Agarta-Yeraltı Devleti
Önsöz
Agarta Yeraltı Dünya Devleti, çağımızda, insanlığın içine sokulduğu uyanış, idrâkleniş sürecinde, dolaylı ve dolaysız yollarla yapıldığı geniş işlevi ve etkisi ile yeryüzünün toplumsal her türlü eylem ve girişimlerinde söz sahibi olarak, yeryüzünün derin yeraltı yapay yerleşim sitelerinde görkemli çalışmalarını sürdürmektedirler. Araştırmalar, gözlemler ve gelenekler böyle söylüyor. Onbinlerce yıl önce, dış dünyaların üstün senyörleri tarafından kurulduğu belirtilen bu bilgelik ülkesinin, son derece gelişmiş milyonlarca vatandaşı ile, yeryüzünün derin yapay mağara sistemleri içersine yerleşerek, buralardan dünya insanları aralarına zaman zaman dahil edilen yüksek ve kimliği çoğu zaman saklı üstatlar, liderler, bilim adamları vb. vasıtasıyla beşeri evrim ve gelişimin belirli bir program üzere gerçekleşmesini sağladıklarını, çeşitli kaynaklar ifade etmektedirler. Bu yapıtla, Yeraltı Uygarlığı'na ilişkin, bazı Doğu ve Batı kaynaklarından alınan görüş, yorum ve bilgiler bir araya getirilmişler ve iddiasız olarak sunulmuşlardır. Ne var ki, Hakikâtler'in esas kendileri olmayan bu bilgiler, şimdilik hiç değilse, belirli bir önbilgi ve kavram oluşturmak bakımından önemlidir.
1. Bölüm - Tufan Öncesi Koloniler
Alman yazar K.K. Doberer, "The Goldmakers" adlı kitabında şu düşünceyi belirtir: "Atlantis'in bilge kişilerinin görüşlerine göre büyük tehlikeden kaçmanın bir yolu da göç etmektir. Akdeniz üzerinden doğuya doğru ilerleyerek Asya topraklarına varıp DÜNYA'NIN DAMI'nda koloniler kurmaktı. (Himalayalar'da)" Bu, şaşırtıcı bir tahmin olmasına rağmen, belki de gerçeklerden pek uzak değildir. "İyi Kanun"un yüksek rahipleri ve prensleri kültür ve teknolojilerinin tüm meyveleri ile birlikte, yeryüzünün güvence içindeki uzak bir köşesine havadan nakledilmiş olabilirlerdi. İlimlerini, küçük, tümüyle tecrit edilmiş topluluklarda, akademilerimizce bile tahayyül edilemeyecek yüksekliklere değin gelişmiş olabilirlerdi. Görünürde fantastik olan bu kurama ağırlık kazandıracak kanıtlar mevcuttur.
Mahabharata Destanı'nda, göklerde uçakların uçtuğu ve kentler üzerine tahrip edici bombaların atıldığı eski bir devirden bahsolunur. Zalim savaşlar yapılmış ve kötülük serbestçe hükmetmiştir. Jeolojik tufandan az önce olanların muhtemel görüntüsünü eski yazıtlardan ve çoğu ırkların efsanelerinden faydalanarak yeniden kurabiliriz.
Kültürlerin sonunun geldiği ve insanlığın ilerleyişini tehlikeye girdiğini fark eden bir grup açık görüşlü filozof ve bilgin, dünyanın erişilmesi imkânsız bölgelerine çekilmeye karar verdiler. Dağlarda gizli yeraltı sığınakları inşa edildi. Himalayalar'daki saklı vadiler, uyanış meşalesini geleceğe ulaştıracak birkaç seçkin kişiye tahsis edilmişti.
a- Birleşmiş Milletler'ce Bilinmeyen Devlet:
Okyanus, Atlantis'i kapladığı zaman bundan kurtulan koloniler, yıkılmış olan İmparatorluğun hatalarını tekrarlamaktan kaçınarak bir ütopya inşa etmek üzere ayakta bırakılmışlardı. Barbarlık ve cehaletten uzakta kalan bu topluluklar, tecrit olmakla korunarak geliştiler. Daha başından, dış dünya ile bütün teması kesmeye karar verilmişti. Hiçbir engelle rastlanmayan bilimleri gelişerek, Atlantis'in başarılarını geride bıraktı.
