~meLek~
GalataSaray'ım
Bakışlarını bana bulaştırdığın günden beri kalbimi tutan sıtma nöbetleri git gide belli bir tempo tutturmaya başladı. Artık her nefesimin ilk harfi sen diye başlıyor. Ciğerlerimin son noktasına kadar çekiyorum varolma olasılığını, mümkün olduğunca tutuyorum ihtimallerini içimde ve nefesimi verirken bozuluyor bütün hesaplarım... tekrar başa dönüyorum, usanmıyorum bir nefes daha dolduruyorum seni zerrelerime...
Adım adım gidişini döşediğin şu karşı kaldırımda bırakmıştım umutlarımı, ben unutana kadar seni bekleyen bir parçam olmalı diye düşünmüştüm...Sen gittikten sonra umuda hiç ihtiyacım olmadı ne yalan söyleyeyim? Meğer bunca zaman ihmale gelmezmiş hiç bir duygu...eriyip körelmiş, umursamaz ayakların altında ezilip yıpranmış...umudum sana gelen yollarda mahpus kalmış...
Artık gidişine mersiyeler, dönüşüne methiyeler dökmüyorum...
kabullendim yokluğunu veya kabulleniyorum...
Zamanı kendi değirmenimde öğütüp, un -ufak ediyorum gittikçe daha da büyüyen bir kayaya benzeyen ömrümü...bütün sermayem bir avuç toprak oluyor...Onu da üşengeç rüzgarlara savurup iflas ediyorum...
Geri kalan ömrüme takvim yapraklarından senetler yazıyorum, her sabah daha da yoksullaşarak bakıyorum aynalara, sonra yırtıp atıyorum bütün koçanları, kendi idamımı kendim imzalıyorum...
Ecel işte, yine erteleniyorum...
Neyse...
Akşam yaklaşmış olmalı, şehir sokak lambalarıyla ucuz uyarı fişekleri attı havaya, gün ebruli vedalarla gitme hazırlığında...Sokaktan geçenlerin garip telaşı bundan olmalı. Yoksa oturduğum bu bankta yabancı bakışlarla süzmeden geçmezlerdi yanımdan...
Peki üstümden geçen çığırtkan kuş sürülerine ne demeli? Buraların artık yaşanılası olmadığını mı ima ediyorlar insanlara? Gitmeye meyilli yürekleri ayartmak değil mi bunun adı?
Anladım, kalanlara baharın sonu gelmek üzere, gidenlere ilkyaz müjdesi...göçmenlerin geçmişe sığınma hakkı taleplerine onay, tüneldekilere güzden önce son çıkış...
Ben bu şehrin sahibiyim, gemiler benim iskelemden kalkıp yine benim limanıma sokulurlar fırtınalı havalarda, her tren düdüğünü bana hoşça kal demek için çalar...sokak kedilerini okşayan benim, sabahları simitçiyi ilk selamlayan ve güneşi gurûp vaktinde son uğurlayan...
Göçmen kuşların çığlıklarından bana ne? Ben de kanarsam onlara kim yapacak bütün bunları? Ben gidersem seni kim bekleyecek, kim söyleyecek şarkımızı?
Gözlerinin içine başka hayal girmesin
Bana ait çizgiler dikkat et silinmesin
İstersen yum gözlerini tıpkı düşünür gibi
Benden evvel başkası bakıp seni görmesin.
Kıskanırdım seni ben kendi gözümden bile
Nasıl verirdim seni bir gün yabancı ele
Sana gelen yollarda daima beni bekle
Benden evvel başkası bakıp seni görmesin
Birkaç kırık melodiyle yürüyorum yollarda,mevsim de benimle birlikte aslına dönüyor.
Yokluğunun müstear adıymış meğer kaldırımlara serilen sonbahar...Dalına inatla tutunan tek yaprak da düşüyor giderken geriye dönüp son kez bakışını hatırlayınca, unutunca seni,
ağaçlar da üşüdüklerini unutuyor.
