• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Agarta Efsanesi

Ehil olmayan ellerin açamadığı Agarta ülkesinin kapılarını Tibetliler, kendini bu yolun yolcusu sayan Hitler'in adamlarına bile göstermemiş, yanlış yerlerde oyalamışlar. İşte size Tibet'te, Nepal'de, hatta Rusya'da bile okulları olan Agarta mitinden efsanevi satırlar:

Cennetin basamağı
Lama ezoteriklerine (belirli bir insan topluluğunun dışında kimseye bildirilmeyen, yalnızca sınırlı, dar bir çevreye aktarılan batıni bilgi, öğreti) göre Agarta (Agarti veya Agartha) cennetin ilk basamağı anlamına geliyor. Bazı kaynaklarda Agarta, Tibet veya Himalayalar'da, bazı kaynaklarda ise Moğolistan'da.
Beyaz Ada, Şambala...
Beyaz Ada, Agarta, Şambala... Bu üç mit adından Avrupa daha çok Şambala Efsanesi'ni biliyor. Bu ad Tibet elyazmalarında geçiyor. Agarta miti Şambala'ya göre daha az biliniyor. Agarta mitini Fransız Aleksandr Sent-İv d'Alveydr ortaya çıkarmış. Ferdinand Ossendovski ise "Vahşiler, İnsanlar ve Tanrılar" kitabında anlatıyor Agarta'yı. Kitap, Moğol lamalarının anlattıkları efsanelerden oluşuyor.
Hükümdarı Brahitma
Moğol lamalarına göre insanların hayatını yöneten bir yeraltı ülkesi var. Bu ülke Agarta diye adlandırılıyor. Agarta'da yaşayan bilge insanlar gizli yollarla dünya işlerini idare ediyorlar. Agarta hükümdarının adı Brahitma'dır. Onun iki yardımcısı var: Gelecekten sorumlu Mahitma ve olmuş olaylardan sorumlu Mahinga.
İnsanlık bankası
F. Ossendovski'ye göre "Yeryüzünde insanlık mahvolduğu, ölüm ve karanlık hüküm sürdüğü zaman" bu ülkenin insanları, yani Agarta'nın insanları yeryüzüne çıkacak. Ve Agartalıların sayesinde insanoğlu yeryüzünde yaşamını devam ettirebilecek.
İki asır uyuyabiliyorlar
Seyyah Ernest Muldaşev, Tibet mağaralarında yaşadığını öne sürdüğü bu uygarlık mensuplarının 200 yıl boyunca uyuduğunu ve uyudukları zaman vücut ısılarının sıfırın altında olduğunu yazıyor. "Bu bilge insanlar çok farkı uygarlığı ve kültürü taşıyorlar. Onların beyni tam çalışıyor. Bunun dışında üçüncü gözleri açık. Müthiş bir beyin gücüne sahipler."
 
Soru: Daha önceki görüşmelerimizden birinde uzaya açılan medeniyetlerin gelişmiş uzay araçları yapmış olabileceklerini, fakat kainattan bir başka kainata geçmek için boyut değiştirmeleri gerektiğini, süratli bir şekilde bu kainatın içinde hareket edebilmek için de o farklı boyutun imkanından yararlanarak çok kısa sürede, çok uzaktaki gezegene gidilebileceğini söylemiştiniz hatırladığım kadarıyla ve aynı şekilde halden hale geçmenin de büyük bir medeniyet farkı olduğunu da belirtmiştiniz. Bu fark ne kadardır? Yanlış mı izah ettim acaba?

Semiyun: Hayır yanlış izah etmediniz. Kainatınız içinde ki pek çok uygarlıklar, kainat içindeki gezegenlere henüz boyut değiştirerek gitme imkanına sahip değillerdir. Elbette ki bunun ötesinde yine sayısız gezegenlere ait uygarlıklar da bizim seviyemizin çok ötesindeki imkanlarla çok daha mükemmel yolculuklar yapmaktadırlar. Ama biz yine bu seviyeden konuyu ele alacak olursak kainatımız içindeki bir gezegenden bir gezegene gitmek normal olarak ışık hızıyla çok uzun zamanları almaktadır. Çok süratli uzay araçları ile yine bu kainatın imkanları dahilinde ışık hızı aşılamayacağından dolayı uzun zamanlara ihtiyaç bulunmaktadır. Ama şayet bir üst boyutun imkanlarından yararlanmak durumunu elde etmiş iseniz, uzay aracınızın vibrasyonel seviyesini yükselterek o boyuta geçer ve o boyut üzerinde çok kısa bir zaman süreci içerisinde yolculuk yaparak tekrar vibrasyonel seviyenizi düşürdüğünüzde mevcut kainatın içindeki çok uzak bir gezegene çok kısa bir sürede seyahat etme imkanına sahip olursunuz. Yalnız bu çok ileri bir aşamayı gerektirmektedir. Bizler yolculuklarımızı çok uzun bir zamandan beri bu yöntem ile yapmaktayız.

Soru: Düşünce gücünüzle olsun, başka teknolojik seviyenizin gücüyle olsun, adeta bozulmaz, tahrip edilmez aletler, sözgelimi; uzay gemileri yapmıştınız. Ama ben yinede şöyle düşünüyorum. Sözgelimi; o uzay gemileri ile güneşe yaklaşabilir misiniz? Vibrasyonel seviyesini değiştirmeden, normal haliyle. Yada yaklaşırsanız ne derece yaklaşabilirsiniz? O aletlerin dayanma gücü, güneşin verdiği ısının ötesinde midir?

