Tarihten Sohbetler

Suskun

V.I.P
V.I.P
Bir Anlık Gaflet

Tan yeri ağarıyordu.

Anadolu’nun kapılarını açan, Romen Diogenes’e hoşgörüyle yaklaşan, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan, çadırında meşveret kurmuş; Batı Karahanlı Hükümdarı Nasr ile yapılacak muharebenin son hazırlıkları üzerinde çalışıyordu.

“Hilal Taktiği” uygulamayı düşünüyorlardı. Üç kuvvete ayrılacaklar; ikisi gizlenecek, biri saldırıyor görüntüsü verecekti. Kaçar gibi yapıp diğer iki kuvvet ile düşmanı ortalarına alacaklardı. O sırada birkaç nal sesi duydular. Sultanın otağından içeriye Melikşah girdi:

-Babacığım ordudan birkaç kişi sizinle görüşmek ister.

Alparslan:

—Gelsinler.

Bunun üzerine o kişiler çağrıldı. Geldiler. Ve aralarında bir sözcü seçmiş olmaları gerekir ki hemen aralarından bir şahıs konuşmaya başladı:

“Hünkârım bu civarlardaki kalelerden birinde bir kumandan vardır ki ismi Yusuf Harezmî’dir. Halkı ağır ve kanunsuz vergilerle ezer. İtirazda bulunanları asıp-keser, mallarını yağmalar. Bu konuda bir şeyler yapılmazsa Hünkârımızın şanına, adaletine, leke sürülebilir. Alparslan cevaben:

“Tez Yusuf Harezmî’yi çağırın bana.” dedi. Harezmî içeri girdi. Tam o sırada da Alparslan’ın ordusunun nehri geçtiği haberi geldi. Alparslan, otağından dışarı çıktı. Göz alabildiğine geniş bir yere yayılmış yaklaşık 200.000 renk renk askeri seyretti. Çevresindeki hassa ordusuna bir daha baktı. Gözüne ikta askerleri ilişti. Evet, Alparslan’ın ordusu muazzamdı. Bu esnada Melikşah, babasına bir daha seslendi:

— Sultanım Yusuf Harezmî’nin hakkındaki meseleyi bir an önce çözüme kavuştursak.

Bu sözlerle Alparslan, dalgınlığından sıyrıldı. Tekrar otağına geri döndü. Harezmî’ye yaptıklarının doğruluğunu soran Alparslan’a Yusuf Harezmî, ağır cevaplar verdi. Bunun yanında Alparslan’a tabi bulunmadığını, onu tanımadığını, Nasr’a bağlı olduğunu; bu nedenle de kendisini sorgulayamayacağını öne sürdü. Alparslan, bu cevaplar karşısında fena halde sinirlendi. Yayını kaparak, bu küstah adama bir ok attı. İyi bir atıcı olduğu halde ok isabet etmedi. Hiddetini bir kat daha arttıran bu durum sonucunda yerinden fırlayıp tahttan inerken, bu kez de kendi eteğine basarak yüzüstü yere düştü. Yusuf Harezmî, fırsattan istifade ederek gizlediği hançeriyle Alparslan’a saldırdı. Alparslan, ağır yaralandı. Yusuf Harezmî ise kaçarken bir muhafız tarafından öldürüldü. Alparslan, hemen tedavi altına alındı. Fakat iyileşemedi ve ecel oku ona isabet etti. Tarihler 24 Kasım 1072’yi gösteriyordu.

Alparslan vefat ettiğinde 40 yaşlarındaydı. Vasiyeti üzere oğlu Melikşah –ki bu vakitlerde 17,18 yaşlarındaydı- hükümdar oldu. Alparslan’ın cenazesi Merv’e defnedildi.

Ölümcül yarayı aldıktan sonra Alparslan’dan şu sözler işitilmiştir:

“Dün tepeden ordumu seyrediyordum. Ordumun büyüklüğünden sanki yer titriyordu. Kendi kendime ‘Ben dünya hükümdarıyım. Bana kimsenin gücü yetmez.’ dedim. Bu yüzden Yüce Allah(c.c.) zayıf biri karşısında beni aciz bıraktı. Allah’tan beni bağışlamasını dilerim.”

Evet, Alparslan zaferin ancak Allah(c.c.)’tan geleceğini biliyordu. Ancak bir anlık gafleti sonucunda gururlanmış ve bunun cezasını canıyla ödemiştir.
 


150px-II._Selim_Han.jpg
...........
200px-Sultan_Murad_III.jpg


2. Selim' den..................... 3. Murat' a


Ilıman bir ilkbahar günüydü. Aylardan Mayıs’tı. 28 Mayıs 1524. O gün sarayda bir telaş hakimdi. Cariyeler sağa, sola koşturuyor, padişah heyecanla bekliyor, yardımcılar da yeni doğacak şehzadenin odasını hazırlıyorlardı. Evet, padişah Kanuni Sultan Süleyman’ ın ve eşi Hürrem Sultan’ ın uzun zamandır bekledikleri an gelmiş, Şehzade Selim doğmuştu.

Küçük Selim’ in gözleri masmaviydi. Gökler kadar, denizler kadar, okyanuslar kadar maviydi. Ya saçları? Saçları da tıpkı buğday başakları, tıpkı güneşte parlayan altın gibiydi. Hem güneşin rengini almış hem altının... Anlayacağınız bu bebek saraya mutluluk, huzur ve neşe getirmişti. Saray şenlenmişti bir anda.

Şehzade Selim’ in annesi Hürrem Sultan Slav asıllı bir kadındı. Babası Kanuni Sultan Süleyman ise Yavuz Sultan Selim’ in tek oğluydu. Ayrıca Selim’ in Bayezid, Abdullah, Murat, Mehmet, Mahmut, Cihangir ve Mustafa adında yedi erkek kardeşi, Mihrimah Sultan ve Raziye Sultan adında da iki kız kardeşi vardı.

Zamanla Şehzade Selim büyüdü ve dönemin en iyi hocalarından ders aldı. Hocaların ortak kanaati Şehzade Selim’ in babası, dedesi ve daha önce padişah olan on Osmanlı Sultanına göre rahata, zevk ve sefaya düşkün, uysal, sessiz ve sakin bir kişiliğe sahip olmasıydı.

Şehzade Selim aynı zamanda iyi bir şairdi. Bu özelliğini babası Kanuni Sultan Süleyman’dan almıştı. Şiirleri için ileride Yahya Kemal tarafından ”Selimiye kadar güzel bir şiir.” denilecekti.

Osmanlıdaki sisteme göre şehzadeler valiliklere gönderilip devlet yönetiminde deneyim kazandırıyorlardı. Bu nedenle Selim, Kütahya Valiliğine gönderilmişti. Yanında bulunan deneyimli devlet adamları sayesinde kendini geliştirdi.

Selim 42 yaşına gelmişti. Babası Kanuni Sultan Süleyman’ın Zigetvar Kalesi’nin fethinden bir gün önce vefat etmesiyle Kütahya’dan İstanbul’ a gelmiş ve 2.Selim adıyla tahta geçmişti. Babasının cenazesini karşılamak için Belgrad’ a kadar gitmiş, cenazeyi de İstanbul’ a getirerek türbesine defnetmişti. Padişah’ ın ölümü uzunca bir süre askerlerden saklanmıştı. Çünkü seferde olan askerlerin morali bozulmamalıydı.

