Çeşmeler, Sebiller, Selsebiller, Havuzlar
Sultanahmet Meydan Çeşmesi
İstanbul'da Topkapı Sarayı'nın birinci kapısı önündeki meydandadır. III. Ahmet tarafından 1728-1729 yıllarında Kayserili Mehmet Ağa'ya yaptırılmıştır. Lale Devri'nin önemli yapıları arasındadır. 10 x 10 m. plan üzerine inşa edilmiştir. Her yüzünde birer çeşme, köşelerinde birer sebil bulunmaktadır. Mimarisi ve bezemeleriyle ünlüdür.
III. Ahmet Kütüphanesi Çeşmesi
Topkapı Sarayı'nın üçüncü avlusunda III. Ahmet Kütüphanesi'nin kapısı önündedir. 1719 yılında III. Ahmet tarafından yaptırılmıştır.
Mihrişan Sultan Meydan Çeşmesi
İstanbul'da Küçüksu'dadır. II. Mahmut tarafından 1806 yılında yaptırılmıştır
Osmanlı Öncesi İstanbul'da Su Tesisleri
İstanbul'un bilinen en eski su tesisleri: Roma İmparatorluğu dönemine tarihlenmektedir. Sahip oldukları kentlerde su tesislerine büyük önem veren Romalılar, Antik Byzantion / Konstantinopolis / İstanbul'da da geniş bir su şebekesi kurmuşlar; kendilerinden önceki uygarlıklarda olduğu gibi şehre anıtsallık ve hareket kazandıran çok katlı, sütunlu ve heykellerle süslü nympheumlara, hamamlara, evlere, saraylara su getiren yapıları inşaa etmişlerdir. Vitruvius, roma dönemi mimarlığı yapı tipleri ve inşaa tekniklerini anlattığı on kitaptan oluşan De Architecture adlı eserinin VIII. Kitabında Roma'daki su yapılarını (sukemerleri, kuyular, sarnıçlar, suterazileri), IX. ve X. Kitaplarda da su aletlerini (su saati, su orgu, su basma makinaları, su çarkı, su değirmeni, Ctesibius pompası) anlatırken Roma dönemi maksemlerinin, suyollarının, kanalların, büyük su toplama havuzlarının tanımlarını vermektedir.
Roma dönemi ile ilgili bilgi veren yayınlardan, şehre uzak kaynaklardan kanallarla taşınıp getirilen suların, yüksek yerlerdeki su toplama havuzlarında ve taksimlerde toplanarak ve kanallarla sarnıçlara, evlere ve çeşmelere dağıtıldığı anlaşılmaktadır. Strzygowski ve Forchheimer, İstanbul'un Bizans dönemi su yapılarını anlattıkları Die Byzantinischen Wasserbehalter von Konstantinopel (1893) adlı kitapta, Belgrad Ormanları'ndaki bendlerde toplanan suların bir boru hattı ile buradan alınıp Haliç'e akan iki derenin oluşturduğu vadiler üzerinden sukemerleri yoluyla taşınarak şehir sularında Eğrikapı'ya kadar geldiğini, buradan kente dağıtılmak üzere üç ayrı semtteki (Atpazarı, Yenibahçe, Ayasofya) taksimlere ulaştığını belirtmektedirler.
ROMA DÖNEMİ SU YAPITLARI
Sukemerleri / Aquaduct
Üstü kapalı su yollarından akan suyun seviyesini sabit tutarak vadiler üzerinden geçiren ve aynı yükseklikte bir noktaya akıtan, köprü şeklinde ayaklı kemerler üzerine yapılan su yapısıdır. İstanbul'da Roma döneminde yapılmış ve günümüze kalıntıları ulaşabilmiş IV. yy'a ait sukemerleri; Valens / Bozdoğan Kemeri (368), Ma'zulkemer, Karakemer, Turunçluk Kemeri'dir.
