• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Warcraft Eski Tanrılar ve Azeroth

Eski Tanrılar ve Azeroth’un Düzenlenmesi
Sergeras’ın; yaptıkları sayısız işleri tersine çevirme görevinden habersiz Titanlar, bir dünyadan diğerine uygun gördüklerini şekillendirerek ve düzenleyerek ilerlediler. Bu yolculukları sırasında küçük bir dünyaya rastladılar ki üzerinde yaşıyacak olanlar ona Azeroth diyeceklerdi. Titanlar bu el değmemiş dünya üzerinde hareket ederken, sayılı düşman elemental varlığa rastladılar. Bu elementallar, ki onlar Eski Tanrılar olarak bilinen şeytani varlıklardan oluşan bir ırka tapıyorlardı, Titanları geri püskürtmeyi ve kendi dünyalarını onların metalimsi iyilik meşalesinden korumayı başardılar.

Pantheonlar, Eski Tanrılar’ın kötülüğe karşı olan heveslerinden rahatsız bir şekilde, elementallara ve onların kötü efendilerine savaş açtılar. Eski Tanrılar’ın ordusu gelmiş geçmiş en güçlü elementallar tarafından yönetiliyordu: Ateşin Efendisi Ragnaros(The Firelord), Taşların Anası Therazane(The Stonemother), Rüzgarın Efendisi Al’Akir(The Windlord) ve Dalga Avcısı Neptulon(The Tidehunter). Bu kötülük timsali güçler dünyanın üzerinden devasa Titanlara akın ettiler ve onlarla çarpıştılar. Elementallar ölümlülerin aklının alabileceğinden daha güçlü olsalar da onların birleşmiş güçleri kudretli Titanlar’ı durdurmaya yetmedi. Birer birer elemental komutanlar düştüler ve orduları dağıldı.

Pantheonlar Eski Tanrılar’ın kalesini yıktılar ve 4 şeytani Tanrı’yı dünyanın yüzeyinin altında zincirlediler. Coşkuyla yanan ruhlarını fiziksel dünyada tutan Eski Tanrılar’ın güçleri olmadan elementaller aşağı dünyalara defedildiler, ki orda sonsuza kadar birbirleriyle kapışıcaklardı. Elementallerin gidişiyle, doğa sakinleşti, dünyada mükemmel bir uyum kuruldu. Titanlar tehtidin gittiğini gördü ve işlerine koyuldular.

Titanlar dünyayı düzenlemelerine yardımcı olmaları için sayılı ırklar oluşturdular. Dünyanın altındaki dipsiz mağaraları oysunlar diye büyülü, yaşayan taştan cüce benzeri Toprağımsıları (Earthenları) oluşturdular. Denizlerin altını ortaya çıkarmak ve derinlerdeki toprağı kaldırmalarına yardımcı olmaları için devasa fakat narin deniz devlerini yarattılar. Yıllar boyunca, tek ve mükemmel bir kıta oluşturuluncaya kadar, Titanlar dünyayı şekillendirdiler. Kıtanın ortasına kendi orijinal enerjilerinden oluşan bir göl oluşturdular. Gölün, ki ona Sonsuzluğun Gölü(Lake of Eternity) diyorlardı, dünyadaki yaşamın kaynağı olmasını sağladılar. Gölün enerjisi dünyanın kemiklerini tekrar canlandıracaktı ve hayatı bu zengin topraklarda köklenmesi için güçlendirecekti. Zamanla her türden bitkiler, ağaçlar, canavarlar ve yaratıklar el değmemiş kıtada yaşamaya başladı. İşlerinin son gününde, karanlık çökerken, Titanlar bu kıtaya Kalimdor, Sonsuz Yıldız Işığının Ülkesi, ismini verdiler.
 
Ejderha Türlerinin Görevi
Küçük dünyanın düzenlenmesinden ve işlerinin bitmesinden tatmin olan Titanlar, Azeroth’u terketmeye hazırlandılar. Yinede, gitmeden önce, herhangi bir gücün onun mükemmel bütünlüğünün tehdit etmesi olasılığına karşılık Titanlar dünya üzerindeki en harika ırkı Kalimdor’a göz kulak olma işiyle görevlendirdiler. O zamanlar bir çok ejderha türü vardı. Yinede kendi türlerinden olanlara egemenlik sağlayan 5 tane ejderha türü vardı. Titanlar’ın yeni yeşeren dünyanın çobanlığını yapmaları için tuttuğu beşli bu beş ejderha türüydü. Pantheon’un en yüce üyeleri kendi güçlerinin birazını bu türlerin liderlerine verdiler. Bu ulu ejderhaların her biri Yüce Özellikler(Great Aspects) veya Ejderha Özellikleri(Dragon Aspects) olarak bilinmeye başladılar.

Aman’Thul, Pantheon’un Büyükbabası(The Highfather of the Pantheon), uzaysal güçlerinin bi kısmını devasa bronz ejderha Nozdormu’ya bahşetti. Büyükbaba, Nozdormu’ya zamanı ve sürekli ilerleyen kaderin yolunu koruması için güç verdi. Hissiz, onurlu Nozdormu Zamansız Olan(Timeless One) olarak bilinmeye başladı.