Semiyun: Hayır değildirler ve inanınız ki, olamazlar da. Çünkü sizin güneş hakkındaki mevcut bilgileriniz inanın ki, her bakımdan yetersizdir. Biz güneşi sizin tanımadığınız ölçüde tanıdığımız için bu sözü söylemekte sakınca görmüyoruz. Kendi gemilerimizin metali adeta tahrip edilemez bir tarzda inşa edilmiştir. Ama onun tabi hali ile güneşin tabii halini kıyasladığınızda güneşin sıcaklığının eritme gücü, bizim gemilerimizin dayanma gücünü aşmaktadır. Ama bu durum bizim için bir sorun teşkil etmemektedir. Çünkü gerektiğinde gemilerimiz kendi yolları üstünde ortaya çıkan herhangi bir dünyadan, gezegenlerden, anında vibrasyonel seviyesini arttırmak veya değiştirmek suretiyle, adeta delip geçercesine geçebilmektedirler.

Soru: Peki "Peki tahrip edilemez tarzda inşa edilmiştir" sözünden kastettiğiniz neydi?

Semiyun: Elbette ki o sözümüzü de boşuna söylemedik. O gemilerin yapısı yinede tahrip edilemez tarzda inşa edilmiştir. Ve bu tahrip edilemezliğin içine az önce sözünü ettiğim vibrasyonel değişiklikler de girmektedir. Ama bu son cümleyi hesaba katmasak bile gemilerimiz. İnanın ki, asla tahrip olmayacak şekilde yapılmışlardır. Ama bunun denemesini yapmaya kalkacak olursak, elbette ki gemilerimizin dayanma gücünden çok daha üstün mevcut güçler, haller mevcuttur. Ama sizlere bunların kıyaslamasını yapabilecek durumda değiliz. Çünkü sizin mevcut bilgileriniz neyi, neyle kıyaslayacağımızı anlamanıza imkan vermeyecektir. Ama yine aynı şeyi söylüyorum; gemilerimizin maddeleri pek çok uzay gemisinin yapılmış olduğu maddelerden çok daha güçlüdür. Şüphesiz ki, pek çok medeniyetin uzay araçları mevcuttur. Bizim uzay araçlarımız bu medeniyetlerin genel seviyesinin üzerinde güçlere imkanlara sahiptir. Hemen her bakımdan bu böyledir. Çünkü bizim medeniyetimiz, gerçekten şu kainat içinde gelişmiş sayılabilecek medeniyetlerden biridir. Ama şunu da yine önemle belirtirim ki, bizim dahi hiçbir zaman ilişkiye geçemeyeceğimiz seviyelerde medeniyetler, uygarlıklar, esasında bu kelimelerle bile ifade edilemeyecek yaratılmışlıklar mevcuttur. (... )

Soru: O halde kıyas, yine fiziki alemleri kapsayacak tarzda yapılabilir?

Semiyun: Elbette. Ancak bir şey kendine uygun düşebilecek bir şey ile kıyaslanabilir. Bizim sözümüz daha ziyade fiziki alemleri kapsamaktadır. Ve fiziki alemdeki kainatlar, fiziki alemlerdeki uygarlıklar ile karşılaştırıldığında, bizim uygarlığımızın gelişmişlik seviyesi genel seviyenin üzerindedir.

Soru: Uçan Daire başlı başına büyük uzay gemisi midir Çeşitli ebatlarda olmasına rağmen, yoksa bir takım daha önce bildiklerimizin ışığında, mesela; daha büyük gemilerin içinde bulunup da girip-çıkan yardımcı fonksiyonlar gören bir yapıda mıdır?

Semiyun: Aslına bakarsanız her iki tür de bizde mevcuttur. Yani çok büyük çaplı, oval olmayan daha değişik şekillerde uzay gemilerimiz de vardır. Ve bir uzay gemisinin içinde amaca uygun sayıda, daha değişik, sizin uzay gemisi dediğiniz tarzda uzay araçlarımız da vardır. Bu yapılacak işin niteliğine göre bizler tarafından rahatlıkla tanzim edilebilen bir durumdur. Düşündüğünüz gibidir; Yani gerektiğinde uzay araçlarımız birbirine eklenebilir.. Bu da çok rahatlıkla yapılabilir. Ve böylece o amaca göre de uzay gemimiz ya da gemilerimiz hizmet verirler.

Soru: Peki yinede hacimsel olarak konuşursak, mesela; bu şekilde çok büyük uzay gemileriniz vardır dersek büyüklüğü hakkında bir fikir verebilir misiniz?

Semiyun: Elbette. Ama bunun boyu sizin mesafe ölçüleriniz ile 2,5 kilometreyi geçmez. Yanlış duymadınız. Sizin için büyük bir rakamdır. Ama yinede 2,5 kilometreyi geçmez. Elbette ki bundan daha büyük tarzda, çapta gemiler de yapılabilir. Ama bunun inanın ki, büyük bir önemi yoktur. O büyük gemilerimiz, büyük olmalarının gerçekten gerekli olmaları nedeni ile bu şekilde planlanmış ve yapılmıştır. Sözümüzü toparlarsak öyle olmaları icap ettiği için o büyüklükte yapılmışlardır.

