• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Sağlık Hukuku

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Bir Hekim Günde Kaç Hastaya Bakmak Zorundadır ?

Hukukumuzda bir hekimin günde kaç hastaya bakmak zorunda olduğuna ilişkin bir yasa hükmü bulunmamaktadır. 22.03.1974 tarihli ve 14993 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Tababet Uzmanlık Yönetmeliği’nin 10. maddesinde “Her servisin normal polikliniğinde günde bir uzman 20'den fazla hastaya bakamaz. Ancak daha fazla hastanın başvurması halinde o poliklinikte aynı esas üzerine uzman görevlendirilerek o günkü tüm hastaların muayeneleri sağlanır” hükmü sevk edilmiştir.

Bu hüküm isabetli bir düzenleme değildir ve hukuka aykırıdır. Bir hekimin kaç hastaya bakacağı önceden bütün hekimler bakımından kesin bir sayı ile belirlenemez. Bir hekimin kaç hastaya bakacağı konusunda zorlanması da söz konusu olamaz. Hekim kendi uzmanlık alanına ve gelen hastanın özel durumuna göre her hastaya tıbben ayırması gereken zamanı ayırmak durumundadır. Bu cildiyede farklı olabilir KBB’de farklı bir süre olabilir. O nedenle bu konuda gerek süre gerekse hasta sayısı bakımından önceden bir belirleme yapılmaması gerekir.

Bütün bunların sonucu olarak da hekime örneğin her gün poliklinikte 50 hasta bakması gibi bir zorunluluk da getirilemez. Hekim kendi uzmanlık alanının ve hastanın gerektirdiği süreyi ayırmak durumundadır. Böyle bir zorunluluk getirildiğinde hekim hastaya gerekli zamanı ayıramayabilecek ve böylece hasta mevzuatın tanıdığı sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkından gereğince yararlanamayacaktır. Dolayısıyla böyle bir süre getirilmesi hukuka aykırıdır.

Hekimin günlük hasta sayısı konusundaki belirlemelere uyarak hastaları süratli bir şekilde tedavi etmesi halinde ise meydana gelen neticeden yine hekim sorumlu olacaktır. Hekim bu bakımdan Bakanlığın sağlık müdürlüğünün veya başhekimin talimatlarına uymak durumunda olduğunu kamu görevlisi olarak başka türlü davranamayacağını ileri sürerek sorumluluktan kurtulamaz. Bakanlık veya diğer birimlerin bu yöndeki talimatları hukuka aykırıdır. Kimse hasta aleyhine böyle bir zorunluluk getiremez. Bu nedenle bu tür durumlarda kamu görevlisi olan hekim durumu başhekimliğe aktarmalı ve sorumluluğun emri verenlerde olacağını belirtmeli; hasta aleyhine olacak şekilde de muayene teşhis tedavi yoluna gitmemelidir. Bu hallerde hekimin zor durumda kaldığı açıktır. Bir yandan idarenin talimatlarına uymaması nedeniyle disiplin sorumluluğu; öte yandan bu nedenle hastanın tedavisinde gözden kaçıracağı şeyler veya hatalar nedeniyle de ceza ve tazminat sorumluluğu ile karşı karşıya kalması söz konusu olabilecektir. Benim burada tavsiyem ceza ve tazminat sorumluluğundansa disiplin sorumluluğuna katlanmak ve bir disiplin cezası verilmesi halinde de mahkemeye başvurarak cezanın iptali yoluna gitmektir. Bir kez bu yönde yargıdan karar alındığı takdirde artık hekimlerin bu yönde zorlanması söz konusu olmayacaktır. Sonuç olarak hekim her gün belirli bir sayıda hasta için poliklinik yapmaya zorlanamaz. Hasta sayısı uzmanlık alanına ve hastanın durumuna göre değişebilir. Yukarıdaki Yönetmelik hükmü de bu bakımdan doğru değildir.

Hemen belirtmek gerekir ki Sağlık Bakanlığı bu alanda bir düzenleme hazırlığı içindedir. Buna göre her uzmanlık alanı için ideal hasta sayısı belirlenerek bu sayının üstünde bakılan hasta açısından performans ödemesi yapılmayacaktır. Böylece yakın gelecekte bu problemin de artık ülkemizde yaşanmayacağı söylenebilir.


Hekimin Tedavi Özgürlüğü (Hekimin Tedaviyi Ret Hakkı)

Hekimlik mesleğinin icrasının temelinde anayasal dayanağı da bulunan “tedavi özgürlüğü” bulunmaktadır.
Bu özgürlüğün üç unsuru vardır:

1. Esasen tedavi gereğinin bulunup bulunmadığı konusunda karar verecek olan hekimdir.
2. Hekim vicdanıyla çelişen metotların veya belirli bir ilaç tedavisinin uygulanmasına zorlanamaz.
3. Son olarak kendisi için uygun görünen teşhis veya tedavi metodunu seçmek daima hekimin işidir.

Bütün bunların bir sonucu olarak hekime özel durumlarda hastayı reddetme hakkı da tanınmaktadır. Hasta Hakları Yönetmeliği ile tanınmış bulunan hekim seçme özgürlüğü hekimler bakımından da kıyasen kabul edilmelidir. Ancak bu özgürlük acil durumlar dışında özel bir sağlık kuruluşunda çalışan hekimler açısından mutlak iken; kamu kuruluşlarında çalışan hekimler sadece acil hallerde değil onun dışında da bir kamu görevlisi olmaları dolayısıyla hastaya bakmakla yükümlüdürler. Ancak bu yükümlülük hekimin bazı haklı görülebilir nedenlerle hastayı ret hakkına engel değildir. Fakat bu ret hakkının kullanılabilmesi için hekim bakımından haklı görülebilecek nedenlerin bulunması ve hastaya aynı kurumda gerekli standartta tıbbi müdahalenin garanti altına alınmış olması gerekmektedir.