Eonar, bütün yaşamın Titan patronu(The Titan patron of all life), kendi güçlerinin bir kısmını kızıl deve verdi, Alexstrasza’ya. Ondan sonra Alexstrasza dünyada yaşayan bütün canlıları korumak için çalıştı ve Hayat-Bağlayıcı(Life-Binder) olarak bilinmeye başlandı. Üstün bilgeliği ve bütün canlılara gösterdiği sınırsız şefkat sayesinde, Alexstrasza Ejderhakraliçe olarak taçlandırıldı ve türündeki diğerlerine egemenlik sağladı.

Eonar; aynı zamanda Alexstrasza’nın genç kız kardeşi olan yeşil ejderha Ysera’yı da, doğanın etkisinin küçük bi parçasıyla kutsadı. Ysera Yaratılış Rüyasını(Dream of Creation) oluşturmak sonsuz soyutlanmaya girdi ve Hayalperest(Dreamer) olarak bilinmeye başladı. O, yeşil evreninden büyümekte olan yeşil dünyayı izleyebilecekti, Zümrüt Rüyasından(Emerald Dream).

Norgannon, Titanlar’ın bilgelik saklayanı ve usta büyücüsü(The Titan lore keeper and master magician), mavi ejderha, Malygos’u gücünün bi kısmıyla donattı, O zamandan itibaren Malygos Büyü-Yayan(Spell-Weaver), sihirin ve gizli bilgilerin koruyucusu, olarak bilinmeye başladı.

Khaz’goroth, Titanlar’ın şekillendirici ve yaratıcı(The Titan shaper and forger of the world), kudretli siyah ejderhaya, Neltharion’a, güçlerininn bir kısmını bahşetti. Yüce kalpli Nelthraion’a, daha sonra Dünya-Koruyan(Earth-Warder) olarak bilinicekti, dünya ve dünyanın derin yerleri üzerinde egemenlik verildi. O dünyanın gücüne güç kattı ve Alexstrasza’nın en büyük destekçisi oldu.

Güçlendirilmiş 5 Yüce Özellik, Titanlar’ın yokluğunda dünyanın savunmasından sorumlu hale getirildi. Ejderhaların yarattıklarını korumaya hazır olduklarının bilincinde Titanlar, Azeroth’u sonsuza kadar terketti. Ne yazıkki Sergeras’ın yeni doğmuş dünyanın varlığını öğrenmesi an meselesiydi..
 
Dünyanın Canlanması ve Sonsuzluğun Gölü

Orclarla insanların İlk Savaş(First War)’ta çarpışmasından 10.000 yıl önce Azeroth dünyası denizler tarafından çevrelenmiş tek bir kıta halindeydi. Bu toprak kütlesi, ki Kalimdor adı verilmişti, uyanmakta olan doğaya ve zorlu doğal etkenlere rağmen canlılığını devam ettirmek isteyen çok sayıda değişik ırk ve yaratığa ev sahipliği yapıyordu. Karanlık kıtanın merkezinde ışıldayan gizemli bir göl vardı. Göl, daha sonra Sonsuzluğun Gölü olarak bilinecekti, dünyadaki sihirin ve doğal güçlerin gerçek kaynağıydı. Göl, enerjisini dünyanın ötesindeki sınırsız Büyük Karanlık’tan alıp, aslında gizemli bir fıskiye olarak görev yapıyordu, mükemmel formlardaki hayatları beslemek için dünyanın üzerine yayıyordu.

Zaman içinde, insanımsı yaratıklardan oluşan ilkel bir kabile, büyüleyici büyülü gölün sınırlarına doğru dikkatli bir şekilde yakınlaşmaya başladı. Vahşi, göçebe insanımsılar, ki Göl’ün garip enerjisi onları cezbetmişti, derme çatma evlerini Göl’ün sakin kıyılarına yapmaya başladılar. Zamanla Göl’ün uzaysal gücü kabileyi etkiledi; onları güçlü, bilge ve neredeyse ölümsüz yaptı. Kabile, onların yerel dilinde “Yıldızların Çocukları” anlamına gelen Kaldorei ismini benimsedi. Kökleşen topluluklarını kutlamak için gölün yakınlarına büyük yapılar ve tapınaklar yaptılar.

Kalderoiler, daha sonra Gece Elfleri(Night Elves) diye bilineceklerdi, ay tanrıçası Elune’a tapıyorlardı ve onun gündüz vakitleri Göl’ün ışıldayan derinliklerinde uyuduğuna inanıyorlardı. İlk gece elfi rahip ve kahinleri Göl’ü, bilinmeyen sırlarını ve güçlerini açığa çıkarmak için tatmin edilemez bir merakla incelediler. Toplulukları büyüdükçe, gece elfleri Kalimdor’u boydan boya keşfetmeye ve diğer yerlilerle karşılaşmaya başladılar. Onlara duracakları yeri gösterenler sadece eski ve güçlü ejderhalar oldu. Bu kadim sürüngenimsi yaratıklar genelde kendi başlarınaydılar ama bilinen toprakları olabilecek tehlikelere karşı korumak için de ellerinden gelenleri yaptılar. Gece elfleri; ejderhaların, dünyalarının ve kendilerinin koruyucuları olduklarını anladılar. Onları taşıdıkları ve korudukları sırlarıyla beraber rahat bırakmak konusunda hemfikir oldular.