Bu anlatımlar, bir fantezi mi? Yine de, günümüzün bazı bilim adamları, şimdiden, gelebilecek bir atom afetine karşı yeraltı sığınakları ve hâtta yeraltı kentleri önermişlerdir. Kentlerin boşaltılması ve yeraltı kasabalarının inşa edilmesi, insanlığın devamlılığını garantiye almak için gösterilen çaba dahilinde sorumluluklarını anlayan bilim adamlarınca teklif edilen projelerdir. Eğer böyle bir plân bugünün bilim adamlarınca da düşünülüyorsa, insanlığın ahlâki çöküşü ve "Brahma'nın onbinlerce güneş gibi parlayan silahı"nın tehlikesi ile karşılaşıldığında Atlantis'in kültürel liderlerince buna benzer bir projenin önerilip gerçekleştirilmesi mümkün değil midir?
Unutulmuş bir devirde bir teknolojiye sahip olmuş güçlü bir devlet görüntüsü, aklı başında bilimsel düşüncenin çerçevesi içinde pekâlâ yer alabilir. Nükleer fiziğin öncülerinden Prof. Frederick Soddy, 1909'da, eskilerin bilimsel geleneklerinin,"dünyanın kaydolunmamış tarihindeki geçmiş birçok devirlerin birinden, bugün bizim yürümekte olduğumuz yolu önceden tamamlamış olan bir insanlık çağından kopup gelen bir yankı" olabileceğini söylemiştir. Bir medeniyetin ürünlerini, yıkıcı savaşların ve jeolojik afetlerin tehlikelerine karşı belirsiz bir süre boyunca koruyabilmek için, yeraltı sığınaklarından daha etkin bir şey olamaz.
İnsanın, bu gezegen üzerindeki yaşam hikayesinden birçok sayfa, Zaman'ın eli tarafından yırtılarak çıkarılmıştır. Ancak, efsaneler, ileri bir medeniyeti yok eden devasa bir afetten bahseder. Kurtulanların çoğu vahşilere dönüşmüştü. Sonradan,"İlâhi haberciler"ce rehabilite edilenler, ilkel durumlardan yükselerek bizim kendi kökenimin de dayandığı geçmiş tarihin uluslarını oluşturdular. "Güneş'in Çocukları"nın gizli topluluklarının nüfusu azdı, ama bilgileri çoktu Yüksek bilimleri sayesinde, bilhassa Asya'da, muazzam bir tüneller şebekesi kazdılar.
Tecrit edilme, bu kolonilerin ebedi kanunu olagelmiştir. Filozoflar, bilim adamları, şairler, ressamlar, yazarlar, din ve müzik ile uğraşanlar çabalarını sürdürmek üzere sakin bir ortama gerek duyarlar. Askerlerin ayak sesini, ya da pazaryerinden gelen bağırtılar işitmek istemezler. Çağlar boyunca, bilgeliklerini buna benzer olanlarla paylaşa geldiklerinden, hiç kimse bu filozofları egoistlikle suçlayamaz. Bu kopukluk, koruyucu niteliktedir. Bugün kaba kuvvet, ilk çağların zamanlarındaki kadar geçerli değil midir? Kaba kuvvet, teknolojik zırhı içinde belki daha da dehşetlidir. İnsanlığı Büyük Kardeşler'i (Elder Brothers), karlı tepeler arasındaki gizli vadilerde kaybolmuş ya da dağlardaki tünellerde saklanmış bir halde yaşarlar. Bu kolonilerin gerçekliği üzerine belirtiler, Hindistan , Amerika, Tibet, Rusya, Moğolistan gibi birbirilerinden bu kadar uzakta olan ülkeler ile dünyanın çeşitli bölgelerinden gelmektedir. Zamanın genişliği içinde, bu raporlar geçen 5000 yıl süresince ortaya çıkmıştır. Çeşitli ülkelerde yaşayan insanların hayalleri ile süslenmelerine rağmen gerçeğin tohumlarını taşıdılar.