2.Selim padişah olup Belgrad’ a gittiğinden yeniçerilere bahşişlerini verememişti. İstanbul’ a tekrar döndüğünde yeniçeriler ayaklanma çıkarmış, 2.Selim saraya girmekte zorlanmıştı. Ancak gerekli bahşiş verildiğinde 2.Selim saraya girebilmişti.

2.Selim, zevk ve sefaya düşkünlüğünden devlet işlerini vezirlerine, bilhassa damadı Sokullu Mehmet Paşa’ ya bırakmıştı. Sokullu Mehmet Paşa, Enderun’ da yetişmiş bir devşirme devlet adamıydı. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde de vezirlik yapmış olan Sokulu Mehmet Paşa, 2.Selim ve 3.Murat dönemlerinde de aralıksız vezirlik yapacaktı.

Yeni padişah, Avusturya Arşidükası Maksimilyan’ ın barış istemesinin ardından bir barış antlaşması imzalamıştı. Hemen ardından Cenevizlilerin hakimiyetinde olan Sakız Adası alındı. Adanın alınmasında, adanın korsan yatağı haline gelmesi ve bu korsanların Osmanlı gemilerine saldırması ile mutad ödedikleri yıllık vergiyi kesmeleri etkili olmuştu.

Aynı yıllarda Hint Deniz Seferinden sonra alınan Yemen’de çıkan isyanın Osmanlı’yı sarsması üzerine, Osmanlı kuvvetleri Yemen’de tekrar hakimiyeti sağlamışlardı. Ve bu hakimiyet 16. yüzyıla kadar sürecekti.

Yönetimde etkin rol oynayan Sokullu Mehmet Paşa, Açe hükümdarı Sultan Alaeddin’e denizden yardım göndermişti.

Ayrıca Astrahan Seferi’ ne çıkılmış, Astrahan Hanlığı ele geçirilmiş ve Kefe’ ye geri çekinilmişti. Bu sırada Kefe’ deki levazım ve erzak ambarlarının yanması Osmanlı askerlerini zor durumda bırakmıştı.

2.Selim tabiatı nedeniyle hiçbir sefere katılmıyor, ordusunu komutanlara emanet ediyor, kendisi İstanbul’ da kalıyordu. Bu nedenle ileride adı ”Ordusunun başında hiçbir sefere katılmayan ve İstanbul’ da ölen ilk padişah” olarak anılacaktı.

1570 yılında 2.Selim, Sokullu Mehmet Paşa’nın aksine Kıbrıs’ın fethini istiyordu. Ve bu fetih için Lala Mustafa Paşa’yı komutan olarak atadı. Lala Mustafa Paşa Lefteri, Girne, Lefkoşe ve Larnaka’yı ele geçirip Magosa’yı da kuşatarak Doğu Akdeniz’ de Osmanlı egemenliğini kesin olarak sağlamış oldu.

Ancak Sokullu Mehmet Paşa’nın tahmin ettiği gibi Kıbrıs’ın fethi büyük bir haçlı donanmasının Osmanlı’ ya saldırmasına neden olmuştu. Osmanlı donanmaları ve müttefik donanmalar İnebahtı Körfezi yakınlarında savaştılar. Bu savaşta Osmanlı donanması ağır bir yenilgi aldı. Sadece Uluç Ali(Daha sonra Kılıç Ali olarak anılacaktı.) Paşa kendi filosunu kurtarabildi. Ancak Kılıç Ali ve Sokullu Mehmet Paşa bir sene gibi kısa bir sürede 158 gemi yaparak büyük bir donanmayla Venediklilerin karşısına çıkınca, Venedikliler galip değil de mağlup bir devletmişçesine bir anlaşma imzalamak zorunda kaldılar.

İnebahtı yenilgisinden sonra hazırlanan Osmanlı donanması Tunus’ a gönderildi. İspanyolların elinde bulunan Tunus fethedildi. Böylece Kuzey Afrika’daki Osmanlı egemenliği pekiştirildi.

Sokullu Mehmet Paşa’nın gerçekleştiremediği iki kanal projesi vardı. Bunlardan ilki Don ve Volga nehirlerinin bir kanal ile birleştirilmesi, böylece Karadeniz’ den Hazar Denizi’ ne Osmanlı donanması ve ticaret gemilerinin geçmesi yönündeydi. Bu proje gerçekleşseydi, İpek Yolu canlılık kazanacak, Rusya’nın güneye gitmesi ve büyümesi engellenecek, İran Savaşları’nda donanmalardan yararlanılacak, Orta Asya Türk dünyası ile ilişkiler kurulacaktı. Ancak Kırım Hanı’nın projeye taraftar olmaması, gönderilen asker yetersizliği ve Rus saldırıları nedeniyle bu proje tamamlanamadı.

Diğer proje Kanal Projesiydi. Süveyş’te Akdeniz ve Kızıldeniz’ i birbirine bağlayacak bir kanal açmaktı. Böylece Akdeniz Ticareti canlanacak, Hint Deniz Yolu’nun güvenliği sağlanacak, Avrupalıların Güney Asya Müslümanları üzerindeki baskısına son verilecekti. Ancak bilinmeyen nedenlerden dolayı bu proje de uygulanamamıştır.

Sultan Selim, bir gün sarayda yaptırdığı hamamı gezdiği sırada ayağı kayarak düşüp hastalanmış ve bir süre sonra da bu yüzden ölmüştü. (15 Aralık 1574) Cenazesi Ayasofya’ ya defnedilmişti.

Dönem genel özellikleriyle şöyledir: Hürrem Sultan ve 2.Selim’in kız kardeşleri devlet işlerine karışmaya başlamış, imar sürmüş, Ayasofya Camii onarılmış ve Selimiye Camii yapılmış, Sultan Selim, dedesi Yavuz Sultan Selim gibi sekiz yıllık saltanat sürmüş, bu saltanatı Sokullu Mehmet Paşa sayesinde rahat ve huzur içinde geçirmiş, babasından 14.892.000 km² olarak aldığı toprakları 15.162.000 km² olarak bırakmıştı.

2.Selim , kumrala yakın sarışın ve mavi gözlü olduğu için Sarı Sultan Selim diye de anılırdı. Ayrıca avcılıkta ve yay çekmede çok becerikliydi.

2.Selim’ in, Murat, Abdullah, Osman, Mustafa, Süleyman, Mehmet, Mahmut, Cihangir adında sekiz erkek, Fatma Sultan, Şah Sultan, Gevherhan Sultan ve Esma Sultan adında da dört kız çocuğu vardı. Murat, 2.Selim’ den sonra 3. Murat adıyla tahta geçmiştir. 3. Murat’ ın annesinin adı ise Nur-Banu Sultandır...
images?q=tbn:ANd9GcSESK16S-zD5j-1ducl3dcu_AwzENQUc_PRtzmANOP3SJpqgDVUAmfYkYD7zQ.webp
Nur-Banu Sultan​

 

p5.jpg

I. Mehmet -Mehmet Çelebi

Her Şey Vatan İçin

Çelebi unvanı, Oğuz lehçesinin hâkim olduğu ülkelerde bilim ve erdem sahibi kişilere verilirdi. Gerçekten de I. Mehmet davranışlarıyla ve yaptıklarıyla bu unvanı tam manasıyla taşımıştır. O bilginlere saygı gösteren, vatanı için cihattan cihada koşan bir kahramanın, Yıldırım Beyazıt’ın oğluydu ve o ona yakışan bir evlat olduğunu hayatı boyunca gösterdi.

