişler. Paşa hemen:
- Ahmet müsaade etmez, demiş. Sormuşlar
- Hangi Ahmet
- Karaca Ahmet.


AK SAKALLI

Varna Savaşı’nda muharebe meydanında gezen II. Murad, düşman askerlerinin hep genç olduğunu görür. Komutanlarından birine sorar. “Garip değil mi? Bu kadar ölünün içinde hiç ak sakallı görmedim. Hepsi genç, hepsi taze!” Komutan şu cevabı verir:
- Padişahım! İçlerinde bir ak sakallı olsaydı, başlarına bu felâket gelir miydi?
 
Erikçi
Birgün padişahın kızı uyuyormuş ve padişah, uyanıp rahatsız olmasını istemiyormuş. O sırada seyyar satıcının sesi sokaktan padişahın kızının odasına kadar gelmekteymiş. Padişah, hemen :
- Ne satıyolarsa müsait bir taraflarına sokun! demiş.
Bunun üzerine askerler yakaladıkları erik satıcısının eriklerini müsait bir tarafına sokmaya başlamışlar. Erikçi, kıkır kıkır gülüyormuş. Bunu göre askerler :
- Ne o Yoksa hoşuna mı gitti demişler. Erikçi :
- Hayır, ben arkadan bağıra çağıra gelen karpuzcunun halini düşünüyorum!..



Kaz

Soğuk bir kış günü padişah, tebdili kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına başvezirini alıp yola çıkmış. Dolaşırlarken dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup döverek tabaklıyormuş. Padişah yaşlı adamın yanına yanaşmış ve selam vermiş:
P: Selamünaleyküm, ey pirii fani!
A: Aleykümselam, ey serdarı cihan!
P: Altılarda ne yaptın?
A: Altıya altı katmayınca otuz ikiye yetmiyor.
P: Geceleri kalkmadın mı?
A: Kalktık. Lakin, ellere yaradı.
Padişah gülmüş ve konuşmasını sürdürmüş:
P: Bir kaz göndersem yolar mısın?
A: Hem de ciyaklatmadan.
Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah başvezire dönmüş:
P: Ne konuştuğumuzu anladın mı?
V: Hayır, padişahım.
Padişah sinirlenmiş ve vezire çıkışmış: “Nasıl anlamazsın? Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlayamazsan kelleni alırım!..” Korkuya kapılan başvezir padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına geri dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor. Hemen yanına yanaşmış ve sormuş: “Padişahla ne konuştunuz?” Adam, başveziri şöyle bir süzmüş: “Kusura bakma ama bedava söylemem. Ver yüz altın, söyleyeyim.” Başvezir çıkarıp yüz altın vermiş ve sormayı sürdürmüş: “Sen padişahı ‘serdarı cihan’ diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu?” Adam “Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.” demiş. Vezir şaşkın şaşkın kafasını kaşımış ve devam etmiş: “Peki, ‘altıya altı katmayınca otuz ikiye yetmiyor’ ne demek?” Adam buna yanıt vermek için de yüz altın istemiş. Başvezir çıkarıp altınları vermiş; yaşlı adam da yanıtlamış: “Padişah, ‘altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki kış günü çalışıyorsun?’ diye sordu. Ben de ‘yalnızca altı ay yaz değil altı ay da kış çalışmazsak yemek bulamıyoruz’ dedim.” Vezir hala şaşkın bir halde bir soru daha sormuş: “Peki, ‘geceleri kalkmadın mı?’ ne demek?” Yaşlı adam bu soru için de yüz altın almış: "Padişah ‘çocukların yok mu’ diye sordu. Ben de ‘var ama hepsi kız. Evlendiler; başkasına yaradılar’ dedim.” Vezirin kafası iyice karışmış ama sormayı sürdürmüş: “Bir de ‘kaz gönderirsem yolar mısın’ dedi. O ne demek?” Adam gülmüş: “Onu da sen bul!..”



