Uluslararasındaki ekonomik ilişkiler

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Uluslararasındaki ekonomik ilişkiler yüzyıllar boyunca farklı şekillerde yapılmıştır. Uluslararası ekonomik ilişkilerin büyük bir çoğunluğu önceleri sınırlı sayıdaki mal ve hizmetlerden oluşuyordu. Örneğin, Merkantilist dönemde (16. ve 17. yüzyıllarda) daha çok mal hareketleri, küçük ölçüde de sermaye hareketleri dış ticaret işlemlerinde yer almıştır.
Sanayi devriminden bu yana üretimin olağan üstü boyutlarda artması, teknolojik ilerleme, ulaşımın nefes kesen hızla yapılabilmesi, iletişim olanaklarının tasavvurların ötesinde kolaylaşması, ülkeler ve bölgeler arasında mal ve hizmet akımı yanında sermaye, emek, bilgi ve teknoloji gibi üretim faktörlerinin de akımı giderek yoğunlaşmıştır. Böylece ulusal ekonomiler, giderek karmaşıklaşan ve yoğunlaşan ekonomik akımlarla birbirine bağlanmış bulunmaktadır.
 
Merkantilistler ihracatın gelişmesini dış piyasalarda rakiplerine üstünlük sağlamasına bağlı görüyorlardı. Bu üstünlük, ham maddenin ve sınai maliyetin düşürülmesine bağlı olabilirdi.
Ucuz hammadde kaynağı, sömürgelerdi. Bu nedenle sömürgeler, yalnız anavatanla ticaret yapmalı ve mallarını buraya göndermeliydiler.
Esirleri çalıştırmak suretiyle sömürgelerde elde dilen ürünler ulusal sanayinin gereksinimlerini karşılamalı idi. Sömürgelerin istismarı, Merkantilizm öğretisinin ana fikirlerinden birini oluşturuyordu. Müdahaleci Merkantilist düşünceye 18. yüzyıldan itibaren biri Fransa' dan, öteki İngiltere' den iki liberal tepki gelmiştir. Daha çok Fizyokratlar diye bilinen Fransız liberalleri, Net Hasıla ve Doğal Düzen görüşlerinden yola çıkarak serbest ticare önerirler. Onlara göre, asıl zenginlik tarımdan elde edilen net hasıladır. Net hasılayı arttırmak için tarım kesimine fazla yatırım yapmak gerekir. Bunun için de tarım ürünlerinin yüksek fiyatla satışı sağlanmalıdır. Yüksek fiyatla satış işe, buğday ticaretine içte ve dışta konulan kısıtlamaların kaldırılmasıyla, başka bir deyişle, ticaretin serbest olmasıyla olanaklıdır.
Fizyokratlar serbest ticarete doğal düzen görüşleriyle de varırlar. Onlara göre, müdahale edilmediğinde ekonomide kendiliğinden bir düzen ve denge oluşur. Böyle olunca ekonominin işleyişine müdahale etmemek, insanları ekonomik uğraşlarında serbest bırakmak gerekir. Her bireyin istediği malı, istediği malı satması doğal düzen gereğidir. Fizyokrasinin kurucusu olan Dr. François Quesnay' a (1694 -1774 ) göre, "ticaretin ülkeye yararlı olabilmesi, serbesti ile olanaklıdır. Ticaret serbest olursa fiyatlar uygun düzeylerde oluşur".
 
Klasikler
İngiliz ekonomistlerinden Adam Smith, Robert Ma1thus ve David Ricardo Fizyokratların düşüncelerinden yaralanarak birçok yeni ilkeler koymuşlar ve liberalizmin temellerini atmışlardır. Merkantilistlerin devlet müdahalesini zorunlu görmelerine karşılık, klasikler doğal düzen düşüncesine bağlanarak şu ilkeye dayanmışlardır: " Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler". Merkantilistler teke1ciliği, klasikler ise serbest rekabet düşüncesini savunmuşlardır. Kuramları daha kesin ve daha üstün olduğu için bu ekonomistlerin oluşturduğu düşünce ekolüne Klasik Okul adı verilmiştir. Burada Adam Smith'in ve David Ricardo'nun kendilerinden sonra gelen ekonomistleri çok uzun yıllar uğraştıran ve günümüzde bile tartışılan dış ticaret kavramlarını kısaca gözden p geçireceğiz.
 