Hekime özel durumlarda hastayı reddetme hakkı tanıyan mesleği icra etme özgürlüğünün hasta bakımından da tanınmış şekli hastanın da istediği hekimi seçme özgürlüğüne sahip bulunmasıdır.
Mevzuatımızda hekimin hastayı seçme veya ret hakkı; hastanın hekimi seçme hakkından farklı olarak açıkça düzenlenmemiştir. Esasen hastanın hekimi seçme hakkının da yukarıda belirtilen çerçevede söz konusu olabileceğinde şüphe yoktur. Daha açık ifadeyle hasta ancak fiilen birden fazla hekimin görevli olduğu bir yerde hekimi seçebilir ve bunun için seçmek istediği hekimin daha önceden belirlenmiş randevu sistemine uyması gerekmektedir. Benzer şekilde öğretide hekimin de yukarıda belirtilen esaslar çerçevesinde hastayı bir başka hekime gönderebilmesi kabul edilmektedir. Mevzuatımızda ise aynı sonuca ulaşmamızı sağlayabilecek şu hükümlere işaret edilebilir:


Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 25. maddesinde “Hekim ancak tıbbi bilgisini gerektiği gibi uygulayamayacağına karar verdiğinde ve hastasının başvurabileceği başka bir hekim bulunduğu durumlardahastanın bakımını ve tedavisini üstlenmeyebilir veya tedaviyi yarım bırakabilir. Yukarıdaki koşullarda tedaviyi bırakacak hekim bu durumu ve hastanın sağlığının tehlikeye düşmeyeceğini hastaya veya yakınlarına anlatır ve onları tıbbi yardımla ilgili başka olanaklar konusunda bilgilendirir. İkinci hekim bulunmadan hekim hastasını bırakamaz. Hekim tedaviyi üstlenen meslektaşına hasta hakkındaki tüm bilgileri aktarmakla yükümlüdür” denilmektedir. Görüldüğü üzere burada belirtilen şartlar çerçevesinde hekim hastayı tedaviyi reddedebilir.


Keza Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi md. 6/2’de şu hüküm bulunmaktadır:“Tabip ve diş tabibi tatbik edeceği tedaviye tâyinde serbesttir”. Dolayısıyla hastanın bu tedaviyi kabul etmemesi durumunda hekim hastanın tedavisini üstlenmeyi reddedebilir.

Görüldüğü üzere hasta bakımından hekimi seçme hakkı açık bir şekilde düzenlenmiş olmakla birlikte aynı husus hekim bakımından bu kadar açık bir şekilde düzenlenmemiş olup; ancak benzer mülahazalarla ve mevzuatta belirtilen şartlar çerçevesinde hekimin de hastanın tedavisini üstlenmeyi reddedebileceği öğretide ağırlıklı olarak kabul edilmektedir. Özellikle Türk uygulamasında daha önce hekimi ile tartışmış veya hatta hekime fiili saldırıda bulunmuş bir hastayı acil bir durum olmadığı ve başka bir hekimin de tedaviyi üstlenmesinin mümkün olduğu durumlarda hekimin başka bir hekime göndermesi mümkündür. Ancak bunun dışında da haklı görülebilecek başka nedenlerden ötürü de hekim hastanın tedavisini üstlenmeyi reddedebilir.
 

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Sağlık Personeline Yönelik Şiddet ve Hukuksal Durum

Tıp ve hukukun kesiştiği konular basının ilgisini ancak bir sağlık personelinin tıbbi hatası söz konusu olduğunda veya bir sağlık personelinin hasta veya yakınları tarafından saldırıya uğraması halinde çekmektedir. Her iki konu da basın tarafından geniş ölçüde ön plana çıkarılmaktadır. Esasen sağlık personeline yönelik şiddetin de ön plana çıkarılmasının arkasında yatan neden çoğu kez şiddet olayının arka planında yine bir hekim hatası iddiasının bulunmasıdır.

Yaptığımız tıp hukuku eğitim seminerlerinde de devamlı olarak hasta haklarından bahsedildiği sağlık personelinin nasıl haklarını koruyacağı ve özellikle şiddet ve hakarete karşı nasıl korunacağı sorulmaktadır. Bu yazımda bu konu üzerinde durmak istiyorum.

Öncelikle belirtmek gerekir ki nasıl sağlık personelinin hatalarına ilişkin özel düzenlemeler mevzuatımızda bulunmuyorsa aynı şekilde sağlık personelinin mağdur olduğu eylemlere ilişkin özel düzenlemeler bulunmamaktadır. Sağlık personeline yönelik hakaret/sövme halinde genel hakaret/sövme suçuna ilişkin hükümler uygulanacak; şiddet halinde de yaralama/öldürmeye ilişkin hükümler uygulama alanı bulacaktır.
Bununla beraber Türk Ceza Kanunu kasten öldürme suçunun “kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle” işlenmesini cezayı artıran bir hal olarak görmektedir. Böylece bu takdirde “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezası uygulanacaktır. Şiddet kullanılması (yaralama) halinde de aynı durum cezayı ağırlaştıran bir husustur. Normalde yaralama suçunun cezası bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası iken kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmiş olması halinde ceza yarı oranında artırılır. Görüldüğü üzere kanunumuz etkin bir cezalandırma öngörmektedir. Benzer şekilde hakaret suçunun cezası da üç aydan iki yıla kadar hapis cezası veya para cezası iken bu suçun “kamu görevlisine karşı görevinden dolayı” işlenmesi halinde cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.
Ancak hemen belirtmek gerekir ki kanunumuz kamu görevinin yerine getirilmesi halinde cezanın artırılmasını öngördüğünden özel hastanede veya muayenehanesinde çalışan sağlık personelinin mağdur olması durumunda cezayı artıran bu haller söz konusu olmayacaktır. Ayrıca işaret etmek gerekir ki tıp personelinin tıbbi hata yapmış olması haksız tahrik olarak değerlendirilip failin cezasında indirim yapılabilecekse de bu konu öğretide çok tartışmalıdır.

Hemen belirtmek gerekir ki hasta veya hasta yakınının yukarıda belirttiğimiz eylemleri ceza sorumluluğunun yanı sıra tazminat sorumluluğunu da gerektirmektedir. Bu nedenle sağlık personelinin bu tip durumların üzerine kararlılıkla gitmesi ve takip etmesi gerekmektedir. Kanımca bu konuda büyük görev tabip odalarına düşmektedir. Tabip odaları bu konuda öncü rol üstlenmeli sağlık personeline ücretsiz hukuksal yardım sağlamalıdır. Bugün çoğu olayda ağır bir suç olmadığı müddetçe sağlık personelinin olayı takip etmemesi nedeniyle failler cezasız kalmaktadır.

Son olarak belirtmek gerekir ki hasta veya hasta yakınlarının şiddet veya hakaretinin bir nedeni de hastanın yeterince aydınlatılmamasıdır. Bir tıbbi müdahalenin olası sonuçları rizikoları vb. konularda aydınlatılmayan hasta veya yakını bakımından olumsuz bir sonuç büyük sürpriz olmakta ve olağan karşılanmayıp doğrudan sağlık personeli sorumlu görülmektedir. O nedenle hastanın hukuk düzeninin öngördüğü şekilde doğru ve ayrıntılı olarak aydınlatılmasının en azından belirli seviyedeki hasta ve yakınları bakımından şiddet ve hakareti önleyici etki yapacağını düşünüyorum.




