01- Adana

Adana’ya 27 km uzaklıktaki kent, altın çağını Roma egemenliği döneminde yaşamıştır. Bu dönemden önce, İ.Ö.95’te Seleukosların kralı VI.Seleukos burada, gymnaseion yakınında öldürüldüğünden, kardeşleri kenti yakıp yıkmış, halkınnı da kılıçtan geçirmişlerdi. Roma egemenliği döneminde onarılmış ve yeni yapılarla donatılmıştır. Kentin, surlarla çevrili bir akropolis (yukarı hisar) bölümü, tiyatrosu, su kemerleri, surdışında bir stadeionu ile bir hippodromosu bulunmaktaydı. İki yanı sütunlu ana caddesi, kenti ırmak kıyısına bağlıyordu. Ancak, kent ortaçağda iki büyük deprem geçirmiş ve ikisinde de yerle bir olmuştur.

Misis’de, ilkçağ kentinden günümüze gelebilen eserler köprü dışında harap durumdadır. Hadrianus döneminde (İ.S. 117-138) yapılan tiyatronun kalıntıları görülebilmektedir. Ortaçağ kasabası, batı yakadaki eski kentin hemen yanı başında, doğu yakaya kurulmuştur. Bugün bu alanda Bizans, selçuklu, osmanlı dönemlerine ait köprü, kervansaray gibi tarihi yapıtlar bulunmaktadır.

Ceyhan Irmağı üzerindeki köprü, Roma egemenliği döneminde, IV.yüzyıl ortalarında yapılmıştır. VI.yüzyılda, Iustinianus döneminde onarım görmüş, daha sonraki dönemlerde de onarılarak yenilenmiştir. İlkçağ kentinin batı yakasındaki höyükte, Prof.Dr.Helmuth Th.Bossert, kazı yapmıştır. Höyüğün batı yanındaki yamaçta da Missis’in Mozaik Müzesi bulunmaktadır. Misis’in, ilkçağda, Ceyhan üzerinden denizle ulaşımı bulunan bir liman kenti olduğu sanılmaktadır.
 
Misis’de Yılan Kalesi denilen Şahmâran Kalesi’nin bulunduğu yerde Ura antik kenti vardı. Buradaki Höyükte Hitit çağında yerleşilmiş ve oradaki M.Ö.XIV.yüzyıla ait Hitit kralı Muwattali’nin resmi de alçak kabartma olarak günümüze ulaşmıştır.

Ura’daki yerleşim Edessa (Urfa) Kontluğuna bağlı kalmış Haçlı Şovalyeleri bir dönem burada yönetimi ele almış ve Arap istilasına da uğramıştır. Ura sözcüğünün kökeni Luvi dilindeki “büyük, yüce, ulu” anlamından geldiği sanılmaktadır.

Buradaki Şahmâran kalesi yakındaki Sirkeli Köyü’nden 500 m. uzaklıkta, yükseltisi az, üstü basık düz bir tepe görünümündeki bir höyük üzerindedir. Hititler tarafından yapıldığı, buradaki yazıtlardan ve kabartma resimlerden anlaşılmaktadır. Ayrıca höyük üzerinde yapılan yüzey araştırmaları çok sayıda Hitit keramiğini de ortaya koymuştur.
 
Bugünkü Kozan İlçesinin bulunduğu yerde İlkçağın sonlarına doğru Sis isimli bir kentçik bulunuyordu. Sis sözcüğünün Luvi dilindeki Ana Tanrıça halkı anlamına geldiği iddia edilmiştir.

Çukurova Irmağının kenarındaki vadilerde kurulmuş olan bu kent, Asur döneminde ticaret merkezi konumundaydı. Buna dayanılarak M.Ö.700 yıllarında varlığı bilinen Sis kentinin günümüze gelen en iyi yapısı kalesidir. Bunun dışında kentle ilgili başka bir kalıntı ve buluntu günümüze gelememiştir.

Sis Kalesi, iki bölümlü olup, güney bölümünün ortasınbda oldukça uüksek bir yere iç kale yerleştirilmiştir. Güney bölüm ile kuzey bölüm kalın bir sur duvarı ile ayrılmıştır. Bu sur, 6 km. ye kadar uzanmakta ve 44 burç ile de desteklenmiştir. Ayrıca kalenin içerisinde su sarnıçları, mahsenler, gizli yollar ve Bizans dönemine ait bir kilise kalıntısı bulunmaktadır. Orta Çağa tarihlendirilen kaledeki yazıtlar ve mimari parçalar Selçuklular zamanında onarıldığını ortaya koymaktadır.
 
Adana ilimizin gelenek ve görenekleri

Adana ve çevresindeki geçiş dönemlerinde uygulanan âdet ve inanmalar Adana halk kültürü içerisinde geniş yer tutar.

DOĞUM


Yaşamın başlangıcı olarak kabul edilen doğum, Adana ve çevresinde doğum öncesinden başlayıp doğum sonuna kadar uzanan bir dönemde, yüzlerce âdet ve inanmanın uygulandığı bir dönemdir. Doktora gitmeyen veya gidemeyen, çocuğu olmayan kadın, gebe kalabilmek için çeşitli yollara başvurur. Bunlardan biri de "ara ebe" ya da "aralık ebesi" adı verilen eli işe yatkın kadınların hazırladığı otlardan yapılmış ilaçlardan yararlanmadır. Çoban Dede diye anılan, şehir merkezinde bulunan bir türbe de çocuk sahibi olmak isteyen kadınların sıkça ziyaret ettiği yerlerden biridir.

Doğacak çocuğun yaşaması için, kadın daha hamileyken yatırlara, türbelere gider ve adaklarda bulunur. Çocuk doğduktan sonra yedi yıl çocuğu başkalarından giydirir, yedi yıl saçını kesmez ya da yedi yıl çocuk için kurban keser. Çocuğu yaşamayan kadına "tıbıkalı" denir. Bu kadınların lohusayı ziyaret etmesi istenmez. Aşeren kadına "yerginliği var" denir. Doğacak çocuğun cinsiyetini öğrenmek için, çiğ bir koyun kellesinin çenesi, niyet tutularak ayrılır; çene kemiğinde et kalırsa doğacak çocuğun kız, et kalmaz cavlak olursa oğlan olacağına inanılır .Bir sonraki çocuğun cinsiyetinin farklı olmasını sağlamak için doğumdan sonra çocuğun eşi ters yüz edilir . Kelle yiyen gebe kadının çocuğunun sümüklü olacağına inanılır .

Doğumun kolay olması için Meryem Ana Eli otu doğum odasında ıslatılır. O açıldıkça doğumun kolaylaşacağına inanılır.Doğum sancısı çeken kadına, doğum kolay olsun diye kocasının ayakkabısından su içirilir .

