• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Agarta Efsanesi

Ehil olmayan ellerin açamadığı Agarta ülkesinin kapılarını Tibetliler, kendini bu yolun yolcusu sayan Hitler'in adamlarına bile göstermemiş, yanlış yerlerde oyalamışlar. İşte size Tibet'te, Nepal'de, hatta Rusya'da bile okulları olan Agarta mitinden efsanevi satırlar:

Cennetin basamağı
Lama ezoteriklerine (belirli bir insan topluluğunun dışında kimseye bildirilmeyen, yalnızca sınırlı, dar bir çevreye aktarılan batıni bilgi, öğreti) göre Agarta (Agarti veya Agartha) cennetin ilk basamağı anlamına geliyor. Bazı kaynaklarda Agarta, Tibet veya Himalayalar'da, bazı kaynaklarda ise Moğolistan'da.
Beyaz Ada, Şambala...
Beyaz Ada, Agarta, Şambala... Bu üç mit adından Avrupa daha çok Şambala Efsanesi'ni biliyor. Bu ad Tibet elyazmalarında geçiyor. Agarta miti Şambala'ya göre daha az biliniyor. Agarta mitini Fransız Aleksandr Sent-İv d'Alveydr ortaya çıkarmış. Ferdinand Ossendovski ise "Vahşiler, İnsanlar ve Tanrılar" kitabında anlatıyor Agarta'yı. Kitap, Moğol lamalarının anlattıkları efsanelerden oluşuyor.
Hükümdarı Brahitma
Moğol lamalarına göre insanların hayatını yöneten bir yeraltı ülkesi var. Bu ülke Agarta diye adlandırılıyor. Agarta'da yaşayan bilge insanlar gizli yollarla dünya işlerini idare ediyorlar. Agarta hükümdarının adı Brahitma'dır. Onun iki yardımcısı var: Gelecekten sorumlu Mahitma ve olmuş olaylardan sorumlu Mahinga.
İnsanlık bankası
F. Ossendovski'ye göre "Yeryüzünde insanlık mahvolduğu, ölüm ve karanlık hüküm sürdüğü zaman" bu ülkenin insanları, yani Agarta'nın insanları yeryüzüne çıkacak. Ve Agartalıların sayesinde insanoğlu yeryüzünde yaşamını devam ettirebilecek.
İki asır uyuyabiliyorlar
Seyyah Ernest Muldaşev, Tibet mağaralarında yaşadığını öne sürdüğü bu uygarlık mensuplarının 200 yıl boyunca uyuduğunu ve uyudukları zaman vücut ısılarının sıfırın altında olduğunu yazıyor. "Bu bilge insanlar çok farkı uygarlığı ve kültürü taşıyorlar. Onların beyni tam çalışıyor. Bunun dışında üçüncü gözleri açık. Müthiş bir beyin gücüne sahipler."
 
Kun-Lun'un altında
Ossendovski'nin anlattığı Moğol efsanesine göre Cengiz Han, Kun-Lun Dağı'nı (Çin'in batısında, Doğu Türkistan'ın güneyinde) geçerken mağaralarda yaşayan insanlara rastlamış. Bu olayı Orta Asya'yı gezen Marko Polo da günlüklerinde anlatıyor: "Cengiz Han'ın ordusu, Kun-Lun Dağı'na varmak için bir ay kadar yol giderek büyük sahrayı geçiyor. Ve karşılarına bir patika yol çıkıyor. Ama etrafta hiç insan gözükmüyor. Israrlı arayışlardan sonra yol kenarında bir erkeğe rastlanıyor. Cengiz Han'ın huzuruna getirilen adama kim olduğu, ne olduğu soruluyor. O da, 'Ülkemin insanları dağın altındaki derin mağaralarda yaşıyor' yanıtını veriyor."
Yerin gerçek sahipleri
Agarta'da yerin gerçek sahipleri yaşıyor. Onlar bütün bilgilere sahip bilge insanlar. Yüksek bilgisi olmayan kimse Agarta'ya gidemez. Bugüne kadar da kimse Agarta'nın kapılarını bulamamış. Bu gizemli ülkeyi bulmak için Orta Asya'ya birkaç seyyah grup çıkmış. XIX. yüzyıldan itibaren biri gitmiş, biri gelmiş. N.M. Prjevalski, G.N. Potanin, P.K. Kozlova ve N.K. Rerih'in önderlik ettiği keşif grupları Orta Asya'yı Agarta arayışları için boydan boya gezmiş. Ve aşağı yukarı hepsinin günlüğünde yerli halkın anlattığı ziyarete yasak olan sırlı yerler not edilmiş. Yerli halk buradaki bilgelerin Gobi ve Hangay bozkırlarında saklı olduğunu anlatıyor ve ekipleri onlara götürmekten sürekli kaçıyor.
Meğer o da onlardanmış
Agarta gerektiği zaman insanlığı doğru yönlendirmeleri için yeryüzüne kendi bilgelerinden bazılarını göndermiş. Onlardan biri de Apollon'muş. Yunan mitolojisinde müziğin, sanatların ve şiirin tanrısı... Kehanetlerde bulunan bilici tanrı. Zeus ve Leto'nun oğlu, Artemis'in kardeşi.
Yerin anası
N.K. Rerih, Hindistan'da yaşadığı sıralar Agarta'nın sırları için Himalaya Dağları'nı sık sık aşındırmış ve bu resim 1924 senesinde onun tarafından yapılmış. Rerih'in, "Yerin anası" adını verdiği bu tablonun dışında Himalaya Dağları'nı, Tibet'i andıran sıra dışı resimleri var.
Agartalılar Sovyetler'e hayranmış
Agarta yöneticileri, N.K. Rerih'le, 1926 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yöneticilerine haber yollamış: "Biz Himalayalar'dan sizin yaptıklarınızı biliyoruz. Siz dindeki cehaleti yıktınız ve ona yeni anlam getirdiniz. Siz yanlış inançları kaldırdınız. Siz yalanı mahvettiniz ve insanları aklın yoluna getirdiniz. Siz gece canavarlarına, karanlığın sahiplerine kapıları kapattınız. Yeryüzünü para için satılmışlardan kurtardınız. Siz örümcekleri diri diri ezdiniz. Siz çocuklara Kozmos'un gücünü getirdiniz. Devriminizi kabul ediyoruz ve Asya'nın bütünlüğü için size yardım gönderiyoruz. Biliyoruz kurduğunuz yeni sistem 1928-36 senelerinde tamamlanacak. Topluma yarar sağlamak isteyen sizlere selamlar!"
Sol kol Şambala kötüyü barındırıyor
Rene Genon'a göre de, "Gobi felaketinden sonra yüksek bilgi sahipleri olan bu uygarlık Himalaya Dağları'nın altındaki mağaralara yerleşiyor. Bu mağaraların merkezinde onlar iki "yola" ayrılıyorlar: Sağ ve sol kola. "Birinci yol" kendini"Agarta" olarak adlandırıyor (iyiliğin saklandığı yer) ve dünya işlerine karışmıyor. Bu sağ kol. "İkinci yol" Şambala'yı yaratıyor. Rene Genon'a göre bu kötülüğü kendinde barındıran ve dünya işlerini idare eden sol koldur. Ve yerüstündeki maglar, káhinler yalnız Şambala'yla ilişkiye girebiliyor, bilgi alıyor ve işbirliği yapıyorlar. Bunun için ona yeminler ediliyor ve kurbanlar kesiliyor. Agarta ise bütün kapılarını şimdilik yerüstü insanlarına kapalı tutuyor. Zamanı geldiğinde o kötüyle savaşmak için yerüstü insanına kendi askerlerini gönderecek.
 