Hekim Hastasına Bakmayı Reddebilir mi?

Konuya ilişkin olarak mevzuatımızda iki hüküm bulunmaktadır. Her iki hüküm de Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nde yer almaktadır:
Tabip ve diş tabibi acil yardım resmi veya insani vazifenin ifası halleri hariç olmak üzere mesleki veya şahsi sebeplerle hastaya bakmayı reddedebilir (md. 18).

Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi md. 19:
“Tabip ve diş tabibi mesleki veya şahsi sebeplerle tedaviyi bitirmeden hastasını bırakabilir. Ancak bu gibi hallerde diğer bir meslektaşın tedavi veya müdahalesine imkân verecek zamanı evvelden hesaplayarak hastayı vaktinde haberdar etmesi şarttır. Hastanın bırakılması halinde hayatın tehlikeye düşmesi veya sıhhatinin zarara uğraması muhtemel ise diğer bir meslektaş temin edilmedikçe hastayı terk edemez.

Hastayı bu suretle terk eden tabip veya diş tabibi lüzum gördüğü veya hasta tarafından talep edildiği takdirdetedavi zamanına ait müşahede notlarını verir”.
Bu hükümlerden çıkan sonuç şudur: Hekim kural olarak mesleki veya şahsi sebeplerle hastasına bakmayı reddedebilir. Ancak bu kural serbest çalışan hekimler bakımından acil haller ile insani vazifenin ifası halleri hariç olmak üzere mutlak olarak geçerliyken kamu görevlisi hekimler bakımından aynı şeyi bu kadar net bir biçimde söylemek mümkün değildir.

Konuyu şöyle değerlendirmekte yarar vardır: Acil yardım ve insani vazifenin ifası hallerinde hastayı ret hakkı bulunmamaktadır. İster serbest çalışan ister kamu görevlisi olsun hekimin bu tür hallerde hastayı ret hakkı yoktur. Tüzük “insani vazife”nin ne olduğunu açıklamamaktadır. Ancak kanaatimce bu haller de büyük olasılıkla acil yardım halleri içinde değerlendirilebilecek hususlardır.

Kamu görevlileri bakımından ise tüzük “resmi vazifenin ifası hali”nde de ret hakkının bulunmadığını belirtmektedir. Bu durumda kamu görevlilerinin tümü bakımından hiçbir zaman hastayı ret hakkının bulunmadığını kabul etmek gerekir ki bence bu sonuç doğru olmaz. Hiç kimseyi kamu görevlisi olsa dahi haklı ve hukuksal görülebilecek gerekçelerle bir tıbbi müdahaleyi yapmaya zorlamanın söz konusu olamayacağı kanaatindeyim. O nedenle tüzükteki bu hükmün daha geniş yorumlanması gerektiğini düşünüyorum ve bunu kendi sübjektif kanaatim olduğunu özellikle vurgulamak isterim. Buna göre kanımca hekim aynı gün ve aynı hastanede aynı poliklinikte hastaya tıbbi müdahaleyi teşhisi vb. sağlamak kaydıyla ve makul gerekçelerle hastayı reddedebilir. Ancak hekim “Ben reddediyorum nereye gidersen git” diyemez.
Ret hakkı ancak hastanın tedavisinin sağlanması halinde söz konusu olabilecektir. Örneğin göz hastalıkları polikliniğine gelmiş olan hastanın hekimi daha önce darp etmiş olan bir hasta olması halinde hekim aynı gün ve aynı saatte yine göz polikliniğinde bir başka hekim tarafından hastanın tedavisini sağlamak kaydıyla hastayı reddedebilmelidir. Burada hekimin tedavi özgürlüğü kavramının altını çizmekte yarar görüyorum. Hekimin tedavi özgürlüğü hekimin objektif olarak gerçekleştiremeyeceği bir müdahaleyi haklı gerekçelerle ret hakkını vermektedir. Hekimin bu iş karşılığında maaş alıyor olması da bu sonuca varmamızı engellemez zira hastanın her halükarda tedavisi sağlanmaktadır.
 

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Hastanın Rızası (Onay)


Tıp hukukunda hekimin tıbbi müdahalesinin hukuka uygunluğunu sağlayan asıl unsur “rıza”dır (muvafakat). Aydınlatma ise rızanın geçerliliğinin ön şartıdır. Fakat pratikte aydınlatmanın rıza açısından kazandığı büyük önem aydınlatma konusunun gerek öğretide ve gerekse uygulamada ağırlık kazanmasına neden olmuştur. Dolayısıyla aslolan rızadır. Aydınlatma rızanın geçerliliğini sağlamaktadır.

Yargıtay’a göre “Kişiler kendi vücutları üzerinde ayrık durumlar hariç ancak kendileri tasarrufta bulunabilir ve tehlikelere karşı yine kendisi karar verebilir. Tıbbi müdahalelerde de bu genel kuraldan ayrılmamak gerekir. Tıbbi müdahaleler ve hekimin girişeceği diğer eylemler kişinin sağlığını vücut bütünlüğünü ilgilendirdiği muhtemel tehlikeleri meydana getirici nitelikte olduğu için bunların gerçekleştirilmesine karar verme yetkisi hekime değilmüdahalelere maruz kalacak kişiye (hastaya) aittir”.

Tıbbi müdahaleye rıza gösterildiğinin açıklanması gerekir ve bu açıklamayla beraber rıza hukuk alanında etkisini doğurur.
Rıza açıklaması tıbbi müdahale yapılmadan önce veya en geç yapıldığı sırada gerçekleşmelidir. Tıbbi müdahale sonrası yapılan rıza açıklamasının müdahaleyi hukuka uygun hâle getirmeyeceği kabul edilmektedir. Bu sonuç ceza hukuku bakımından geçerlidir. Özel hukuk açısından ise sonradan rıza verilmesi tazminat sorumluluğunu kaldırır. Rıza açık veya zımni (örtülü) olabilir; duruma göre hastanın varsayılan rızasının bulunduğu kabul edilebilir. Rızanın bizzat hastadan alınmasının mümkün olmadığı hallerde rıza vermeye yetkili kimseden de rıza alınabilir. Bu konuları açacak olursak:
Rıza açık olabileceği gibi zımni olarak da açıklanabilir. Hastanın tıbbi müdahaleye rıza gösterdiği hâl ve vaziyetten anlaşılabiliyorsa zımni rızadan bahsedilir. Örneğin ameliyat önerilen hastanın hastaneye yatmasızımni rıza olarak değerlendirilmektedir. Ancak sadece hastaneye gitmiş olmak zımni rıza olarak değerlendirilemez. Yine hastanın örneğin ameliyat salonuna gitmesi de kişinin davranışlarından çıkarılacak olan zımni rızaya işaret eder. Keza kan tahlili veya röntgen istenen hastanın bunun için kolunu uzatması veya röntgen laboratuvarına gitmesi de zımni rızadır. Buna karşılık hastanın şikâyetlerini anlatması örtülü rıza olarak kabul edilemez. Önemle belirteyim ki zımni rızaya hukuken değer tanınması bu hâllerde hastanın aydınlatılması yükümlülüğünün kalktığını göstermez. Keza öğretide herhangi bir riskin söz konusu olmadığı tıbbi müdahalelerde hastanın hekime başvurmasıyla yapılacak tedaviye zımnen rıza gösterdiği söylenmektedir. Ancak hastanın öncelikle bu konuda aydınlatılması gerekmektedir. Hasta hastalığını uygulanacak tedavi yöntemini bilmeden sırf hekime başvurması zımni rıza olarak kabul edilemez.