Suterazileri
Osmanlı döneminde su basıncını ayarlamaya ve suyu ölçerek dağıtmaya yarayan kule biçiminde yapılar olarak su dağıtım şebekesinde yerini alan suterazilerinin Roma dönemindeki biçim ve iç düzeneğine ait kesin bir bilgi yoktur. Romalı Vitruvius De Architectura'da, roma'daki su yapıları ile ilgili bilgi verdiği VIII. Kitap "Terazileme ve Terazileme Araçları" adlı V. bölümde, suyu konutlara ve kentlere taşıma yöntemlerini anlatırken, önce terazileme yönteminin geldiğini, terazilemenin suterazileri ve dioptrae, chorobates adlı araçlarla yapılabileceğini belirttikten sonra, bunların içinde en sağlıklı yöntemin chorobates adı verilen bir çeşit düz cetvel ile yapılan terazileme olduğundan sözetmekte ancak suterazileri hakkında ayrıntılı bilgi vermemektedir.
Maksemler
Şehre gelen suların ölçülerek dağıtımının yapıldığını yapılardır. Vitrivius, De Architectura VIII. Kitapta şehrin surlarına kadar getirilen suyolunun bir su hazinesine sularını boşalttığını, bu hazinenin yanına üç bölmeli bir havuz inşa edildiğini, su hazinesine gelen suların ayrı ayrı üç borudan üç bölmeli havuzun her teknesine aktığını, üç tekneden ortadakinin sularının borularla bütün şehrin havuzları ve çeşmelerine, yanlarındaki teknelerden birinin borularla hamamlara, diğer teknenin sularının ise evlere gittiğinden sözetmekle böylelikle, Roma dönemi maksemlerinin tanımlarını vermektedir. Roma dönemi İstanbul maksemleri ile ilgili en ayrıntılı bilgi veren kaynak, Özkan Ertuğrul "Bizans Dönemi İstanbul Su mimarisi" adlı doktora tezinde (1989), Roma'nın ardılı Bizans / doğu Roma İmparatorluğu döneminde şehre gelen suların Nympheum Maximum, Tezgahçılar Kubbesi Maksemi, Balık Maksemi, Sultanahmet Maksemi, Valens Maksemi ile şehre dağıtıldığını belitmektedir.
Kanallar
Suyun bir yerden başka bir yere taşınmasını sağlayan açık / kapalı kanallar açık ya da kapalı sarnıçlar arasındaki bağlantıyı kurmakta, çeşmeler ve evlere su taşımaktaydılar. Aynı zamanda sarnıçların fazla sularını aktarmalarını da sağlayan kanallardan günümüzde tespit edilebilenlerinin sayısı 23'tür. Su kanalları taş, kurşun veya pişmiş toprak malzemeden yapılmaktaydı. Vitrivius bunların içinde en sağlıklısının toprak borular olduğunu, kanal yatağına her yüz oyuk için bir inçin dörtte birinden az olmayan eğim verilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Büyük Su Toplama Havuzları, Kuyular ve Sarnıçlar
Vitrivius, sukemerleri kurulabilecek kaynaklar yoksa kuyular kazmak geriktiğini belirtmekte, ayrıca suların toplandığı iki veya üç bölmeli, suyun birinden diğerine süzdürme yoluyla temizliğinin yapıldığı büyük haznelerden (sarnıçlar) bahsetmektedir. Sözü edilen haznelerle ilgili verilen bilgiler, bu haznelerin Osmanlı döneminde kullanılan suyun dinlendirildiği çökertme havuzlara benzediğini düşündürmektedir. Sarnıçlarla ilgili bilgilerin bulunduğu kısımda anlatılan, işlev açısından sarnıçlarla da kesişen bu büyük haznelerin bir örneği, Topkapı Sarayı Birinci Avlusu'nda bulunan, girişi ise İkinci Avlu'dan olan dolab Ocağı'dır. Sarayın tüm suyunun tolandığı ve dağıtıldığı bir merkez olan bu büyük haznenin / kuyunun yapım tekniği Roma dönemi özellikleri göstermektedir. Yanına Osmanlı döneminde bir sarnıç eklenmiştir. İstanbul'da Bizans öncesi dönemden beş adet (Topkapı Sarayı - Birinci Avlu Dolab Ocağı, Topkapı Sarayı - İkinci Avlu Sarnıcın yanında, Topkapı Sarayı - Beşinci Avlu Fil Kapısı yanında, Manganlar Bölgesi'nde Hagia Maria Hodigitria Vaftizhanesi'nin yarım daire avlusunun merkezinde, Darphane Avlusu içinde): Bizans döneminden de iki adet (Topkapı Sarayı - İkinci Avlu Bab-üs Selam'dan mutfaklara giren ilk kapı önünde revak altında, topkapı Sarayı mutfak revakları önünde) kuyu tespit edilebilmiştir.