Agarta Efsanesine Farklı Bir Yorum
Ergenekon soruşturmasında henüz görmemekle birlikte İddianamede ismiyle anılan ve 600 yıllık bir tarikat örgütlenmesinden bahsedildi. İddiaya göre 'nü kuranlar ismiyle bilinen bir yapılanma içerisindeler ve kökleri çok eskiye dayanıyor.

'ün 1930 lu yıllarda Güneş Dil teorisini desteklemek için yaptırdığı araştırmalarda Kayıp Kıta 'nun okyanusta bir ada olduğu ve batarak yok olduğu iddia ediliyor. nün varlığı ile ilgili iddialar ortaya atılırken son derece ilginç bağlantılar birbirleri ile bağlantılı hale geldi.

'da bahsedilen Himalaya dağları altındaki mağaralarda yaşayan insanlarla bağlantı kurulurken bu insanların Kuranda adı geçen olduğu iddia ediliyor.

Kuranı kerimde Kehf Suresi'nde hakkında şu şekilde bildirmekte:

Dediler ki: 'Ey Zu'l-Karneyn, gerçekten Ye'cüc Ve Me'cüc, Yeryüzünde Bozgunculuk Çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?"
AGARTA'YI TANIYALIM
, Tibet ve Orta-Asya geleneklerinde sözü edilen, Asya’daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir yer altı organizasyonuna verilen addır.

konusunu kitaplarında en ayrıntılı işleyen üç yazar Saint-Yves d'Alveydre (1842 -1909), Ferdinand Ossendowsky ve René Guénon. , İlahiyatçılara göre ve ’ten göç eden bilim rahiplerince ya da inisiyelerce kurulmuş, sonradan gizlenme gereği görüp, dağ ve mağara içlerine çekilmiştir. Agartha, Agharta ve Agarthi olarak da yazılır.

Kimileri Şambala adında 'ya karşıt olarak kurulmuş, gizli bir olumsuz merkezin varlığını ileri sürüyorsa da, ’nın Tibet geleneklerindeki bir diğer adı Şambala’dır

Efsaneye göre araştırmasına başlaması, Batı Tibet'teki, adını vermediği gizli bir tapınağın arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış olan Naacal Tabletleri'ni okumasıyla başlamıştır. Söylediğine göre, bu tabletleri okuyabilme becerisini de yine o tapınakta bulunan bir Tibet rahibinden öğrenmiştir. Churchward sonraki yıllarda, Amerikalı jeolog William Niven'in Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler üzerinde çalışmıştır. Churchward’a göre, günümüzde Mexico Müzesi’nde bulunan, 1921–1923 yılları arasındaki kazılarda keşfedilen bu 2600 tablet, Tibet’te öğrendiği Naga-maya dilinde yazılmıştı. Churchward’a göre bu tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı.
Araştırmalara göre
* Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta dır.

* kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan,üç kara parçasından oluşan büyük bir kıtaydı.

* Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır.

* Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür.

* Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyordu. Aynı tarihlerde Mu'lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu.

* dininin öğretimini Naakaller adı verilen rahipler üstlenmişlerdi ve sembolizme dayalı bir öğretimleri vardı.

* dininin esası, Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğmak inanışına dayanıyordu.

* ’teki din ’nun tek tanrılı dininden başka bir şey değildir.

* 'Ra' sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, 'O' diye hitap ettikleri Tek Tanrı'yı simgelemede kullanılırdı; imparatoru da “ ’nun güneşi” anlamında Ra-Mu adıyla ifade edilirdi. Ra sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve yoluyla Mısır'a da taşınmıştır.

* Dört ırktan oluşan 'lularda yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı.

* 'lular günümüz uygarlığına kıyasla manevi alanlarda çok daha ileriydiler.

* , , , gibi, uygarlığımızda ancak kimi medyumlarda ve mistiklerde görülebilen olağanüstü yetenekler 'lularda olağan yetenekler olarak mevcuttu.

