Nereden başlasam, nasıl anlatsam da yormadan kırmadan atlatsam 20'leri diye düşünmeden edemiyor insan. Çocukken kurduğumuz hayallerimiz, verilmiş sözlerimiz, ettiğimiz yeminlerimiz vardı. Sevmek öyle uçsuz bucaksız ve sınırsızdı ki “kötü” olmak kimseye yakışmazdı. Bir ağacı sevmek, bir kediye su vermek, yere bir sofra sermek kadar saftı. Sonra ne oldu? Ne oldu biliyor musun; “biz büyüdük ve kirlendi dünya kötüleşen kalplerimizle” Kötü olmanın KÖTÜ OLMAK sayıldığı yaşlardan “kötünün iyisi” olamanın bile erdemleştiği yaşlara geldik. 20'lerin ortası… Dost meclisinden birer birer eksilip giden insanların arkasından “belki” döner umuduyla dökülen bir kap su misali çocukluğumuzu yitirdik. Zaten ne eksilen dostlar geldi “gittiği gibi” ne de tozlu raflarda kaybolan saflığımız. Heves mi kaldı! diyorlar ya, öyle haklılar ki aslında. Bir adım yakın ilişki kuracağım diye bin adım geri itildi sadakat. Kirlendik. Hem de omonun temizleyemeyeceği türden.