Kuyularla bağlantılı bir diğer Roma dönemi su yapı türü sarnıçlardır. Günümüze ulaşabilmiş bilinen sarnıçların en eskileri Roma'nın ardılı Bizans / Doğu roma İmparatorluğu dönemine tarihlenmektedir.
Vitrivius, VIII. Kitabının VI. Bölümü'nde "Su Kemerleri, Kuyular ve Sarnıçlar" başlığı altında sarnıçlarla ilgili "Zemin sert veya damarlar fazla derindeyse; su çatılardan veya yüksek yerlerden toplanarak signinum yapılmış sarnıçlarda biriktirilerek sağlanmalıdır" bilgisini vermektedir. Signinum'un nasıl yapılması konusunda verdiği bilgilerden bu işlemle suyun biriktirileceği haznenin iç yüzeyinde bir tür yalıtım oluşturmanın hedeflendiği anlaşılmaktadır.
Bu yalıtımın amacının da suyun tadını ve berraklığını arttırmak olduğu Vitrivius'un şu satırlarından anlaşılmaktadır. "Bu tür yapılar, suyu birinden diğerine süzdürme yoluyla temizliğinin sağlanması için iki veya üç bölmeli olmalıdırlar: bu şekilde su çok daha sağlıklı ve tatlı olacaktır. Çünkü, çamurun çökebileceği bir yer olduğunda su berraklaşacak, kokusuz olacak ve tadını koruyacaktır: aksi durumda ise, tuz katılarak temizlenmesi gerekecektir."
Vitrivius'un bu satırlarından Roma dönemi sarnıçlarının suyun dinlendirildiği çökertme havuzları olarak da kullanıldığı sonucu çıkmaktadır.
Çeşmeler
Romalılar'ın ve Bizanslılar'ın günlük yaşantısında büyük önemi olan su ve su yapılarından günümüze çok fazla kalıntı ulaşmamış olsa da kaynaklardan, özellikle Romalılar döneminde zengin örneklerine rastlanan çoğunlukla sütunlu caddeler, forumlar gibi kentin siluetine katkıda bulunan noktalarda konumlandırılan nympheum / anıtsal çeşmelerin, Byzantion / İstanbul'da var olduğu anlaşılmaktadır. Genellikle İmparator Valens (364-378) tarafından 368'de yaptırıldığı kabul edilen kemerden gelen suyun ulaştığı Taurus Meydanı'nda (günümüzde İ.Ü. Merkez Binası yerinde) bulunan Nympheum Maximum bunlardan biridir. İlk uygulamaları Antik Yunan'a kadar inen ve kentin mamuya açık alanlarını hareketlendiren su anıtları olarak karşımıza çıkan, nympheumların (Anadoll 1997: 1357-58) yanısıra kaynaklardan zengin Roma ve Bizans evlerinin bahçelerinde anıtsal görünüşlü, kolonlu, heykellerle süslü, genellikle mermerden, kimi zaman bronz ve porfir örneklerine de rastlanan çeşmelerden söz edilmektedir. Bu çeşmelerin büyük çoğunluğu yıkılmış, tahrib olmuş, bir kısmı Osmanlı döneminde dönemin mimari beğenisi ve biçimine göre yenilenirken özgün karakterini kaybetmiş, bir kısmının da yerine zaman içinde yenileri yapılmıştır.