* uygarlığının en önemli çöküş nedeni, teşevvüş adı verilen, bir aşamadan diğerine geçilirken yaşanan kargaşa dönemini atlatamamasıdır.
YECÜC MECÜC
Said Nursi'nin eserlerinde ise ilginç bir şekilde 'ün Moğol ve Mançu kökenli, Asyalı bir kavim olduklarını bildirmektedir:

... namı (ismi) verilen Mançur ve Moğol kabileleri, eski zamanda Çin-i Maçin'den bir kısım başka kabileleri beraber alarak kaç defa Asya ve Avrupa'yı herc-ü merc (altüst, karmakarışık) ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zîr ü zeber (altüst) edeceklerine işaret ve kinayedir (üstü örtülü sözdür) (Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, s. 463) .

13. yüzyılda çok büyük bir imparatorluk kuran Moğollar, dünya tarihinin en vahşi ve barbar ordularından biri olarak bilinmektedirler. Moğol ve Tatarlardan oluşan bu yağmacı ordunun başında, önce Cengiz Han ve ardından da oğlu Hülagu çok büyük katliamlar gerçekleştirmiştir. Tarihi kaynaklarda bildirildiğine göre onlar, önlerine çıkan herşeyi yağmalayan, talan eden, kadın-çocuk demeden herkesi katleden bir topluluktu. Anadolu topraklarına ayak bastıklarında Sivas'ta, Kayseri'de, Tokat'ta yüzbinlerce insanı katlettiler. İstila ettikleri bölgelerdeki tüm camileri, kütüphaneleri, medreseleri yakıp yıktılar. Buhara, Semerkand, Herat gibi yerlerdeki tüm sanat eserlerini yağmalayıp, ortadan kaldırdılar. Tarihi kaynaklara göre bazı şehirlerde milyonlarca insanı, kedi ve köpeklere varıncaya kadar bütün canlıları katlettiler . Mançu ırkı da aynı Moğollar gibi barbar, savaşçı, göçebe bir ırktı ve birçok ülkeyi istila etmiş, büyük katliamlar gerçekleştirmişti. Bediüzzaman, eserlerinde, Moğol ve Mançu ırkının ahir zamanda ortaya çıkacak olan 'ün ataları olduklarını haber verir. Bediüzzaman'ın konuyla ilgili bir diğer sözü şu şekildedir:

Hatta rûy-i zemînin (yeryüzünün) en meşhur seddi ve kaç günlük uzak bir mesafe tutan Sedd-i Çini (Çin Seddi) Kur'an lisaniyle ün ve tabîr-i diğerle (başka bir ifadeyle) tarih lisanında Mançur ve Moğol denilen ve âlem-i beşeriyeti (insanlığı) kaç defa zîr-ü zeber eden (altüst, darmadağın eden) ve Himalaya Dağları'nın arkasından çıkan ve şarktan garbe (doğudan batıya) kadar harab eden akvâm-ı vahşiye (vahşi kavim) ve garetkâr (yağmacı, çapulcu) milletlerin (Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, s.100) ...

Bediüzzaman'ın bu sözlerine göre ;

* Moğol, Mançu ırkındandır.

* Daha önce Avrupa ve Asya'yı ele geçirip, doğudan batıya kadar her yeri harap ettikleri gibi ahir zamanda da dünyayı altüst edeceklerdir.

* Himalaya Dağları'nın arkasından çıkacaklardır.

* Saldırgan, yağmacı bir topluluktur.

* Hz. Zülkarneyn, mazlum halkları korumak için iki dağ arasına yaptığı sed ile bu topluluğun saldırılarını durdurmuştur.
 
"Agarta ruh çağırmanın ileri safhasıdır"
HABERTURK.COM Yazarı Murat Bardakçı Agarta efsanesini anlattı: "Hayali, uyduruk, uçuk birşeydir"
15.07.2008
Nasıl bir bağlantı kurulabilir, Ergenekon'la?
Hun'la, Göktürk'le alakası yoktur Agarta'nın, Batı kaynaklıdır. 19. yüzyıl Avrupasında özellikle Fransa'da bir moda başladı. İspirtiyonizma, manyetizma, ruh çağırma gibi çeşitli salon eğlencesi yapma maksadıyla başladı bunlar. Sonra bu çalışmalar kendi düşünce sistemlerini üretti. Mesela hayali uygarlıklar yaratıldı. Sonra bunlar daha da genişledi, falan çıkarıldı. Agarta da bunlardan biri.. Yani salon eğlenceleri sonrasında ortaya çıkmış birşey. Fransızlar ortaya attı bunları, güya iki büyük kayıp kıta varmış. Biri Atlantis, biri de bu. Güya bu kıtalar tabii afetler veya savaş sonrasında çöküyor fakat o kıtaların bilge kişileri biraraya gelip bir yeraltı medeniyeti yaratıyorlar ve binlerce senedir burada yaşıyorlar. Bu yeraltı medeniyetlerin nerede olduğuna dair çeşitli uyduruk düşünceler ortaya atıldı. En büyük görüş Tibet'te, Himalayalar'ın altında olduğu fakat bu Güney Amerika'dan Los Angeles'a kadar uzanıyor. Şurada var burada var diye ortaya atılıyor. Böyle bir mit, böyle bir hayal. Fakat buna inananlar da çıktı. Hitler döneminde, Naziler bunların Aryan ırktan olduğu düşüncesiyle Tibet'e keşif heyetleri gönderdiler. 600 değil 6000 yıldan fazla olduğu iddia edilir. Ama hayali, saçma sapan birşeydir.
Ergenekon ile nasıl bir ilişkilendirme olabilir?
İkisi de efsane ama Ergenekon çok eski bir efsanedir, milli efsanedir. Agarta hoş birşey, veya Şimbala diğer ismi. Burada bilgeler yaşarlarmış, dünya kötülüğe büründüğünde bunlar ortaya çıkıp temizleyeceklermiş. Mehdi kavramı, Hristiyan teolojisindeki Christ-AntiChrist kavramı gibi efsaneleri birbirine bağlamak hoş şeyler...
Örgütlerin böyle tarihsel referanslarla isimler almaları ne kazandırır örgüte?
Sadece esrarlı bir hava verir.
Günümüzde sanki güncel, siyasi olayları tarihin hikayelerinde, efsanesinde yorumlama merakı artıyor sanki. Dan Brown'un Da Vinci'nin Şifresi kitabının bu kadar satması da bu ihtiyaçtan mı?
Orada ciddi bir çalışma var. Dan Brown bunu yazarken bir akademisyenden ileri düzeyde çalışmış. O kitapta yazılı olanlar biraz roman unsurlarıyla süslenerek çıktı. Bunlar eskiden de vardı zaten. Bir örgüt kuruyorsunuz, bu da hava veriyor. Naziler de bu çoktu. Atlantis ve Agarta'yı Aryan ırkla bağ kurmak için bir servet harcadılar. Hatta Dalay Lama'yı bile Aryan kökenli gösterebilmek için uğraştılar.
 