 
Namık Kemal ile Papaz

Namık Kemal bir arkadaşıyla parkta oturuyordu. Tam sohbeti koyulaştırmışlardı ki karşıdan bir papaz geldi. Sakalı da beline kadar sarkıyordu. Arkadaşı: "Bırak atıp tutmayı şair. Bu papazın sakalını kestirebilir misin?" dedi. "Kestiririm" Namık Kemal; papaza yaklaştı. "Afedersiniz papaz efendi. Sana bir soru soracağım. Yanıtını yarın verirsin..." dedi. Papaz "Sor bakalım" deyince Namık Kemal; "Yattığında sakalını yorganın altına mı koyarsın üstüne mi?" Papaz her zamanki gibi evine gitti. Gece oldu. Yattı. Sakalını yorganının üstüne koydu olmadı. Altına koydu, yine olmadı. Gece gözüne bir türlü uyku girmedi. Sonunda dayanamadı. Gece kalktı. Sakalını kesti. Ertesi gün papazı kiliseye giderken gören Namık Kemal, arkadaşına:
- Gördün mü?
- Görmesine gördüm. Senden korkulur valla!..
- Neden korkulur?
- Bereket versin papazın yalnızca sakalını kestirmek için iddiaya girmiştik. Ya başka yerini kestirmek için iddiaya girseydik!..


Çıkmaz Oldu Aylıklar

Abdülhamit döneminde Kıbrıs'ta halk angarya çalıştırılır gibi ücretleri ödenmezmiş. Parasızlık halkın canına tak etmiş. İçlerinden biri arkadaşlarına: "Çoluk çocuğumuza ekmek alacak paramız yok. Abdülhamit'in de bize ödeyeceği yok. Padişahın hakkından Namık Kemal gelir. Durumu ona söyleyelim." demiş. Bulmuşlar Namık Kemal'i. Demişler: "Bir senedir çalışırız. Ne para aldık, ne de pul. Açlıktan ağzımız kokmaya başladı.” Namık Kemal: "Tamam. Şimdi size bir destan yazacağım. Gidip yatak odasının karşısına asacaksınız. Yatmaya giderken görecek." demiş. Namık Kemal almış eline kalemi. Yazmış: "Az mı hizmet ettik olsun bize yazıklar. Sultan Hamit'in canı gibi çıkmaz oldu aylıklar!.." Abdülhamit yazıyı okumuş. Yazanı anlamış. Askerlerine: "Bana çabuk Namık Kemal'i bulup getirin!.." demiş. Namık Kemal durumun böyle olacağını anladığından gemiye binmiş. Başka ülkeye kaçmış. Abdülhamit askerlerine emretmiş. İşçilerine olan borcunu onluğuna kuruşuna kadar ödemiş. O tarihten sonra işçiler ücretlerini günü gününe almışlar.

 
Renk

Osmanlı donanmasıyla Venedik donanması arasında savaş çıkmış. Venedik donanmasının komutanı Andrea Doria imiş. Gözcü osmanı donanmasının yaklaştığını fark edince hemen Andrea Doria'ya haber vermiş: “Osmanlı yaklaşıyoor.” Andrea Doria sormuş: “Kaç gemi var?” Gözcü: “10-20 kadar.” Komutan hemen emir erini çağırmış: “Oğlum bana hemen kırmızı gömleğimi getir.” Emir eri: “Niçin komutanım?” Andrea Doria: “Savaşırken yaralanacağız. Kan izi belli olmasın ve de askerlerin cesareti kırılmasın diye..” Bu arada gözcüden yine ses gelmiş: “Efendim 50 kadar oldular!..” Andrea Doria heyecanlanmış ve emir erine tekrar seslenmiş: “Gömleği boşver. Sen bana kahverengi pantolonumu getir!..”