Soru: Peki bu büyüklükte bir uzay gemisi yeryüzünde mi, yoksa uzayda mı yapılıyor?

Semiyun: Bu da önemli bir konudur. Bunun teknolojik seviye ile bir alakası yoktur. Boyları birkaç yüz metreyi bulan uzay araçları uzayda inşa edilmektedir. Zira yeryüzünde inşa edildikleri taktirde onu uzaya çıkartacak manyetik güç maalesef dünyanıza zarar verecek çapta bir güç olmak zorundadır. Bu tamamen fiziki bir kanundur. O çapta o hacimde ve o ağırlıkta bir parçanın dünyanın çekim gücünden uzaklaşabilmesi için çok büyük manyetik itme gücüne ihtiyaç vardır. Bu güç ise dünyaya, sizin de tahmin edebileceğiniz gibi önemli fiziki zararlar verir. Bu nedenle de bu çaptaki uzay araçları yerçekiminden uzakta yani uzayda inşa edilmektedir.

Soru: Dev ana gemileriniz içerisinde küçük çaptaki gezegenlere iniş için daha küçük çapta gemileriniz var mı?

Semiyun: Evet ana gemilerimiz içerisinde istenilen oranda daha küçük gemiler mevcuttur.

Soru: Tüm bu uzay gemilerinin bir kullanım süresi var mıdır.

Semiyun: Size inanılmaz gelse de bundan 1 milyon yıl önce yaptığımız uzay gemilerini hala kullanıyoruz diyebilirim. Çünkü bu uçan daireler öyle bir tarzda inşa edilmişlerdir ki, bozulmalarına imkan yoktur. Ama yine de şunu ilave edebiliriz ki, bu uçan dairelerimize biz, bu 1 milyon yıllık süre zarfında gelişen teknolojimize uygun olarak yeni araçlar ve gereçler ilave ettik. Ama hiç birini kaldırıp da sizde olduğu gibi müzeye koymadık, koymamıza da imkan yoktur. Daha birkaç milyon yıllık süre için diyorum.

Soru: Ama belki öyle bir seviyeye geleceksiniz ki, bu birkaç milyon yıl sonra belki fiziki bir araç kullanmaya ihtiyaç kalmayacak.

Semiyun: Hayır bunda yanılıyorsunuz. Fiziki kainatta yaşayan insanların, medeniyetlerin daima fiziki araç-gerece ihtiyaçları olacaktır.

Soru: Peki bu uçan daireler ne yakıtı kullanıyorlar? Bizim bildiğimiz gibi bir depoları mı var, bir enerji mi yükleniyor. Yoksa yine bildiğimiz gibi evrenin her zaman, her yerinde bulunan güçlerden, enerjilerden mi yararlanıyorsunuz?

Semiyun: Hayır. Uzay araçlarımızda herhangi bir yakıt deposu yoktur. Ve uzay araçlarımızın bu tür bir sorunu da yoktur. İşte konunun can alıcı noktası da buradadır. Aslında kainatın her yerinde daima mevcut bulunan güçlerden yararlanma yoluna gitmekteyiz. Ve bu güçlerinde açıkçası bir sınırı yoktur. Uzay araçlarımız kendi kapasiteleri oranında bu güçlerden her zaman için yararlanmakta, böylece ihtiyacı olan enerjiyi temin etmektedirler. Bizim enerjisiz kalma gibi bir problemimiz yoktur.

Soru: Peki bu gücü nasıl temin ediyorsunuz?

Semiyun: Elbette ki gemi kendi içinde bulunan aletler vasıtasıyla bu gücü, bu enerjiyi istediği yönde kullanmakta yani kendisini hareket ettirmekte, vibrasyonel seviyesini yükseltip alçaltmakta ve daha sizin bilmediğiniz maksatlarda kullanmaktadır.

Soru: Şimdi en büyük çaplı o 2,5 kilometre boyundaki uçan dairelerinizi, uzay araçlarınızı yine düşünelim. Onlarda aynı küçük gemiler gibi veyahut da diğer gemiler gibi o büyüklükte olmasına rağmen, uzay yolculuklarını aynı prensip dahilinde mi yapıyorlar? Yani vibrasyonel seviyesini yükselterek bir üst boyuta, üst saman yoluna geçip Einstein'ın dediği gibi o solucan delikleri tünelinden ( o kurtçuklardan) yararlanmak suretiyle mi yolculuklarını yapıyorlar? Bu, o büyük gemiler için de geçerli midir?

Semiyun: İnanınız ki büyük küçük bir sorun yaratmamaktadır. Geminin çapı bir kaç metre de olsa, bir kaç kilometre de olsa; prensip, değişmemektedir. Ve asıl uzak seyahatlere nispeten büyük çaplı gemilerimiz ile gitmekteyiz ki, o gemiler içlerinde bir çok küçük çaplı uçan daireyi de barındırmaktadır ve bu yolculuklar önceki ifadelerimde de belirttiğim gibi üst samanyollarından ( üst boyutlardan) yararlanılarak yapılan yolculuklardır.

Soru: Bizim bir mesafe birimimiz var. Metreden başlıyoruz, kilometre den ve nihayet ışık hızından söz ediyoruz. Sizin uygarlığınız içinde bir mesafe ölçüsü söz konusu mudur?