Ankara Savaşı’ndan sonra, uzun yıllar dünyada hükmü geçecek olan aslan bir müddet sahipsiz kaldı, onu yönetecek olanlar da birbirleriyle mücadeleye girdi. Bunlar Yıldırım Beyazıt’ın oğullarıydı (İsa Çelebi, Musa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mehmet Çelebi). Hepsi de erdem sahibiydi ancak devleti yönetmek sadece birine nasip olacaktı. Kardeşlerin hepsi de devletin geleceğini düşünüyordu ve bunun için birbirlerini bile devlet uğruna feda ettiler. Ne büyük bir sevgi ki devleti kardeşlerine tercih ettiler. Fakat şimdiki kendini bilmezler bunu bir katliam gibi yorumluyor ve ceddinin kemiklerini sızlatıyor.

Taht mücadelesinin sonunda Mehmet Çelebi sahipsiz kalan aslanın sahibi oldu ve ülkede ilk olarak iç huzuru sağlamaya çalıştı.

Karamanoğulları ve Aydınoğulları beylikleri Osmanlı ve Germiyan topraklarına saldırmışlardı. Osmanlının otoritesini göstermesi için Karamanoğlu ve Aydınoğulları’nın cezalandırılması gerekiyordu. Bu yüzden Mehmet Çelebi ilk önce Aydınoğlu üzerine yürüdü. On gün muhasaradan sonra İzmir’i aldı ve çevresindeki surları yıktırdı. İzmir bundan sonra Türklerin bir iç şehri olacağı için surlara lüzum yoktu. Daha sonra Konya önlerine kadar geldi. Halasının oğlu Karamanoğlu II. Mehmet’le bir barış antlaşması yaptılar. Sonra Candaroğlu Beyliği toprakları üzerine yürüdü. Ancak Osmanlı arkasını döner dönmez, Karamanoğlu II. Mehmet Osmanlı topraklarına saldırdı. Çelebi Mehmet Karaman’a geldi ve sefer düzenledi, Karamanoğlu II. Mehmet’in ordusunu dağıttı, Onu ve oğlunu esir aldı. Daha sonra Çelebi Mehmet Karamanoğlu II. Mehmet’e ‘‘Ey Karamanoğlu seni ben neyleyeyim’’ dedi. II. Mehmet’te ‘‘Son karar Sultanımındır’’ diye karşılık verdi. Daha sonra Çelebi Mehmet’te ‘‘Karamanoğlu gel yemin eyle, Müslümanlara bir daha zarar etme’’ dedi. II. Mehmet yemin etti ve Çelebi Mehmet ona hediyeler vererek serbest bıraktı. Karamanoğlu II. Mehmet bey daha sonra subaylarına Osmanlı’ya karşı olan düşmanlığının kıyamete kadar olacağını söyledi. Daha sonra Karamanoğlu Beyliği bir antlaşma ile Osmanlı idaresine girdi.

Ne büyük bir erdem değil mi, kendine düşman olan hükümdarı affetmek.

Çelebi Mehmet yeniden kurduğu eserin istikbalinden başka bir şey düşünmüyordu ve bunun için öleceğini anladığı zaman oğlu Murat’ın Amasya’dan getirilmesini istiyordu. Kendisi ölmeden oğlu gelmeliydi, çünkü kendisi vefat ettiğinde kardeşi Mustafa Çelebi serbest bırakılırdı. Vezirlerine ‘‘ Tez ulu oğlum Murat’ı getirin. Ben bu döşekten kurtulamam, Murat gelmeden ben ölürsem, memleket birbirine tutuşur. Benim vefatımı duyurmayın demiştir.’’

Ne yazık ki oğlu ölümünden önce gelemedi. Ama ülkede bir karışıklık olmadı. Çünkü Mehmet Çelebi’nin ölümünü iki üç vezir ve iki hekimden başka kimse bilmiyordu ve duyurulmadı da. Vezirler ve hekimler padişahın odasına giriyor güya ona ilaç verip ondan emir alıyorlardı. Padişahın iç organlarını odanın zeminine gömdüler ve o mübarek insanın cesedini ilaçladılar. Bu şekilde onun öldüğünü kimseye duyurmamaya çalıştılar.

I. Mehmet vatanı için, ölümünden sonra bile tahta çıktı. Çünkü bazı askerler onun öldüğü şüphesi içindeydiler. Onların bu şüphesini sona erdirmek için karanlık ve loş bir odada Mehmet Çelebi tahta oturtuldu ve arkasından eli kolu oynatıldı. Böylece askerlere onun ölmediği gösterildi.

Yaklaşık 41 yıllık bir hayatın 41 günlük uzatılmasından sonra sona erdiği herkese duyuruldu. Yani vefatından 41 gün sonra oğlu Murat geldi, 41 gün sonra Bizans elçisi onun vefatını ancak duyabildi.

Mehmet Çelebi son derece sabırlı, azimli ve mücadele gücüne sahip bir hükümdardı. Merhametiyle, mertliğiyle, faziletiyle tarih yaprakları arasına oradan da kalbimize girmiş bir hükümdar oldu.
 


ii-murat.jpg

II. Murat
1404 Haziran'ında Amasya'da dünyaya gelen Murat, babası Çelebi Sultan Mehmet (Birinci Mehmet)'in vefatı üzerine daha 17 veya 18 yaşında bir delikanlı iken Osmanlı tahtına geçip idareyi eline almak zorunda kaldı. Yaşı çok genç olmasına rağmen hem savaş alanında hem de siyaset alanında oldukça gelişmiş bir dehaya sahipti. Unutulmamsı gerekir ki onun devletin başında durduğu devir idari alanda olsun hukuki alanda olsun işlerin ahenkle yürüdüğü ve istikrarlı bir şekilde geliştiği bir dönem olmuştur.

11. Murat tahta geçtikten kısa bir süre sonra amcası Mustafa Çelebi ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Taht değişikliğinin oluşturacağı karışıklıktan yararlanmak isteyen Bizans o zamanlar sürgünde olan Mustafa Çelebi ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre esir hayatı yaşayan Mustafa Çelebi serbest bırakılacak, tahtı ele geçirecek, bunun karşılığında Bizans’a bin bir güçlükle kazandığımız topraklardan verecekti. Tabii ki kabul etti ve Edirne’ye giderek padişahlığını ilan etti. Daha sonra 11. Murat’a savaş ilan etti. Fakat yenildi ve idam edildi.