Çocuk doğduktan sonra, taş gibi güçlü olsun diye ağzına taş konur .Çocuk pişik olmasın, teni kokmasın diye tuzlanır. Çocuk tatlı olsun diye, tuzlamanın ardından vücuduna bal sürülür .Çocuğu ilk yıkayan ona giysi alır. Çocuğun gözlerine sürme çekilir .Çocuk yıkandıktan sonra koltuk altlarına, boynuna reyhan tozu sürülür. Çocuğun göbeği düştükten sonra düşen göbek, okuması için, okulun duvarına; imanlı olması için, cami duvarına; çeyizinin bol olması için, sandığa konur. Ayrıca, göbeğin yüksek binaların üstüne atılmasıyla, çocuğun istikbalinin yüksek olacağına inanılır .
Doğum yapan kadın, kırkı çıkıncaya kadar başına kırmızı tülbent bağlar. Lohusaya yağlı ballı pekmezli bulamaç, közde pişirilmiş ciğer-soğan yedirilir.Çocuğa ilk süt üç ezandan sonra verilir, böylece çocuğun sabırlı olmayı öğreneceğine inanılır. Anne ve çocuğu kötü etkilerden korumak için, ilk kırk gün çeşitli önlemler alınır. Al basmasın diye, lohusamn baş ucuna ayna, tarak, iğne batırılmış soğan, Kur'an konur .Anne ve çocuğun altına bıçak konur .Odada sarımsak bulundurulur. Kapının arkasına satır, karyolanın altına süpürge konur .Aynalar kırmızı bezle kapatılır .Yatağın çevresi kıl iple çevrilir .. Kapıya al bağlanır .dikenli çalı asılır ,Odaya bir kap içinde su konur,Odada ocaklı diye bilinen erkeğin gömleği bulundurulur .Çocuğun başının altına ekmek ufakları konur .Kırk basmasından korunmak için; yeni doğanın yüzü herkese gösterilmez. İki kırklı karşılaşınca iğne değiştirirler .Çocuğu kırk basmasın diye, çocuğun ilk kakalı bezi odanın eşiğine konur .Adetli kadınların ve tıbıkalı kadınların lohusayı ve bebeği ziyaret etmesi istenmez. Bu durumda çocuğun yüzünde yaralar çıkacağına veya anne ve çocuğa bir kötülük geleceğin inanılır.

Adana ve çevresinde, anne ve çocuk yedinci, yirminci ve kırkıncı günlerde kırklama adı ile yıkanır. Yıkama suyu içine altın, taş, çiçekler ve yapraklar atılır. Böylece çocuğun altın gibi değerli, taş gibi güçlü, çiçekler gibi güzel kokulu olacağına inanılır. Kırkıncı günü yapılan kırklama suyunda ise; kırk taş, kırk yaprak veya kırk çeşit çiçek mutlaka konulur. Bazı çevrelerde kırklama farklı bir şekilde uygulanmaktadır. Kırkıncı gün; evde bulunan bütün tabak-çanak, yatak-yorgan yıkanır, lohusa ve çocuk da yıkanır, ayrıca bir kırklama suyu yapılmaz. Lohusayı daha önce ziyarete gelenler de kırkıncı günde banyo yaparlar .

Çocuk, doğumdan sonra yaşına kadar çok hastalanırsa adını yükleyemedi denir ve çocuğun adı değiştirilir. Ali adının çok kullanıldığı çevrelerde, bu adı taşımanın çok zor olduğu, bu kişinin heyecanlı ve sinirli olacağı düşünülür. Kırkından sonra ilk gezmeye çıkışa kırk uçurtma denir. Çocuğun ömrü uzun olsun diye, kırkıncı günü uzak bir yere ***ürülür .Doğumdan sonra bir türlü gelişemeyen, cılız ve hastalıklı çocuğa "aydaş çocuk" denir. Aydaş çocuğun tedavisinde ocaklı birinden veya çocukluğunda aydaş olup da daha sonra sağlıklı olan kişilerden yararlanılır. Aydaş çocuk yaşlı bir ağacın arasından geçirilir, üç hafta tuz ile tartılır. Kurt ağzının iskeletinden geçirilir .Ocaklı bir kimsenin koynundan geçirilir .Dört yol ağzına kazan kurulur, sembolik bir aş olan "aydaş aşı" pişirilir .Çocuk mezarlığa ***ürülür, orada ocaklı birinin koynundan geçirilir. Mezarlığa gelenlerin beraberinde getirdiği bulgurla eve dönünce pilav pişirilir ve topluca yenilir .



EVLENME

Bireyin yaşamındaki geçiş dönemlerinden biri de evlenmedir. Adana ve çevresinde, görücü usulü, anlaşarak, beşik kertme, levirat (kocası ölen kadının ka-ymbiraderiyle evlendirilmesi), kız kaçırma ve akraba evliliklerine rastlanır. Özellikle kız kaçırma ve akraba evlilikleri bölgede dikkati çekecek kadar çoktur. Evlenemeyen gençler, kısmetlerinin açılması için çeşitli yollara baş vururlar. Bunlardan bazıları, hocalara giderek kilit açtırma, muska yazdırma, dört yol ağzında çeyiz açmadır .

Kız istemeye giderken ağzı laf yapan,ağzı lafa yakışacak kişilerle gidilir. İlk istemede kız verilmez. Ancak, ikinci veya üçüncü istemeden sonra kız verilir. Kız verilince iki aile arasında "küçük tatlı", "ağız tatlısı" yenir. Bu arada kıza alınacak takılar, eve alınacak eşyalar, başlık veya anaya verilecek süt hakkı konuşulur. Eskiden "yedi hacet" adı verilen; bir çift Adana burması bilezik, yüzük, küpe, elbise-ayakka-bı-giyecekler, başlık parası, halı-kilim, yatak-yor-gandan oluşan eşya, takılar ve başlık parasının oğlan tarafından verilmesi kesin kuraldı .Bugün bu adla anılmasa da, yine de bunların çoğu yerine getirilmektedir. Daha sonra eş dost ve akrabaların katılımıyla eğlencenin de olduğu büyük tatlı yapılır. Büyük tatlı töreni yapanlardan çoğu nişan yapmaz. Gerek büyük tatlıda gerekse nişanda atkı, atkın ya da kırkım adı verilen takı ve hediye merasimi yapılır.

Adana ve çevresinde, söz, nişan ve düğünde yapılan bütün masraflar oğlan evi tarafından karşılanır. Kız tarafı ise, kızına çeyiz verir, isterse takı takar. Kız tarafının yapacağı yatağın, yorganın ve yastıkların pamuğunu oğlan evi gönderir. Düğüne davet okuntuyla yapılır. Okuntu davet edilecek kişinin ağırlığına göre; kibrit, çay bardağı, mendil, çorap, gömlek ve elbiselikten oluşur. Oğlan tarafı kız tarafının da dağıtacağı okuntulukları alır ve kız evine verir. Düğün yemekleri; yüksük çorbası, ekşili köfte, davul aşı (etli dövme pilavı), etli kuru fasulye, pilav, patlıcan dolması veya yaprak sarmasından oluşur.

Düğün, pazartesi veya perşembe günü oğlan evine bayrak dikimiyle başlar. Bayrağın ucuna ayna, soğan, portakal takılır. Pazar günü gelinin gelmesi ve bayrağın indirilmesiyle düğün sona erer. Pazartesi günü de duvak yapılır. Bayrak, gerdek gecesi damat veya sağdıç tarafından, aynaya nişan alındıktan ve aynanın kırılmasından sonra indirilir.