Zaman içinde gece elflerinin merakı güçlü varlıklarla tanışmalarına ve dost olmalarını sağladı, ki bu varlıkların en güçlüsü Cenarius’tu, el değmemiş ormanlarda yaşayan kudretli yarıtanrı. İyi kalpli Cenarius bilgiye aç, meraklı gece elflerine ilgi göstermeye başladı ve zamanının çoğunu onlara doğanın iç dünyasını öğreterek geçirdi. Kaldoreiler toplu olarak Kalimdor’un yaşayan doğasına ilgi ve sevgi duymaya başladılar. Doğayla uyum içinde yaşamayı öğrendiler.

Neredeyse sayısız yıllar geçtikçe gece elflerinin uygarlığı gerek toprak sınırları gerek kültürel açıdan gelişti. Tapınakları, yolları, barınakları karanlık kıtada boylu boyunca uzandı. Azshara, gece elflerinin güzel ve yetenekli kraliçesi, sevdiği hizmetçilerine barınak olarak Göl’ün kıyısına devasa, mücevherlerle döşeli bir saray yaptırdı. Onun hizmetçileri, ki onları Quel’dorei ya da “Yücedoğanlar”(Highborne) diye çağırır, onun her emrini büyük memnuniyetle yerine getirdiler. Kendilerinin, ırklarının geri kalanından daha yüce olduklarına inanıyorlardı. Kraliçe Azshara bütün halkı tarafından eşit sevilse de Yücedoğanlar geri kalan gece elfleri tarafından içten içe kıskanılıyordu ve sevilmiyordu.

Rahiplerin Sonsuzluğun Gölü’ne karşı hissettiği merakı paylaşan Azshara, Yücedoğanlar’a Göl’ün dünya üzerindeki gerçek amacını ve sırlarını ortaya çıkarmalarını emretti. Yücedoğanlar işlerine koyuldular ve Göl’ü hiç durmadan incelediler. Zaman içinde Göl’ün uzaysal enerjilerini kontrol etme yeteneklerini geliştirdiler. Deneyler yapıldıkça, Yücedoğanlar yeni keşfettikleri güçlerini istekleri doğrultusunda yapıcı veya yıkıcı yönde kullanabileceklerini farkettiler. Dikkatsiz Yücedoğanlar ilkel sihire rastgelmişlerdi, ve şimdi de kendilerini uzmanlaşmaya adayacaklardı.. Hepsi, sorumsuzca kullanılırsa, sihirin gereğinden fazla tehlikeli olabileceğini kabul etmelerine rağmen, Azshara ve Yücedoğanlar büyücülüğü fütursuzca çalışmaya başladılar. Cenarius ve gece elfi bilgeleri sihir sanatlarıyla oynamanın sadece felaketle sonuçlanacağı konusunda onları uyardılar. Yinede Azshara ve takipçileri inatla yeni güçlerini geliştirmeye devam ettiler.

Güçlerine güç kattıkça, Azshara ve Yücedoğanlar belirgin şekilde değiştiler.Bu kibirli ve seviyeli yüksek sınıf üyeleri, gece elfi dostlarına karşı artan şekilde duygusuzca ve zalimce davranmaya başladılar. Azshara’nın bir zamanlarki destansı güzelliği giderek artan kara bir kötülük tarafından maskelenmeye başlanmıştı. Sevdiği şeylerden kaçmaya ve sadece güvendiği Yücedoğanlar hariç kimseyle görüşmemeye başladı.

Zamanının çoğunu ilkel tabiat büyücülüğüne(Druidism) adayan genç öğrenci Malfurion Stormrage korkunç bir gücün Yücedoğanları ve çok sevdiği kraliçesini yozlaştırdığından şüphelenmeye başladı. Kötülüğün, gelen kötülüğün ne olduğunu anlayamasa da gece elflerinin hayatlarının yakın zamanda sonsuza kadar değişeceğini biliyordu.
 


Ataların Savaşı


Yücedoğanlar’ın tutarsızca büyü kullanımı Sonsuzluğun Göl’ünden Büyük Karanlığın ötesine güç dalgaları yaymaya başladı. Bu sürekli enerji dalgaları korkunç canavarlar tarafından hissedildi. Sargeras – Bütün hayatların en büyük düşmanı, dünyaların yokedicisi – da güçlü dalgaları hissetti ve uzakta da olsa gücün kaynağı tarafından çekildi. Azeroth’un el değmemiş topraklarını gözetleyen ve Sonsuzluğun Gölü’nün sınırsız enerjilerini hisseden Sargeras tatmin edilemez bir açlık duymaya başladı. İsimsiz boşluğun zalim ve kadim tanrısı yenidoğmuş dünyayı yoketmeye ve onun enerjilerini kendine katmaya karar verdi.

Sargeras Burning Legion’ı topladı ve hiç bir şeyden haberi olmayan Azeroth’un dünyasına doğru yola çıktı. Lejyon, evrenin en ücra köşelerinden toplanmış 1 milyon lanetlenmiş iblisten oluşuyordu, ki onlar yeni yerleri fethetmenin açlığını çekiyorlardı. Sargeras’ın destekleyicileri, Yozlaştıran Archimonde ve Yokeden Mannoroth, cehennemi yaratıklarını saldırmaları için hazırladı.