Roma dönemindeki su tesisleri ile ilgili günümüze kadar yapılan çalışmalar ve araştırmalar İstanbul'un bilinen ilk suyollarının 4 grupta toplandığını göstermektedir. İmparator Hadrian (117-138) döneminde nşaa edilen, şehrin batısından Sultanahmet Meydanı çevresine ulaşan suyolu, İstanbul'un bilinen ilk suyoludur. II. Theodosius (408-50) döneminde bu suyoluna ek yapılmıştır. Şehrin ikinci büyük suyolu İmparator Konstantin (324-337) döneminde inşaa edilen ve Istranca Dağları'ndan kente ulaşan suyoludur. Kaynaklarda Romalılar tarafından inşaa edilen en uzun suyolu olarak anılan 242 km. uzunluğundaki bu suyolu, Vize'nin 6 km. kadar batısından gelerek Edirnekapı'nın güneyinden şehre girmektedir.
İstanbul'un üçüncü önemli suyolu İmparator Valens döneminde yapılmıştır. Bu suyolu, günümüzde Şehzadebaşı'nda büyük kısmı ayakta olan kemerin üzerinden geçirilerek 373 yılında şehrin su gereksinimini karşılamıştır. İmparator Justinianus (527-65) ve V. Konstantinus dönemlerinde yenilenen, genişletilen Valens Suyolu: sarayları, Ahilleus Hamamı'nı ve Yerebatan Sarnıcı'nı besliyordu.
Belgrad Ormanı'ndan şehrin kuzeybatısına uzanan, Theodosius I tarafından inşaa edildiği sanılan suyolu, İstanbul'un dördüncü büyük suyoludur.
Kuruluşu İ.Ö. 800'lere kadar uzanan Roma İmparatorluğu, İ.S. 395'te Batı ve Doğu Roma olarak ikiye ayrılırken İmparatorluğun doğu kanadı XIX. yy tarihçilerinin Bizans olarak adlandırdıkları yeni bir mimari ve sanat anlayışına bürünmüş, kendilerine merkez olarak da yeni bir kenti Bizans / Konstantinopolis / İstanbul'u seçmiş, bu yeni başkent İ.S. VI. yy'dan sonra Antik Roma gelenekleri üzerine temellenen yeni ve farklı mimari biçimler sunmaya başlamıştır. Bu farklılıklar içerisinden kentin değişmeyen temel özelliklerinden birisi su ve su yapılarıdır.
Şehrin zamanla gelişmesi, nüfusunun artması su gereksiniminin artmasını da beraberinde getirmiş; önceleri kuyular, sarnıçlar ve şehir dışındaki su kaynaklarından sağlanan su, gereksinimi karşılayamaz hale gelince mevcut şebekelere ekler yapılarak suyolları, dağıtım şebekesi büyütülmüş, kimi zaman da yeni kaynaklardan şehre su getirilmiştir.
İstanbul'un Romalılar tarafından inşaa edilen suyollarına Bizans döneminde fazla ilave yapılmamış, V. Konstantinus Kopronymus (741-775), III. Romanos Argyros (1028-1034), I. Manuel Komnenos (1143-1180) tarafından yapılan onarımlarla yetinilmiştir. X. yy'a kadar düzgün bir su şebekesine sahip olan İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethine kadar kuşatmalar, depremler ile su şebekesi kullanılamaz hale gelmiştir. Şehre su getiren suyolları, kuşatmalar ve depremler sonucu tahrip olmaya başlayınca Bizanslılar, daha ucuz ve güvenli bir sistem olan sarnıçlardan şehrin su gereksinimini sağlamayı tercih etmiş, Roma suyollarının büyük maliyet gerektiren onarımı yerine şehrin su gereksinimini surların dışından bağımsız hale getirmek için Roma döneminden beri var olan sarnıçları çoğaltmışlardır.