Köylerde yapılan bazı düğünler kesimlidir. Kesimli düğüri'lerde, davulcular gelen konukları karşılar, konuğun ikramını yapar, konuğun önünde çeşitli figürler yaparak ondan para alır. Konuklar "caba", "çaba" adı ile anılan bu parayı düğün sahibine verilmek üzere davulculara bırakırlar. Bu tür düğünlerde, düğünü yönlendiren, çoğunlukla akrabadan biri olan ve abdal ağası adı verilen kişidir.

Düğünün başladığı gün veya ertesi gün, kız evinden alınan çeyiz oğlan evine ***ürülür. Kız evinden çeyiz çıkarılmadan önce, çeyizde bulunanların tümü tek tek bir kâğıda yazılarak çeyiz senedi hazırlanır .Çeyiz senedi taraflar ve şahitler tarafından imzalanır, muhtar tarafından mühürlenir. Daha sonra, kırmızı kurdelelerle bağlanmış yorganlar, yataklar, yastıklar, mutfak eşyaları, beyaz eşyalar görülecek şekilde üzerinde bayrak asılı kamyona yerleştirilir. Halılar kamyonun yan taraflarından sarkıtılır, davul zurna eşliğinde Baraj'a gidilir, çeyiz sudan geçirilir. Çeyizi ***ürenler ve almaya gelenler burada oyunlar oynayıp, halaylar çekerler.

Şehirdeki düğünlerde gelin hamamı geleneğine rastlanır. Hamam tasları ve zılgıtlar eşliğinde, hamamda geline kına yakılır. Hamama gidenlerin her biri gelini yıkar, türküler söylenir, oyunlar oynanır. Hamamda konuklara kebap veya kısır, meyve ve içecek ikram edilir.

Adana ve çevresinde kına gecesi törenleri, ekonomik ve kültürel değişime bağlı olarak, eskiye oranla küçülmüştür. Eskiden, âşıklarla türküler söylenerek kız evine gelen kmacılara, kız evi tarafından çeşitli oyunlarla zorluklar çıkarılırdı. Kınacı, et satırı veya balta, telis çuvalı parçası, eskimiş süpürge ve ayna olarak da ekmek sacı ile sözde "tıraş" edilir, oyunlar çıkarılır, gelenlere bilmeceler sorulur, bilemeyen kı-nacı ağaca asılır ya da cezadan kurtulmak için para verirdi .Akşam dışarıda ateş yakılır, ateşin ebesi ateşe yaklaşmak isteyenlerle mücadele eder, bu arada herkes ebeyi düşürmeye çalışırdı .Ateşin etrafında oyunlar oynanır, halaylar çekilir, âşıklar türküler söyler, atışmalar yapardı .Gelinin yengesi ile damadın yengesi oyunlar çıkarır, tazı-tavşan oyununu oynarlardı .

Günümüzde köy düğünlerindeki kına gecesi törenlerinde, az da olsa bu geleneklere rastlıyoruz. Kına gecesi, cumartesi günü veya gecesinde yapılır. Oğlan evi kızın giyeceğini, kınasını, çerezi ve mumları, kına davarıyla birlikte davul zurna eşliğinde kız evine getirir .Kız evine gelirken, yolda, kız evi tarafından hazırlanmış çeşitli oyunlarla ve zorluklarla karşılanır. Kına, gelinin yengeleri veya bahtı açılmamış bir kız tarafından yoğrulur. Köfte şekline getirilen kınalar tepsiye dizilir. Üstlerine mumlar dikilir, mevsim çiçekleri serpilir. Genç kızlar kına tepsisini, kına türküleri eşliğinde, başları üstünde ortaya getirirler. Tepsi başlarında, gelinin etrafında oynarlar. Gelin oturtulur, başına kırmızı şifon örtülür, kına türküleriyle övülür, geline öğütler verilir. Gelin ne kadar çok ağlarsa, o yıl o kadar bereket olacağına inanılır. Gelinin başı üstünde "kelle şeker" kırılır. Gençler şekeri kapışırlar. Şekerden bir parça ayrılır, gerdek gecesi bununla gelin ve damat için şerbet hazırlanır. Gelin oyuna kaldırılır. Daha sonra geline kına yakılır. Gelinin avcuna kına yakılırken para konur. Tepsideki kınalar, gençler tarafından kısmetlerinin açılması için kapışılır. Oğlan evinde de kına yapılır. Buradaki kına, gece geç saatlere kadar sürer. Güreşler tutulur, ateşler yakılır, oyunlar oynanır, yüzük yarışı yapılır .Damadın serçe parmağına kına yakılır. Erkeklerden biri kadın kılığına girer, çeşitli muziplikler yapar, eğlenirler .

Kınadan sonra kırkım töreni başlar. Kırkım ya da atkın adı verilen bu tören, nişanda ve kına gecesinde kız evinde, gelinin oğlan evine geldiği gün de oğlan evinde yapılmaktadır. Kız ile oğlan masanın başına getirilir. Koluna bir yazma veya havlu bağlanmış bir erkek "atkın"ın ya da "kırkım"ın başladığını ilan eder. Oğlan tarafının en yakmıyla atkın başlar. Sonra, kız tarafına sıra gelir. Parayı atan veya hediyeyi veren kişinin adı yüksek sesle oradaki topluluğa duyurulur. Nişanda ve kınadaki kırkımda, daha ziyade mutfak eşyaları ve para verilmekte, toplanan para ile kızın çeyizinin eksikleri tamamlanmaktadır. Oğlan evinde yapılan kırkımda ise, daha çok para armağanı yapılmaktadır.

Düğünün son günü gelin alma veya gelin çıkarma günüdür. Oğlan tarafı gelin almaya süslenmiş arabalarla ve davullarla gider. Eskiden gelin atla ***ürülürdü. Gelinin bineceği at, çevrenin en gözde atı olurdu. Atın başı kız tarafının hazırladığı şifon ve peşkirlerle süslenirdi. Kızın dokuduğu nakışlı heybe atın üstüne atılırdı. Gelinin ve atın başına ayna takılırdı. Gelinin evinden çeyizler develere yüklenir, develer gelin alayı ile birlikte giderdi. Develere takılan çanlar devenin yürüyüşünün ahengiyle çalardı8. Gelin alayı yolda giderken, kız evi tarafının hazırladığı çeşitli oyunlar ve zorluklarla karşılaşır. Tıpkı kınada olduğu gibi gelin alma gününde de oğlan evi epeyce zorlanır. Bahşiş almadan geçmelerine izin verilmez. Gelen oğlan evi, gelin çıkıncaya kadar oyunlar oynar, halaylar çekerler. Kızın akrabaları, kızı öven veya ona öğütler veren türküler söylerler. Erkek kardeşler kıza "kuşak" bağlar. Gelin ana babası ve kardeşleriyle vedalaştıktan sonra ana evinden uğurlamr.

Bu arada, oğlan evinden gelini almaya gelen yakınları, yeni evlilerin muratları olsun diye, kız evinden çiçek çalar. Evlilikleri uzun ömürlü olsun diye, bakır kap çalar .Kız kısmetini de beraberinde ***ürsün diye bir tabak bir kaşık çalar . Kız gittiği eve çivi gibi bağlansın diye çivi çalar.Kız tarafı, gelinin gittiği evde kısmeti bol olsun diye, eline bir parça ekmek verir .