Kraliçe Azshara, ki büyüye duyduğu korkunç bağımlılık onu ele geçirmişti, Sargeras’ın durdurulamaz güçlerine yenik düştü ve ona kendi dünyasına açılan girişi bahşetmeyi kabul etti. Yücedoğanlar bile sihirin getirdiği kaçınılmaz yozlaşma karşısında aciz kaldılar ve Sargeras’a tanrıları olarak tapmaya başladılar. Lejyona minnetlerini gösterebilmek için Yenidoğanlar, kraliçelerinin Sonsuzluğun Gölü’nün diplerinde devasa bir geçit açmasına yardımcı oldular.

Bütün hazırlıklar yapıldığı zaman, Sargeras Azeroth’un istilasına başladı. Burning Legion’ın savaşçı-iblisleri Sonsuzluğun Gölü’nün içinden Azeroth’un topraklarına akın ettiler ve gece elflerinin hazırlıksız olan şehirlerini kuşattılar. Archimonde ve Mannoroth tarafından komuta edilen Lejyon, Kalimdor’un topraklarını yakıp, yıktı; geriye sadece küller ve derin acılar bıraktı. İblis warlocklar cehennemin ateşini çağırdılar, öyle ateş ki Kalimdor’daki zarif tapınakların üstüne düşen cehennemi göktaşlarını andırıyordu. Bir grup şeytani, kana susamış katil, ki onlar Kıyamet Muhafızı(Doomguard) olarak nam salmışlardı, Kalimdor’un topraklarında ilerlediler ve önleri çıkan herkesi katlettiler. Vahşi ve şeytani cehennem tazısı(Felhound) sürüsünün ülkeye getirdikleri yıkım konusunda rakipleri yoktu. Cesur Kaldorei savaşçıları eski vatanlarını savunmak için çaba gösterseler de Lejyon’un gerçek katliamı başlamadan önce topraklarını karış karış vermeye zorlandılar.

Malfurion Stormrage çaresiz durumdaki ırkına yardım etmesi gerektiğini farketti. Illidian, Malfurion’un kardeşi, Yücedoğanlar’ın sihirlerini çalışmıştı ve yüksek sınıfın içindeki artan yozlaşmadan nasibini almıştı. Illidian’ı bu tehlikeli saplantısından vazgeçiren Malfurion, Cenarius’u bulmak ve direnişçi bir kuvvet oluşturmak için yola koyuldu. Genç ve güzel rahibe Tyrande; kardeşlere, Elune’un adına, eşlik etmeyi kabul etti. Malfurion ve Illidian’ın ikiside bu idealist rahibeye karşı aşk duysalar da Tyrande’nin kalbi sadece Malfurion’a aitti. Illidian, kardeşinin Tyrande’yle kökleşen ilişkisine katlanmak zorundaydı, ancak biliyorduki aşk acısı büyüye olan bağımlılığının verdiği acı yanında hiçbir şeydi..

Sihirin güçlü enerjisine bağlanan Illidian, kendini ele geçeriren Göl’ün enerjilerini tekrar kullanma açlığına karşı direnmeye çabaladı. Neyseki, Tyrande’nin de sabırlı desteğiyle, kendini kontrol etmeyi başardı ve kardeşine yanlız yarıtanrı Cenarius’u bulmasında yardımcı oldu. Uzaktaki Hyjal Dağı’nın(Mount Hyjal) Ayaçıklıklarında(Moonglades) yaşayan Cenarius eski ejderhaları bulup, gece elflerine yardım etmeyi kabul etti. Kızıl dev Alexstrasza liderliğinde ejderhalar, türleriyle beraber iblisler ve şeytani efendileriyle çarpışmayı kabul ettiler.

Cenarius, büyülü ormanın ruhlarını çağırarak, eski ağaç-adamlardan oluşan bir orduyu, ki gerçekten muazzam bir kara saldırısı olmuştu, lejyonun üstüne sürdü. Gece elfi müttefikleri Azshara’nın tapınağı ve Sonsuzluğun Gölü’nün olduğu yerde kesiştiği zamanki görüntü savaş dışı bir vahşetti. Yeni kurulmuş müttefiklerin gücüne rağmen Malfurion ve yandaşları Lejyon’un saf kuvvetle yenilemeyeceğini farketmişlerdi.

Muazzam savaş Azshara’nın başkenti çevresinde devam ederken; sapmış kraliçe, Sargeras’ın gelişini beklemekteydi. Lejyonun Efendisi, Sonsuzluğun Gölü’nden harap haldeki dünyaya geçmeye hazırlanıyordu. Onun varolamayacak kadar devasa olan gölgesi coşkulu gölün yüzeyine yaklaştıkça; Azshara, en güçlü Yücedoğan takipçilerini topladı. Sadece onların sihirlerinin beraber odaklandığı bir büyü Sargeras’ın geçebileceği kadar büyük bir geçit açabilirdi.