Tarihi yarımadanın değişik bölgelerinde ve sur dışında değişik boyutlarda örnekleri bulunan bu büyük su toplama ve dağıtım merkezlerinden kapalı olanlar şehrin ve büyük binaların su ihtiyacını karşılarken aynı zamanda engebeli bir arazi yapısı olan İstanbul'da üstlerinde yükselen binalara da yüksek ve düzgün bir platform oluşturuyorlardı.
Tamara Talbot Rice V. yy'dan önceki İstanbul / Konstantinopolis Evleri'ni tanımlarken, Roma Ostia yakınlarındaki zengin evlerine benzeyen avlulu Konstantinopolis Evleri'nin avlusunda ev halkının su gereksinimini karşıladığı bir kuyu ya da sarnıç olduğunu belirtmektedir.
Roma döneminden beri var olduğu anlaşılan sarnıçlar, büyük bir olasılıkla , Roma dönemi suyollarının daha önce de söz edildiği gibi çeşitli nedenlerle tahrip olmasından sonra kuşatmalar sırasında daha güvenli bir su sağlama sistemi olduğu için Bizanslılar tarafından yaygın biçimde kullanılmıştır. Özellikle IX. yy'dan sonra şehrin su gereksinimi eski suyollarına eklenen küçük isale / su şebekeleri ile su toplama hazneleri / sarnıçlardan sağlanmıştır.
VI. yy'da İmparator Justinianus, kente büyük sarnıçlar yaptırırken İmparator Hadrianus tarafından yaptırılan ve kentteki nympheumlar ile Büyük Saray'a su sağlayan Hadrianus Suyolu'na da tamir ettirmiştir.
İstanbul'un Roma ve Bizans dönemlerinde inşaa edilen su tesislerinden biri de ayazmalardır. Halkın su ihtiyacını karşılamak amacına hizmet etmeyen, yalnızca kutsal kabul edilen şifalı su kaynakları üzerine inşaa edilen bina anlamına gelen ayazmalar, halkın su gereksinimini karşılayan şehir suyu şebekesi içinde yer almazlardı.
Theodosius ve Justinianus Kanunları'nda yer alan su ile ilgili maddelerden İstanbul'un bu dönemlerde dışarıdan gelen su ile beslendiği anlaşılmakta, Justinianus Kanunları'nın 870-878 yıllarına ait redaksiyonunda (Prokhiron) bulunan suyollarının kullanılması konusundaki sert düzenlemeler açık ve kapalı kanalların temizliği ve bakımı ile ilgili özel hükümler ise şehrin su şebekesine verilen önemi göstermektedir.
Daha önce de söz edildiği gibi İstanbul'un Roma döneminde yapılan suyolları zaman, doğa şartları ve kuşatmalara bağlı olarak oldukça tahrip olmuş, özellikle 1204'teki Latin İstilası'ndan sonra neredeyse kullanılamayacak duruma gelen suyollarına, İstanbul Osmanlılar'ın eline geçtiğinde önemli onarım ve ilaveler yapılmıştır.
OSMANLI DÖNEMİNDE, İSTANBUL'DA SU TESİSLERİ VE OSMANLI SU TEŞKİLATI
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un Fethi'nden sonraki günlerde oldukça kötü durumdaki mevcut suyollarının acele tamirini emretmiş, ayrıca Fatih suyolları, Turunçlu Suyolları, Şadırvan Suyolları, Mahmutpaşa Suyolları'nı inşa ettirmiştir. Geç Roma döneminden beri mevcut olduğu bilinen Kırkçeşme Tesisleri de bu arada onarılarak yenilenmiştir.