Rızanın Şekli

Hastanın rızasının her zaman yazılı olması gerekmemektedir. Rıza kural olarak sözlü olarak açıklanabilir. Ancak mevzuatımızda rızanın yazılı olmasının gerektiği birtakım hâller vardır. Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesine göre büyük ameliyatlarda rıza yazılı olmak gerekir. Medeni Kanun’un 23/3. maddesi gereğince “Yazılı rıza üzerine insan kökenli biyolojik maddelerin alınması aşılanması ve nakli mümkündür”.

Keza Organ ve Doku Nakli Kanunu’nda Nüfus Planlaması Kanunu’nda yazılı rıza şartını arayan hükümler bulunmaktadır. Ancak böyle açık bir şartın aranmadığı hâllerde sözlü rıza yeterlidir. Nitekim Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 28. maddesinde aynı hususa işaret edilmiştir:
“Mevzuatın öngördüğü istisnalar dışında rıza herhangi bir şekle bağlı değildir”. Bununla beraber muhtemel bir uyuşmazlık durumunda ispat sorunlarıyla karşılaşmamak bakımından rızanın yazılı alınmasında yarar vardırzira rızanın varlığını ispat etmekle hekim yükümlüdür.

Ayrıca belirtmek gerekir ki mevzuatta rızanın şekli bakımından öngörülmüş bulunan kurallara aykırılık tıbbi müdahalenin suç olmasını sonuçlamayacaktır. Tıbbi müdahale bakımından rızanın varlığı yeterli olup bunun için mutlaka şekil şartının yerine getirilmesi gerekmemektedir.

Mahkeme kararına konu bir olayda hasta ameliyat için hazırlandığı ve ağrı dindirici verildiği sırada önceden hazırlanmış bir form kendisine uzatılmış ve hasta yanında gözlüğü olmaksızın imzalamıştır. Mahkeme böyle bir rızanın geçersiz olduğuna karar vermiştir. Hastaya düşünmesi için zaman bırakılmalıdır. Tam da tıbbi müdahale öncesinde rıza talep edilmesi iradenin bir nevi baskı altında tutulması olarak anlaşılabilir.



Rıza Formu

İyi bir rıza formunda en azından aşağıdaki temel hususların yer alması gerekir:

Hastanın ismi.
Rızanın gün ve saati.
Hastanın durumu hastalığı (mümkün olduğunca teknik olmayan bir dille).
Düşünülen müdahalenin türü ve hedefi (mümkün olduğunca teknik olmayan bir dille).
Gerekli açıklamalarda bulunan ve rızayı alan hekimin adı.
Müdahalenin bütün bedensel rizikoları.
Müdahalenin alternatifleri ve müdahale edilmemesinin sonuçları.
Alternatif yöntemlerin prognoz ve rizikoları.
Başarıya yönelik bir taahhüt veya garantinin bulunmadığının belirtilmesi.
Rızayı alan hekimden farklıysa müdahaleyi yapacak hekimin kimliği.
Hastanın müdahaleye rızası.
Müdahale sırasında önceden görülemeyen bazı durumların gerçekleşmesi halinde hekime tıbbi müdahalede sapma veya değişiklikler için müsaade edilmesi. Eğer bu müsaade sınırlamalar öngörülüyorsa bunların belirtilmesi.
Hastaya sormak istediği herhangi bir şeyin olup olmadığının sorulduğu ve sorduğu sorulara cevap verildiğinin belirtilmesi.
Vücuttan alınan organ ve dokular üzerinde imha da dahil olmak üzere tasarruf hususunda rıza verilmesi.
Hastanın veya yasal temsilcisinin ve bir şahitin imzası.

Belirtmek gerekir ki bu hususlara ilişkin mevzuatımızda ayrıntılı hükümler yer almadığı gibi henüz mahkemelerimiz tarafından da bu konuya ilişkin geniş belirlemeler yapılmış değildir. Yukarıdaki belirlemelerdaha çok yabancı hukuktaki mahkeme kararları ve doktrindeki görüşler esas alınarak yapılmaktadır. Ancak Türk uygulaması da mutlaka bu yönde gelişecektir.
 

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Aydınlatma yükümlülüğü Rızanın şekli ve Yargıtay


Yargıtay 13. Hukuk Dairehastasını aydınlatmayan doktora verilen 125 bin YTL'lik tazminat kararını onayladı. Kararın sadece aydınlatmama gerekçe gösterilerek Yargıtayın verdiği ilk karar olduğu bildirildi.

Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hakan Hakerihastayı aydınlatma yükümlülüğünün birçok ülkede yıllardır uygulandığını söyledi.

Türkiye'de de aydınlatma yükümlülüğünün yeni olmadığını ifade eden Hakeri “1977 tarihli Yargıtay kararıaydınlatma yükümlülüğünün bulunduğunu gösteriyor. 1977 yılındaki kararda doktor aydınlatmama dışında bazı kusurlarla da suçlanıyor. Yargıtayın son kararı ise sadece aydınlatmama gerekçe gösterilerek verildiği için önem taşıyor” dedi.