DÜNYA PAZARI VE DEĞİŞEN SATIŞ KOŞULLARI
1. KÜTLESEL ÜRETİM VE DEVLET SINIRLARININ AŞILMASI
2. FARKLI EKONOMİK YAPILARA SAHİP ÜLKELER ARASINDAKİ MÜBADELEDE FİYAT OLUŞUMU VE SÜPER KÂR OLUŞUMU
3. BÜYÜK GÜÇLERİN KOLONİ POLİTİKASI VE DÜNYANIN BÖLÜŞÜLMESİ
4. GÜÇLERİN GÜMRÜK POLİTİKASI VE SATIŞ PAZARI
5. DÜNYA PAZARINDA ŞİDDETLENEN REKABET VE KAPİTALİST GENİŞLEME
Her "ulusal" kapitalizm; genişleme, güç alanını yayma, ülke sınırlarını aşma eğilimindedir. Bu, tam da kapitalist toplumun yapısının bir sonucudur.
Doğrudan sömürü koşulları ve artı-değerin gerçekleşmesi özdeş değildir. Bunlar zaman ve yer biçiminde olduğu kadar mantıken de bir birinden ayrılır. Birincisi yani direkt sömürü, toplumun üretken gücüyle, diğer yani artı değerin gerçekleşmesi, çeşitli üretim dallarının değişik oransal ilişkisi ve toplumun tüketim gücüyle sınırlanır. Toplumun tüketim gücü ne mutlak üretim ve ne de tüketim gücüyle belirlenir. Bunu belirleyen nüfusun büyük bir kısmının tüketimini dar sınırlar içinde değişen minimumuma indiren dağılımının uzlaşmaz çelişki koşullarına dayanan tüketim gücüdür. Bunun ötesinde birikim eğilimi, sermayenin genişleme hırsı ve genişletilmiş ölçekte artı değer üretimi, tüketim gücünü sınırlın; Kapitalist üretimin yasasıdır bu... Böylelikle, pazar sürekli olarak genişler,., Bu iç çelişkiler ilmimin dışındaki alanların genişlemesiyle dengeye gelmeye çalışır.
 
Kütlesel aşırı üretim yasası anlamına da gelen kütlesel üretim yasası "ulusal sınırlar dışına çıkmanın" bir çeşit mutlak gerekliliği şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu gereklilik kârın oluşum sürecinde ortaya çıkar ve kâr miktarı tüm hareketin düzenleme mekanizması olarak kendini gösterir. Kârın miktarı, meta kütlesine ve bir birim metadan elde edilen satış kârı eksi üretim maliyetine eşit olan, bir birim metadan elde edilen kâr miktarına bağlıdır. Meta hacmini V, bir birim meta fiyatını P ve bir birim metanın üretim maliyetini C ile gösterirsek, toplam kârı V(P-C) olarak formüle edebiliriz. Üretim maliyeti ne kadar düşükse birim metadan elde edilecek kâr o kadar yüksek olur ve satış piyasasının durağan veya gelişen bir durumda olduğu varsayımında, kâr hacmi de o kadar fazla olacaktır. Bununla beraber, üretim maliyeti ne kadar düşükse, pazara getirilen meta hacmi de o kadar fazla olacaktır.
Geliştirilmiş üretim metotları, üretken güçlerin genişlemesi ve sonuçta üretilen malların hacminin artması üretimin analizini azaltan faktörlerdir. Bu durum, metanın yurt dışında düşük fiyatlarla satılmasını açıklar. Satışlardan hiç kâr elde edilemezse bile yani üretim maliyetlerinden satılsa bile, kâr hacmi artacaktır. Çünkü üretim maliyeti azalmıştır. (Kastettiğimiz "Stratejik amaç" nedeniyle zararına yapılan satışlar değildir, yani pazarı hızlı bir şekilde ele geçirmek ve rakiplerini ezmekten söz etmiyoruz). V(P-C) genel formülünde üretim maliyetleri hacmi V ile gösterilen malların hacmine tekabül eden miktara değil ama V+E formülüyle ifade edilen daha düşük bir miktara tekabül edecektir. E ihraç edilen meta miktarını göstermektedir. Bu yolla kâr, metayı ülke sınırları dışına itmektedir. Kapitalizmin tam da benzer düzenleme ilkesi olan kâr oranı kendini başka bir şekilde gösterir. Farklı ekonomik yapıları olan ülkeler arasındaki meta mübadelesinde ortaya çıkan süper kâr oluşumunu biliyoruz.
 