Bizans’ın yaptıkları üzerine 11. Murat İstanbul’u kuşattı. O kadar iyi hazırlanmışlardı ki Bizans’ın surlarını delip geçmeye ve İstanbul’u ele geçirmeye kesin gözüyle bakıyorlardı. Çok korkan Bizans bir kaçış yolu aradı. 11. Murat’ın kardeşi küçük Mustafa Çelebi ağabeyinin tahta geçmesi üzerine öldürülme korkusu ile kaçmıştı. Bizans bu fırsatı kaçırmak istemedi ve henüz on iki – on üç yaşlarında olan Mustafa Çelebi’ye yardımlar gönderdi. Aklını çelip onu isyan ettirdi. Mustafa Çelebi babasının vasiyetine ters düşmesine rağmen tahtı ele geçirmeyi ve yardımlarının karşılığında Bizans’a ayrıcalıklar tanımayı kabul etti. Kardeşinin isyanı üzerine II. Murat, kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı ve Anadolu’ya yöneldi. Mustafa Çelebi’yi yakalattı ve idam ettirdi.

Hazır Anadolu’ya yönelmişken devam etti. Candaroğulları Mustafa Çelebi isyanından yararlanarak Osmanlı’dan kaybettiği bazı toprakları geri almıştı. İlk olarak onun üzerine yürüdü ve hakkımız olanı alıp hâkimiyetimizi kabul ettirdi. Daha sonra Karaman, Menteşe, Aydın, Teke ve Germiyan Oğulları beyliklerinden aldığı toprakları topraklarına kattı. Hepsi de üstünlüğümüzü kabul etmek zorunda kaldı.

II. Murat elbette ki Balkanlarda ilerlemeyi ihmal etmedi. Hatta Balkanları bizim yönetimimiz altına kesin olarak sokan padişah oldu. İlk olarak Venedik ile uğraştı. O zamana dek birbirlerine dokunmadılar fakat Osmanlının sınırlarının ilerleyiş yönü Venedik’i rahatsız ediyordu. Savaş kaçınılmaz hale geldi. Osmanlı istediği gibi Selanik ve Yanya’yı aldı ama bu savaşa daha fazla devam edilesi iki taraf için de zararlı olacağından son verilip barış yapıldı. Aynı zamanda ne Sırplarla ne de Macarlarla anlaşabiliyorlardı. Çünkü istekleri ortaktı. Aralarında Eflak yüzünden kavga çıktı ve bize karşı Haçlı ordusu oluşturdular. Oldukça zorlayıcı olduklarından savaşta pek başarılı sonuçlar elde edilemedi ve barış yoluna gidildi. Osmanlının yaptığı ilk yazılı anlaşma olan Edirne Segedin Antlaşmasını yaptılar.

Bütün bunlardan sonra çok yıpranan II. Murat tahttan inerek kendi yerine daha çok küçük olmasına rağmen oğlu II. Mehmet’i geçirdi. Bundan yararlanmak için tekrar bir Haçlı ordusu oluşturdular. Bu sebeple II. Murat oğlunun da ricasıyla tekrar başa geçti ve ordusuyla Haçlıların üzerine yürüdü. Varna Savaşı denilen bu savaşta müthiş bir zafer kazandı. Ama savaş sona erdikten sonra yine tahttan inerek yerine oğlunu geçirdi. Ama bu sefer izin vermediler. Yeniden padişah olması için çok ısrar ettiler. O da geri geldi. II. Mehmet de ikinci defa tahta çıkıp inmiş oldu.

Varna zaferinden sonra Arnavutluk’la başı belaya giren II. Murat, oğlu Mehmet’i de alarak Arnavutluk seferine çıktı. Bu durumu fırsat bilen Haçlılar papanın da desteğini alarak bir diğer haçlı seferi daha düzenledi ve Osmanlı sınırlarını geçerek Kosova Ovasına kadar geldi. Bu II. Kosova Savaşı’nda elde edilen zaferle onlara Balkanların Türklere ait olduğu ve ne yaparlarsa yapsınlar oradan bizi çıkaramayacakları gösterilmiş oldu. Bunun üzerine Avrupa sindi ve savunma konumuna geçen o oldu. Bizans ise son anlarını yaşamaya başladı. II. Murat bir vakit sonra Edirne’de vefat etti.

II. Murat ancak bir Osmanlı padişahından beklenecek bir asillikle ülkemizi yönetti. Büyük zaferler kazandı. Karşılaştığı her güçlükle zekice başa çıkmasını bildi. Bunlarla beraber hakkında anlatılanlarla(yine bekleneceği gibi) onun ne kadar ince ruhlu, hassas, merhametli, âdil, sözüne sadık, cesur, azimli bir insan olduğuna ulaşabiliriz.

II. Murat vefatından sonra gerisinde Anadolu’da ve Balkanlar’da geniş topraklara sahip, düzenli işleyen ve temelleri sağlam bir Osmanlı bıraktı.
 
Sultan-ı İklim-i Rum

Kosova Meydan Muhaberesinde Türk ordusunun Bayezid Han sağ kanadının, büyük kardeşi Yakup Bey de sol kanadının başında bulunuyordu. Ordunun merkezinde Sultan Murat ile Çandarlıoğlu Ali paşa bulunuyordu. Savaşın ilk saatlerinde sol kanat baskına uğramış ve çekilmeye başlamış. Bu çekilmeyi gören Bayezid yanındaki bin atlı ile cesaretle ve “Yıldırım” lakabına yakışan bir süratte savaş meydanını bir uçtan diğer uca geçerek düşmanın sağ kanadını darmadağın etmişti. Bayezid bu hamleyi yaparken sağ kanatta geri kalan askerler karşılarındaki düşmanı bozguna uğratmışlardı. Bayezid aynı hızla geri dönmüş ve Türk ordusu tüm kuvvetleriyle düşmana yüklenmiş ve Kosova zaferi beş saat içinde sağlanmıştı.

Zaferden sonra savaş alanında gezen Sultan Murat, yaralı bir düşman askeri tarafından vurulmuştu. Ali Paşa Sultan Murat’ı gerideki ordugâha götürmüş ve öldüğünü askerlerden saklanmıştı. Daha sonra Sultan Murat’ ın ölümleri ve Bayezidin hükümdarlığı orduya ilan edilmiştir.

Bu sırada Bursa kadısına haber gönderilmiş, Sultan Murat’ ın ölümü gizlenerek zaferin halka ilan edilmesini ve kutlamalar yapılmasını söylenmiştir. Cenazenin defni yine halktan gizli yapılmıştır.

Yıldırım Bayezid’ in saltanat yıları içerisinde Anadolu’da Türk birliği kurulmuş, haçlılara karşı Niğbolu Zaferi kazanılmıştır. Bizans’ın Karadeniz yoluna Anadolu Hisarı yapılmış ve Bizans imparatoru Türk padişahının her emrine itaat etmek zorunda olduğunu anlamış, Bizans surları Türklerin karşısında titremiştir.

Niğbolu kuşatması sırasında, karanlık bir Eylül gecesi Niğbolu kumandanı Doğan bey kaleden etrafı izliyordu. Bir tarafta Tuna nehri akmakta, diğer tarafta haçlı ordusu kaleyi çevirmiş ve Haçlıların sayısı en az 100.000 kişi. Ne büyük bir kuvvet… Kumandan bunları düşünürken karanlığın içinden bir ses işitti. Doğan Bey kulaklarına inanamadı, bu ses Yıldırım Bayezid’ in sesiydi.

  • Bre Doğan nicesin?
  • Erzakım var, askerim az.
  • Üç gün daha sabret geliyorum.

Doğan Bey uzaklaşan atın nal seslerini duydu. Haçlıların muhasara hattından tek başına geçip gelmek ve geri dönmek… Bunu yapan bir padişah asla yenilmezdi. Doğan Bey bunu düşünüp, Allah’a şükretti.