Örgütlenmenin içerisinde Agarta bir dini unsur taşıyor mu?
Agarta düşüncesi tamamen hayali, uyduruk, uçuk birşeydir. Dini unsur da yoktur. Ruh çağırma seanslarının ulaştığı ileri bir aşamadır.
Tarikatvari denmesinin anlamı nedir?
Bu Agarta'da suluk varmış, bilgeler varmış, onlar yetiştirirlermiş, böyle bir tarikat havası verilmiş. Ne böyle bir tarikat var ne de böyle bir oluşum var. Aklınız alıyor mu, Himalaya Dağları'nın altında böyle büyük bir medeniyet olacak, yer altında yaşayacaklar, gün yüzü görmeyecekler ve bunlar çıkacaklar dünyayı idare edecekler. Tarikat falan değil tamamen uydurma şeyler.[1]
 
Agarta, Ergenekon, Nazizm, Dabbet-ul Arz
İbrahim Karagül
Ergenekon operasyonu, Türkiye'ye has iktidar çatışmaları, çetecilik, darbe geleneği, devlet içinde örgütlenmiş bir yapı, sistemden beslenen kontrol dışı güçler, faili meçhuller, siyasi cinayetler çerçevesinde devam etseydi kolaydı.

Bize tanıdık gelen bir konuydu, anlayabilmemiz mümkündü.

Hatta, daha ileri gidip bir sistem revizyonu olarak ele alınsaydı, 1990'larda başlayan 21. yüzyıla yönelik büyük dönüşümün Türkiye boyutu olarak ele alınsaydı, yine anlardık. Sadece “Türkiye 1990'larda yapması gerekeni on beş yıl gecikmeyle yapıyor” derdik. Daha da ileri gidip, ulus devletlerin tasfiyesi ekseninde tartışsaydık bile anlamamız mümkündü. Doğru yanlış başka bir şey, ama bu argümanlarla en azından neler olduğunu fark ederdik, en azından bir resim görürdük.

Çok tuhaf bir noktaya geldi. Türkiye boyutlarından taştı. Yüzyılları, bin yılları aştı. Geleceğe değil, bilinen tarihin daha da gerisine gitti. Böyle olunca da, olayın ürkütücü ne kadar yanı varsa kaybolup gitti. Eminim bir merak, heyecan dalgası başlattı. Hep duyduğumuz ama yakından ilgilenmediğimiz efsaneleri bugüne taşıdı. Bu yönüyle Ergenekon iddianamesi,“tarihi” bir özellik kazandı. Ergenekon, az çok bilinen bir efsaneydi. Ama Agarta bilinmeyen bir tarih. Türkiye'nin tartıştığı geyrimeşru iktidar kalkışmasının böyle bir efsaneyle iddianamede yer alması, zihinleri karıştırdı.

Şimdi, Nazizmin doğuşundan kayıp kıtalara, Mu uygarlığının nasıl sona erdiğinden Ari ırkı arayışlarına, yüksek teknoloji ürünü silahlardan seçilmiş kavim hikayelerine, Hint mistizminden ezoterizme, Nazi karargahlarında bulunan Alman üniformalı Tibetliler'den Kabbala'ya, Himalayalar'da olduğu iddia edilen hayali cennet Şangri La'dan okyanus altında ya da Orta Asya'nın altında olduğu hayal edilen Agarta'ya, gizli/gizemli tarikatlerden bu tarikatlerin yönettiği devlet ve güçlere, Hitler'den sonra ABD'nin sahiplendiği tek dünya hükümranlığından Thule örgütüne, Grönland'daki Thule hava üssünden bu isimle Zülkarneyn peygamber arasında bağlantı kuranlara ve 'gamalı haç'a kadar bilinen, daha doğrusu bilinemeyen ne varsa hepsini tartışmak zorunda kalacağız. Bugünden geriye doğru birkaç bin yıla değil, tahminen on üç-on altı bin yıl öncesi olayları bilmeye uğraşacağız.
 
Agarta'nın efendisinin yeryüzündeki ilahi temsilci olmasından “Kutsal Dağ” ve “Dünyanın Merkezi”nin neresi olduğuna,“ataların kutsal mağaraları”ndan “gizli ülke” inanışlarına, Agarta ile Şambala çatışmasından Mu'nun dört büyük enerjisine, Hindistan'da bulunduğu söylenen nükleer saldırı kalıntılarından Mu uygarlığının nükleer silahlarla yok olduğu söylentisine, buradan kurtulan “seçilmişler”den bugünkü Uygurlar'ın söz konusu uygarlıktan kalma olduğuna ve Atatürk'ün meşhur ilgisinden Türkler'in buradan geldiğine, “Hint'teki Tevrat”tan Agartalı olmanın kurallarına, iç içe yaşadığımız ama dördüncü boyutta oldukları için göremediğimizden Dabbet'ul Arz'a, ölümsüzlük efsanesinden Hazar efsanelerine kadar ne çok bilmemiz gereken şey çıktı ortaya.