Semiyun: Hayır. Bizler ‘zaman'ı nasıl sizden farklı bir şekilde niteliyorsak, aynı şekilde mesafeleri de sizden farklı olarak nitelendirmekteyiz. "Şu Samanyolu bize bu kadar uzaklıktadır, şu gezegenin boyu şu kadardır" gibi bir yaklaşımı yada bu tür bir kavramı biz düşünmüyoruz. Böyle bir yaklaşım sizin realitenize uygun bir düşünce biçimidir. Çünkü biz insan varlığını çok farklı olarak ele aldığımız için, mesafeleri de insan varlığının yapısıyla değerlendirdiğimizden ortaya sizinkine benzemeyen bir mesafe nitelemesi çıkmaktadır. Benim fiziki kalıbım için A gezegeni birkaç ışık yılı uzakta olabilir sizin zaman ölçünüze göre ama ben kendi ruhsal gücümü kullandığım anda, o zaman ölçüsünü de niteleyerek, tekrar ediyorum, o zamanın niteliğini de hesaba katarak mesafeyi sizin düşünemeyeceğiniz bir süre içinde kat eder ve o gezegene ulaşırım. Burada "o gezegenin mesafesi şu kadardır" kavramı ortadan kalkar. Aynı sistemi gemilerimiz için de düşünecek olursak, zaman faktörünü de hesaba kattığımızda bizler ulaşacağımız gezegenlere sizinkine benzer bir mesafe koyamayız. Çünkü her gezegenin, her sistemin, her kainatın değişik zaman akış hızları olduğunu biz hesaba katıyoruz. Siz bu hesaplamayı yapmadan bir mesafe tahmininde bulunursanız ondan bilimsel manada kuvvetli bir netice çıkartmanıza imkan yoktur. Yani mesafelerin gerçek nitelemesini yapabilmemiz için, olayın içine mutlaka zaman akış hızını katmak gerekmektedir ki, tek başına buda yeterli değildir. Nihayet mesafe kavramı, iki gezegen arasındaki mesafe kavramı, (sizin için böyle bir kavram söz konusu olduğundan aynı şeyi söylüyorum) o iki gezegene karşı pozisyon alan varlığın ruhsal seviyesiyle de yakından ilişkilidir. Bunu da hesaba katarsak bizim sizinkine benzer bir mesafe kavramına sahip olmadığımız ortaya çıkar. Ama şu demek değildir ki, biz bu konuda bir bilgisizlik içindeyiz. Tam tersine bu konuda, bu şekilde yaklaşımımız sayesinde biz kainatın içindeki gezegenlerin nerede, niçin ve neden bulunduğunu biliyoruz. Uzay araçlarımızla da bu gezegenlere ulaşmak bizim için bu nedenlerle çok daha kolay oluyor. Bu konuya daha derinlemesine girmeye çalışırsak bu akşam için kafanızın karışabileceğini düşünüyorum.

Soru: O zaman şöyle bir kavram çıkıyor ortaya: Yani mesafe ile zaman kavramı birbiriyle çok yakın ilişki içinde diyebilir miyiz?

Semiyun: Elbette bizde zaten sözlerimizin içinde belirttik. Buna birde ruhsal varlığı ilave etmemiz gerekir ki, o zaman sonuç daha net bir şekilde belirlenebilsin.

Soru: Ama yine de şöyle bir kavram düşünülemez mi: Yani söz gelimi; dünyadan bir uzay gemisi havalanıyor ve diyelim ki Neptün gezegenine gidecek. Yine de belli bir zamanda oraya ulaşır.

Semiyun: Her gezegene elbette belli bir zamanda ulaşılır. Ama gerektiğinde biz o zamanları kısaltabiliriz. Şunu da önemle belirtirim ki, farklı boyutlara girdiğiniz anda zaman ve mekan hadisesi de birbiriyle kıyaslanamayacak, yani bir önceki boyutla kıyaslanamayacak şekilde büyüklük ve farklılık kazanmaktadır. Sizler bu konuların hemen hemen hiç birine dünya insanı olarak vakıf değilsiniz henüz.
 
Soru: Büyük çaplı uzay gemilerini yeryüzünde yapamıyorsunuz. Çünkü onu uzaya çıkartmak için sarf edeceğiniz manyetik itme gücü dünyanın fiziki kalıbına zarar verebilir. Bunu daha önce söylemiştiniz. Ama şöyle bilgilerimizde var; elinizde ışınlama teknolojisi var, o uzay gemisini uzay yerine yeryüzünde daha rahatlıkla yapıp bir anda uzaya ışınlayabilirsiniz. Veya uzay gemisini yine yeryüzünde yapıp o geminin vibrasyonel seviyesini yükseltmek suretiyle onu aniden yeryüzünden yok etmiş olabilirsiniz. Bu bilgileri bir arada karşılaştırırsak, bilgiler arasında çelişki ortaya çıkmıyor mu?