Elli yıl kadar önce, Fransız Akademisi'nden Dr. Fredinand Ossendowski, kendisine Prens Chultun Beyli ve onun Lama'sı tarafından Moğolistan'da anlatılan tuhaf bir hikayeden bahsetmiştir. Bu görüşe göre, önceleri Atlantik ve Pasifik Okyanusu'nda iki kıta bulunuyordu. Bu kıtalar denizin dibine çöktüğünde buralarda yaşayanlardan bazıları muazzam yeraltı sığınaklarına kaçtılar. Bu mağaralar, tarih öncesi insanlığın kaybolmuş halkına hayat veren ve bitkilerin büyümesini sağlayan acayip bir ışıkla kaplıdır. Bu ırk, bilimin en yüksek düzeyine ulaşmıştır.
Polonyalı bilgin, Agharta'nın yeraltı halkının büyük teknik aşamalara ulaştıklarını belirtir. Asya'daki devasa tünel şebekesinin içinde, yüksek hızda yol alan olağandışı araçlara sahiptirler. Diğer gezegenlerdeki yaşam üzerine çalışmalar yapılmıştır. Ancak, en büyük başarılarını zihin konusunda elde etmişlerdir.
Meşhur kâşif ve ressam Nicholas Roerich'e, Çin Türkistan'ı ve Sinkiang'taki gezileri sırasında uzun yeraltı koridorları gösterilmiştir. Yerel sakinler ona, kasabalarda alış veriş yapmak için tünellerden dışarı çıkan tuhaf insanlardan bahsettiler. Onlara, aldıklarının karşılığını kimsenin teşhis edemediği eski paralarla ödemişlerdi. Roerich, 1935'te Çin'deki Kalgan yakınlarında Tsagan Kure'de konaklarken, "The Guardians" (Gözeticiler) adlı bir makale yazdı. Bu yazıda, eğer çölün ortasında boşluktan çıkıyormuşçasına gizemli adamlar beliriyorsa, bunlar bir yeraltı geçidinden çıkmış olamaz mı, diye soruyor. Nicholas Roerich, bu gizemli ziyaretçiler hakkına Moğollara danıştığında ona birçok ilginç hususlar açıklamışlardır. Yabancılar, arada bir at sırtında geliyorlar ve ortalığı fazla meraklandırmamak için tüccar, sığırtmaç ve asker gibi giyiniyorlardı. Moğollara hediyeler vermişlerdi.
Uluslararası bir şöhrete sahip olan ve hem araştırmacı, hem de ressam olarak başarılı sayılan bir kişinin tanıklığı hafifçe geçiştirilemez. Andrew Tomas, bu kâşifle 1935 yılı seferinden sonra Şangay'da karşılaşma bahtiyarlığına ermiştir. Burada belirtmeliyiz ki, 1926'da Prof. Roerich ve heyetindeki üyeler, Karakum Dağları'nın üzerlerinde parlak bir disk izlemişlerdir. Güneşli bir sabahleyin ve üç kuvvetli dürbünle objeyi net bir şekilde gözlediler. Sonra, bu oval araç aniden yönünü değiştirir. Kırk yıl önce Orta Asya'da ne uçak, ne de balon vardı. Bu, tarih öncesi bir koloniden gelen bir uçan araç mıydı?
Roerich Heyeti, Karakurum Geçidi'nden geçerken yerli rehberlerden biri kendisine, dağların içlerindeki gizli girişlerden ortaya çıkan uzun boylu, beyaz tenli adam ve kadınlardan bahsetmişti. Bunlar, meşalelerinin ışığı altında karanlıkta görülmüşlerdi. Rehberlerden birinin söylediğine göre, bu gizemli dağ insanları gezginlere de yardım etmişlerdir. Tibet kâşifi Madam A. Davit-Neel, yazılarında Tibetli bir şairden söz eder. Denildiğine göre bu şair, Çin'in Çinhai eyaletinin boş çölleri ile dağlarının bir yerinde bulunan "tanrıların yurdu" na ulaşan yolu bilmekteydi. Bir keresinde, Madam David-Neel'e, bu yerden mavi renkte bir yaz çiçeği getirmişti. Halbuki David-Neel'in bulunduğu bölgede ısı -20 dereceydi ve Dichu Nehri180 cm'ye kadar donmuştu.