Prof. Dr. Hakeri Yargıtayın Eylül ayında verdiği konuya ilişkin kararıyla ilgili şunları kaydetti:
“Yargıtayın yeni kararına konu olayda dava ameliyat sonrası ses kısıklığının oluşması nedeniyle 2003 yılında açılıyor. Gelen bütün bilirkişi raporları hekimin bu konuda bir kusurunun olmadığını söylüyor. Bunun üzerine mahkeme 2007 yılında hekim her ne kadar kusurlu değilse de 'Ameliyat yönünde rıza alınmasına rağmen hastanın ameliyatın yapılması esnasında ve sonrasında meydana gelecek komplikasyonlara ilişkin bilgilendirilmediği buna ilişkin aydınlatılmış bilgi rızası (onamı) bulunmadığı' gerekçesiyle hekimin tazminat ödemesi gerektiğine hükmediyor. Bu karar Yargıtay tarafından Eylül 2008'de onaylanıyor ve doktor faiziyle birlikte 125 bin YTL tazminat ödeme cezasına mahkum ediliyor. Bu tarihi bir karar. Aynı zamanda Yargıtayın ilk ayrıntılı kararı. Ayrıca doktorun hastayı bilgilendirdiği yönündeki savunması Yargıtay tarafından yazılı bir bilgilendirme olmadığı gerekçesiyle de reddediliyor.”

Tek başına aydınlatmanın da hekimi sorumluluktan kurtaramayacağını bildiren Prof. Dr. Hakeri aydınlatma rıza doğru teşhis ve tedavinin birlikte olması gerektiğini vurguladı.

KİŞİ NEYE RIZA GÖSTERDİĞİNİ BİLMELİ

Prof. Dr. Hakeri hekim faaliyetinin hukuka uygunluğunun temel şartlarından birinin “hastanın rızası” olduğunu belirterek rızanın geçerlilik şartının da kişinin neye rıza gösterdiğini bilmesi olduğunu söyledi.
Rızası alınan hastanın mutlaka aydınlatılması gerektiğini bildiren Prof. Dr. Hakeri “Kanunda bununla ilgili bir hüküm yok. Ancak Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 15. maddesinde hastanın sağlık durumunu kendisine uygulanacak tıbbi işlemleri bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları alternatif tıbbi müdahale usulleritedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahip olduğu belirtiliyor” diye konuştu.

Prof.Dr. Hakeri aydınlatma yükümlülüğünün bizzat tedaviyi üstlenen hekim tarafından yerine getirilmesi gerektiğini kaydederek şunları söyledi:

“Eğer tedavi birden fazla hekim tarafından üstlenilmişse sorumlu hekim de aydınlatma yapabilir. Hasta tedavisi ile ilgilenen tabip dışında bir başka tabipten de sağlık durumu hakkında bilgi alabilir. Hastanın tıbbi müdahaleden en geç bir gün önce bilgilendirilmesi gerekir. Yine eğer küçük yaşta veya kısıtlı bir hastaysa velisi veya varisi bilgilendirilmelidir. Yönetmeliğe göre hastanın veya kanuni temsilcisinin tıbbi müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hekim hastanın sağlık durumu ve konulan tanıönerilen tedavi yönteminin türü başarı şansı ve süresi tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı risklerverilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır.”

AYDINLATMA YAZILI OLMALI GEREKİRSE TERCÜMAN TUTULMALI

Aydınlatmanın ispat açısından yazılı olması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Hakeri “Yazılı olması ile ilgili yasal bir düzenleme yok. Ancak ispat açısından yazılı olması sıkıntıların aşılmasını sağlayacaktır. Matbu formlarla ve sadece imzalatma suretiyle yapılan aydınlatma geçersizdir. Hastanın tıbbi müdahaleden en geç bir gün önce bilgilendirilmesi gerekir. Aydınlatma anlaşılır olmalı gerektiğinde tercüman kullanılmalıdır. Hastanın anlayabileceği şekilde tıbbi terimler mümkün olduğunca kullanılmadan tereddüt ve şüpheye yer verilmeden ve hastanın ruhi durumuna uygun nazik bir ifade ile yapılmadır” dedi.

Aydınlatmanın tedavide çok önemli bir aşama olduğunu bildiren Prof. Dr. Hakeri şöyle devam etti:
“Aydınlatılmamış olan hastanın rızası geçersizdir. Bu durumda hekimin sorumlu tutulabilmesi için ayrıca bir kusurunun bulunması gerekmemektedir. Hekimin aydınlatmada yanlış bilgi vermesinin nedeni kendi yanılgısı da olsa sorumluluğu vardır. Örneğin hekim hastalığı yanlış teşhis ederek yanlış hastalık konusunda aydınlatmışsa aydınlatma yapılmamıştır. Hekim sonuçta hastasına hiç zarar vermemiş olsa dahi cezalandırılabilir. Bu durum özel hukuk bakımından da tazminat sorumluluğunu gerektirir.”
 

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Tıp Hukukunda Kısa Kısa Temel Esaslar-1

Şu an ABD’de Houston Üniversitesi Tıp Hukuku Enstitüsünde ilaç hukuku üzerinde çalışıyorum. Bu vesileyleönümüzdeki birkaç yazıda ABD hukukundan da yararlanarak birkaç temel özet bilgiyi hekimlerimizin istifadesine sunmak istiyorum (Bkz. USMLE step 2 psychiatry and epidemiology&ethics 2005; Hakan HakeriTıp Hukuku Ankara 2007).

1.Hasta tıbbi müdahaleyi ret hakkına sahiptir.
Bu çerçevede dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır:
Hasta mutlak olarak tedaviyi reddedebilir.
Hastalar kendi vücutları üzerinde mutlak kontrole sahiptirler.
Bir kimse ne kadar ağır hasta ise kurtulma şansı da o kadar azdır ve bu durumda tıbbi müdahaleyi ret hakkı da o kadar çoktur.

2.Suni beslenme de bir tıbbi müdahaledir ve hasta reddedebilir. İrade yeteneğine sahip bir kimse hidrasyon ve suni beslenmeyi reddedebilir.

3.Aksini gösteren deliller olmadıkça hastanın rıza (irade) yeteneğinin bulunduğunu kabul etmek gerekir.
Hastanın irade yeteneğine sahip olmadığına emin olmadıkça hastanın irade yeteneğinin bulunduğunu kabul etmek gerekir.
Hasta irade yeteneğine sahip olduğunu ispat etmek zorunda değildir. Hastanın irade yeteneğine sahip olmadığına ilişkin açık delilerin hekim tarafından gösterilmesi gerekir.
Amerikan hukukunda aşağıdaki davranışların irade yeteneği olmadığını gösterdiği kabul edilmektedir:
İntihar girişimi
Ağır psikoz
Basit iletişimin bile kurulamaması.