Gelin oğlan evine gelince arabadan hemen inmez. Arabanın üstüne bir tepsi konur ve "kırkım" başlar. Önce kaympeder verir, indirmelik bağ, bahçe, hayvan olabilir. Ardından oğlan evinin yakınları para veya altın verirler. Gelin arabadan iner. Kaynana ve kayınpeder çekilmekte olan halaya katılırlar. Kaynana, gelinin başına arpa, leblebi, kuru üzüm, bozuk para atar. Gelin evin eşiğine gelince eline verilen bardak veya şişe veya testiyi kırar. Böylece gelinin kalp kırmayacağına,evliliğinin dağılmayacağına . inanılır. Yağ-bal sürülmüş yaprağı veya mayalı hamuru kapıya yarım yarım, içeriye kaynananın kolunun altından girer .Yanına bir kız bir erkek çocuk getirilir. Bunlar, oklava ile gelinin duvağını açarlar .Gelinle damat odaya girer, getirilen şerbeti yarım yarım içerler. Dışarıda oyunlar devam eder.

Gerdekten önce özne övme yapılır. Bekâr arkadaşları damadı alır, gezdirir, eğlendirirler. Sağdıçlar damadı ortaya alır, boyunu poşunu mertliğini manilerle överler. Çeşitli oyun ve şakalarla damat giydirilir. Daha sonra, türküler söyleyerek, manilerle eve getirilir, sırtı yumruklanarak içeriye sokulur.

Gerdeğin ertesi günü duvak günüdür. Bu günde duvak mevlidi okunur. "Çarşaf günü", "çarşaf mevlidi" olarak da anılır. Köylerde duvak günü öğle öncesinde toplanılır. Konuklara bu gün için kesilen davardan öğle yemeği ikram edilir. Kasaba ve şehirlerde, öğleden sonra toplanılır, gelenlere bisküvi-lokum-pasta ikramı yapılır. Son zamanlarda, özellikle şehir merkezinde, duvak, düğünün üçüncü günü yapılmaktadır. Duvak gününe kadınlar çağrılır, bu günde yaygın olarak mevlit okutulur. Mevlidin ardından, kızın oğlan evi bireyleri için getirdiği bohçalar konuklara gösterilir ve sahiplerine verilir. Kaynana gelinin kendisi için hazırladığı mindere oturtularak, kaynana bohçasından giydirilir. Duvağa gelenler gelinin evini gezerler, daha önce hediye getiremeyenler, hediyelerini bugün getirirler. Duvakta, gelen konuklara boncuklu tülbent verilir.

Duvak gününde de çeşitli davranış kalıplan görülür. Bunlardan bazıları: Gelinin başına duvağı örtülür. Bu duvağı, bir oğlan ve bir kız çocuğu alıp, kaçırır, damattan bahşiş alır .Ortaya bir yastık konur. Gelin yastığın etrafında üç kez döndürülür. Yönü kıbleye çevrilir, diz çöktürülür .Mevlitten önce, ortada bir sehpa üzerine, tuz, şeker, gül suyu ve şerbet konur. Mevlit bittikten sonra, okunmuş tuz ve şeker gelin tarafından tadılır, sonra bu tuz ve şeker, gelinin evdeki tuz ve şekerinin içine eklenir. Ardındangelin, bir dilek tutar ve sehpayı üç kez salavat getirerek kaldırır .Eskiden, duvak günü gelin, sabah erkenden kalkar, düğünde kesilen davarların paçalanyla paça çorbası pişirir, gelen konuklara bu çorbadan ikram edilirdi.



Adana'da Asker Uğurlama



Köyde gençleri askere uğurlamak önemli bir olaydır. Askere gidecek olan delikanlı askere gitmeden on, onbeş gün önce bütün işlerden el çektirilir. Delikanlı bu süre dinlenir gezer, eğlenir. Tüm tertipler son günlerinde birbirlerini evlerine davet ederek birbirlerine ziyafet çekerler. Davetlilere çerez ikram edilir, çalıp oynanır. Ailesinin maddi durumu iyi olanlar ise davar kesip mevlit okuturlar. Askere gidecek olan delikanlı askere gitmeden önce bütün akrabalarını ve yakın dostlarını ziyarete gider. Ziyarete çıkmasa bile akraba ve yakın dostlar, genci yemeğe davet ederler. Bu yemeği veda yemeği şeklinde düzenlerler. Ziyaret ettiği akrabalar askere uğurlama sırasında belli bir miktar para verirler. Bu paranın miktarı önemli değildir, önemli olan verilmesidir. Bu bir gelenektir. Delikanlının askere gideceği yerin belli olacağı gün köydeki bütün gençler toplanarak giderler. Askere gidecek genci yalnız bırakmazlar.


Asker adayı yola çıkmadan bir veya iki gün önce davetlilerle birlikte türbe ziyaretine gidilir. Bu ziyaretlere asker adayının ***ürülüş amacı, askerden sağ salim gelmesi için yardım dilemektir. Delikanlı kurban adar. Bazı aileler kına törenini yönetecek kına bayraktarını çağırır, bayraktar kına yakılırken kına ve asker duası okur.Askere gidecek gencin ailesinin durumu uygunsa mevlit okutur. Mevlit gencin askerliğini kazasız belasız bitirmesi için okutulur.

Askere gideceği gün davul zurna getirtilir, Askere gidecek delikanlının arkadaşları evin önünde oynarlar. Evden ayrılırken üç el ateş edilir. Genci şehre ***ürecek araba gelin arabası gibi süslenir. Oğlanın koluna kırmızı kurdele bağlanır. Genci genellikle akşam gönderirler, otogarda herkes toplanır. Genç ailesi, yakın akrabaları, dostları ve köyün gençleri tarafından davul zurna eşliğinde uğurlanır. Gençler toplu halde halay çekerek genci oynatırlar. Vedalaşılırken gencin cebine para veya mendil konur. Delikanlının uzun süre ailesinden uzak kalacağı için her isteği yerine getirilir. Otobüse binmeden önce herkesle vedalaşır. Annesiyle vedalaşırken annesi oğluna simitten bir parça ısırttırır, simidi saklar. Simit evde bir odaya asılarak delikanlı askerden gelene kadar saklanır. Kısmetinin onu geri getireceğine inanılır. Genç askerden döndüğünde simit suda ıslatılarak kuşlar yesin diye atılır. Delikanlı eğer sözlüyse, sözlüsü ona bir mendil hediye eder. Bu dantelli mendili genç kız eliyle işler. Delikanlı bu mendili askerde kesinlikle kullanmaz, askerden geldikten sonra da saklar; bu gelenektir. Askere gidecek gencin durumu iyi değilse köyde para toplanarak gence asker harçlığı verilir.

Asker dönüşü için kurban adanmışsa kurban kesilir. Kurban eti ya eve sokulmadan fakirlere dağıtılır ya da akraba ve komşular çağırılarak yemek verilir. Son yıllarda askere gönderme ve asker karşılama törenleri daha da canlı bir biçimde yapılmaya başlanmıştır.