Ama gariptir, aynı efsaneler Hint'te var, Mısır'da var, Kuzey ülkelerinde var, Rusya'da var. Tıpkı Armageddon inanışı gibi. Hintliler ve Tatarlar'a göre bu yer Moğolistan'da, Mısırlılar'a göre çok çok uzak bir yerde, Ruslar'a göre Sibirya'da, bazılarına göre kutuplarda, bazılarına göre ise okyanusun altında.

Aydoğan Vatandaş (Agarta-Timaş Yayınları), bu konuları yakından izleyen bir isim. Agarta değil, özellikle Thule örgütüne dikkat çekiyor. Nazizmin, ari ırkı arayışının, siyasi ve askeri örgütlenmenin temeli bu örgüt gösteriliyor. “Agarta değil mesele. Thule örgütüyle bağlantısı önemli. Agartaçok efsanevi ve de fantastik bir konu. Dolayısıyla sıkıntılı. Ama Thule gerçek ve Agarta efsanesi yani oyuk dünya görüşünden etkilenmişler... Thule ve Nazi bağlantısı üzerinde durulmalı ve bu Agarta gerçekti demekten ziyade, bakın bu adamlar ne tür şeylere inanmışlar demek gerek” diyor. Hem Naziler hem de Ergenekoncular aynı felsefeye inanmaları çok garip!

Asıl söylemek istediğim şu: Ergenekon'u bir kenara bırakalım. 1990'dan bu yana yayınlanan fantastik kitaplara, çevrilen büyük bütçeli filmlere dikkat ederim hep. Yüzüklerin Efendisi'nden Lost dizisine, Harry Potter serisinden Matrix'e, sermaye ve gücün desteklediği filmler ve yayınlar serisine özellikle dikkat ederim. Bununla beraber ezoterizmin bu denli yaygınlaşmasına da. Hatta bir zamanlar Yeni Şafak yönetimine, konunun öneminden söz ederek, bir dizi hazırlanmasını bile teklif etmiştim.

Konu şu: 21. yüzyılda sadece dinler yeniden meydana inmiyor. Mitolojiler, efsaneler, masallar, fantastik hikayeler dikkat çekici biçimde gündelik hayatımızı yönlendirecek derecede meydana iniyor. Sanki yeni yüzyıla, geleceğe dair yeni bir düşünce biçimi, yeni bir din algısı şekillendirilmeye çalışılıyor. Bu eğilimin, 21. yüzyıla dönük hükümranlık hedefleriyle birebir örtüştüğüne inanıyorum ben.

İşte tam da bu dönemde, Türkiye'de bir operasyon, söz konusu tabloyla örtüşür vurgular içeriyor. Bu kadar önemli bir güvenlik sorunu, Türkiye'nin temel sistem sorunu, on beş bin yıl öncesinin efsaneleriyle birlikte tartışılıyor. Türkiye Cumhuriyeti yüz yaşında bile değil. Biz iddianameyi on bin yıl öncesiyle birlikte anlamaya çalışıyoruz. Peki, böyle bir zihinsel ilgi döneminde, böyle bir vurgunun Ergenekon mensuplarını efsaneye dönüştürme ihtimalini düşünen var mı?
 
Agarta Nedir?
Ergenekon'un merakla beklenen iddianamesinde örgütün 600 yıllık bir tarikat geleneğinden geldiği ve adının Agarta olduğu ifade edildi. Agarta efsanesini sizin için araştırdık

Budist kökenli bir kelime olan Agarta, yeraltında kurulu olduğuna inanılan ve milyonlarca kişinin yaşadığı kente verilen addır.

Başkenti Şamballa olan bu imparatorluğun yöneticisi doğuda “Dünyanın Kralı” olarak bilinir.

Birçok kaynakta, “Dünya Kralı”nın yeryüzündeki temsilcisi Tibetli Dalay Lama olarak geçer. Doğuda Tibet ve batıda Brezilya, dünyanın iki ayrı ucunda tünel şebekelerine sahip iki ülkedir.

Mısır'daki Gize Piramidi'nin altında bulunan gizli odaların da yeraltı dünyası ile ilişkisi olduğu iddia edilir. Firavunların, bu tüneller aracılığıyla yeraltında tanrılar veya üstün varlıklarla temas kurabildiği iddia edilir.

Mısır tanrıları ve krallarının dev heykelleri ile doğudaki Buda heykellerinin, insan ırkına yardım etmek üzere yerüstüne çıkan bu üstün ırkı temsil ettiğine inanılır.

Bu cinsiyetsiz Agarta temsilcileri, aynı zamanda yeraltındaki ütopik cenneti temsil ederler.

İddialara göre, Hz. Nuh gerçekte bir Atlantisli idi ve Atlantis sulara gömülmeden önce kurtarılmaya değer bir grup insanı bu felaketten kurtarmıştı.

İnanışa göre, Atlantislilerin çıkardığı 'nükleer savaş' sonucu meydana gelen tufan felaketinden kurtulan bu grup, önce Brezilya'nın yüksek platolarına gelmişler daha sonra da radyasyondan korunmak için, yüzeyle bağlantılı tünelleri olan yeraltı şehirlerine yerleşmişlerdi.

Agarta medeniyeti, Atlantis medeniyetinin bir devamı niteliğindeydi.
Geçmişteki korkunç nükleer savaştan ders aldıkları için, devamlı barış içinde yaşamaktaydılar. Bu insanlar bilimde yeryüzü insanlarının binlerce yıl ilerisindeydi.

Yeraltındaki bilim adamları, bizim bilim adamlarımızın bilmediği enerji türlerini bilmekteydiler. Bu enerjiler hem uçan, hem de karada giden taşıtlarda kullanılmaktaydı.
 
TÜNELLER AĞI
Agarta İmparatorluğu'nun birbirine tünellerle bağlı yeraltı şehirlerinden oluştuğu ve bu tünellerde, uzay araçlarına benzeyen taşıtlarla dünyanın her köşesine gidilebildiği öne sürülürdü.