4.Çocukların rıza yeteneğine ilişkin özel kurallar vardır.
18 yaşını doldurmamış olan kişilerin kural olarak irade yeteneği yoktur.
18 yaşından küçüklerin ne ölçüde hangi yaştan itibaren ve hangi tıbbi müdahalelere rıza gösterebilecekleri hususunda hukukumuzda açık kurallar yoktur. Daha doğru ifadeyle 1219 sayılı kanun ile Hasta Hakları Yönetmeliği 18 yaşından küçükler bakımından mutlak olarak yasal temsilcinin rızasını aramaktadır.
Bununla beraber öğretide bu kuralın yumuşatılması gerektiğini savunanlar vardır.
Bu konuda net mahkeme kararları da bulunmamaktadır.
O nedenle bu alanda çok dikkatli olmak gerekir. Aşağıda söylenenler hiçbir şekilde hukuksal bir kesinlik içermemektedir ve hukuksal bir güvence de sağlamamaktadır sadece öğretideki görüşleri ifade etmektedir:
Kesin yaş sınırları belirlemek yerine somut olay ve somut hasta nazara alınmalıdır.
15 yaşından küçükler bakımından mutlak olarak yasal temsilcinin rızası gereklidir.
18 yaşına yaklaştıkça rıza yeteneğinin bulunduğunu kabul etmek gerekir.

ABD’de benimsenen esaslar ise şunlardır:
13 yaşından büyük olup kendi bakımını sağlayanların rıza yeteneği vardır. Örneğin tek başına yaşıyorsa yetişkin kabul edilmektedir.
Asker veya evli olmak kişiyi yetişkin kılmaz.
Hamile veya çocuk sahibi olmak da yetişkin sayılmayı gerektirmez.
Birçok eyalette genelde 15 yaşından büyük olmak bazı tıbbi müdahaleler bakımından rıza yeteneği için yeterli görülebilmektedir. Bunlar uyuşturucu terapisi doğum öncesi bakım cinsel yoldan bulaşan hastalıkların tedavisi ve doğum kontrolüdür.
5.Kanuni temsilci çocuğun hayat veya esaslı vücut bütünlüğünü korumaya yönelik tıbbi müdahaleyi reddedemez.
Kanuni temsilci hayat ve vücut bütünlüğü bakımından gerekli görülen bir tıbbi müdahaleyi reddediyorsa ve bu müdahale acilen gerekli ise hekim müdahaleyi yapmalıdır.
Acil değilse hâkimden karar almak gerekir.
Bu haller dışında kanuni temsilcinin iradesi esas alınır. Çocuğun iradesi önemsizdir.


Tıp Hukukunda Kısa Kısa Temel Esaslar-2

Tıp hukukuna yönelik kısa bilgilerin verildiği yazımıza devam edelim:

5. Kanuni temsilcinin hasta yerine karar vermesi durumunda şu hususlara dikkat etmesi gerekir.
Hastanın gerçek iradesi belirlenmelidir.

Bunun için geçmişte söyledikleri hastalıktan önceki talimatları göz önünde bulundurulmalıdır.

Hasta”bilinci açık olsaydı iradesi ne yönde olurdu” bu husus tespit edilmelidir.

Temsilcinin tercihleri değil hastanın yararları göz önünde bulundurulmalıdır.

6. Hastanın rıza gösterecek durumda olmaması halinde önceki açıklamaları dikkate alınabilir.
Bu açıklamalar sözlü olabilir. Güvenilir iseler ve yakınında bulunmuşlarsa tanıkların ifadeleri esas alınabilir.

Yazılı irade açıklamalar (tıbbi vasiyet) belirli şartlar altında göz önünde bulundurulabilir (Bkz Hakeri Tıp Hukuku).

7. Bir hastanın daha erken ölümüne sebebiyet verecek hiçbir aktif hareket yapma.

Aktif ötanazi ve intihara yardım suçtur.

Pasif ötanazi yani ölme iradesine saygı göstermek suç değildir (Ancak Türkiye’de bu konuda henüz bir yargı kararı bulunmamaktadır. Karşılaştırmalı hukukta ve öğretide genel kabul gören anlayış budur).
Hastanın acılarının azaltılması için elinden gelen her şeyi yap.


8. Tedavinin ne zaman duracağına hasta karar verir ancak ölümün gerçekleştiğine hekim karar verir.

Artık başka tedavi seçeneği yoksa ancak aile tedaviye devam edilmesi konusunda ısrarcıysa ne yapılacaktır? Artık hiçbir tedavi yöntemi kalmamışsa henüz ölüm gerçekleşmemiş olsa bile hastanın kurtarılma olanağı asla yoksa tedaviye son verilebilir. Ancak bu tür durumlarda ailenin şikâyeti ile karşı karşıya kalınabilir. Sonuçtahukuken aile haklı değilse de hekimin uzun bir hukuksal sürece maruz kalması ve ölüme neden olduğu iddiasıyla yargılanmasının mesleki bakımdan olumsuz olacağı da düşünülmelidir. O nedenle bu tür durumlarda mutlaka aile ile müşterek bir karar alınmasında yarar vardır.

Ancak hekim tıbbi müdahalenin boşa olacağını hastanın bir gelişme göstermediğini düşünüyorsa ve buna karşılık aile tedaviye devam edilmesini istiyorsa tedaviye devam edilmelidir. Bu durumda yukarıdaki olasılıktan farklı olarak tedavi seçenekleri vardır ancak bunların anlamsız olacağı işe yaramayacağı düşünülmektedir.

9.Asla bir hastayı reddetme.
Mali imkânlarının olmaması asla bir hastayı ret sebebi olamaz (özellikle acil hastalar bakımından).
Can sıkıcı zor hastaların da sizin hastanız olduğunu unutmayın.
Makul sebeplerin varlığı halinde hastaya aynı standartlarda tıbbi müdahaleyi güvence altına almak kaydıyla bir başka hekimin tedaviyi üstlenmesini sağlayın.

10. Daima aydınlatma yap.

Tam bir aydınlatma hastanın aşağıdaki beş hususu bildiğini ve anladığını göstermelidir:
Müdahalenin türü.
Müdahalenin amacı ve mantığı
Yararları
Rizikoları
Alternatifleri

Aydınlatmanın istisnaları:

Acil durumlar
Hastanın vazgeçmesi
Hastanın bilgisinin bulunması
Aydınlatmanın olumsuz etkide bulunacak olması
Aydınlatmanın hasta bakımından anlamını yitirmiş olması (terminal dönem gibi)
Hastanın bilincinin kapalı olduğu durumlarda onamı verecek kişi aydınlatılmalıdır.
Yasal bir zorunluluk olmamakla beraber aydınlatmanın yazılı olmasında yarar verdir.
Tamamıyla matbu aydınlatma formları geçerli değildir.
Yazılı onay her zaman sözlü olarak geri alınabilir ancak ispat bakımından imza alınmasında yarar vardır.