Semiyun: Hayır asla çıkmıyor. Çıkmasına da imkan yoktur. Birinci olarak söylediklerinize katılıyoruz. Büyük çaplı uzay gemilerini yeryüzünde yapmaya, yeryüzünün daha doğrusu dünyanın mevcut hali dikkate alındığında imkan yoktur. Çünkü büyük gemileri uzaya çıkartmak için kullanılacak güç dünyaya zarar vermektedir. Bu nedenle de uzay gemilerimiz uzayda inşa edilmektedir. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, bir büyük uzay gemisinin bizim açımızdan uzayda veya yeryüzünde yapılmasında zorluk ve kolaylık açısından hiçbir fark yoktur. Biz ister uzayda olsun ister yeryüzünde olsun, isterse de denizin derinliklerinde olsun bir uzay gemisini aynı kolaylıkla, zorlanmadan yapabilecek tüm imkanlara sahibiz. Bunu önemle belirtmek isterim. Gelelim çelişki gibi gözüken diğer konuya . Öncelikle yeryüzündeki bir büyük geminin bir yerden bir yere ışınlanması da, onu uzaya çıkartmak kadar enerji kullanımını gerektiren bir hadisedir. Işınlama hadisesinde "enerji kullanılmıyor" diye düşünüyorsanız yanlış düşünüyorsunuz. Beklide sandığınızdan çok daha fazla enerji kullanılmaktadır. Bu nedenle o uzay gemisi söz gelimi; yeryüzünde yapılsa bile ışınlama suretiyle uzaya çıkartılması yine teoride mümkün olmakla beraber, bu işlemi yaparken kullanılacak enerji yine dünyaya çok büyük zarar verebilir. Açık olarak ifade etmek gerekirse, o gemi kendi imkanları ile yeryüzünden uzaya çıkarken dünyaya vereceği zarar "1" olarak kabul edilirse, ışınlama suretiyle uzaya çıkartılırken vereceği zarar "5"tir dersem mübalağa etmemiş olurum. Vibrasyonel seviyesinin yükseltilmesi hadisesi de aslında ışınlama hadisesinden farklı bir şey değildir. Bu da aynı kategori içindedir. Söylediklerimizi incelerseniz ve mantık eşliğinde yorumlarsanız aralarında birbiriyle çelişen bir şey olmadığını görürsünüz. Ve bu konuya bu vesileyle temas etmiş olmanız da bizim için önemlidir. Ayrıca şunu söylemek istiyorum. Bizim, size verdiğimiz bilgilerde size göre mutlaka çelişkili şeyler olacaktır. Çünkü söylediklerimizi, verdiğimiz bilgileri siz kendi bilgi, teknik veyahut şuur seviyenize göre değerlendiriyorsunuz. Bu durumda bazı çelişkiler ile karşılaşmanız mümkündür. Bunu bize sorduğunuz anda zannedersem gerekli cevapları size verebiliriz.

Soru: Uzay gemileriniz için bir süratten bahsedilebilir mi? Hızdan bahsedilebilir mi?

Semiyun: Elbette bahsedilebilir. Ama bunu ikiye ayırmak gerekir. Birincisi fiziki kainat içindeki bir süratten bahsedilebilir. Biz bu konuda ulaşılması gereken yere inanınız ki, ulaşmış bulunuyoruz. Ondan ötesi fiziki cisimler için mümkün olmayan bir hadisedir. Doğal kanunlar, yasalar maddenin belirli bir süratten yukarı çıkmasına izin vermemektedir. İşte biz de bu sınıra ulaşmış bulunuyoruz.

Soru: Bu sınır bizim bulduğumuz ışık hızı kavramıyla eş bir sınır mıdır? Yani o uzay gemileriniz "saniyede üç yüz bin kilometre hız ile giderler ya da ona ulaşılmıştır" denebilir mi?

Semiyun: Hayır. Bu çok ama çok önemli bir noktadır. Bu kavram sizin sandığınızdan da önemlidir. Biz, sizin ışık hızı dediğiniz kavramı kullanmıyoruz. Ama şöyle söyleyelim ki, gemilerimizin vibrasyonel seviyesini değiştirmeden fiziki halleri ile en yüksek hız miktarı, sizin dediğiniz saniyedeki üç yüz bin kilometre den daha azdır. Tam üç yüz bin kilometre değildir ama nüans farkıyla o sınıra yakındır. Yani ışık hızı fiziki kainat içindeki en son hız limitidir diyebiliriz. Biz, sizin bulduğunuz bu yasanın temel prensiplerini çok daha gelişmiş bir halde bildiğimiz için üç yüz bin kilometrelik saniyedeki hıza ve onun ötesine çıkmıyoruz. Bir takım ilaveler ile dediğiniz rakamın üzerine çıkmak mümkündür ama söz gelimi üç yüz elli bin kilometre hıza yükselmek madde için imkansızdır. Buna, onun yasaları yani maddenin tabiatı elvermemektedir. Fakat bizim yaklaştığımız ve artık durduğumuz hız iki yüz seksen ile iki yüz doksan bin kilometre (sizin ölçülerinize göre konuşuyorum) arasında değişmektedir. Bu da bizim yakın gezegenleri ziyaretimiz için tatmin edeci bir hızdır. Ama şunu önemle belirtirim ki, bizim zaman kaybına da tahammülümüz yoktur. Bu nedenle Tanrı'nın bize sunmuş olduğu diğer imkanlardan yararlanarak gezegenlere çok daha kısa sürelerde gitmekteyiz.

Soru: Peki efendim bir uzay geminiz ışık hızını aşarsa, o ilave imkanlar da söz konusu olmazsa ne olur?