Yıldırım Bayezid’ in Niğbolu zaferi tarihte eşine az rastlanan imha muharebelerinden biridir. Türkleri Rumeli’nden atmak isteyen 130.000 demir zırhlı bir düşman ordusu birkaç saat içinde yok edilmişti. Ölmeyen esir düşmüş, kaçabilen sefalet içinde ölmüştü. Bu muharebe de Yıldırım, bir asker gibi savaşmıştı. Niğbolu zaferi ilan edildiğinde Halife Yıldırım’a “Sultan-ı İklimi Rum” unvanını verecektir.

Niğbolu zaferinden sonra bu günkü sınırları ile İstanbul’da Anadolu Hisarını yaptırmıştı. Bu hisar İstanbul’a ulaşmamış Türklerin Rumeli’ndeki topraklarına güvenle geçmelerini sağlamak için yapılmıştır. Bu hisarın yapılması üzerine Bizans imparatoru zor durumda kalmış ve şu antlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştır:

“ İstanbul sınırlarının içinde mescidi ile beraber bir Türk mahallesi kurulacak ve İstanbul’a padişah tarafından bir kadı görülecek. İmparator Türk padişahına her yıl 10.000 florin vergi verecek.”

Niğbolu’ da müthiş bir zafer kazanmış olan Yıldırım Bayezid için en büyük gayesi olan İstanbul’un fethi yaklaşmış görünüyordu ki Aksak Timur’un tehditkar sesini işitti. Ancak Yıldırım Bayezid bu tehdit karşısında boyun eğecek biri değildi. Ama bu karşılaşma Yıldırım Bayezid’ in şanlı hayatının sonu olacaktı.

Timur cihan hakimiyeti düşüncesiyle Anadolu üzerine yürümeye başlamıştı. Timur’un korkusundan Bağdat Sultana Ahmet Celayir ve Azerbaycan hükümdarı Kara Yusuf Bey Bayezid’ e sığınmışlar. Topraklarını Osmanlı’ya kaptıran Anadolu derebeyleri de Timur’a sığınmıştır. Bunun üzerine Timur Bayezid Hana bir tehdit niteliğindeki şu mektubu göndermiştir: “Kara Yusuf ile Sultan Ahmet kılıcımdan ve askerimin heybetinden kaçtılar. Eğer kendi perişanlığını istemezsen onları kabul etme ve sakın bu emrime karşı hareket etme. Eğer edersen gazabım üzerinedir.”

Bu mektuba karşılık Yıldırım: “Timur dedikleri kalpsiz, mektubunu okudum. Beni korkutacağını mı sanıyorsun? Senin işin gücün sebepsiz yere kan dökmek, bizim cihadımız nizamı alemi kurmak. Selam Müslüman’ın üzerine, Allah’ın laneti senin ve sana uyanların üzerine olsun .”

Karşılıklı tehditkâr mektuplar kaçınılmaz sonu daha da yaklaştırdı. İki ordu Çubuk ovasında otuz kilometrelik bir hat üzerine yayıldı, cephenin bir ucundan diğer ucu görünmüyordu. Bayezid Hanın altı oğlundan beşi sancak beyi olarak yanında idi. En küçük oğlu Bursa’da kalmıştı.

Savaşta olan olmuş, aslana ok yine kendi yelesinden saplanmıştı. Savaşın en kritik anında, zafer ortada iken Amasya sancak beyi Mehmet Bey savaştan çekildi. Bu çekiliş bir ihanet değil yıldırımın baht çarkının ters dönüşüdür. Mehmet beyin çekilişi ile Yıldırımın ordusunda bozgun başladı. Hükümdarını çok iyi tanıyan Ali Paşa onun ölümü tercih ettiğini anladı. Onun için büyük şehzade Süleyman Beyi kurtarmaktan başka çare yoktu. Yanındaki askerleri boş yere kırdırtmadan veliahtı alıp kaçtı.

Savaşı kaybeden Yıldırım askerlik şerefini kaybetmemişti. 10.000 askeri yerinden kıpırdamamıştı, bu sadık askerleri kendi nefsi uğruna feda edemezdi. Büyük kumandanlığına yakışan bir şekilde onlara kaç emrini verdi ve atını ölüm için ileri sürdü. Fakat Timur’un emri ile öldürülmedi, esir alındı.

Yıldırım esaret hayatı boyunca Timur’dan çok fazla itibar görmüştür. Yıldırımın intihar ettiği söylense de bu tamamen asılsızdır. Çünkü bir evliya zata kendi kızını veren Yıldırım gibi birisin intihar etmesi mümkün değildir. Her Müslüman bilir ki intihar eden kişi sorgusuz sualsiz cehenneme gider. Bu yüzden Yıldırımın intihar etmesini düşünmek Osmanlıyı tanımamak demektir. Yıldırım kederinden ölmüştür. Ayrıca intihar eden insan başarısızlığın hemen başında bunu düşünür. Yıldırım bir yıl sonra ölmüştür.



Sultan-ı İklim-i Rum


rum diyarının sultanı anlamına gelir.
 
35338

Cem Sultan


Karamani Mehmet Paşanın Cem Sultana gönderdiği karakulak doludizgin yol alıyordu. Cem Sultana ilk önce iyi haberi mi yoksa kötü haberi mi vermeliydi bir türlü karar veremiyordu. Dinlenmek için durdu. Yanına yaklaşanlar askerleri Cem’ in askerleri zannedip onların peşi sıra gitti. Ama gelenler Cem Sultanın askerleri değil Beylerbeyi Sinan Beyin askerleriydi. Tuzağa düşmüştü. Bundan dolayı Cem Sultan babası Fatih Sultan Mehmet öldüğünden geç haberi oldu. Evet bu kötü haberdi. İyi olan ise tahta oturabilecek durumda olmasıydı. Ama haber geç ulaşmıştı ve tahta kardeşi İkinci Bayezit geçti. Durumu derhal annesiyle görüştü. Annesi küçüklüğünde de olduğu gibi padişahlığın ona ait olduğunu ve tahta onun geçmesi gerektiğini söyledi. Hocası Mevlana Tura Bey’ e danıştı. Oda: “Ne dememi beklersin şehzadem. Kardeşin kardeşe kılıç çekmesine helal mi diyeyim, devletin zayıf düşeceğini, belki bu yüzden küffarın istilasına maruz kalacağını bile bile bu kör dövüşü tasvip mi etmeliyim?” diyerek düşüncelerini belirtti. Ancak Cem Sultan hislerine yenilip tahta sahip olmak için harekete geçmeye kara verdi. Arzuları insanı nasılda kemiriyordu. Küçüklüğünden itibaren ona padişah olacağı yönünde telkinler verildi. Evet Cem Sultan kardeşine açtığı savaşta yenip Bursa’ da padişahlığını ilan etti. Çok geçmeden kardeşine mektup gönderdi Cem Sultan toprakları paylaşalım diye. İkinci Bayezit ise bu mektuba yerli yerinde bir cevap verdi. ”Seni kendimden kadim tutar bir dediğini ikiletmem, çünkü sen bize ata yadigarısın. Velakin istenilen şey bana ait değildir. Millet malını kimse neye vermeye mezun değilim.” Bu teklif üzerine ikinci Bayezit harekete geçti. Yenişehir ovasında yapılan savaşı kaybeden Cem Sultan Konya’ ya bin bir güçlükle geri döndü. Burada kalamamıştır Cem Sultan. Ailesiyle birlikte Kahire’ ye gitti. Hac mevsimi gelince mukaddes topraklara gitti ve geri Kahire’ ye döndü. Buradayken kardeşi II. Bayezit’ ten bir mektup aldı. Mektupta padişahlıktan vazgeçtiği takdirde kendisine bir milyon akçe ödeneceği belirtiliyordu. Bunu ve ikinci teklifide geri çevirdi. Tahta sahip olmak için geri ülkesine döndü. Konyayı kuşattı. Ancak ikinci Bayezitin yaklaşmasıyla kuşatmayı kaldırdı ve Ankaraya gitti. Mısıra gidecekti ancak bütün yollar tutulmuştu. bu sırada Rodos şövalyelerinden Piere d’ Aubusson onu Rodosa davet etti. Rodosa giden Cem Sultan istediği zaman adadan ayrılabileceğini düşünürken esir edildi. Daha sonra Fransaya gönderildi. En son olarakta Fransız kralı tarafından kurtarılmış, ancak büyük ihtimalle zehirlendiği için bir hafta içinde yolda vefat etmiştir.