11. Acil hallerde görevli olmasan bile yardım et.

12. Gizlilik mutlak bir esastır.
Hastanın izni olmaksızın başka birine hasta ile ilgili bilgi verilemez.
Konsültasyon bunun istisnasıdır.
Hastanız ile ilgili olarak mahkemeye çağrıldığınızda tanıklıktan çekinebilirsiniz ancak mahkemeye gitmek zorundasınız. Mahkemeye gidip tanıklıktan çekindiğinizi söylemeniz gerekir.
Hastanın başkaları için tehdit oluşturması halinde ilgili kişileri korumak bakımından polis ve bu kişilere haber verilmelidir.

13. Hastaların DNR taleplerine hekim uymalıdır (Türk hukukunda henüz mahkeme kararı yok o nedenleuygulamada nasıl bir karar verileceği bilinmemektedir. Dikkatli olmak gerekir).

14. Suç işlemiş akıl hastaları da haklara sahiptir.

15. Alıkonulmuş hastalar kendilerine karşı korunmalı ve diğer hastalar da onlara karşı korunmalıdır.
 

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Hekim Hasta İlişkisine İlişkin Kısa Notlar

Aşağıdaki bilgiler ABD’de geliştirilmiş olan bilgiler olup tıp hukuku sorumluluğu bakımından önemli olduğu düşüncesiyle aktarıyorum.

Hasta bir numaralı önceliğe sahiptir. Onun yararlarını öncelikle gözet.
Hastanın rahatlığı ve güvenliğini temin et.
Amaç hastaya hizmet etmektir hukuksal güvence sağlamak değil.
Hastaya devamlı cevap ver.
Sorduğu her soruyu cevapla.
Hem duygusal hem olaylara ilişkin sorularını cevapla.
Sormasa bile hastaya her şeyi anlat.
Kötü haberleri duymak istemiyorsa hastayı bunları duymaya zorlama. Ancak bunları bilahare onunla tartışmaya gayret et.
Bilgi akışı hastadan aileye doğru olmalı tersine değil. Öncelikle hasta bilgilendirilmeli o da ailesini bilgilendirmelidir.
Sadece kısmi bilgin varsa bilginin kısmi olduğunu söyle.
Hasta ile ilişkinin daima süreceği esasından hareket et ve uzun süreli dostluk kur.
Göz teması kur.
Ne yaptığını anlat.
Meslektaşlarınla değil hasta ile konuş.
Hastanın rahat oturmasını yakın ilişki içinde olmasını sağla.
Büyük masalardan uzak dur.
Mümkünse hem hasta hem de hekim konuşurken oturmalıdır.
Dinle karşılık ver cesaretlendir.
Genel olarak hastanın konuşmasını sağlamak hekimin konuşmasından daha iyidir.
Senden önce hastanın konuşması için zaman ayır.
Buyurmaktan ziyade görüş.
Tedavi hekimin emri ile değil uzlaşmanın sonucu olmalıdır.
Hastanın hekimin gösterdiği seçenekler arasında seçim yaptığını hatırla. Notlar al ve yeni durumları aktar.
Durum değiştikçe plan ve hedefleri değiştir.
Yeni bilgiler durmana ve yeniden değerlendirme yapmana neden olmalıdır.
Ataletin etkisi altında kalma.
Asla yalan söyleme.
Ne hastaya ne yakınlarına ne de sigorta şirketine.
Sorumluluk al. Sorumluluğu hemşireye asistanlara veya intörnlere yükleme.
Hata yaparsan hastaya durumu anlat.
Düzeltilmiş olsa ve hasta sonuçta iyi olsa bile hatayı saklama.
Bir meslektaşını korumak için hile yapma aldatma.
Asla hastanı bir başkasına yükleme.
Ancak kendi uzmanlığının yeterli olmadığı anda hastayı bir başka hekime havale et.
Empati oluştur kontrolü ver.
Kızgın ve sinirlenmiş hasta ve yakınlarıyla muhatap olduğunda buna önem ver.
Çözümü bulmadan önce sorun üzerinde uzlaş.
Hastaya tedavi önerisinde bulunmadan önce kendi algılarını ve sonuçlarını anlat.
Aydınlatılmış onam hastanın neyin yanlış olduğunu anlamasını sağlamalıdır.
Müdahale etmeden önce hastanın ne anlattığından ve anladığın konusunda emin ol.
Harekete geçmeden önce mümkün olduğunca çok bilgi topla.
Çözüm önermeden önce bazı detayları öğren.
Uygun olmayan tedaviyi seçme.
Hasta tedaviyi seçer ancak kendisine gösterilen seçeneklerden birini seçmek durumundadır.
Hasta uygun olmayan ancak bir şekilde duyduğu bir ilacı isterse hastaya neden uygun olmadığını anlat ve başka bir alternatif öner.
Hastanın hastalığa yönelik ve dini inançlarına saygı göster.
Zararsız geleneksel uygulamaları kabul et. Onları tahmin et.
Görevin hastayı rahatlatmaktır. Din de bunun bir aracıdır.
Araştırmalar dua (ibadet) eden hastaların daha çabuk iyileştiğini göstermektedir.
Emin değilseniz hastaya inancını sorunuz.
Aslolan ne kadar yaptığından ziyade nasıl yaptığındır.
Doğru seçimler insani hassas ve hastanın yararını ön planda tutan seçimlerdir. Hastanın yakınlarına da kibar davran. Ancak hasta arzu ve yararlarının daha ön planda olduğunu unutma.
Önemli olan hekimlerin gerçekten ne yaptığı değil ideal bir hekimin ne yapması gerektiğidir.


Hekim Hastanın Rızasıyla Başladığı Ameliyatı Yakınlarının İtirazı Üzerine Sonlandırabilir mi?

Geçtiğimiz haftalarda Sabah gazetesinde yayınlanan “Aile ameliyatı bastı Nazar canından oldu” haberi gerek basında ve gerekse tıp hukuku mail grubunda tartışıldı ve çok değişik görüşler ileri sürüldü.