Agarta'daki halk, “Dünya kralı”nın başkanlığında bir hükümet tarafından yönetilmekteydi. Bu insanlar, Lemurya, Atlantis ve tanrılar ırkı Hyperborluların temsilcilerinden oluşmaktaydı.
İNSANLIĞI KURTARAN VARLIKLAR
Tarihin birçok döneminde Agartalı üstün varlıklar yeryüzüne çıkarak, insan ırkına rehberlik etmişler ve onları savaşlardan, felaketlerden ve yok oluşlardan kurtarmışlardı.

Hiroşima'ya atılan ilk atom bombasından sonra, ortaya çıktığı söylenen uçan dairelerin bu nedenden dolayı geldiği iddia ediliyordu.

Hint destanlarından “Ramayana”da, Rama'nın Agarta'dan uçan bir araçla geldiği anlatılır. Aynı şekilde İnka İmparatorluğu'nun kurucusu Manco Copac da uçan bir araçla geldiği söylenir.

Amerika kıtasında ortaya çıkan Agartalıların en önemlilerinden birisi de Maya, Aztek ve genel olarak Kuzey ve Güney Amerika'daki yerlilerin en büyük efsanevi önderi Quetzalcoatl'dır.

Başka bir ırktan (büyük olasılıkla Atlantis'ten) gelen bu beyaz adam, Meksika, Yukatan ve Guatemela'daki yerliler tarafından “büyük kurtarıcı” diye anılmaktadır. Aztekler ona “Sabah yıldızı” ve “Bereket tanrısı” derlerdi.

Quetzalcoatl, “Tüylü Yılan”, yani yılan şeklinde sembolize edilmiş “öğretici bilge” anlamına geliyordu. Bu isim, ona uçan bir araçla geldiği için verilmişti.

Mısır inançlarındaki Osiris başka bir yer altı tanrısıdır. Bazı araştırmacılar da, Yunan mitolojisinde geçen tanrıların Atlantisli yöneticiler olduğunu ileri sürer.
TÜRKİYE'DE DE ÖRNEKLERİ VAR
Agarta'nın, dünyanın her tarafına yayılan tünel ve şehirler ağına Türkiye'de de rastlandığı öne sürülüyor.

Kapadokya bölgesinde bulunan Mazıköy, Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı kentleri, bazı araştırmacılar tarafından Agarta'nın bir ispatı olarak gösterilir.

Bölgede bulunan ve büyük bir kısmı halen keşfedilmemiş olan yeraltı kentlerinin, bilinenden daha büyük ve derin bir alana yayıldığı düşünülüyor.
HİTLER DE PEŞİNDEYDİ
Agarta İmparatorluğu'nu bugüne kadar araştıran belki de en ilginç isim, Nazi Almanyası'nın lideri Adolf Hitler.

Hitler döneminde Almanya'da kurulan tarikat ve gizli dernekler, Agarta'nın varlığına inanan ve gizli yeraltı kentlerini bulmaya çalışan kişilerden oluşuyordu.
 
Agarta Uzay Gemisi Teknolojisi


«Eğer siz kayıp kıtalara, medyumluğa ve UFO'lara gömülmüşseniz, bilimsel bulgular için akli yeriniz kalmamış olabilir. »
(Carl Sagan)

Sevgili arkadaşlar yukarıdaki Carl Sagan'ın ifadeleri son derece anlamlı ve düşünülmesi gereken ifadelerdir. Elbette ki bizim yapmış olduğumuz yıldızlar arası yolculuk ve zaman yolculuğu araştırmaları somut ve bilimsel düzeyde araştırmaları gerektirmektedir. Fakat hep dediğim gibi daima temkinli ve yüksek görüş gücüne dayalı bir araştırma ve düşünme biçimine sahip olmak gerekir. Bilgi nerden gelirse gelsin öncelikle bilgiyi kaynağına bakmaksızın kendi başına değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim. Eğer somut çalışmalara dair bilgi, ‘sezgiler ve ileri yaklaşımlar' veriyorsa o bilgi, kayda değer bir bilgi olup üzerinde düşünülmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu açıdan Vahdet ekolü mensuplarından sevgili Ömer Sami Ayçiçek arkadaşımızın Agarta uygarlığı denen bir uzay uygarlığıyla telepatik olarak kurduğu irtibat sonucunda aldığı bilgiler benim ışıktan hızlı yolculuk teknolojilerine ait çalışmalarımla birebir paralellikte yanıtları içermektedir. Burada bu uzay uygarlığını temsilen Semiyun isminde Agartalı bir arkadaş sorulara yanıt vermektedir. Semiyun'un uzay yolculuğuna dair tüm ifadeleri benim ‘ileri yüksek teknolojinin varabileceği uzak ufuklara dair olan' sezgisel yaklaşımlarımla örtüşür niteliktedir. Gerçi Ömer Sami ve Semiyun'un bu görüşmelerindeki ana hedef teknik bilgi vermekten ziyade esas gaye diyelim AGARTA uygarlığının dünya insanlığına tanıtımıdır. Ben, bu dört cilt halinde yayınlanmış olan Agarta adlı kitaptan teknolojik içerikli bilgileri seçerek siz okurlarımın dikkatine sunmak istedim. Umarım Semiyun'un verdiği bilgiler sayesinde benim çalışmalarım konusunda da biraz daha aydınlanmış olursunuz. Yani Semiyun'un ifadelerinin arkasında durduğumu ve bu ifadeleri kendi adıma sahiplendiğimi söyleyebilirim. Hemen hemen bir çok metafizik kaynaktan gelen bu türdeki teknolojik bilgiler Semiyun'un ifadelerinde adeta biraz daha netleşerek özetlenmektedir.