Cem Sultanın şiire büyük ilgilisi vardır. Bunlardan abisi Sultan İkinci Bayezit’ e yazdığı bir şiirinde şöyle seslenir:

“Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handan,
ben kül döşemem külhan-ı mihnette sebep ne”


(Sen gül döşenmiş yatakta neşeyle gülerek yatarken,
ben zahmet ve eziyet içinde küle batayım, neden)


Sultan ikinci Bayezit ise ona şöyle cevap verir:
“çün rüz-i ezel kısmet olunmuş bize devlet,
takdire rıza vermeyesin böyle sebep ne,
Haccacü’ l – Haremeynüm deyüben da’ va kılarsun,
Ya saltanat-i dünyeviye bunca taleb ne”


“Bize ezelden saltanat kısmet imiş.
Sen ise rıza göstermedin buna sebep ne,
Hacca gittin kendini temizlemek davasına düştün,
Peki dünya saltanatı için bunca hırs niye”
 


ecdad74.webp


Mü’mine Rahmet, Kafire Zahmet

Orhan Bey çevresindeki ulema, gazi ve silah arkadaşları tarafından oy birliğiyle reisliğe getirilen, gerek siyaset gerekse savaşta tükenmeyen bir enerji ve ustalığa sahip bir hükümdardı. Babası gibi güçlü ve büyük bir hükümdar oldugunu isbatlayan Orhan, tahta çıkar çıkmaz topraklarını genişletmek ve tebasının varlığını çoğaltmak için fetihlere başladı. Aslında, onun askerî yeteneklerinin üstünlügünü gören babası, daha ölümünden önce onun kendi yerine geçmesini istemişti. Bununla beraber o, yine de tahti kardesine teklif etmekten çekinmemisti. Okundan kaza, kılıcından ölüm ders alırdı. Mü'mine rahmet, kâfire zahmetti.

Toprak genişliğini altı kat arttırarak 95 bin kilometrekareye çıkarmış, devletin nüfusunu 3 binden 3 milyona vardırmış, binlerce kişilik bir ordu beslemiş ve bu ordusunu sefer anında 100 bine ulaştırmış, ilim adamlarıyla el ele vererek devleti imar ettirmiş büyük bir devlet adamıdır Orhan Bey. Hristiyan halkın, idarecilerin zulmünden bıkarak Orhan Gazinin adaletine sığınmaları Osmanlının dünyadaki yüzyıllar sürecek hakimiyetlerinin bir göstergesi sayılabilir.

Babası Osman Gazi, ölmeden önce, oğlu Orhan Gaziye aradan yüzyıllar geçmesine rağmen şu an bile çok önemli değer taşıyan öğütlerler verir. Oğluna her zaman adaletli ve insaflı olmasını, zulmü kaldırmaya devam ile her bir işe teşebbüs de Allah'ın yardımına güvenmesi gerektiğini, halkını düşman istilasından ve zulme uğratılmaktan korumasını, haksız yere hiç bir ferde layık olmayan muamelede bulunmamasını, halkın rızasını kazanmasını öğütler.

Orhan gazi döneminin bir özelliği de günümüzde de hâlâ devam eden Kırkpınar güreşlerinin isminin ortaya çıkışıdır. Osmanlılardan ilk kez Rumeli kıyısına çıkan Orhan Gazinin oğlu Süleyman Paşa'nın yanında bulunan ve hepsi de bu bölgenin fethinde şehit olan Kırk yiğidin adından Kırk pınara gelindiği ileri sürülmektedir. Rivayete göre Süleyman Paşa'nın öncüleri olan Kırk yiğit Rumeli içindeki ilerlemelerinin her molasında silahlarını bir kenara bırakıyor, kısbetlerini giyiyor ve güreş tutuyorlardı. Bunlardan Anadolu yakasındayken güreşini tamamlayamamış iki kişi bir gün Edirne civarında bir çayırda tekrar tutuşurlar. Ancak bütün gün güreştikleri halde bir türlü yenişemezler. Ay ışığında da gece yarısına kadar güreşen pehlivanlar sonunda son nefeslerini verirler ve bir incir ağacının altına gömülürler. Bir süre sonra o bölgeye dönen ve arkadaşlannın mezarına' bir taş dikmek isteyen diğer kahramanlar incir ağacının altında billur gibi suların kaynadığını ve kırk tane pınarın aktığını görürler. Böylece günümüzde gelenekleşen Kırkpınar güreşleri, ismini almış olur.

Orhan Gazinin bir diğer özelliği ise Bizans imparatorunun kızı Prenses Theodora ile evlenmiş olmasıdır.

Orhan Gazi Osmanlı Devleti’nin gerçek kurucusu olarak da anılmaktadır. Çünkü devletteki teşkilatlanmalar, ordu, yeniçeri ocağı, divan gibi birimler ilk bu dönemde oluşmaya başlamıştır.Ayrıca eğitim tarihinde ilk yüksek eğitim müessesesi de Orhan Bey zamanında İznik’te açılmıştır.

 


99043_2.webp
Osmanlı Ve Hoşgörü
Çok korkuyorduk….Gözlerimiz ‘bize acıyın’ der gibi bakıyor ama bunu dile getirecek cesareti kendimizde bulamıyorduk. Osmanlı halkı beklentimizin çok dışında bize sevecen ve dinimizi özgürce yaşama hakkı vermişti. Bu kadar anlayışı beklemiyorduk açıkçası…

Hatırlıyorum da ilk ezan sesini duyduğumuzda içimizde, ta derinde bir sızı hissettik. Belki ilk kez İslam bu kadar yakın bu kadar büyük bir haz hissettirmişti çoğumuzun içinde…

Aramızdan maddi durumu iyi olmayanlara bile maddi destek sağlıyordu Osmanlı halkı. Sonradan öğrendik ki İslam dini zor durumda kalanlara yardım etmeyi emredermiş.