Savaş Kalimdor’un keşmekeş halindeki topraklarında devam ederken, korkunç olaylar zinciri başladı. Olayların detayları zaman içinde kaybolsa da Neltharion’un, Toprağin Ejderha Özelliği,(Dragon Aspect of the Earth) Burning Legion’la tehlikeli bir çarpışma sırasında aklını yitirdiği apaçıktı. Alev ve öfke koyu derisinden akarken; o, diğerlerinden ayrıldı. Kendine Ölüm Kanadı(Deathwing) adı veren hiddetli ejderha kendi yandaşlarına karşı geldi ve 5 ejderha türünü de savaş alanının dışına sürdü.

Ölüm Kanadı’nın ani ihaneti o kadar yıkıcı oldu ki 5 tür de bir daha tam olarak toparlanamadılar. Yaralanmış ve sarsılmış bir şekilde olan Alexstrasza ve diğer soylu ejderhalar ölümlü müttefiklerini terk etmek zorunda kaldılar. Malfurion ve yandaşları, şimdi umut kırıcı şekilde sayıca az, gelecek olan katliamda zar zor hayatta kaldılar.

Malfurion; Sonsuzluğun Gölü’nün, iblislerin fiziksel dünyayla tek bağlantıları olduğuna ikna olmuş şekilde; Göl’ün yokedilmesi konusunda ısrar etti. Yandaşları; Göl’ün, kendi güçlerinin ve ölümsüzlüklerinin kaynağı olduğunu bilerek; bu ani fikir karşısında dehşete düştüler. Yinede Tyrande, Malfurion’un fikrindeki bilgeliği gördü. Cenarius ve yandaşlarını Azshara’nın tapınağına baskın yapmaya ve Gölü, her ne pahasına olursa olsun, yoketmeye ikna etti.
 
Dünyanın Parçalanması

Göl’ün yokedilmesinin, bir daha sihir kullanamayacağı anlamına geldiğini bilen Illidian, bencil bir şekilde grubunu terketti ve Yücedoğanlar’ı Malfurion’un planı hakkında uyarmak için yola koyuldu. Sihire olan bağımlılığının ve kardeşinin Tyrande’yle olan ilişkisinin verdiği dayanılmaz acı yüzünden delirmenin eşiğine gelen Illidian, Azshara’yla yanındakilere katılmaktan ve kardeşi Malfurion’a ihanet etmekten hiç pişmanlık duymadı. Aksine, Illidian Göl’ün güçlerini her ne pahasına olursa olsun koruyacağına and içti.

Kardeşinin gidişinden büyük üzüntü duyan Malfurion, yandaşlarına Azshara’nın tapınağının merkezine kadar önderlik etti. Ana salonu bastıkları zaman; Yücedoğanlar’ın, son kara büyülerini yapıyor olduklarını gördüler. Topluluk halinde yapılan büyü Göl’ün çalkantılı derinliklerinde güç dolu, kararsız bir girdap(Vortex) oluşturdu. Sargeras’ın lanetli gölgesi yüzeye yaklaştıkça, Malfurion ve yandaşları saldırmak için hamle yaptılar.

Azshara, ki Illidian’ın uyarısını almıştı, onlar için her zamankinden fazla hazırdı. Malfurion’un neredeyse bütün yandaşları sapmış kraliçenin gücü karşısında hayatlarını kaybettiler. Tyrande, Azshara’ya arkadan saldırmayı deniyecekti, kraliçenin Yücedoğan korumaları tarafından hazırlıksız yakalandı. Tyrande onları mağlup etse de onların ellerinden acı dolu yaralar aldı. Malfurion aşkının yığıldığını görünce öfkeden deliye döndü, adeta cinnet geçirdi, ve Azshara’nın yaşamını sona erdirmeyi hayattaki tek amacı haline getirdi.

Tapınağın içinde ve dışında savaş devam ederken, Illidian ulu Göl’ün kıyısının yakınlarında, gölgelerin içinde belirdi. Özel yapım şişeler yapan Illidian; eğildi ve her şişeyi Göl’ün parıldayan sularıyla doldurdu. İblislerin gece elflerinin uygarlığını yokedeceğine ikna olmuş bir şekilde, kutsal suyu çalmayı ve güçleri kendine saklamayı düşünüyordu.

Malfurion ve Azshara arasında süregelen çarpışma Yücedoğanlar’ın dikkatlice hazırlanmış büyü işini keşmekeşe sürükledi. Göl’ün derinliklerindeki kararsız girdap patladı ve dünyayı sonsuza kadar parçalara ayıracak felaketler zincirini başlattı. Muazzam patlama tapınağı derinden salladı ve işkence görmüş dünyada devasa zelzeleler oluşmasını sağladı. Lejyon ve gece elfleri müttefikleri arasında devam eden korkunç savaş harabe halindeki başkentin çevresinde devam ederken, Sonsuzluğun Gölü kendi içine çöktü ve yıkıldı.

Felaket patlama sonucunda dünya parçalara ayrıldı ve gökyüzü toprakla kirlendi.