İstanbul'un tarih boyunca önemli sorunlarından biri olan, kentin büyümesine ve nüfus artışına bağlı olarak sürekli gündeme gelen su sorununun çözümü için, Osmanlılar değişik dönemlerde İstanbul'un var olan suyollarına ekler yapmış, İstanbul'un su sorunu köklü biçimde Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan tesislerle çözülmüştür. Osmanlılar'ın su tesislerinin yapımına kendilerinden önceki uygarlıklarda olduğu gibi büyük önem verdiğini Fatih döneminde ayrı bir Su Nezareti / Su Bakanlığı kurmalarından anlamak olasıdır.
Fatih'ten sonra oğlu Sultan II. Beyazid dönemi (1481-1512)'nde Bayezid suyolları olarak anılan suyolları, Yavuz Sultan Selim dönemi (1512-1520)'nde de çeşitli su tesisleri yapılmış olmasına karşın XVI. yy'a gelindiğinde İstanbul'un en önemli sorunlarından biri yine şehrin gereksinimini karşılayacak yeterli su olmayışıdır. Su sorununun çözümü için Kanuni Sultan Süleyman, Hassa Başmimari Mimar Sinan'ı görevlendirmiştir. Büyük bir olasılıkla dönemin Su Nazırı Hasan Ağa ile birlikte çalışan Mimar Sinan, Roma-Bizans döneminde ve fethinden sonra yapılmış olan suyollarını incelemiş, yeni kaynaklar araştırmıştır. 1554 yılında Kırkçeşme Tesisleri'nin inşaatına başlanmış, 1560'da bitirilmiştir. Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi H. 1815 numarada İstanbul'un Osmanlılar'ın eline geçişinden beri yapılan en kapsamlı su tesisi olan Kırkçeşme Tesisleri'ni gösteren tarihsiz bir kroki bulunmaktadır. 1620'den önce yapıldığı sanılan bu krokide, Kırkçeşme Tesisleri'nin Kovuk / Kırık Kemer, Uzun Kemer, Başhavuz, Cebeciköy Kemerleri'ne ait boyutlar ile su tesisi hakkında çeşitli bilgiler bulunmaktadır.
İstanbul'un Osmanlı dönemine ait, bir kısmı günümüzde de kullanılan su isale sistemleri 4 bölüme ayrılmaktadır:
1. Halkalı Suları / Cevâmi-i Şerife Suları (Birbirinden bağımsız 16 ayrı isaleden oluşan ve şehre kuzeybatıdan gelen bu hattın bir kısmı büyük bir olasılıkla Roma dönemine aittir.)
2. Kırkçeşme Suları (1554-1564)
3. Taksim Suları (1731-1839)
4. Diğer isaleler, Hamidiye, Kayışdağı Suları (1904-?).
Osmanlılar döneminde İstanbul şehrine hizmet eden bu suyolu hatları, seçilen kaynaklar ve oluşturulan bendlerden sukemerleri yardımı ile önce maslaklara, sonra sırası ile maksemlere suterazilerine ulaşırdı. Bu yolculuk kimi zaman mahalle çeşmelerinde kimi zaman da binalar ve bu binaların içinde yer alan özel çeşmelerde son bulunurdu. Suyun bu yolculuğunda çeşmelere gelene kadar izlediği yol boyunca yer alan
Osmanlı su yapıları ve tesisleri şunlardır.
Bendler
Bend adı verilen açık su depoları, kaynak ve yağmur sularını toplamak için iki dağ yamacı arasına yapılın büyük kâgir duvarlardır. Gövde / Bend Duvarı, Açık Savak / Bendin yan taraflarında taşan suların akıp gitmesini sağlayan düzenek, Su Haznesi / Musluk Haznesi gibi bölümlerden oluşan Osmanlı dönemi İstanbul bendleri düz duvarlı (Karanlık Bend, Büyük Bend, Kirazlı Bend), dirsek duvarlı (Topuzlu Bend, Ayvat Bendi, Valide Bendi) ve kavis duvarlı (Yeni Bend) olmak üzere üç farklı tipte yapılmışlardır.