Susmak

Bir padişah oğlunu alim bir hocanın talim ve terbiyesine verir. Çocuk çok iyi yetişir. Bir gün, hocası "Oğlum seni istediğim gibi yetiştirdim. Artık gidiyorum. Sana edeceğim şu nasihatı tutabilirsen, hayatta daima rahat edersin. Mümkün olduğu kadar az konuş, gereksiz lafa girme, sorulmayan şeye cevap verme!" der. Çocuk hocasının bu önerisi üzerine hiç konusmamayı tercih eder, o günden itibaren konuşmaz. Şehzade dilsiz oldu diye etrafa haber yayılır. Padişah oğlunun bu halinden çok endişelenir. Her çareye başvurulur. Hekimler, hocalar gelir, fayda vermez. Bir gün babası bir av partisine oğlunu götürür. Avda gezerken ormandan bir sülün öter. "Susun şurada sülün ötüyor..." derler. Gidip ormanı araştırırlar, sülün uçar, vururlar. Biraz sonra bir dağın kuytusundan bir karaca bağırır. "Karaca bağırıyor! Karaca bağırıyor..." derler, köpekleri salıverirler. Karaca fırlar, onu da vururlar. Şehzade bunları görünce kendini tutamayarak "Yarabbi şükür!" der. Etrafındakiler "Şehzade konuştu! Şehzade konuştu! Padişahımıza haber verelim!.." diye bağırmaya başlarlar. Padişah haberi alınca, oğlunu çağırır. "Evladım, sen konuşmuşsun öyle mi?" Çocukta ses yok. "Aman oğlum ‘Yarabbi şükür’ demişsin. Yanındakiler hep duymuşlar." Çocukta yine ses yok. Padişah kızgın "Yıkın şu hayırsızı şuraya, çevirin şunun sırtını" deyip çocuğu yere yıktıktan sonra arkasına basar sopayı. Çocuk dayanamayacak hale gelince "Aman babacığım, yeter artık!" diye bağırmaya başlar. Padişah "Niçin bize bu azabı reva gördün? Yalandan dilsiz olmanda ne fayda vardı?" diye sorar. Çocuk cevap verir: "Babacığım bak, avda gezerken bir sülün öttü. ‘Burada sülün var’ dediler, uçurup vurdular. Sonra ‘bir karaca var’ diye köpeklere çıkartılıp öldürdüler. Susacağıma içimden gelerek bir kere şükretmek gafletinde bulundum. Bir araba dayak yedim. Susmak mı yoksa konuşmak mı gerek, siz söyleyin!.."

Pay

Doktoru Neyzen’e içkiyi kesin olarak yasaklamıştı ve birgün yolda karşılaştıklarında elindeki içki şişesini görünce kızdı;
- Ben sana içkiyi yasaklamıştım; sen elinde içki şişesi ile nereye gidiyorsun?
- Arkadaşıma içki içmeye gidiyorum.
- O zaman sana ait olan kısmı yere dök ve öyle git.
- Dökemem benim payım altta duruyor.”
 
Onu Allah Sorar

Koca Ragıp Paşa'nın konağında bir Ramazan orucundan konuşuyorlardı.
Paşa Haşmet’e sordu:
- Haşmet! Senin de borcun var mı?
- Var efendim!
- Ne kadar?
- Mahalle bakkalına bin kuruş borcum var!
Ragıp Paşa;
- Be adam! Onu sormuyorum. Oruç borcunu soruyorum deyince Haşmet şöyle der:
- Oruç borcunu Allah sorar, sizin soracağınız borç bu borçtur.!


Münasebetsiz Mehmet Efendi

İkinci Sultan Mahmud’a “Münasebetsiz Mehmet Efendi” isminde birinden bahsetmişler. Merak edip, huzuruna getirtmiş. Biraz konuşmuş, aklı başında bir adam bulunca :
- Sizin için münasebetsiz diyorlardı. Halbuki pek makul konuşuyorsunuz.
Mehmet Efendi dereden tepeden bahsettikten sonra birdenbire Padişah'a sordu:
- Efendim, zurna çalmasını bilir misiniz?
Sultan Mahmut gayet tabii bir surette cevap verdi:
- Hayır, bilmem.
- Bendeniz de bilmem.
- Ya?
- Evet... Benim Bursa’da halamın damadının ihtiyar bir teyzezadesi vardı.
- Evet...
- O da zurna çalmasını bilmezdi.
Sultan Mahmut mabeyinciye işaret etti.
- Herifi çıkartın, şimdi bayılacağım!..