Zaten son zamanlarda Hıristiyan olan bizler arasında ayrılmalar çeşitli mezhepler ile birlik bozulmuş, Papazların saçma sapan vaatleri onlara olan güvenimizi oldukça sarsmıştı.

Bazı kiliseler camiye dönüştürülmüştü. Çan sesleri yerine o ahenk dolu ezan seslerini duyuyorduk artık…

; Bizim için en başta çok zor olmuştu. Özgürce yaşadığımız yerlerde kendimizi sığıntı gibi hissediyor günlerce bunun ızdırabını çekiyor gözlerimiz dolup dolup boşalıyordu…

Aramızda öksüz yetim kalan Hıristiyan çocukları alıp okutuyor. Alanına göre makamlara yerleştiriliyordu. Hatta çoğu islamı öğrenip din değiştiriyor hak yolunu bulmanın mutluluğu yüzlerinden okunuyordu…

Osmanlı böyle bir devletti işte! Laf olsun diye söylenmiyor bunlar… Adalet, doğruluk, inanca saygı ve her şeydi Osmanlı… Bilimin, ilmin merkeziydi Osmanlı… Gözlerimizin yaşla dolduğu anlarda acımızı dindirendi Osmanlı…

Hıristiyan, Yahudi, Ateist, dinsiz ayrımı yoktu Osmanlıda…Tam bir İslam devletiydi bu köklü çınar…Dedelerimizin, atalarımızın kanıyla alınmış ne mübarek bir devletti, imparatorluktu OSMANLI…
 


99043_2.webp
Osmanlı Ve Hoşgörü
Çok korkuyorduk….Gözlerimiz ‘bize acıyın’ der gibi bakıyor ama bunu dile getirecek cesareti kendimizde bulamıyorduk. Osmanlı halkı beklentimizin çok dışında bize sevecen ve dinimizi özgürce yaşama hakkı vermişti. Bu kadar anlayışı beklemiyorduk açıkçası…

Hatırlıyorum da ilk ezan sesini duyduğumuzda içimizde, ta derinde bir sızı hissettik. Belki ilk kez İslam bu kadar yakın bu kadar büyük bir haz hissettirmişti çoğumuzun içinde…

Aramızdan maddi durumu iyi olmayanlara bile maddi destek sağlıyordu Osmanlı halkı. Sonradan öğrendik ki İslam dini zor durumda kalanlara yardım etmeyi emredermiş.

Zaten son zamanlarda Hıristiyan olan bizler arasında ayrılmalar çeşitli mezhepler ile birlik bozulmuş, Papazların saçma sapan vaatleri onlara olan güvenimizi oldukça sarsmıştı.

Bazı kiliseler camiye dönüştürülmüştü. Çan sesleri yerine o ahenk dolu ezan seslerini duyuyorduk artık…

; Bizim için en başta çok zor olmuştu. Özgürce yaşadığımız yerlerde kendimizi sığıntı gibi hissediyor günlerce bunun ızdırabını çekiyor gözlerimiz dolup dolup boşalıyordu…

Aramızda öksüz yetim kalan Hıristiyan çocukları alıp okutuyor. Alanına göre makamlara yerleştiriliyordu. Hatta çoğu islamı öğrenip din değiştiriyor hak yolunu bulmanın mutluluğu yüzlerinden okunuyordu…

Osmanlı böyle bir devletti işte! Laf olsun diye söylenmiyor bunlar… Adalet, doğruluk, inanca saygı ve her şeydi Osmanlı… Bilimin, ilmin merkeziydi Osmanlı… Gözlerimizin yaşla dolduğu anlarda acımızı dindirendi Osmanlı…

Hıristiyan, Yahudi, Ateist, dinsiz ayrımı yoktu Osmanlıda…Tam bir İslam devletiydi bu köklü çınar…Dedelerimizin, atalarımızın kanıyla alınmış ne mübarek bir devletti, imparatorluktu OSMANLI…
 
200px-Muradhudavendigar.jpg

1. Murat



Ben I. Murat zamanında yaşayan I.Murat’ın en yakın askerlerinden biriyim. Ben Murat Hüdavendigar ile her savaşta, her yerde birlikte hareket ettim.Size I.Murat hakkında bilgi vermek istiyorum.

Sultan Birinci Murat 1326'da Bursa'da doğdu. Babası Orhan Gazi, annesi Bizans tekfurlarından birinin kızı olan Nilüfer Hatun'dur (Holofira). Sultan Birinci Murat uzun boylu, değirmi yüzlü ve iri burunluydu. Kalın ve adaleli bir vücuda sahipti. Başına Mevlevi sikkesi üzerine testar sarılı bir başlık giyerdi. Çok sade giyinir ve kırmızı zeminli beyaz elbiseden hoşlanırdı. İlk eğitimini annesi Nilüfer Hatun'dan aldı. Daha sonra tahsilini tamamlamak için gittiği Bursa Medreselerinde ilim ve sanat adamları ile beraber yaşadı.

Sultan Birinci Murat, gayet nazik, sevimli ve çok halim selimdi. Alim ve sanatkarlara hürmet gösterir, fakirlere ve kimsesizlere şefkatli davranırdı. Dahi bir asker ve devlet adamıydı. "Derviş Gazilerin Şeyhlerinin Kralı Murat Gazi" diye anılan Sultan Birinci Murat, bütün hayatı boyunca planlı ve programlı hareket etti.

Sultan Birinci Murat, Bizans Kilisesi'ne göre bir kafir ve İsa düşmanı olarak görülse de, fethettiği yerlerde yaşayan Hıristiyan halka Papa'dan daha iyi davrandığı için onların sevgisini kazanmıştı.

I.Murat lalası Şâhin Paşanın yanında dînî, millî, idârî ve askerî kültürünü arttırdı. Ağabeyi Süleymân Şahın, Rumeli fetihleri sırasında vefât etmesi üzerine Osmanlı tahtına veliahd tâyin edildi (1359). Kısa bir müddet sonra da babasının vefâtı üzerine Bursa’ya davet edilip Osmanlı tahtına geçti Sultan Murâd Han, ilk iş olarak devletin başşehri Bursa’da lüzumlu tâyin ve icrâatlarda bulundu. İlk kazasker tayinleri Sultan Murat Hüdavendigar devrinde başladı. Çandarlı Kara Halil Paşa ilk kazasker, Lala Şahin Paşa da padişah ailesi dışından ilk beylerbeyi olarak tayin edildiler.

Sultan Murat Hüdavendigar'ın yaptığı önemli işlerden birisi de Tımar Kanunu'nu çıkarmasıydı. Buna göre 17. asıra kadar devam eden ve Osmanlı ordusunun belkemiğini teşkil eden eyalet askerleri de denilen tımarlı sipahiler oluşturuyordu. Sipahiler barış zamanı eyaletlerde, köylerinde oturarak taşrada asayişi temin ediyor, savaş zamanı ise hemen sefere çıkabilecek bir askeri kuvveti oluşturuyorlardı. Bunlar köylerindeki yapılan ziraattan aldıkları öşürle geçindiklerinden dolayı devlet de hiç masraf etmeden daimi bir orduyu elinde tutabiliyordu. Ayrıca Yeniçeri Ocağı'nın temeli sayılabilecek olan Pencik Kanunu, yine onun döneminde çıkartıldı (1361). Bu kanunla, fethedilen yerlerden esir alınan Hıristiyan çocukları, Osmanlı ordusuna "devşirme" olarak alınmaya başlandı. Çandarlı Kara Halil Paşa ve Kara Rüstem Paşa Osmanlı Devleti içindeki ilk mali düzenlemeleri onun devrinde yaptılar.