Sukemerleri
Roma döneminden beri şehre su getirmek için kullanılan bir sistem olan, suyun seviyesini kaybetmeden iki yüksek arazi arasındaki dere ve vadiden karşıya geçirmek ve aynı yükseklikte bir noktaya akıtabilmek için köprü şeklinde ayaklı kemerler üstüne yapılan suyollarıdır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde; İstanbul'a Belgrad Ormanları'ndan su getiren, kullanılamaz durumdaki eski Roma suyolu Mimar Sinan tarafından ekler ve katma sularla yeniden yapılandırılarak Kırkçeşme Tesisleri adını almıştır. Osmanlı dönemi İstanbulu'nun en önemli su tesislerinden biri olan bu tesis için Kovukkemer, Paşa Kemeri, Uzunkemer, Mağlova Kemeri, Güzelce Kemer gibi kimi anıtsal ölçekte 33 tane sukemeri yapılmıştır.
Havuzlar
Gelen suları toplayıp tasfiye eden ve ana galeriye sevk eden, çapları 2m ile 30 m arasında değişen, genellikle daire planlı, 2-20 m derinliğinde tek veya çift gözlü tesislerdir. Çift katlı örnekleri de vardır.
Maslaklar
Havuzlardan şehre giden ana galerilerin kollara ayrıldığı uygun noktalarda inşa edilen küçük hücrelerdir. Maksemler gibi lüleli taksim sandığı ile donatılmış olup, akan su miktarını tayin ve tesbite yararlardı. Kimi kaynaklarda taksim / maksemlerle karıştırılan maslakların özellikle şehir dışında olmalarıdır.
Maksemler
Şehre gelen suları şehir içindeki çeşme ve binalara dağıtmak için, su miktarını belirleyen lülelerden savak denilen tevzi / dağıtım teknelerine akıtan düzeneğe sahip, üstü kubbe veya tanoz ile örtülü bir binadan oluşan su hazneleridir. Yer üstünde (Taksim, Eyüp, Harbiye maksemleri gibi) ve yer altında (Hacı Osman Bayırı Maksemi gibi) olmak üzere iki tipte inşa edilmişlerdir.
Su Terazileri
Suların kaynağından gelirken yolda kaybettiği basıncı tekrar kazındırarak yüksek rakımlı mahallelere aynı basınçla dağıtan, 3-10 m yükseklikte kulelerdir. Aynı seviyeli yerlere su dağıtan bir çeşit maslak düzenindedirler.
Tersip / Çökertme Havuzları
Şehre gelen suların makseme gelmeden önce temizlenip dinlendirilmesi için yapılmış, birbirine geçen havuzlardan oluşan su tesisleridir. Su, bu havuzlarda dinlendirildikten sonra makseme gelerek taksim olunur.
Osmanlılar'da su ölçme sistemi de her çeşmeye giden suların belirlenmesi açısından önemliydi. Kaynaklarını vakıf suları (hayır için halkın kullanımına bağışlanmış sular), mülk suları(Sultan tarafından temlikname ile kullanımı şahsa bağışlanmış sular), miri sular / hassa suları / devlet suları gibi değişik statüdeki sulardan alan çeşmelere, belirlenen miktarda su verilmesine dikkat edilir, su ölçme işi lülelerle yapılırdı. Geniş ve uzun dikdörtgen şeklinde taştan bir sandığın üzerine savaklar-su toplama tekneleri düzenlenir, eksenleri su seviyesinden 96 mm aşağıda olan değişik çaplı kısa pirinç borular sandığın bir kenarına dik olarak yerleştirilir, iç yüzeyleri sandığın iç yüzü ile aynı olur borular iç çaplarına ve debilerine göra lüle, kamış, masura, çuvaldız, hilal gibi adlar alırlardı. En çok kullanılan ölçü birimi lüle; yuvarlak küre şeklinde, otuz dirhem (yaklaşık 96,50 gr) ağırlığındaki bir kurşunun içinden geçebileceği kadar bir delikten akan su miktarı olarak tanımlanmıştır.