Davetiyede Yazmıyor

İkinci Abdülhamid son devirlerinde Edirne valiliğe ve kumandanlığında bulunan Müşir Arif Paşa Ramazan'da vilayet ve ordu erkanına çok zengin bir iftar düzenlerdi. Yine böyle bir Ramazan akşamı iftar edildikten sonra Paşa davetlilere:
-Hadi efendiler, dedi namaz kılalım.
Davetliler arasında bulunan Bektaşi canlardan biri ceketinin cebinden iftar davetiyesini çıkarıp baktıktan ve tekrar cebine soktuktan sonra Paşa'ya sokuldu:
-Velinimetim, dedi, davetiyede yalnız iftar yazılı; namaza dair bir kayıt yok!.


Değirmen Taşı

Hasırcızade Mehmet ağa bir gün, Keçeci Zade Fuat Paşa'nın parmağındaki yüzüğe dikkatli dikkatli bakıyordu. Paşa sordu:

- Taşıma mı bakıyorsun?
- Evet Paşam, ne taşı diye bakıyorum.
- Elmas!
- Affedesiniz ama, bir şey soracağım: Sana kaç para getiriyor?
- Hiç!
Hasırcızade gülümseyerek:
- Benim de dedi, dede yadigarı bir çift taşım var ama, her sene bana elli altın getirir!
- Ne taşı bu?
- Değirmen taşı, Paşam!


Para vermeyenler var mı?

Abdülhamid zamanında Ayasofya Camii'nde vazeden Of’lu Tavilzade İbrahim Hoca çok şöhret kazanmıştı. Fakat bir huyu vardı ki fena tesir bırakıyordu: Va’zın sonunda mendil açıyor: Dinleyenlere : "Sökülün bakalım" diyordu.

Hocanın bu hali sarayın kulağına gitti. Abdülhamid mabeyincilerden birine emir vererek camiye yolladı. Mabeyinci va’zı dinledi. Hoca mendili açıp parayı topladıktan sonra yanına giderek konuştu: Padişahın selamlarını ve iradelerini tebliğ edeceğim.

- Buyurun efendim!
- Her mendil açışta ne kadar para topluyorsunuz?
- Nihayet elli kuruş. Çoğu metelik atıyor.
- Demek ki ayda on beş lira. İşte bunun iki misli olarak otuz lira veriyorum. İradei seniye gereğince bir daha mendil açmayın.
Ertesi günden sonra hoca bir daha mendil açmaz. Kimse de çıkarıp kendiliğinden on para vermez. Nihayet kadir gecesi gelir. Hoca duayı yapar. Halk kalkıp gideceği sırada hoca bağırır. "Durunuz ey cemaat, sizden bir sualim var. Bana yüksek bir yerden mendil açmayayım diye irade tebliğ edildi. Fakat görüyorum ki sizin hiç birinizde hocaya bir kuruş verelim diye davranmıyorsunuz. Merak ettim, acaba size de “Sakın hocaya bir şey vermeyin!” diye bir emir verildi mi?
 
Kardeş Payı

Fatih Sultan Mehmet bir gün saraydan çıkıp ata bineceği sırada bir kalender bir kase uzatıp para istedi. Padişah, bir altın verdi. Derviş, “Padişahım ben senin kardeşin olayımda bir altın veresin. İnsaf uyar mı?” dedi. Fatih “Neden benim kardeşim oluyorsun?” diye sordu. Kalender “Adem evladı değil miyiz?” deyince Padişah “Hele şu altını al git. Eğer öteki kardeşlerimiz duyacak olursa hissene bu kadar da düşmez“ cevabını verdi.