ÖLÜM

Halk kültüründeki geçiş dönemlerinden biri de ölümdür. Adana ve çevresinde ölümle ilgili gelenek ve görenekleri; ölümden kaçınmak için uygulanan davranışlar, ölüm olayı çevresinde uygulananlar ve ölenin ardında kalanların uyguladıkları davranışlar olmak üzere, ölüm etrafında kümelenmiş olarak görmek mümkündür.

Ölüm çevresinde uygulanan âdet ve inanmalarda, dinsel yönü ağır basan pratikler yanında, büyüsel pratiklerin de yoğun bir şekilde yer aldığı görülür. Rüyaların, birtakım nesnelerin ve bazı hayvanların ölümü çağırdığı düşünülür. Bu düşünceyle, ölümü uzaklaştırmak için ölümden kaçınma davranışlarında bulunulur.

Bir evin bahçesinde köpeğin uluması veya baykuşun ötmesi uğursuzluk kabul edilir. Rüyada ev yıkımı görülürse ,gelinlik giyilirse ,çıplak biri görülürse ,mezarlık veya tabut görülürse ,çokça odun ve kazan görülürse , ölüm olacağı düşünülür. Ayakkabının ayaktan çıkarılırken ters düşmesi ,ikindiden sonra komşuya un, tuz, süt ve kazan verilmesi,iyi kabul edilmez.

Bir ölüm olayının ardından uygulanan bazı âdetler de, başka bir ölümün olmaması içindir. Cenaze yıkanırken çoluk çocuk uyandırılır. Cenaze için ısıtılan suyun kazanı ters çevrilir. Küçük çocuklar cenazenin ardında kalmasın diye, cenazenin önünden geçirilir .Cenazenin yıkandığı yere, içinde oklava olan bir ibrik konur .Cenaze evden çıktıktan donra bir tabak içinde, bulgur-soğan ve yağ "rızkı da beraber gitsin" diye, bir fakire verilir. Cenaze evden çıkarken ardından oklava atılır .Cenazenin ardından, ev temizlenir, süpürülür. Yatağı sökülür, yıkanır, havalandırılır. Evde yedi türlü baharat, üzerlik, buhur tüttürülür .
Hastanın öleceğinin anlaşılmasıyla birlikte, çevresinde bulunanlar birtakım dinsel işlemleri uygulamaya başlarlar, islami usullere göre yapılan bu işlemlerle, hastanın öte dünyaya imanlı gideceğine inanılır.

Cenazenin, zorunluluklar dışında, bekletilmesi iyi karşılanmaz. Bir an önce gömülmesi gerekir. Böylece ölenin de ruhunun rahat edeceğine inanılır. Akşam ölen gömülmez, "yer mühürlendi" denir .Cenaze suyu içine gül, reyhan, murt dalı, portakal yaprağı, mantuvar çiçeği atılır .Cenaze yıkanırken başının altına murt dallan konur. Bu dalların yaprakları orada bulunanlara dağıtılır, dua okurlar. Okunmuş yapraklar, çörek otuyla birlikte kefenin içine atılır. Gelinin evlenirken kesilen, daha sonra sandıkta saklanan "kâkül"ü varsa o da kefenin içine konur .Kefen gül suyu ile ıslatılır, "günlük" yakılarak tütsülenir. Kefen ölünün yıkanacağı yere kadar el üstünde ***ürülür .Kefenlemeden önce cenazenin yakınları çağrılır, el öptürülür .Kefenden artan parça, bir fakire ya da çocuğu olmayan bir kadına verilir .Kefenleme işlemi sırasında etrafta üzerlik tüttürülür .Bazı çevrelerde, kefenin içine taze çiçekler konur, ölünün başı çiçeklerle örtülür .
Ölü yıkama işlemi köylerde ve kasabalarda kapalı bir alanda, şehir merkezinde ise mezarlıkta yapılmaktadır. Cenaze namazı da gelen cemaatla birlikte mezarlıkta kılınmaktadır. Ölü toprağa konulduktan sonra, gözü arkada kalmasın, dünyadan doyumlu gitsin diye yüzüne toprak atılır, ağzına toprak konur. Ölen kişi kadınsa mezarın başına kırmızı yağlık, erkekse beyaz şifon, askerse bayrak bağlanır. Ölen genç kızsa, mezarın üstüne çeyizinden bir bohça konur .
Ölü mezara konduktan sonra uygulanan pek çok âdet ve inanma da bulunmaktadır. Bunlarda amaç; ölünün öte dünyada rahat etmesi, günahlarından arınması, geride kalanları tedirgin etmemesi ile birlikte, kalanların acılarının hafifletilmesi ve bu duruma alışmalarının sağlanmasıdır. Bunun için, ölünün gömüldüğü gün ölü evine "kazma-kürek yemeği" denilen yemek, komşular tarafından getirilir .Ölü evinde yemek pişmez, yedi gün yemeği komşular getirir. Baş sağlığı dileğine gelenler lokum, çay, şeker, bisküvi, kolonya getirirler. Gelenlere lokum ikram edilir. Ölü evinde, ölünün üçüncü günü helva yapılır, yedinci günü "yedi yemeği" hazırlanır .Ölü için verilen yemek, cenaze sahibinin ekonomik durumuna göre, pilav-hoşaf, haşlama et-yufka, dövme pilavı-kuru fasulye, lahma-cun-tatlıdan oluşmaktadır. Kırkıncı ve elli ikinci günlerde de kimileri helva veya aşure yaparak dağıtmaktadır.

Ölenin ardından giysileri, çarşafları ve çamaşırları yakınları tarafından yıkanarak bir fakire verilir. İhtiyacı olanların alması için ölenin ayakkabıları ve giysileri dört yol ağzına bırakılır .Ölenin en yeni giysisi, gözü arkada kalmasın diye, mezarının üstüne bırakılır.

Adana ve çevresinde ölenin ardından ağıt yakma geleneğine rastlanır. Köylerde bu işi ağıtçı kadınlar yapar. Ağıtçı kadın cenaze evinde, ölenin giysilerini odadakilere göstererek, ölenin iyiliklerini, güzelliğini, yiğitliğini anlatarak maniler söyler, etraftakileri ağlatır.

Sonuç olarak, Adana ve çevresi, halk kültürü bakımından oldukça zengin motifler taşır. Bu motifler geçmişten günümüze değin çeşitli kültürlerin de etkisiyle çeşitlenmiş, zenginleşmiştir. Bölgenin son yıllarda yaşadığı hızlı toplumsal değişme ve gelişme geleneksel kültürdeki değişimi de başlatmıştır. Kırsal kesimden kente doğru gidildikçe giyim kuşamda görülen değişim, geleneklerde ve göreneklerde yansımasını bulmuştur, insan yaşamının geçiş dönemlerinde uygulanan davranış kalıpları da, zaman içerisinde biçim değiştirmiş; düğünlerin süresi kısalmış, çeyizlerin türleri değişmiştir. Artık, hamile bir kadın doğacak çocuğunun cinsiyetini öğrenmek istediğinde, en yakın sağlık kuruluşuna veya hastaneye giderek ultrason aygıtından yararlanabilmektedir. Ancak, gelişen teknolojiye ve değişen yaşam koşullarına rağmen halk kültüründeki gelenek ve görenekler, dün olduğu gibi bugün ve yarın da halkın yaşamında varlıklarını sürdüreceklerdir.
 