Ticari sermaye çağında bile bu ek kârın oluşum süreci tamamıyla belirgindir.
(Marx şöyle demektedir): Ticarî sermaye, azgelişmiş topluluklar arasında ürün mübadelesini sağladığı sürece ticarî kâr sadece aşırı ve hileli bir şekilde bunu elde etmeyi düşünmekle kalmaz fakat aynı zamanda bu metotları kullanır. Çeşitli ülkelerin üretim fiyatları arasındaki farklılıktan yararlanması hususunu bir tarafa bıraksak da .... bu üretim tarzları ticari sermayenin artı değerin önemli bir kısmına el koyması sonucunu doğurur. Bunu, ama kapasitesini kullanarak, satışın çok az önem taşıdığı topluluklar arasında aracı faaliyeti göstererek,ya da önceki üretim tarzlarında artı ürünün sahibi olan ve refah ve lüksü temsil eden köle sahipleri, feodal beyler ve devletle işbirliğine girerek ulaşır.
Bu koşullarda "sıkı pazarlık" ve "hile", mübadele süreci düzensiz olduğundan önemli bir rol oynamıştır. Çünkü bu durum, dünya ölçeğinde işbölümünün geçerli olduğu bir toplumda gerekli "metabolizma" yani mübadele süreci değildir. Aksine, aşağı yukarı tesadüfi bir olgudur. Bununla beraber ilave kâr, metanın uluslararası mübadelesi dünya sermayesinin yeniden-üretiminde düzenli bir şekilde yeniden tekrarlanan bir kuvvet haline geldiğinde de elde edilir. Marx, bu süper kârın ekonomik yapısını aşağıdaki ifadelerle tam olarak şöyle açıklamıştır:
 
Dış ticarete yatırılan sermaye yüksek kâr elde edecek durumdadır. Çünkü, bu sermaye öncelikle, üretim imkânlarının kolay olmadığı ülkelerin ürettiği metayla rekabet eder. Böylece gelişmiş bir ülke, rekabet eden ülkelerden daha ucuza satsa bile, mallarını değerinin üzerinde satmaktadır. Gelişmiş ülkenin sömürülen emeği daha fazla spesifik ağırlığı olan emek olarak ele alındığında kâr oram yükselir. Çünkü daha yüksek vasıflı karşılığı ödenmemiş emek bu şekilde satılmıştır. Aynı durum, metanın ihraç veya ithal edildiği belli ülkelerle olan ilişkilerde de geçerli olabilir. Bu ülke aldığı malın içerdiği maddileşmiş emekten daha fazla maddileşmiş emek içeren malı satabilir ve ürettiğinde karşılaşacağından daha ucuza satın alabilir. Aynı şekilde, kullanımı yaygın hale gelmeden yeni bir buluşu kullanan bir imalatçı, metasını rakiplerinden daha düşük fiyattan ve değerinden fazlasına satar yani artı değer niteliğinde istihdam edilen spesifik olarak daha üretken emek gücünü sömürür. Bu yolla artı kâr elde eder: diğer taraftan, kolonilere vs. yatırılan sermaye basit bir nedenden dolayı daha yüksek kâr oranı sağlar. Bu basit neden, geri kalmışlık nedeniyle kâr oranlarının yüksek olmasıdır. Buna ilaveten köleler ve Asya 'daki emekçiler sömürülmesi daha kolay emek güçleridir. Belli yerlere yatırılan sermayeyle gerçekleşen yüksek kâr oranlarının ana ülkeye aktarılmasının ortalama kâr oranına dahil edilecek bir unsur olmaması ve genel kâr oranını arttırmaması için bir neden göremiyoruz.
 
Geri
Top