Üçüncü Kadeh

Bir gün sandalcı Bekir Mustafa ile tebdil gezen Dördüncü Murat ve veziri aynı kayıkla Üsküdar’a geçiyorlardı. Havanın güzelliği, denizin safası Bekri'yi keyiflendirdi. Daima beraberinde taşıdığı şişeyi çıkarıp bir maşrapa dolusu içti. Sonra bir maşrapa da yanındakine ikram etmek istedi. Onlar reddedecek olmuşlarsa da Bekri’nin ısrarına dayanamayarak içtiler. Bir ikinci maşrapa bir üçüncü maşrapa gelince vezir kendini tutamayarak:
- Karşında kim var biliyor musun? dedi.
Bekir Mustafa sakince cevap verdi.
-Kim olacak benim gibi bir Allah’ın kulu.
Vezirin sesinin perdesi yükseldi:
-Karşındaki Sultan Murat ben de veziriyim.
Bu sözler Bekir Mustafa’yı telaşa düşürmedi. Bir kahkaha attıktan sonra sakince:
-Olur şey değil yahu dedi. Herifler iki maşrapa içince biri Padişah öteki vezir oldu. Üçüncü maşrabayı dikselerdi biri Allahlığı, öteki Peygamberliğini iddia edecek.


Her Şeyin Başı Sağlık

Üçüncü Sultan Ahmet kendisine hediye edilen çok kıymetli bir zümrüt yüzüğü, bir gün, divan toplantısında vezirlerine göstererek:
"Acaba bundan, daha kıymetli yüzük var mıdır?" diye sordu.
-Hayır efendim, sıhhat ve afiyetle takınız. Bundan daha değerli bir şey olamaz, cevabını verdikleri halde yalnız sadrazam Nevşehirli İbrahim paşa itiraz etti:
- Bundan daha kıymetli bir şey vardır padişahım!
- Nedir?
- O yüzüğün takıldığı parmak!


Uğursuz Kim?

Osmanlı padişahlarından “Avcı” lakabıyle meşhur Dördüncü Mehmet Edirne’de bir gün, çıktığı geyik avında bir şey vuramamasını uğursuz bir adam görmesine bağladı. Düşünüp taşındı. Bu uğrusuzluğun saraydan çıkarken gördüğü, derviş kıyafetli bir damdan geldiğine karar verdi. Kısa boylu, uzun saçlı aksak yürüyüşlü üstü dökülen bu dervişin bulunmasını emretti. Adamcağız bulunup Padişah'ın karşısına getirildi. Padişah hiddetle bağırdı:
-"Seni uğursuz herif seni, bu sabah erkenden çıkınca ilk defa seni gördüm. Senin yüzünden bir keklik bile vuramadım Gel cellat başı bu mihnetsiz adamı al, as."
Kellesinin gideceğini gören derviş:
"Uğursuzluğum yüzünden" dedi, "Asılıyorum. Yalnız ölüme giden bir adamın son sözünü dinlemek lazımdır, benim de iki şey söylememe izin verir misiniz?"
Hala hiddeti üstünde olan Padişah
-Peki ne söyleyeceksen çabuk söyle.
Derviş:
- Zatı şahanenizde bu sabah ilk defa bu kulunuzu gördüğünüz için benim uğursuzluğum yüzünden bir keklik kaybettiniz. Ama bu kulunuz da bu sabah ilk defa zatı şahanenizi gördüm, ben de bu yüzden kellemi kaybediyorum. İnsaf ile düşününüz hangimiz daha uğursuz?
 
Cehennemin dibi

Pinti denecek kadar hasis olan Erzincanlı İzzet Paşa'nın,bir gün pek sevdiği av köpeği kayboldu. Paşa kahyasını çağırıp sordu:
-Bizim köpek acaba nereye kaçmış olabilir?
Ne zamandan beri aylığını almamış olan kahya, suratını asarak cevap verdi:
-Vallahi paşam dedi, cehennemin dibine kaçmış olsa buradan daha iyi karnı doyar!



Dinlediğini anlamak

Ahmet Vefik Paşa Bursa alisi iken Mudanya kaymakamına falan yere kadar Bursa yolunun iki tarafına ağaç diktir diye emretti. Elde mevcut olan fidanlar fazla geldiğinden kaymakam gösterilen yeri geçirtti. Ahmet Vefik Paşa tayin ettiği noktadan ileriye dikilen ağaçların hepsini söktürdü. Hikmetin soranlara şu cevabı verdi: “Mudanya kaymakamı verdiğim emri bu kere fazla icra etti, yarın da eksik yapabilir, tamamını yapmaya alışmalıdır.”