Göl’deki patlama ve artçı sarsıntılar, dünyanın omurgasını ve yapıtaşlarını salladılar; denizler dünyanın üzerinde oluşan göçüğüı kapamak için hücum ettiler. Kalimdor’un toprağının neredeyse %80’i parçalanarak ayrıldı, geriye sadece yeni coşkulu denizi saran bir avuç kıta bıraktı. Yeni denizin merkezinde, ki bir zamanlar orda Sonsuzluğun Gölü yeralmaktaydı, öfkeli dalgaların ve keşmekeş enerjilerin karıştığı bir fırtına kopmaktaydı. Bu korkunç göçük, daha sonra Maelstrom olarak anılacaktı, öfkeli dönüşünü asla durdurmayacaktı. Bu korkunç felaketin - aynı zamanda sonsuza kadar kaybolmuş mükemmel bir çağın - anısı olarak her zaman orada kalacaktı.

Yinede, çok gariptir ki, kraliçe Azshara ve seçkin Yücedoğan üyleri patlamadan sonra hayatta kalmayı başarmışlardı. Onlar ki yarattıkları güç tarafından işkence gördüler ve saptırıldılar, Göl’deki patlama yüzünden öfkeli denizin derin sularına gömüldüler. Lanetlenmiş – değiştirilmiş – yeni şekilleriyle nefret dolu sürüngenimsi Nagaları oluşturdular. Azshara’nın öfkesi ve nefreti giderek arttı, öyleki iyice canavarlaşmaya başladı. Her zaman kalbinin derinliklerinde saklı olan kötülüğü ve yozlaşmayı dışarı yansıttı.

Orada, Maelstrom’un dibinde, Nagalar kendilerine yeni bir şehir yarattılar, Nazjatar, eski güçlerini geri kazanmayı umarak. Nagalar’ın dünyaya varlıklarını göstermeleri ise 10.000 yıl alıcaktı..
 
Hyjal Dağı ve Illidian’ın Armağanı

Korkunç patlamadan sağ kurtulan az sayıda gece elfi çaresizlik içinde biraraya geldi. Birlikte sallar yaptılar ve görünürdeki tek toprak parçasına doğru yola koyuldular. Nasıl olduysa, Elune’un takdiri olsa gerek, Malfurion, Tyrande ve Cenarius da Muazzam Parçalanma’dan(Great Sundering) sağ kurtuldular. Bitkin düşmüş kahramanlar hayatta kalan dostlarına öncülük etmeye ve onlar için yeni bir vatan yaratmaya karar verdiler. Sessizlik içinde seyahat ederlerken, dünyalarından kalan yıkıntıları incelediklerinde, hepsi tutkularının onlara sadece yıkımı getirdiğinin farkına vardılar. Göl’ün yokedilmesiyle, Sargeras ve lejyonu dünyalarından silinmiş olsa da Malfurion ve yandaşları zaferin getirdiği ağır bedeli ödemek zorunda kaldılar.

Bu afetten zarar görmeden kurtulan birçok Yücedoğan da vardı. Onlar da diğer gece elfleriyle beraber yeni toprakların kıyısına doğru yola koyuldular. Malfurion Yücedoğanlar’a güvenmese de Göl’ün gücü olmadan gerçek bir sorun oluşturamayacaklarının tatmini içindeydi.

Yorgun gece elfi topluluğu yeni toprakların kıyılarına ayak bastığında, kutsal dağ Hyjal’ın afetten etkilenmediğini gördüler. Kendilerine yeni bir ülke kurucak yer arayan Malfurion ve gece elfleri Hyjal’ın yamacından tırmanmaya başladılar ve rüzgarın süpürüp, hüküm sürdüğü Dağ’ın doruğuna ulaştılar. Ağaçlık bir çukurluğa doğru inerlerken, ki dağın göğü delen uçurumları arasına yuvalanmıştı, küçük ve durgun bir göl buldular. Sanki onların inadına, bu gölün sularının da sihir tarafından kirletildiğini farkettiler.

Illidian, Muazzam Parçalanma’dan o da kurtulmuştu, Hyjal Dağı’nın doruğuna Malfurion ve diğer gece elflerinden çok daha önce ulaşmıştı. Dünyadaki sihirin akışını yeniden düzenleme saplantısı içinde, ki bu saplantıdan çok deliliğe dönüşmüştü, Sonsuzluğun Gölü’nün değerli suyunu taşıyan şişelerdeki sıvıları dağın gölüne dökmüştü. Göl’ün canlı enerjileri çabucak suyla kaynaşmıştı ve yeni bir Sonsuzluğun Gölü’nü oluşturmuştu. Yeni Göl’ün gelecek nesillere bir armağan olduğunu düşünen kıvanç içerisindeki Illidian, Malfurion onu yakaladığı zaman şaşkına döndü. Malfurion kardeşine sihirin varoluşundna beri içten içe kötü olduğunu, kullanımının kaçınılmaz olarak yozlaşmaya ve kirlenmeye yol açağını açıkladı. Yinede Illidian büyüsel güçlerinden vazgeçmek istemedi.

Illidian’ın kendini bilmez hareketlerinin nelerle sonuçlanacağını bilen Malfurion, güç delisi kardeşiyle bir daha uğraşmamasını sağlayacak bir çözüm bulmaya karar verdi. Cenarius’un da yardımıyla, Malfurion Illidian’ı yeraltında büyük bir mağara içindeki hapishaneye kapattı, ki orada zamanın sonuna kadar zincirlenmiş ve güçsüz bir şekilde kalacağını planlıyordu. Kardeşinin mahkumluğunu güvenceye almak isteyen Malfurion genç bir gözetmeni(Warden), Maiev Shadowsong’u, Illidian’ın kişisel muhafızı olarak görevlendirdi.