Osmanlı su teşkilatı, daha öncede söz edildiği gibi Fatih döneminde kurulan, Su Nezareti'ne bağlı olarak; su nâzırı, suyolcuları, keşif memurları, korucular, çavuşlar, bend muhafızları, neccarlar, löküncüler ve şehir sakalarından oluşuyordu. Su Nezareti'nin başında bulunan Su Nâzırı öncelikle padişahın ve sarayın suyunu sağlardı. Ayrıca suların mahallelerden camilere, hamamlara, mahalle çeşmelerine düzenli akışının sağlanması, su tesisatının korunması ve bakımından sorumlu suyolcularına nezâret etmek, su sağlanması konularında mimarbaşı ile birlikte çalışmak Su Nâzırı'nın görevleri arasında idi. Su Nezâreti'nin temelini oluşturan Suyolcuları / Suyolcu Esnafı, suyolları ile maslakların tamiri, suların düzenli şekilde akması işleri ile ilgilenerek, su gelen ev, hamam vb yerlerden aylık onarım ücreti alırlardı. Suyolcuların çeşitli semtlerde koğuşları vardı. Sürekli burada bulunurlar ve nöbet tutarlar, herhangi bir aksaklıkta gerekli onarımı yaparlardı. Su Neareti'nde çalışan Neccarlar / dülgerler su tesislerinin marangozluk işlerini yapar, Löküncüler ise su künklerinin birleştiği ağızlardan su sızmaması için kireçle zeytinyağının karıştırılarak dövülmesinden elde edilen macunu kullanarak künklerin yalıtımını sağlardı.
Kelime anlamı olarak, Arapça kök ismi mübalağa yapılarak türetilmiş su veren, su taşıyan kişi anlamına gelen sakalar ise özellikle su şebekelerinin evler kadar ulaşamadığı dönemde ihtiyaç sahiplerine su taşıyan esnaf örgütü idi. Ayrıca Ayasofya'nın Şekerci kapısı karşısındaki Sakalar Çeşmesi'nin yanında koğuşları bulunan (Koçu 1958: 42) saraya bağlı sakalar, Yeniçeri sakaları vardı.
Şehir sakaları, atlı sakalar ve veya / arka sakaları olmak üzere ikiye ayrılırdı. Atlı sakalar atlarının yan taraflarında içine su doldurdukları saka meşki denilen deriden tulumları taşırlardı. Bu su kulumlarına kırba adı verilir ve ağızları meşin bir bağ ile bağlanırdı. Yaya sakaların ise 45-50 litre su alan kırbalarından başka necef tas ve kaseleri de bulunurdu. Her evin giriş kapısı yanında saka deliği diye adlandırılan taştan küçük tekneciler olurdu. Sakalar getirdiği suyu evin içine girmeden bu teknelere boşaltırlardı. Su bu tekneciğe bağlı borudan avludaki veya ev içindeki küplere dolardı. Su gereksinimi oldukça en büyük küplerden maşrapalar ile kullanılırdı. Kimi evlerde abdesthane ya da sofalara yapılan çeşmelerin duvara gömülü çömlek biçiminde küçük haznelerine yine aynı sitemle su doldurulur, oradan da bir boru ile musluğu su verilirdi.
Sakaların hangi çeşmelerden su alabilecekleri belli bir sisteme bağlıydı. Her çeşmeden su alacak saka belli olur, sayıları değişmez, ancak bir saka bu işten vazgeçerse, yeni bir saka onun yerine geçebilirdi. Çeşme vakfedenler eğer sakaların kendi çeşmelerinden su alıp satmalarını istemiyorlarsa, bunu çeşme vakfiyesinde veya kitabesinde belirtirlerdi. Sakaların devamlı su aldıkları çeşmeler ise saka çeşmesi olarak adlandırılırdı. Sakaların yanı sıra Osmanlı su teşkilatına sistemli bir şekilde dahil olmayan, yalnızca sevap kazanmak amacıyla atlı veya yaya olarak su dağıtan dervişler de bulunmakta idi.