Aganta'lılar kendi bedenlerini bir yerden bir yere bizim düşünce gücü dediğimiz yöntemle bir anda taşıyabiliyorlar. Fakat bu yöntemle çok uzak bölgelere nakil pratikte bir takım sakıncaları da beraberinde getirdiğinden bu yöntemi çok sık kullanmıyorlar. Ama gelişmiş aletleri vasıtası ile bu amaca hizmet eden enerjiden yararlanıyorlar ve zahmetsizce kendilerini ve eşyalarını bu enerjilerin yardımı ile şuurlarını yitirmeden nakledebiliyorlar. Bu yöntem ile bazı gezegenlere de gidebiliyorlar. Fakat bu enerjiyi kullanma imkanlarının da bir sınırı var. Bu nedenle ve başka nedenlerden dolayı uzay gemileri çok önemli onlar için.

Agarta'lıların yanlarında taşıdıkları bir alet var ve onu kullanmak suretiyle istedikleri yere anında naklolabiliyorlar. Bu aletler daha büyük ana aletler ile ilişkili ve böyle lokal aletleri de var. Bu aletlerde bozulabiliyorlar. Ama sistem öyle kurulmuş ki, bozulmalarına imkan yok. Bu imkan ile yeryüzündeki herhangi bir yere anında gidebiliyorlar.

İnsanları ve eşyaları bir yerden bir yere taşımak için enerji kullanıyorlar. Bir dağı bir anda bir başka yere nakledebilecek durumdalar.

Agartalı'lar düşünce güçleriyle kendi vücutlarının vibrasyonel seviyesini bir üst boyut içerisine geçebilecek şekilde yükseltebilmekteler. Uzay gemilerinin de vibrasyonel seviyesini yükseltebiliyorlar. Ama bu durumda körü körüne bir gidiş ve kontrolsüzlük yok . Bir üst uzay/zaman alanı dediğimiz üst samanyoluna ve ya daha üst boyutlara- üst alemlere çıkıp oradan yararlanarak uzayın derinliklerine kolayca yolculuk yapıyorlar. Örneğin fizik kainat içindeki 200 milyon ışık yılı ötede bulunan bir gezegene gitmek onlar içinde imkansız. Çünkü bu, ışık hızı ile 200 milyon yılı alıyor. Fakat bir üst boyuta geçince oraya gitmek birkaç saatlik bir mesele oluyor. Büyükte küçüğü, küçükte büyüğü görmenin bir başka biçimi bu.

İşin enteresan yönü gidilen gezegenlerde de zamanlar farklı. Dünya zamanına göre örneğin; üç gün sonra yeniden gidilen bir gezegende çok uzun bir süre geçmiş olabiliyor, bir başkasında ise bir kaç dakika.

Zamanın bu durumu Aganta'lılar için bir karmaşıklık ve sorun yaratmıyor. Aynı şekilde hangi gezegene ve gezegenin neresine gitmek isterlerse, sorunsuzca ve hatasız olarak bunu gerçekleştirebiliyorlar.

Aganta'lılar ışınlanma enerjisini kendi dünyalarında, dünyamızda insanları ve eşyaları bir yere taşımak için kullanıyorlar. Uzay gemilerinden yeryüzü için bu maksatla yararlanmıyorlar. Onlar bu enerjiyi güneş sisteminin ilerisine kadarki bir alan içinde kullanabiliyorlar. Örneğin Aya olsun, Venüs'e olsun insanlar bu ulaşım enerjisi vasıtası ile gidiyorlar. Hatta kendi uzay gemilerini bile bu enerji vasıtası ile nakledebiliyorlar. Fakat bu enerjinin yasası gereği bunu uzayın derinliklerine doğru olan nakil işlemlerinde kullanamıyorlar. Şüphesiz teorik olarak bu enerjiden yararlanmayı sağlayan aletleri daha küçük yapmak mümkün ama onu kullanmak için de gezegen gerekiyor.

Agarta'lıların gemileri bu uzayın uzak noktalarına olsun, üst saman yollarındaki(üst uzay) gezegenlere olsun, bir üst uzay boyutuna geçerek çok kısa sürede ulaşıyor. Bu hal altında gemiler farklı bir nitelik kazanmakla birlikte fonksiyonları zerrece değişmiyor. Bir geminin bulunduğu boyuttan, alemden bir üstüne bozulmadan geçmeyi gerçekleştirebilmesi çok yüksek bilgileri içeriyor. Bu nedenle pek çok medeniyet bu konuda, bu noktaya gelip kalıyor. Bir üste geçmesi yani bu bilgiyi alıp, teknolojiyi uygulaması ise uzun çalışmalara ihtiyaç gösteriyor.

Teorik olarak bu bilginin uygulanması sırasında bozulma, dağılma yani imha mümkün. Bunun örnekleri çok az sayıda olmuş. Ama genel olarak bu işlerle uğraşan medeniyetler, zaten çok gelişmiş olduklarından zamanı geldiğinde bu işi hatasızca başarıyorlar.

Uzay gemileri değişik şekillerde olabiliyor. Birkaç metreden birkaç kilometreye kadar boyları değişebiliyor. Büyük gemileri uzayda inşa ediyorlar. Bu gemilerde gerektiğinde yüz binlerce kişi kalabilirmiş. Uzay gemilerini teorik olarak her Agartalı insan kullanabilirmiş ama pratikte ancak bu bilgiye ve tecrübeye sahip ayrıca bu maksatla görev alan kişiler bu gemileri kullanırmış.

Agartalı'lara gemilerinin materyali kendi kendini onaran canlı materyal denebilecek bir maddeden mi yapılmıştır diye sorduğumuzda bu teknolojinin uzaydaki daha geri düzeyli uygarlıklarda kullanıldığını ifade etmektedirler.