Yeni Göl’ü yoketmenin daha da büyük bir felaket getirebileceğinden endişelenen gece elfleri onu kendi halinde bırakmaya karar verdiler. Yinede, Malfurion gece elflerinin bir daha asla sihir sanatlarına çalışmayacaklarını açıkladı. Hepsi, Cenarius’un gözetmenliğinde, yıpranmış dünyalarını iyileştirmelerine ve Hyjal Dağı’nda bulunan yurtlarındaki sevgili ormanlarını oluşturmalarına olanak sağlıyacak tabiat büyücülüğünün(Druidism) eski sanatlarını çalışmaya başladılar.
 
Dünya Ağacı(World Tree) ve Zümrüt Rüyası
(Warcraft 1’den 9000 yıl önce)

Sayısız yıllar boyunca gece elfleri eski yurtlarından neler yaratılabiliyorsa usanmadan yapmaya çalıştılar. Yıkılmış tapınaklarını ve yollarını doğaya terk eden gece elfleri yeni yurtlarını yemyeşil ortamı ve gölgeli tepeleri ile Hyjal Dağı’na kurdular. Zamanla ejderhalar da, Muazzam Patlama’ya rağmen hayatta kaldılar, saklandıkları inlerinden çıktılar.

Kızıl Alexstrasza, yeşil Ysera ve bronz Nozdormu doğa büyücülerinin(Druid) sakin açıklıklarına doğru alçaldılar. Malfurion, gücü son derece görkemli olan bir yüksek-doğa büyücüsü(Arch-druid) olmuştu, kudretli ejderhaları selamladı ve onlara yeni Sonsuzluğun Gölü’nün yaratılışını anlattı. Kadim ejderhalar bu kötü haberi duyunca kaygıya düştüler ve Göl varlığını sürdürdükçe bir gün Lejyon’un geri dönüp, bu toprakları yeniden istila etme ihtimalinin olduğunu beyan ettiler. Malfurion ve 3 ejderha Göl’ü güvende tutma ve Burning Legion’ın askerlerinin bir daha asla bu dünyaya geri dönememesi gerektiği konusunda fikir birliğine vardılar.

Alexstrasza, Hayat-Bağlayıcı, Sonsuzluğun Gölü’nün merkezine bir tane sihirli tohum dikti. Tohum, coşkulu ve büyülü sulardan enerjisini alarak, devasa bir ağaç olarak dünyaya geldi. Kudretli ağacın kökleri Göl’ün sularına yerleşirken, ağacın yemyeşil dalları sanki göğü deliyordu. Devasa ağaç, gece elflerinin doğayla olan bağını ebediyen simgeleyecekti ve hayat veren enerjileri sayesinde dünyanın geri kalanını zaman içinde iyileştirecekti. Gece elfleri Dünya Ağacı’na kendi dillerinde “Cennetin Tacı”(Crown of the Heavens) anlamına gelen yeni bir isim verdiler, Nordrassil.

Nozdormu, Zamansız olan, devasa ağaç güvenle ayakta durdukça etkisini gösterecek bir büyü yaptı, öyle bir büyüydü ki gece elfleri bir daha asla ne yaşlanacaklardı ne de herhangi bir hastalığın pençesine düşeceklerdi.

Ysera, Hayal-Perest, da Dünya Ağacı’nı kendi boyutuna, ki dünyevi olmayan bir boyuttu ve Zümrüt Rüyası olarak biliniyordu, bağlayan bir sihir yaptı. Zümrüt Rüyası, ruhu sürekli değişen büyük bir boyut, fiziksel dünyanın sınırlarının dışındaydı. Ysera Rüyasından, doğanın düzensizliğiyle akışını ve dünyanın evrimleşme yolunu düzeltti. Malfurion’un da içinde bulunduğu gece elfi tabiat büyücüleri Dünya Ağacı sayesinde Rüya’ya bağlandılar. Ruhani bir fikirbirliği sonucunda, tabiat büyücüleri yüzyıllar boyunca dünyadan soyulanmayı(Hibernation) kararlaştırdılar, ki böylece ruhları Ysera’nın Rüyası’nın sonsuz yolunda ilerleyebilecekti. Tabiat büyücüleri hayatlarının çok uzun bir bölümünü maddi olarak soyutlanarak geçirmekten keder duysalar da Ysera’ya verdikleri sözü kendilerini düşünmeden tuttular.
 
Yüce Elflerin Sürgünü
(Warcraft 1’den 7300 yıl önce)


Yüzyıllar geçti, gece elflerinin yeni uygarlığı, Küllerin Vadisi(Ashenvale) adını verdikleri kökleşen ormanlarında genişledi ve güçlendi. Muazzam Patlama’dan önce sık sık görmeye alışık oldukları yaratıklar ve ırklar, misal kürklübolglar(Furbolgs) ve tüylüdomuzlar(Quillboars), yeniden ortaya çıktı ve topraklara bereket getirdiler. Gece elfleri, tabiat büyücülerinin düzgün önderliği sayesinde daha önce yaşanmamış barışın ve rahatın hüküm sürdüğü bir çağ yaşadılar.