Semiyun: Dağılır. O maddi özelliğini tamamen yitirir ve o şartlar altında bir daha toparlanmasına da imkan olmaz. Kısaca cevap budur.

Soru: Yani moleküllerine, atomlarına mı ayrılır?

Semiyun: Daha da ötesine gider dersem şaşırmayınız. Çünkü konuştuğumuz bu kavram sandığınızdan çok daha geniş çaplı ve ciddi bir kavramdır. İleriki zamanlarda bu tür teknik konulara da girebileceğimizi ümit ederim ama şu anda bu kadarı yeterlidir.

Soru: Şimdi gelelim ikinci kavrama. Bu fiziki kainatlar için bahsedilebilecek bir sürattir ki, o noktaya ulaşmış bulunuyorsunuz. Peki diğer yaklaşım nedir?

Semiyun: İşte asıl önemli olan, süratten şayet bahsedilebilirse üzerinde konuşulacak konu, üzerinde çalışılması ve pek çok uygarlığın elde etmesi gereken bilgi, teknik, kudret ne derseniz deyin budur. Bu kavram elde edilmeden, bu seviyeye ulaşılmadan kainatların keşfi konusu ciddi bir konu olmaktan uzaklaşır, yani hayal olarak kalır, pratiğe, gerçeğe hiçbir zaman ( uygarlıklar için söylüyorum) dönüşemez. Kainatların gerçekten keşfi, tanımlaması arzu ediliyorsa uygarlıkların bir üst boyut içinde ilerleyebilecek, çalışabilecek uzay gemileri yapmaya ihtiyaçları vardır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi uygarlıkların büyük bölümü fiziki kainat içinde belirli sürate ulaşabilirler. Ama ondan öteye gitmek, daha yüksek bir sürate ulaşmak gerekirse mutlaka bir üst boyuttan (4. , 5. ve bunu daha da arttırabiliriz ama o çok farklı bir hali ihtiva eder ) yararlanmak zorundadırlar ki, burada da büyük bir medeni sıçrama yapmak zarureti vardır. Tıpkı düşünce gücü ile madde yaratma seviyesi gibi, bu konuda büyük bir merhaleyi beraberinde getirir. Bizim asıl sürat kavramına karşı yaklaşımımız gemilerimizin vibrasyonel seviyesini yükseltmekle elde edilen bir haldir. Geminin üç boyutlu aleme uygun vibrasyonel seviyesini yükselterek onu bir anda ortadan kaldırıp bir başka boyutun içine sokmak gerekir ki, ona 4. boyut demek nispeten daha uygun olur.

Çünkü doğrudan doğruya üç ile dört arasında bir geçiş yoktur. O da nüanslar halinde kendini ortaya koyar. İşte vibrasyonel seviyeyi yükselterek bu nüanslar halindeki gittikçe yükselen boyutlar, alemler içine girerek kainatta mesafe gibi gözüken ya da sonsuz uzaklıkları ihtiva eden halleri çok kısa sürede almak mümkündür. Ama bir geminin vibrasyonel seviyesini bir üst boyuta çıkartıp orada arzu edilen nitelikte tutup, kullanabilmek gerçekten yüksek bir seviyeyi gerektirir. Sizler ancak altın çağda yakın medeniyetlere, dünyalara fiziki araçlarımızın vibrasyonel seviyesini yükseltmeden gidebileceksiniz. Açıkçası şu andaki insanlığın geleceği için gemilerinin vibrasyonel seviyesinin yükseltilmesi suretiyle evrenin çok uzak noktalarına seyahat edebilme imkanı mümkün değildir. Bu insanların kabiliyetsiz olmalarından çok enkarne olacak ruhların genel tekamül seviyesiyle ilgilidir. Elbette ki bazı öğretmenleri ayrı tutmak gerekir ki, onlar kendi hayat planlarına uygun olarak bilgiler getirip dünya insanlığına bırakacaklardır ama bu bilgilerin içinde halkın ruhsal seviyesinin üzerine çıkacak bilgiler yer almayacaktır. Ümit ederim ki konu anlaşılmıştır.

Soru: Peki 4. boyutta diyelim ki uzay geminiz hareket ediyor. O boyut içinde de bir süratten bahsedilebilir mi?

Semiyun: O boyut içinde de bir süratten elbette söz edilebilir. Farklı medeniyetlerin o düzeye ulaşmış uzay gemileri örneğin 4. boyut içinde de farklı süratler ile hareket ederler. Ama en geri seviyede bir sürate sahip olan bir gemi yine de fiziki kainat içindeki sürat ile kıyaslanamayacak ölçüde yüksek bir sürat ile gitmektedir.

Soru: Yani kilometre kavramı filan asla düşünülemez?

Semiyun: Bu mümkün değildir.

Soru: Peki efendim aynı fiziki kainatta olduğu gibi, bir 4. boyutta da, bir 5. boyutta da hareket eden, o boyuta ait süptillikteki fiziki cisimlerin süratinin sınırından bahsedilebilir mi? Şayet süptil cisim, madde kavramını düşünürsek...