Geleneksel Yiyecek ve İçecekler

Adana yöresinin zengin bir yemek kültürü bulunmaktadır. Bu yemek kültürünün bu kadar zengin olmasının nedeni çeşitli kültürlerin etkisinde kalması ve onların yemekleri ile kendi yemeklerini damak zevkine uygun olarak birleştirmesidir. Adana yemeklerinin en önemli özelliği un, bulgur, et sebze ile çeşitli baharatların çok kullanılmasıdır.Yemeklerin yanında bol yeşillik ve değişiksalatalar yenir. Aynı zamanda süt, yoğurt, peynir, çökelekte bol miktarda kullanılmaktadır. Özellikle etli yemekler sebze ile birleştirilerek yapılır. Bakliyat türleri ile sebze yemekleri ve çorbalarda bol miktarda kullanılmaktadır. Çorbalardan kesme ya da hamur çorbası, yüksük çorbası, düğün çorbası; sebze yemeklerinden, süllüm, mercimekli ıspanakbaşı, kabak çintmesi; bulgur yemeklerinden ekşili topalak, sarımsaklı köfte, içli köfte; sakatat yemeklerinden şırdan dolması, karın dolması; içeceklerden şalgam suyu, aşlama(meyan kökü) ayran, kaynar;tattlılardan taş kadayıf, karakuş tatlısı, nemse tatlısı, halka tatlısı ve bici-bici.


Adana'da Ramazan Sofraları İçin Hazırlanan Yemekler

Adana’da ramazan sofralarının vazgeçilmezleri arasında, kebaptan sonra “içli köfte”, “analı kızlı köftesi”, Mersin’de “sini köftesi”, Hatay’da “kaytaz böreği”, “Şam oruğu” bulunuyor. Adana’da “babagannüç” adıyla bilinen patlıcan salatası, Hatay’da “abugannüç” olarak hafif yemek isteyenlerce tercih ediliyor.

Siyah havuçtan yapılan şalgam da hiçbir sofradan eksik olmayan bir yöre içeceği. Böbreklere iyi geldiği belirtilen şerbet, lokantaların yanı sıra caddelerde özel kıyafetli satıcılar tarafından, sıcaktan bunalan ve serinlemek isteyenlere ikram ediliyor.

İnce yufkadan yapılan Karakuş tatlısı ve halka tatlı ise ramazanda ağızları tatlandırıyor
 
Hozan-Horzum Yaylası ve Çulluuşağı Yayla Koyu
Ulaşım: Kozan ilçesini, Feke - Saimbeyli -Tufanbeyli ilçeleri ile Kayseri iline bağlayan karayolunun 25. kilometresinde Horzum yaylası, 31. kilometresinde de Çulluuşağı köyü (yaylası) bulunmaktadır. Yaylalara yaz kış otobüs ve minibüs seferleri bulunmaktadır.
Özellikleri: Kozan ilçesi halkı tarafından kullanılan Horzum yaylası, çam, çınar ve üzüm bağları, meyve ağaçları ile iç içedir. Yayla mimarisinin güzel örneklerinden olan ahşap evlerin bulunduğu yaylalarda alt yapı ihtiyaçları giderilmiş olup sağlık ocağı hizmet vermektedir.
Konaklama - Yeme - İçme: Yaylalarda kamp yerleri, bakkallar, kır kahve ve lokantaları bulunmaktadır.

Pozantı - Tekir Beldesi (Yaylası)
Ulaşım: Adana-Ankara E5 karayolunun 107. km. sinde, yolun her iki yakasında çok geniş bir alana yayılmış olan yayla Pozantı ilçesine 7 km. uzaklıktadır. Şehirlerarası otobüsler ve Adana ve Tarsus'tan yaylaya yolcu taşımacılığı yapan otobüs ve minibüs yaz-kış günün her saatinde gidilebilir.
Özellikleri: Tekir Yaylası, Bürücek ve Eski Konacık yaylaları, Akça Tekir beldenin birer mahallesi konumundadır. Çam, ardıç ve meyve bahçeleri arasında kurulmuş olan yaylada, yayla mimarisine uygun ahşap yapıların yanında çok sayıda mimari tarzın her türlü örneklerini görmek mümkündür.
Yaylanın kuzey ve güneyinde bulunan ve yaylaya 2 km. mesafede olan Osmanlı tabyaları ile Orman İşletme Müdürlüğü'nce koruma altına alınarak, üretilen Yaban Keçileri Üretme İstasyonu yayladaki diğer etkinliklerdir.
Konaklama-Yeme-İçme: Yaylada kamp yapmanın dışında, 7 km. uzakta bulunan Pozantı ilçesindeki turistik tesislerde konaklanabilir.

Pozantı - Armutoluğu Yaylası
Ulaşım: Pozantı - Ankara yol ayrımından doğuya doğru (Sarmısak dağı) dönülerek 13 kilometrelik çam ve köknar ormanları içinden geçen yolla ulaşılır.
Özellikleri: Tamamen bakir durumda olan yayla, sedir, köknar, ardıç ağaçları, kır çiçekleri ile iç içedir. Sarmısak dağının eteğinde bulunması nedeniyle yaban hayatı bakımından da çok zengindir. Buz gibi suları olan bol su kaynaklarına sahiptir.
Konaklama-Yeme-İçme: Yaylada yapı bulunmamaktadır. Kamp yapacakların çadır ve temel ihtiyaç malzemelerini yanlarında getirmeleri gerekmektedir.
Ulaşım: Aladağ ilçesinden 6 km. stabilize yolla ulaşılır. İlçeden minibüs ve taksi bulunabilir.
Özellikleri: 1. 700 m. rakımda bulunan yayla, ardıç, çam, köknar, sedir ağaçları ve meyve bahçeleri ile iç içedir. Telefon ve elektriğin mevcut olduğu yaylada, yayla mimarisine uygun ahşap ve taş yapılar bulunmaktadır.
Konaklama-Yeme-İçme: Ormanlık alan kıyısına kamp kurulabilir. Yaylada kır lokantaları (et ağırlıklı), kahveler, bakkallar hizmet vermektedir

Aladağ Ağcakise - Başpınar - Bıcı ve Kosurga Yaylaları
Ulaşım: Birbirlerine kısa mesafede (3 - 5 km) bulunan yaylalara stabilize yolla ulaşım sağlanmaktadır.
Özellikleri: Bakir durumda olan yaylalar, ormanlık alan içinde kurulmuştur. Yakındaki Zehli kalesi görülebilecek yerlerdendir.
Konaklama-Yeme-İçme: Kamp kurmak isteyenler çadır ve temel ihtiyaç malzemelerini beraberinde getirmelidir.