Menfaat dünyası

Süleyman Nazif’in yanında, Abdullah Cevdet'in para hırsından bahsolunurken biri: “ Meteliğe kurşun atar” dedi.
Nazif şu cevabı verdi:
- Hayır kurşun atmaz, göbek atar!



Cimriliğin sonu

Kazaskerliğe kadar yükselen hasisliği ile meşhur Edirne Müftüsü Fevzi Efendi, şeyhülislamlığa pek özenirdi. Bir gün, Fatih Camii'nden çıkarken ihtiyar ve fakir bir adam yanına sokularak. “İnşallah şeyhülislam olursun!” diye dua etti. Fevzi Efendi çıkarıp on para verdi, Fakir, efendinin yüzüne hiddetli hiddetli baktıktan sonra.
-Sende, bu cimrilik varken ‘nah’ şeyhülislam olursun.



Ben de gelmedim

Recai Zade Ekrem Bey, nezaket ve terbiyesi ile beraber kibir ve azametiyle de meşhurdu. Şurayı devlette genç bir muavin iken , bir gün Cevdet Paşayı ziyarete gitti. Günlerden Cuma, vakit de erkendi. Paşanın evde bulunduğu muhakkaktı. Arabasının da orada oluşu da buna delildi. Böyle olduğu halde kapıyı açan uşak, içeriye gidip geldikten sonra:
-Paşa evde yok!
Cevabını getirince, bu yalana canı sıkılan Recai Zade, uşağa:
-Öyleyse, dedi, paşaya benim gelmediğimi söylersin.
 
Cehennemin dibi

Pinti denecek kadar hasis olan Erzincanlı İzzet Paşa'nın,bir gün pek sevdiği av köpeği kayboldu. Paşa kahyasını çağırıp sordu:
-Bizim köpek acaba nereye kaçmış olabilir?
Ne zamandan beri aylığını almamış olan kahya, suratını asarak cevap verdi:
-Vallahi paşam dedi, cehennemin dibine kaçmış olsa buradan daha iyi karnı doyar!



Dinlediğini anlamak

Ahmet Vefik Paşa Bursa alisi iken Mudanya kaymakamına falan yere kadar Bursa yolunun iki tarafına ağaç diktir diye emretti. Elde mevcut olan fidanlar fazla geldiğinden kaymakam gösterilen yeri geçirtti. Ahmet Vefik Paşa tayin ettiği noktadan ileriye dikilen ağaçların hepsini söktürdü. Hikmetin soranlara şu cevabı verdi: “Mudanya kaymakamı verdiğim emri bu kere fazla icra etti, yarın da eksik yapabilir, tamamını yapmaya alışmalıdır.”



Menfaat dünyası

Süleyman Nazif’in yanında, Abdullah Cevdet'in para hırsından bahsolunurken biri: “ Meteliğe kurşun atar” dedi.
Nazif şu cevabı verdi:
- Hayır kurşun atmaz, göbek atar!



Cimriliğin sonu

Kazaskerliğe kadar yükselen hasisliği ile meşhur Edirne Müftüsü Fevzi Efendi, şeyhülislamlığa pek özenirdi. Bir gün, Fatih Camii'nden çıkarken ihtiyar ve fakir bir adam yanına sokularak. “İnşallah şeyhülislam olursun!” diye dua etti. Fevzi Efendi çıkarıp on para verdi, Fakir, efendinin yüzüne hiddetli hiddetli baktıktan sonra.
-Sende, bu cimrilik varken ‘nah’ şeyhülislam olursun.



Ben de gelmedim

Recai Zade Ekrem Bey, nezaket ve terbiyesi ile beraber kibir ve azametiyle de meşhurdu. Şurayı devlette genç bir muavin iken , bir gün Cevdet Paşayı ziyarete gitti. Günlerden Cuma, vakit de erkendi. Paşanın evde bulunduğu muhakkaktı. Arabasının da orada oluşu da buna delildi. Böyle olduğu halde kapıyı açan uşak, içeriye gidip geldikten sonra:
-Paşa evde yok!
Cevabını getirince, bu yalana canı sıkılan Recai Zade, uşağa:
-Öyleyse, dedi, paşaya benim gelmediğimi söylersin.
 
Geri
Top