Semiyun: O kavramı düşünebiliriz. Oranın da maddesi mevcuttur. Ama daha çok süptildir ve nihayet fiziki cisimler, yani madde de gittikçe süptilleşerek bir noktadan sonra sıfırlanır. Bizim seyahatlerimiz çok daha süptil olan bu alemler içinde cereyan eder. Tamamen manevi alemlerde seyahat fiziki bir cisim için mümkün değildir. O apayrı bir konudur. Konuştuğumuz konu, hangi boyutta olursa olsun mutlaka süptilleşen ama maddeyi ihtiva eden alemler kapsamındadır. Doğrudur; 4. , 5. boyutta da hareket eden nispeten süptil maddelerin de bir süratinden ve o süratin sınırından söz edilebilir.

Soru: İlave imkanlar ile uzay gemilerinizin hızını, ışık hızının ötesine çıkartabildiğinizi söylemiştiniz ama bunun hiçbir zaman üç yüz elli bin kilometre hız olamayacağını belirtmiştiniz. Bu ilave imkanlar nelerdir ve bu durumda hız ne olur? Ayrıca bu durumda geminin durumu ne olur efendim?

Semiyun: Öncelikle şunu söylemeliyim ki, ilave imkanları biz geminin ışık hızına yaklaşık bir sürat ile gitmesi halinde kullanmaktayız. Eğer daha önceki ifadelerimde yanlış anlaşılma olmuş ise onun düzeltilmesini belirtiyorum. Zira hangi ilave imkan söz konusu olursa olsun, ışık hızını düşündüğünüz tarzda aşmak mümkün değildir. Maddenin yapısını değiştirmeden asla bu mümkün değildir. İlave imkanlardan kast ettiğimiz konuyu iki yönlü ele alabiliriz: Birincisi, ışık hızına yakın bir süratte gidildiği taktirde dahi bazı ilave imkanlar devreye girmektedir ki, bu hız ile giderken bile sizin hayal bile edemediğiniz ve edemeyeceğiniz sorunlar ortaya çıkmasın. Bu birincisi. İkincisi ise, şayet ışık hızını aşarak gitmek gereken bir durum varsa, burada ilk konuya benzemeyen ilave imkanlar kullanılarak adeta maddenin yapısı, vibrasyonel seviyesi yükseltilmemiş olsa bile sizin yine idrak edemeyeceğiniz bir tarzda değiştirilerek saniyedeki üç yüz bin kilometrelik hızı aşmak mümkündür. Ama bu durumda bile üç yüz elli bin kilometrelik bir sürate çıkmak imkansızdır. Bu iki sürat arasında nispeten ortalarında diyebileceğimiz bir hız ile uzay gemilerimiz normal madde yapılarının bir miktar dışına çıkartılarak hareket etme imkanına sahiptir. Bu konunun sizin için anlaşılmaz hatta çelişkilerle dolu olabileceğini tahmin ediyorum. Ama konuştuğumuz şu konu sandığınızdan çok daha yüksek bir medeniyetin, bilimin, kudretin konusudur ve biz ancak sizin anlayabileceğiniz tarzda bir izahta bulunmaya gayret ediyoruz. Bırakın dünyanızı, kainattaki pek çok gelişmiş uygarlıklar bile bu konuları teorik olarak bilmekle birlikte, uygulama yapmanın imkansızlığı içinde bulunmaktadırlar. Çünkü hadise sandığınızdan çok daha yüksek bilgiyi, kudreti beraberinde getirmektedir. Ama bir kez daha önemle vurguluyorum ki, ışık hızına yakın bir hızda gemilerimiz seyahat ederken ancak ve ancak ilk başta sözünü ettiğim ilave imkanlar ile bu mümkün olmaktadır. İlave imkanları bilimsel bir takım tatbikatlar olarak şu aşamada size kısaca belirtebiliriz. Yoksa uzay gemisi asla o hıza dayanabilecek bir yapılaşma içinde değildir. Çünkü bu hızda çok şey normal konumunu yitirmekte, çok farklı, sizin idrak bile edemediğiniz problemler, aşılması, çözülmesi gereken problemler ortaya çıkmaktadır. Ama bilimin de, medeniyetin de, ilerlemenin de sonu gelmediği için maddenin vibrasyonel seviyesini değiştirmeden, yine maddenin kendi özelliğindeki imkanlardan, bulduğumuz, keşfettiğimiz ve üzerinde çalıştığımız ve nihayet başarılı sonuçlara ulaştığımız imkanlardan yararlanmak suretiyle ışık hızının ötesine bir miktar geçebilmiş durumdayız. Ama yine önemle belirtiyorum ki, bu durumda madde, madde özelliğini nispeten yitirmektedir. Madde özelliğini yitirmeden bir maddenin ışık hızının ötesine çıkması imkansızdır. Daha önce de bahsetmiştim. Bu mümkün değildir.

Soru: Bu durumda geminin hali ne olur efendim?

Semiyun: Gemi yine gemi olma özelliğini devam ettirir. Ama maddi ölçülerin bir miktar farklı bir yapısı içine girer ki, ona maddi ölçülerin ötesinde bir kelime bulmak icap eder. Gemi içindeki insanların da durumu aşağı yukarı aynı hali gösterir ama gemide bulunan insanlar akıl, şuur, irade gibi vasıflarını kaybetmezler. Bunun az çok ne büyük bir bilgi ve çalışma gerektirdiğini taktir edersiniz sanırım.