Sultan Murat Hüdavendigar'ın bütün hayatı sınır boylarında ve savaş meydanlarında geçti. Rumeli'den Anadolu'ya, Anadolu'dan Rumeli'ye durmadan dinlenmeden seferler yapan Sultan Murat Hüdavendigar, bizzat katıldığı 37 savaşın hepsini kazandı. Emrindeki kumandan ve valilerle uyum içinde çalıştı.

Sultan Murat Hüdavendigar, 1360 yılında Karadeniz Ereğlisi'ni fethetti. Taht değişikliği sırasında elden çıkan Ankara ve Sultanönü'nü de 1361 yılında Ahilerden geri aldı. Komşu devletlerle dostluğa önem veren, ama fırsatlardan yararlanmasını da iyi bilen Murat Hüdavendigar, aynı yıl içinde Çorlu, Keşan, Dimetoka, Pınarhisar, Babaeski, Lüleburgaz kalelerini ve Gümülcine, Eski Zağra ile Yenice dolaylarını fethetti.

Sultan Murat Hüdavendigar'ın Trakya'daki asıl hedefi, stratejik bir öneme sahip olan Edirne'yi almaktı. Trakya'da daha önce yaptığı fetihler sayesinde Edirne'ye yapılabilecek bir Bizans yardımı engellenmiş oluyordu. Lala Şahin Paşa komutasındaki Türk birlikleri Edirne'yi kuşattı. Rum ve Bulgar kuvvetleri yapılan çatışmada yenildiler. Bir süre yardım gelmesini bekleyen şehir, umudunu kesince teslim olmak zorunda kaldı (1362).

Edirne'nin fethi Türklere Balkan fetihlerinin yolunu açtı. Lala Şahin Paşa, Bulgaristan'a girerek Filibe'yi, komutanlarından Evrenos Bey ise Serez'i aldılar (1363). Yeni fethedilen yerlere Türkler yerleştirildi. Edirne ve Filibe'nin fethi bir haçlı seferinin düzenlenmesine neden oldu. Papa V. Urban'ın teşvikiyle Sırplar ve Bulgarlar başta olmak üzere Macar, Bosna ve Eflaklılar, büyük bir haçlı ordusu hazırlayarak Edirne üzerine harekete geçtiler. Osmanlı komutanlarından Hacı İlbey, ordusu ile beraber Meriç vadisi boyunca düzensiz bir şekilde ilerleyen ve gece eğlencede aşırı giderek sarhoş olan düşmanların bu durumundan yararlandı. Kuvvetlerini üçe ayırarak bir gece baskını düzenleyen Hacı İlbey, büyük bir zafer elde etti (1364).

Tarihe 'Sırp Sındığı Savaşı' olarak geçen bu zaferle, Rumeli'deki Türk hakimiyeti kesinleşti ve ilk Haçlı Ordusu etkisiz hale getirildi. Osmanlı birlikleri Sırp Sındığı Savaşından sonra Bulgaristan'a girdiler ve yukarı Bulgaristan'ı fethettiler. Karşı koyamayacağını anlayan Bulgar Kralı Yuvan Şişman, Osmanlı hakimiyetini kabul etti ve kız kardeşi Maria'yı Murat Hüdavendigar'a verdi (1369). Osmanlı ordusu Makedonya üzerine yürüdü. 1371 yılında kazanılan Çirmen Zaferi ile Makedonya Osmanlı topraklarına katıldı. Sırp Kralı Lazar da, Bulgaristan Kralı gibi Osmanlı hakimiyetini kabul etti ve yıllık vergiye bağlandı.

Çandarlı Hayreddin Paşa komutasındaki Türk birlikleri Selanik Zaferini kazandı (1374). Niş (1375), Üsküp, Manastır, Filipe (1382) fethedildi. Osmanlı birlikleri Arnavutluk ve Bosna-Hersek içlerine akınlar düzenledi. 1385 yılında Ohri fethedildi. Aynı yıl Arnavutluk’ta Savra zaferi kazanıldı. Bir yıl sonra Sofya'nın fethi gerçekleştirildi.

1381 yılında Şehzade Bayezid'ın Germiyan Hükümdarı Süleyman Şah'ın Kızı Devlet Hatun'la evlenmesi dolayısıyla, Kütahya, Simav, Eğrigöz ve Tavşanlı Osmanlılara verildi. Aynı yıl, Hamidoğulları Beyliği'nden altı şehir parayla satın alındı. Balkanlardaki fetihler devam ederken, Murat Hüdavendigar bir yandan da Anadolu taraflarına yöneldi. 1386 yılında Konya Ovası'nda ilk Osmanlı-Karaman Savaşı yapıldı. Türklerin Balkanlardaki ilerlemeleri yeni bir Haçlı seferinin düzenlenmesine sebep oldu.

Kosova’da müttefik Haçlı ordusuyla karşılaşılıp muhârebe nizâmı alındı. 8 Ağustos 1389 muhârebe öncesi Kosova’da şiddetli fırtına vardı ve o gün Berât Gecesiydi. Akşam çadırına çekilen Sultan Murâd Han, Berât Gecesini ihyâ edip namaz kıldı. Kur’ân-ı kerîm kıraât ettikten sonra, seccâdesinin üzerinden kalkmadan târihe geçen şu duâyı okudu: “Ey Rabbim! Bu fırtına, şu âciz Murâd kulunun günahları yüzünden çıktıysa, mâsum askerlerimi cezâlandırma. Onları bağışla... Allahım... Onlar ki, buraya kadar, sâdece senin adını yüceltmek, İslâm dînini kâfirlere duyurmak için geldiler. Bu fırtına âfetini, onların üzerinden def eyle... Senin şânına lâyık bir zafer kazanmalarını nasip eyle. Onlara öyle bir zafer kazandır ki, bütün Müslümanlar bayram ede... Müslümanları mansûr ve muzaffer eyle. Ve dilersen o bayram gününde şu Murâd kulun sana kurbân olsun... Önce beni gâzi kıldın, sonra şehit et...”

Türk Ordusu ilerleyerek Kosova'da Haçlılarla karşılaştı. Üstün haçlı ordusu Sultan Murat Hüdavendigar'ın kurdurduğu "Topçu Ocağı"nın kullandığı topun etkisi ile dağıldı. Top, tarihte Türkler tarafından ilk kez Birinci Kosova Savaşı'nda kullanıldı. Fırtına dinip, 9 Ağustos 1389 günü yapılan Kosova Meydan Muhârebesinde Birinci Murâd Han büyük bir zafer kazandı

Kosova Zaferinden sonra, Sultan Murâd Han, devrin an'anesince muhârebe meydanını dolaşmaya başladı. Bu sırada Miloş Obiliç adında yaralı bir Sırp âsilzadesi tarafından hançerlenerek şehit edildi. Babası Orhan Gazi'nin ölümünde 95.000 km. kare olan devlet topraklarını 500.000 km. kare'ye çıkarmayı başaran Sultan Murat Hüdavendigar büyük bir padişahtı.
 
Geri
Top