Yinede, asıl Yücedoğanlar’ın birçoğu sakin duramamaya başladılar. Kendilerinden önceki Illidian gibi, çok sevdikleri büyülerini kaybetmenin verdiği acının kurbanı oldular. Sonsuzluğun Gölü’nün enerjilerini kullanmanın ve büyü sanatlarını çalışmanın dayanılmaz arzusu içindeydiler. Yücedoğanlar’ın adından bahsedilmeyen, aceleci önderi Dath’Remar, kendi haklarının olduğunu iddia ettiği sihiri kullanmayı reddettikleri için, tabiat büyücülerini korkaklıkla suçlayarak toplum içinde aşağılamaya başladı. Malfurion ve tabiat büyücüleri Dath’Remar’ın tartışmalarını kaale almadı ve Yücedoğanlar’ı herhangi bir büyü kullanımının ölümle cezalandırılacağı konusunda uyardı. Aşağılayıcı ve sapkın bir şekilde, tabiat büyücülerine koydukları yasayı kaldırmaya ikna etme denemesinin ardından Dath’Remar ve takipçileri Küllerin Vadisi’ne korkunç büyülü bir fırtına gönderdiler.

Tabiat büyücüleri kendi ırklarının bu kadar büyük bir kısmını katletletmeyi kabullenemediler ve haddini bilmez Yücedoğanlar’ı topraklarının dışına sürgüne gönderdiler. Dath’Remar ve takipçileri, en sonunda gelenekçi kuzenlerinden kurtulmanın verdiği memnuniyetle, sayılı özel yapım gemiler yaptılar ve denizde yola koyuldular. Hiçbiri, onları coşkulu Maelstrom’un sularının ardında nelerin beklediğini bilmese de hepsi büyük bir heves içinde kendi yurtlarını kurmayı planlıyorlardı, ki orada çok sevdikleri büyü sanatlarına gönül rahatlığıyla çalışabileceklerdi. Yücedoğanlar ya da Quel’dorei, Azshara’nın onlara yıllar önce verdiği isim, doğudaki topraklarda yaşayanların Lorderon adını verdikleri yere ayak basıcaklardı. Burda büyülü krallıklarını, ki Quel’Thalas adını vereceklerdi, kuracaklardı. Gece elflerinin aya tapma gelenekleri ve geceleri sürdürdükleri hayatlarını reddedeceklerdi. Sonsuza kadar güneşe tutunacaklardı ve Yüce Efller(High Elves) olarak bilineceklerdi.
 
Gözcüler(Sentinels) ve Uzun Nöbet


Aklına buyruk kuzenlerinin gidişiyle, gece elfleri bütün ilgilerini büyülü yurtlarını güvende tutmaya verdiler. Tabiat büyücüleri, yeniden kendilerini soyutlama zamanlarının geldiğini hissederek, sevdiklerini ve ailelerini geride bırakarak soyutlanma için hazırlandılar. Tyrande, Elune’un yüksek rahibesi(High Priestess of Elune) olmuştu, aşkı Malfurion’un Ysera’nın Zümrüt Rüyası için onu terketmemesini rica etti. Fakat Malfurion, değişen Rüya yollarına onurlu bir şekilde giderken, rahibeye veda etti ve gerçek aşkı içinde tuttukları sürece bir daha asla ayrılmayacaklarına yemin etti.

Kalimdor’u yeni dünyadan gelebilecek tehlikelerden koruma görevinde yanlız kalan Tyrande, gece elfi kız kardeşleri arasından güçlü bir savaşçı birliği oluşturdu. Kendilerini Kalimdor’un savunmasına adamış olan korkusuz, iyi eğitimli savaşçı kadınlar “Gözcüler”(Sentinels) olarak nam saldı. Onlar Küllerin Vadisi’nin gölgeli ormanlarında tek başlarına devriye gezmeyi tercih etseler de acil durumlarda çağırabilecekleri birçok yandaşları vardı.

Yarıtanrı Cenarius Hyjal Dağı’nın Ayaçıkların’da kaldı. Oğulları, Koruluğun Koruyucuları(Keepers of the Grove) olarak bilinirlerdi, gece elflerine yakından göz kulak oldular ve gözcülere topraklarda barışı sağlayabilmeleri için düzenli olarak yardım ettiler. Hatta Cenarius’un utangaç kızları, dryadlar, gitgide artan bir sıklıkta görülmeye başlandı.

Küllerin Vadisi’nin gözetmenliğini yapmak Tyrande’i bayağı meşgul etti, fakat Malfurion onun yanında değilken çok az şey onu neşelendirdi. Tabiat büyücülerinin uykusunda uzun yüzyıllar geçtikçe, Tyrande’in 2. bir şeytani istila korkuları arttı. Oralarda bir yerde, gökyüzünün Büyük Karanlık’ının ötesinde, Burning Legion’ın, ki gece elflerinden ve Azeroth’un dünyasından intikam alma planları yaptığı gün gibi aşikardı, olabileceği tedirginliğini bir türlü üzerinden atamadı.
 
Top