Sonra, sıtma bulaştırdığım yıldızlara hayalini bürüyorum sımsıcak... üstüme en karanlığından bir gece örtünüp sensizliğime doğacak bir sonraki güneşe kadar uyumak istiyorum, dilimde hala beklenen şarkı...
__Alıntı__
Adım adım gidişini döşediğin şu karşı kaldırımda bırakmıştım umutlarımı, ben unutana kadar seni bekleyen bir parçam olmalı diye düşünmüştüm...Sen gittikten sonra umuda hiç ihtiyacım olmadı ne yalan söyleyeyim? Meğer bunca zaman ihmale gelmezmiş hiç bir duygu...eriyip körelmiş, umursamaz ayakların altında ezilip yıpranmış...umudum sana gelen yollarda mahpus kalmış...
Artık gidişine mersiyeler, dönüşüne methiyeler dökmüyorum...
kabullendim yokluğunu veya kabulleniyorum...
Zamanı kendi değirmenimde öğütüp, un -ufak ediyorum gittikçe daha da büyüyen bir kayaya benzeyen ömrümü...bütün sermayem bir avuç toprak oluyor...Onu da üşengeç rüzgarlara savurup iflas ediyorum...
Geri kalan ömrüme takvim yapraklarından senetler yazıyorum, her sabah daha da yoksullaşarak bakıyorum aynalara, sonra yırtıp atıyorum bütün koçanları, kendi idamımı kendim imzalıyorum...
Ecel işte, yine erteleniyorum...
Neyse...
Akşam yaklaşmış olmalı, şehir sokak lambalarıyla ucuz uyarı fişekleri attı havaya, gün ebruli vedalarla gitme hazırlığında...Sokaktan geçenlerin garip telaşı bundan olmalı. Yoksa oturduğum bu bankta yabancı bakışlarla süzmeden geçmezlerdi yanımdan...
Peki üstümden geçen çığırtkan kuş sürülerine ne demeli? Buraların artık yaşanılası olmadığını mı ima ediyorlar insanlara? Gitmeye meyilli yürekleri ayartmak değil mi bunun adı?
Anladım, kalanlara baharın sonu gelmek üzere, gidenlere ilkyaz müjdesi...göçmenlerin geçmişe sığınma hakkı taleplerine onay, tüneldekilere güzden önce son çıkış...
Ben bu şehrin sahibiyim, gemiler benim iskelemden kalkıp yine benim limanıma sokulurlar fırtınalı havalarda, her tren düdüğünü bana hoşça kal demek için çalar...sokak kedilerini okşayan benim, sabahları simitçiyi ilk selamlayan ve güneşi gurûp vaktinde son uğurlayan...
Göçmen kuşların çığlıklarından bana ne? Ben de kanarsam onlara kim yapacak bütün bunları? Ben gidersem seni kim bekleyecek, kim söyleyecek şarkımızı?
Gözlerinin içine başka hayal girmesin
Bana ait çizgiler dikkat et silinmesin
İstersen yum gözlerini tıpkı düşünür gibi
Benden evvel başkası bakıp seni görmesin.
Kıskanırdım seni ben kendi gözümden bile
Nasıl verirdim seni bir gün yabancı ele
Sana gelen yollarda daima beni bekle
Benden evvel başkası bakıp seni görmesin
Birkaç kırık melodiyle yürüyorum yollarda,mevsim de benimle birlikte aslına dönüyor.
Yokluğunun müstear adıymış meğer kaldırımlara serilen sonbahar...Dalına inatla tutunan tek yaprak da düşüyor giderken geriye dönüp son kez bakışını hatırlayınca, unutunca seni,
ağaçlar da üşüdüklerini unutuyor.
Sonra, sıtma bulaştırdığım yıldızlara hayalini bürüyorum sımsıcak... üstüme en karanlığından bir gece örtünüp sensizliğime doğacak bir sonraki güneşe kadar uyumak istiyorum, dilimde hala beklenen şarkı...
__Alıntı__