Karaisalı - Kızıldağ Yaylası
Ulaşım: Karaisalı ilçesinden 27 km. asfalt yolla ulaşılır.
Özellikleri: Adını Kızıldağ'dan alan yaylaya, yöre halkı yoğun olarak rağbet etmektedir. Elma, armut, kiraz, vişne, ceviz ağaçları ile içice olan yaylada Yaban hayatı da oldukça zengindir. Kızıldağ'a yaya yürüyüş yapılabilir.
Konaklama-Yeme-İçme: Yaylada, kır kahveleri, kır lokantaları bakkallar, fırınlar, kasaplar hizmet vermektedir.
Ulaşım: Feke ilçesinden 59 kilometrelik stabilize yolla ulaşılır.
Özellikleri: Tamamen bağ ve bahçeler arasında kurulmuş olan yaylada otantik köy yaşamını bulmak mümkündür. Alt yapısı tamamlanmış olan yaylada Sağlık Ocağı, Jandarma Karakolu hizmet vermektedir. Köy halkı tarafından Yahyalı tipi halı, kilim, çorap dokunarak satılmaktadır.
Konaklama-Yeme-İçme: Kır lokantaları, bakkal, fırın bulunmaktadır.

Tufanbeyli - Kürebeli Yaylası
Ulaşım: Tufanbeyli ilçesinin kuzeyine düşen yaylaya 10 km. stabilize yolla ulaşılmaktadır.
Özellikleri: Tamamen bakir durumda olan yaylada, sulama amaçlı bir gölet bulunmaktadır.
Konaklama - Yeme - İçme: Kamp kurmak isteyenler çadır ve temel ihtiyaç malzemelerini beraberinde getirmelidir.

Pozantı - Fındıklı Köyü (Yaylası)
Ulaşım: Pozantı-Çamardı karayolunun 10. kilometresindedir. Pozantı İlçesinden minibüs bulunabilir.
Özellikleri: Yayla köyü, bağlar ve bahçeler arasında kurulmuştur. Alt yapısı kısmen tamamlanmış olan yaylada sağlık ocağı hizmet vermektedir.
Konaklama-Yeme-İçme: Köyde kır lokantaları, kahve, bakkal bulunmaktadır.

Saimbeyli - Çatak Yaylası
Ulaşım: Saimbeyli -Tufanbeyli kara yolunun 2. kilometresinden sola dönülerek bahçeler arasından geçen 3 kilometrelik stabilize yolla ulaşılmaktadır. Saimbeyli'den belediye otobüs seferleri bulunmaktadır.
Özellikleri: Dağ yamacından akan küçük şelalelerin beslediği anıt çınar ağaçlarının gövde ve dalları üzerine kurulmuş çardaklarda piknik yapılabilen çok güzel bir yayladır. Bol su kaynakları olan Çatak yaylası, Saimbeyli ilçesinin su ihtiyacını karşılamaktadır.
Konaklama-Yeme-İçme: Orman işletmesine ait küçük bir dinlenme tesisi bulunmaktadır.

Saimbeyli - Tufanbeyli - Obruk Yaylası
Ulaşım: Saimbeyli - Tufanbeyli - kara yolunun 35. kilometresinde yolun her iki yanında yer almaktadır.
Yörükler tarafından tercih edilen yayla tamamen bakir durumdadır. Ardıç, karaçam, sedir ağaçları ve kır çiçeklerinin çevrelediği ekilebilir alanlar, buğday ve arpa ile kaplıdır.
Konaklama-Yeme-İçme: Yaylada yapı bulunmamaktadır. Kamp yapacakların çadır ve temel ihtiyaç malzemelerini yanlarında getirmeleri gerekmektedir.

Kozan - Göller Yaylası
Ulaşım: Kozan ilçesine 40 km. uzaklıkta stabilize yolla ulaşılmaktadır. Yaz aylarında Kozan ilçesinden minibüs bulunabilir.
Özellikleri: Ormanlar ve kır çiçekleri ile kaplı bulunan yaylada, elektrik ve telefon bulunmaktadır.
Konaklama-Yeme-İçme: Yaylada bakkal, lokanta ve kır kahveleri bulunmaktadır.

Pozantı - Belemedik Yaylası
Ulaşım: Pozantı'ya 10 kilometrelik Anbaş köyü içinden geçen stabilize yolla ulaşılır.
Özellikleri: Çakıt çayı kıyısında kurulmuş yaylada ahşap ve taştan yapılmış yayla evleri bulunmaktadır. Yaban hayatı yönünden zengin olan yaylada yaban keçisi, yaban domuzu ve yırtıcı kuşlar gözetlenebilir.
Konaklama-Yeme-İçme: Kamp için çadır ve temel ihtiyaç malzemeleri getirilmelidir.

Pozantı - Asar Yaylası
Ulaşım: Pozantı-Çamardı ilçelerine giden asfalt yolun kilometresinden kuzeybatıya (sola) dönülerek 1.5 kilometrelik stabilize yolla ulaşılır. Pozantı'dan minibüs bulunabilir.
Özellikleri: Yörenin yayla mimarisine uygun ahşap ve taşlardan yapılan yayla evleri, çam, köknar, sedir ağaçları ve meyve bahçeleri ile iç içedir. Yaylada elektrik mevcuttur.
Konaklama-Yeme-İçme: Kamp için çadır ve temel ihtiyaç malzemeleri getirilmelidir.
 
Anavarza / Adana

Anavarza, Kadirli, Ceyhan ve Kozan ilçe sınırlarının kesiştiği yerde, Kozan sınırları içerisinde, Kilikya bölgesinde bulunan antik kent. Çevresi mesire yeri olarak kullanılır. Kilikya ovasının önemli merkezlerinden olan Anavarza’nın antik kaynaklarda adı Anazarbos, Anazarba, Aynızarba veya Anazarbus olarak geçer. Adana’nın yaklaşık 70 km kuzeydoğusunda, Dilekkaya köyündeki antik şehir, Sunbas çayının Ceyhan ile birleştiği yerin 8 km kuzeyinde ada gibi yükselen bir tepe üzerindedir.

Kentin Roma İmparatorluk Devri öncesi tarihi hakkında hemen hemen hiçbir bilgi yoktur. MÖ 19. yılında İmparator Augustus tarafından ziyaret edilen kent "Anazarbus yanındaki Caesarea" diye anılmaya başlamıştır. Anazarbus veya Anabarzus adının esasen kente hakim olan ve Çukurova düzlüğünün en çarpıcı fiziki oluşumlarından biri olan 200 metre yüksekliğindeki kaya kütlesine ait olduğu ve belki Eski Farsça Na-barza ("Yenilmez") adından tahrif edildiği düşünülebilir.

Anavarza Roma İmparatorluk Devrinin ilk iki yüzyılı boyunca büyük bir varlık göstermemiş, Kilikya başkenti Tarsus'un gölgesinde kalmıştır. Tarsus günümüze kadar yaşayabilmiştir ama bunun karşılığında tarihi anıtlarının büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Roma imparatorlarından Septimius Severus'un, Pescennius Niger ile yaptığı iktidar savaşı sırasında, Severus'un tarafını tutan kent, onun Niger'i 194 yılında İsos'ta yenerek imparatorluğun tek hakimi olmasından sonra ödüllendirilmiş, tarihinin en parlak dönemini yaşamaya başlamıştır. 204-205 yıllarında Kilikya, İsauria ve Likaonia eyaletlerinin metropolisi olmuştur.