Aganta'lılar bizimle aynı dünyayı paylaşan ama farklı bir vibrasyonel düzeyde bulunan yüksek bir uygarlık düzeyine ulaşmış gelişmiş bir insan gurubudur. Onlarda bizim gibi insanlar. Bizlere benziyorlar. Fakat onlar kendi ruhsal yapılarını keşfedip ruhsal güçlerini kullanabildikleri için bizimkine nazaran daha ruhsal esaslar üstüne kurulmuş bir toplum düzenine sahipler. Agartalılar insan beyninin ve zihnin evrenle ve evrenin sonsuz boyutlarıyla olan bağlantısını keşfettikleri için ve zihnin, düşüncenin, şuurun sonsuz potansiyellerini bilmekle kalmamış bunu kullanabilme olanağını da elde etmiş oldukları için bizlerden çok daha ileri bir uygarlık olma şansını elde etmişlerdir. Aşağıda Ömer Sami arkadaşımızla Agarta uygarlığından Semiyun'un soru ve cevap şeklindeki görüşmelerini ilginize sunuyorum.

Soru: Pek çok Agartalı kardeşimizin yaşadığı başka gezegenler var. Bunların hepsi dünyanın tabi olduğu zamana mı tabidir? .

Semiyun: İşin diğer püf noktası da budur. Her gezegenin aşağı yukarı farklı zaman, daha doğrusu zaman enerjisine tabiyeti vardır. Zamanı da bir enerji olarak nitelendirdiğimizde. O enerjiden de çok değişik şekillerde yararlanma imkanı kendiliğinden gündeme gelmektedir.

Soru: Şuurlu inanç bilgilerinde "maddenin görünmez hale gelişi" diye bir konu vardı. Molekül yapısı üzerinde oynandığında madde orada var olmakla birlikte, bizim açımızdan görünmez hale geliyordu. Böyle bir açıdan bu konuya yaklaşabilir miyiz.

Semiyun: Hayır böyle bir şey bizim açımızdan çok ilkel bir yöntemi ifade eder. Biz molekül yapılar üzerinde değil, doğrudan doğruya atomun henüz keşfetmediğiniz pek çok yapıları üzerinde hakimiyet kuruyoruz. Oralara farklı enerjiler uyguluyoruz. Bu sayede bizim açımızdan o parçaları, varlıklarına zarar gelmeden-bozunmaya uğramadan yok kılabiliyoruz. Yani görünmez yapabiliyoruz.

Soru: Bir uzay gemisi görünmez konumdayken duvarların içinden, meteor parçaların içinden yada bir kara parçasının içinden onlarla çarpışmadan geçip gidebilir mi? Bir hayalet gibi!

Semiyun: Böyle bir durumda uzay aracı örneğin dünya yüzeyine indiği zaman kendi vibrasyonel seviyesi üzerinde küçük bir değişiklik yaparak görünmez olacak. Böylece yükseltilmiş vibrasyonel seviyesi ile o, söz konusu kara parçasının yada kaya parçasının içinden geçerek arzu ettiği noktada tekrar vibrasyonel seviyesini, oranın vibrasyonel seviyesine ayarlayarak geçişini tamamlamış olacaktır. Gemilerimizle uzayda yol alırken karşımıza aniden çıkan bir meteor parçasını algılayan gemi içindeki aygıtlar sayesinde otomatik olarak saniyenin çok kısa bir süresi içinde geminin vibrasyonel seviyesini bir derece yükseltir ve yine çok kısa süre içinde yeniden eski konumuna ayarlama imkanına sahibiz. Bu adeta otomatiğe bağlanmıştır.

Soru: Örneğin A gezegeninden B gezegenine çok kısa sürede uzaysal bir sıçrama yaparak geçiş yapacağız diyelim. Bu durumda vibrasyonel seviyenin değişikliği konusunda ölçü nedir.

Semiyun: Bu da önemli bir konudur. Çünkü vibrasyonel seviye dediğiniz hadisenin mikro ve makroya doğru sonu yoktur. Biz elbette ki bundan çok öncelere nazaran daha kısıtlı vibrasyonel değişiklikler yapma imkanına sahiptik. Ama bu gün için bu sınır daha da genişlemiştir. Herhangi bir örnek verecek durumda sizin açınızdan değilim. Ama şöyle söyleyelim ki, bizde bu konuda çalışmalarımızı sürdürmekte, gemilerimizin vibrasyonel seviyesinin çok daha ötelerinde bulunan noktalara ulaşma arzusu içindeyiz. Bu nedenle de sürekli çalışmalar yapıyoruz ve her gün çok güzel ilerliyoruz. Şunu da önemle belirtirim ki, bizler bu konuda eğitilmekteyiz. Çünkü bu konu düşündüğünüzden çok daha ciddi sonuçları olan bir konudur. Bu nedenle de ihtiyatlı giderek gelişmeyi daima tercih etmekteyiz. Elbette ki her konuda aynı şey söz konusudur. Ama bu konunun inanın ki, yanlışı yoktur.

Soru: Yani vibrasyonel seviyeyi çok yükselttiniz. Bir daha geri dönmeme, toparlanmama hali olabilir veyahut da öyle bir boyutun içine girilir ki, o boyuttaki tehlikelerin ne olduğu bilinemez. Hepsinin araştırmasının tümüyle yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Semiyun: Düşündüğünüz gibidir. Vibrasyonel seviye değiştirildiği anda farklı bir boyut kavramı içerisine girmek durumundasınız. Bunların çok iyi anlaşılması, bilinmesi, amacın doğru olarak ortaya konması gerekmektedir. Aynı şekilde, dediğiniz gibi daima eskiye dönebilme imkanının da sağlıklı bir şekilde olması gerekmektedir. Bu ise sandığınızdan çok daha büyük bir bilimsel çalışmayı ve teknolojiyi gerektirmektedir. Teorik olarak bu tehlike var olmakla birlikte, pratikte biz Agartalılar bu konuda son derece başarılı sonuçlar almış bulunuyoruz. Bu güne kadar herhangi bir tehlike ile karşılaşmış değiliz ama karşımızdaki tehlikelerin de ne olduğunu biliyoruz.
 
Geri
Top