Ben bu vesileyle rıza konusuna tekrar değinmek ve olayı hukuksal bakımdan irdelemek istiyorum.
Öncelikle olayı kısaca hatırlayalım: Bakkaldan aldığı çatapatı yutan küçük kıza karaciğer nakli yapılmasına karar verilir. Anne ve babanın ciğerlerinin uygun olduğunun anlaşılmasının ardından anne ve baba karaciğerlerin alınması ve ameliyat için gerekli muvafakati verir. Ancak ameliyat başladıktan sonra hastaneye gelen babanın yakınları çocuğun zaten öleceği babanın boşuna organından olacağı gerekçesiyle ameliyata son verilmesini ister. Dışarıdaki arbede üzerine hekim ameliyatı bırakıp çıkar. Aile büyükleri ikna edilmeye çalışılsa da bir sonuç alınamayınca hekim ailenin tepkisinden korkarak ameliyatı anne-babanın imzası olmadan yapmayacağını söyler. Ancak babanın hiçbir yakını imza vermez. Ameliyata giren hekimler tutanak tutup ameliyatı sonlandırır. Narkozun etkisinin geçmesiyle kendisine gelen baba “Hem ben hem eşim ayrı ayrı imza vermiştik. Hekim ne pahasına olursa olsun ameliyata devam etmeliydi doktorlardan davacı olacağım” demiş ve çocuk 13 ekim’de hayatını kaybetmişti. Kızın annesi “Hekim ameliyattan çıkıp benden ve diğer aile büyüklerinden tekrar imza istedi. Biz imza vermeyince de ameliyatı yarıda kesti. Kızımın öleceğini biliyordu. Ailenin yaptığı sorumsuzca davranışı bahane edip suçu üzerimize attı” demişti. Gazete haberinde devamla şunlar yazılmıştı:

“Ameliyatı yarım bırakan hekim çok üzgün olduğunu belirterek şunları anlattı: “Anne ‘Kocamın ameliyat olmasını istemiyorum’ diye ısrar etti. Organ nakilleri ikili ameliyattır. Baba o an narkoz altında olduğu için çocuğun velayeti annenin üzerindedir. Babadan aldığımız organ elimizde kalabilirdi. Baba ameliyattan uyanınca bize ‘Neden yapmadınız’ diye sordu. Ama o sırada babanın sağlık durumu ikinci bir ameliyata izin vermiyordu. Hepimiz çıkabilecek bir kadavra bekledik. Ne yazık ki olmadı ve kızımızı kaybettik. Babanın ameliyatta başına bir şey gelse ya da çocuğun organ nakli başarısız olsa bunun sorumluluğunu doktor üstlenemez. Durumu resmi olarak raporladık”. Türk Tabipleri Birliği Başkanı Gencay Gürsoy da doktorun doğru bir karar aldığını belirterek“Anne nakil yapılmasını istemediği için doktorlar ameliyatı sonlandırabilir” dedi.

Olay üzerine Türk Cerrahi Derneği de bir basın açıklaması yapmıştır. Basın açıklamasında özetle “Canlı vericili organ nakli ameliyatlarında diğer tüm ameliyatlardan farklı olarak hastanın yanında organ vermeye gönüllü sağlıklı bir kişi de vardır. Bu sağlıklı kişinin organlarını vermesi tamamen kendisinin ve ailesinin rızasına bağlıdır. Reşit olmayan çocukların ameliyatı ise tamamen ailesinin rızasıyla yapılabilmektedir. Nazar Emre’nin ameliyatı için başlangıçta onay veren ailesinin daha sonra bundan vazgeçmesi tedaviyi yapacak olan hekimleri çaresiz kılmıştır. Son durumu değerlendirerek konuda karar verici nitelikteki kişilerden baba anestezi altında olduğundan fikrine yeniden başvurmak imkanı olmamıştır. Anne ise ağır baskı altında birbiri ile tamamen çelişen istekler beyan etmiştir. Organ nakli gibi bir ameliyatın ailenin itirazına karşın yapılabilmesi mümkün değildir. Verici ölüm riskinin yüzde 0.5 alıcı ölüm riskinin yüzde 20 civarında olduğu toplamda 16 saat sürecek olan ve ameliyat ekibi için de çok stresli bir karaciğer naklinin bu koşullarda yapılması hiçbir hekimden beklenemez” denilmektedir.
Şimdi olayı hukuksal açıdan değerlendirelim:

BABA AÇISINDAN: Tıbbi müdahaleye izin vermiştir. Kendi vücudu üzerinde yapılan bir müdahale için sadece kendi rızası geçerlidir. Bunun için bir başkasının onayına ihtiyaç yoktur. Rızayı geri alma yetkisi de sadece kendisine tanınmıştır. Bu nedenle eşi ve yakınlarının sonradan yaptıkları müdahalenin hukuksal hiçbir geçerliliği yoktur. Dolayısıyla baba bakımından müdahalenin sonlandırılması için haklı bir hukuksal neden bulunmamaktadır.

ANNE AÇISINDAN: Müdahale eşinin vücudu üzerinde yapıldığından annenin rızasına esasen gerek yoktur. Dolayısıyla sonradan rıza göstermiyorum demesinin hukuksal hiçbir sonucu yoktur.

ÇOCUK AÇISINDAN: Anne ve baba müdahaleye rıza göstermiştir. Çocuğun hayatı bakımından da gerekli bir müdahale olduğundan bu rıza anne ve babanın müşterek iradesi ile bile olsa geri alına-maz. Zira çocuğun hayatının kurtarılması için rıza gösterilmemesi veya rızanın geri alınması velayet yetkisinin kötüye kullanılması anlamını taşır.

YAKINLAR BAKIMINDAN: Yakınların olayda hiçbir hukuksal müdahale hakları bulunmamaktadır. Bu nedenle iradelerinin esas alınması söz konusu olamaz. Aksine yapmış oldukları müdahale ile maddi cebir uygulamışlarsa suç işlemişlerdir ve çocuğun ölümünden sorumludurlar.

HEKİM BAKIMINDAN: Müdahalenin taraflarından rıza alındıktan sonra rıza konusunda yetkisiz kişileri veya daha önce hukuken geçerli bir rıza vermiş olan ve sonrasında da velayet yetkisini kötüye kullanacak biçimde rızasını geri alan anneyi dinleyerek müdahaleye son vermesi hatalı olmuştur. Hatta hekim anne ve babanın rızası olmasa bile acil bir durumda çocuğa tıbbi müdahale yapmak durumundadır. Bu noktada yakınların maddi cebir kullanması nedeniyle hekim müdahaleye devam etmemişse herhangi bir hukuksal sorumluluğu olmayacağı açıktır.

POLİS BAKIMINDAN: Olayda maddi cebir varsa suç işlendiğinden buna müdahale edilmesi gerekirdi. Keza annenin rızasını geri alması da çocuğun hayatına yönelik bir müdahale olarak kabul edilerek olaya el konulabilirdi.

Görüldüğü üzere olaya karışan birçok kişinin hukuksal bilgisizliği bir çocuğun hayatına mal olmuştur. Bu olay da tıp hukuku eğitiminin önemini bir kez daha göstermektedir.


Prof. Dr. Hakan HAKERİ
Selçuk Ünv. Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı Başkanı
 
Top