260 yılında diğer Kilikya kentleri gibi Anavarza da Sasani Kralı Şapur tarafından fethedilmiştir. 4. yüzyılda İsaurialı Balbinos tarafından tahrip edilmiş olan Anavarza, İmparator II. Theodosius zamanında 408 yılında kurulan Cilicia secunda'nın ve eyaletin başkenti olmuştur.

525 yılındaki büyük depremden zarar gören kent İmparator İustinianus tarafından onartılarak İustiniopolis adıyla onurlandırılmıştır. Ancak 561 yılında ikinci kez deprem felaketine ve bunu hemen izleyen büyük bir veba salgınına uğramıştır. İslam İmparatorluğunun zuhurundan sonra Arap ve Rum devletleri arasındaki sınır bölgesinde kalan kent sürekli akın ve savaşlarla tahrip edilmiş ve nüfusunun büyük bir bölümünü kaybetmiştir.

anarza.webp
(Klikya kenti batı kapısından Anavarza Kalesi)

Kilikya Krallığı ve Kozanoğlu Beyliği
11. yüzyıl ortalarında kent, Bizans Devleti'nin Kars bölgesinde yeni fethettiği Ermeni topraklarından göç ettirilen Ermenilerle iskân edilmiştir.

Malazgirt Savaşından sonra Anadolu'da merkezi otoritenin iflası üzerine, Kars'ın son Ermeni kralının oğlu veya torunu olduğu iddia edilen Rupen adlı Ermeni askeri şefi 1080 yılı dolayında Sis (Kozan) ve çevresinde bir dizi Bizans kalesini ele geçirerek beyliğini ilan etmiştir. Rupen sülalesi 1097'den sonra bölgeye gelen Haçlıların ve 1277'den sonra Moğolların desteğiyle bölgede egemenliğini 1375 yılına kadar korumayı başarmıştır. Rupen soyundan gelen II. Levon (1189-1219) Anamur'dan İskenderun Beleni'ne uzanan alanda egemenliğini pekiştirerek 1199 yılında Papa'nın tevdi ettiği "Ermenistan Kralı" tacını giymiştir.

Rupen oğulları döneminde yeniden inşa edilen Anavarza Kalesi, hanedanın (Sis Kalesi ile birlikte) iki ana ikametgâhından biri ve hanedan mensuplarının gömüldüğü mahal olarak önem kazanmıştır. 1950'li yıllara kadar kale içinde görülebilen anıt-mezarlar halen tahrip edilmiş olup yazıtları da kayıptır.

14. yüzyıldan itibaren Anavarza yöresinde Varsak ve Avşar Türkmenleri egemen olmuş ve 16. yüzyıldan itibaren Kozanoğulları yönetiminde fiilen bağımsız bir Türkmen beyliği Sis ve Anavarza Kalelerinde egemen olmuştur.Halkın hak ve hukukunu yüzyıllarca dış saldırılara karşı korumuşlardır.Osmanlı Devletinin konar-göçer Türkmenleri yerleşik hayata geçirme politikasına karşı çıkmışlardır. Kozanoğlu Beyliği üzerine 1864-1866'da Derviş Paşa kumandasındaki Fırka-yı İslahiye gönderilmiştir.
 
Dumlu Kalesi / Adana

Dumlu Kalesi, Ceyhan’ın 17 km kuzeybatısında Sağkaya bucağının Dumlu (Tumlu) köyünün batısında ve 75 m kadar yükseklikteki sert kalkerli bir tepe üzerindedir. 12. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Çevresi 800 metredir. Sekiz burçludur. Ovaya bakan doğu köşesinde gözetleme kulesi bulunmaktadır. Tek kapısı doğuya bakmaktadır. Kale içerisinde yapı kalıntıları ve sarnıçlar yer almaktadır. Tepe etrafında kaya mezarları görülmektedir.

Kalenin kuzeyinde yarım haç şeklinde birçok mezar vardır. Bu mezarlar genelde küçük el yapımı mağaralar biçimindedir. Kuzeybatısında mozaikler bulunan kalede yakın zamanda bir mağara mezar ve bir toplu mezar ortaya çıkmıştır.

Köylülerin anlatımlarına göre kalenin tarihi dokusu 1989'da ABD'lilerin petrol arama çalışmaları sırasında zedelenmiştir.
 
Magarsus / Adana

Magarsus, M.Ö. 7. yüzyılda kurulmuş Adana'nın Karataş ilçesi sınırları içinde bulunan antik kent kalıntılarıdır. Kent sınırları içinde 3000 kişilik bir de amfi tiyatro yer almaktadır. 2011'de amfi tiyatronun 4 parsel arsadaki 35 hissedarına bakanlık tarafından 1.5 milyon lira kamulaştırma bedeli ödenerek bölgede bakanlık destekli kazı çalışmaları başlatılmıştır.
 
Misis / Adana

Misis antik kenti (Mopsuestia), Ceyhan Nehri kenarında, tarihi İpek Yolu üzerinde kurulmuş, Adana'dan sonra gelen ikinci bir geçit durumundadır.

Misis'in tarihi, antik kentin üzerinde bulunduğu ve Neolitik Çağ'la tarihlenen höyük ile başlar. Misis'i Truva kahramanlarından Mopsos'un kurmuş olduğu söylenmektedir. Hitit, Asur, Makedonya ve Selevkosların eline geçmiş, Roma ve Bizans devirlerinde de önemli bir merkez olmuştur. M.S. 8. yüzyıldan itibaren Abbasiler döneminde yeniden imar edilmiştir. 965'te yeniden Bizans'a geçen kent, sırasıyla 1082'de Anadolu Selçukluları'nın eline geçse de daha sonra Antakya Prensliği, Bizans ve Kilikya Ermeni Krallığı arasında el değiştirmiş ve 12. yüzyılın sonunda burası Kilikya Ermeni Krallığı'na bağlanmıştır. 14. yüzyılın başlarında Memlüklerin eline geçen ve günümüzde bu bölgede yaşayan Yörük aşiretlerinin yerleştiği kent, Memlüklere bağlı Ramazanoğlu Beyliği'nce yönetilmiştir. 1517 yılından sonra Osmanlı Devleti'nin hâkimiyetine giren ve 1602'ye kadar Ramazanoğullarının yönettiği Misis'te bugün ayakta kalmış olan eserler M.S. 4. yüzyıla ait bir bazilikanın mozaik taban döşemeleri, dokuz gözlü bir taş köprü, akropol deki surlar, su kemerleri ve hamam kalıntıları ile ve Selçuklu ve Osmanlı döneminden kalan Havraniye Kervansarayı ve tek kubbeli mescittir. Beldenin bugünkü adı Yakapınar'dır.

Ayrıca Misis'te Lokman Hekim'in Misis Köprüsü'nden geçerken ölümsüzlük ilacını kaybettiği, Yedi uyurlardan Karataş Dedenin Mezarınında burada bulunduğu rivayet edilmektedir.
 
Geri
Top