Soru: Peki ışık hızının çok daha ötesine bu özelliği kaybetmeden, hani ilave imkanlarla maddenin yapısını, yine maddenin kendisinde olan özelliğinden yararlanarak değiştirerek, 400.000-500.000 kilometre hıza çıkmak için çalışma yapmanın bir esprisi var mı efendim?

Semiyun: Aslına bakarsanız hem var, hem yoktur. Ama amaç bu değildir. O ancak sizin dünyanıza uygun bir düşünce tarzıdır. Her konuda olduğu gibi bu konularda da bilim adamlarımız çalışma yapmaktadırlar. Ama bir madde ile ışık hızını geçmenin mümkün olmadığını biz de çok önceden biliyorduk. Konu sandığınızdan çok daha geniş kapsamlıdır.

Soru: Asıl uzay gemilerinin, uzayda bir yerden bir yere gitmesi için farklı bir boyut içine girip o boyutta farklı zaman, mekan kavramı içinde hareket ederek kainatın bir ucundan bir ucuna gitmesini düşünüyorduk. Peki efendim, uzay gemileriniz kaçıncı boyutta seyahat ederek normal koşullarda fiziki kainattaki bir başka gezegene giderler?

Semiyun: Bu konu da bizim için önemlidir. Çünkü tamamen gelişmişlikle alakalı bir husustur. Taktir edersiniz ki, ilk başlarda biz ancak 3. boyut ile 4. boyut arasındaki seviyelerde seyahat ettik. Tabi fiziki madde, geminin fiziki maddesi bu durumda tamamen değişikliğe uğramaktadır. Daha sonra 4. , 5. ve şu anda 8. boyuta kadar gemilerimiz ulaşabilmektedir. Ama oradaki hali size izah etmem mümkün değildir. Gemilerimiz, içindeki pilotun iradesine bağlı olarak bazen 4. bazen 5. bazen de 8. boyutta hareket ederek kainatın belirli noktalarına ulaşabilmektedir. Bu konuda biz hayli mesafe almış durumdayız. Şurada sözünü ettiğimiz mana aslında sizin idrakinizin çok ötesinde, çok yüksek bir seviyeye denk düşmektedir. Nihayet konuştuğumuz kelimelerdir. Ümit ederiz ki, bu konuda da Agartalılar olarak daha ileri mesafelere gidelim. Bu söylediklerim istisnasız bütün gemilerimizi kapsamaktadır.

Soru: Efendim gemi bir üst boyuta, ya da daha yukarıdaki boyutlara gidiyor ve sonra vibrasyonel seviyesini düşürerek tekrar fiziki yapıya bürünüyor ve fiziki alemlerin içine giriyor. Peki geminin 8. boyuttaki hali ne olur? O madde değil ama madde de taşınıyor nihayet, öyle değil mi?

Semiyun: Konu sandığınızdan çok daha yüksek boyutları ihtiva etmektedir. Önce 8. boyutun ne manaya geldiğini idrak etmeniz gerekir ki, bu mümkün değildir. Ama yinede olay; taşınan maddenin özelliklerine dayalı olarak yapılan bir aktarım işlemidir. Elbette ki 8. boyuttaki madde sizin düşündüğünüz maddeden oldukça farklıdır. Aslına bakarsanız bu boyutta maddeden söz etmek biraz abes olur. Ama yine de o boyutta madde diye nitelendirilebilecek yapılaşma vardır. Ama sizin düşündüğünüz madde ile onun bir kıyaslamasını dahi yapmak mümkün değildir. İşte biz fiziki kainattaki maddelerin bu özelliğinden yararlanarak içindeki, yine kendi özelliğinden sizin bugün bulmadığınız , keşfedemediğiniz özelliğinden yararlanarak gemimizi 8. boyuta çıkartıp orada kullanabiliyoruz. Ve inanınız ki, bu hal içinde gemimiz de, oradaki insanlar da kendi fonksiyonlarını kaybetmemektedirler. Ama gemimiz adeta oradaki maddenin özelliklerini taşır hale gelmektedir. Bunun aksi düşünülemez.
 
Agarta Uygarlığı
"Shambhala" (Şambala), "Dünyanın Kalbi", "Yüce Ülke", "Bilgeler Ülkesi" gibi çeşitli adlarla belirtilen Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre, önceki devrenin sonlarına doğru Mu ve Atlantis'ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş bir organizasyondur.

Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organizasyon, bu devrenin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikâmet yeri olarak birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir.

Agarta, dünya insanlığının tekamülünde sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi'ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve "Kutup"olarak ifade edilen ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta'nın lideri, Dünya'yı sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi'nin fizik alemdeki temsilcisidir.
 
1912'de Müslüman olduktan sonra Abdülvahid Yahya adını alan; ezoterik, okült ve mistik konularda çok sayıda yapıtı bulunan Fransız asıllı Mısırlı düşünür ve yazar Rene Guenon'a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ", "Dünyanın Merkezi"olarak ifade edilen yer, O'nun mekânıdır. Kimilerine göre, dünyanın tüm geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivlerinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada 'inisiyasyon'dan da geçmiştir.

Agarta'nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve mağaralarda etkinliklerini sürdüren bazı inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki içinde oldukları ileri sürülür.

Rene Guenon'a göre bu durum, en çok, Türklerin yaşadığı Orta Asya'da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta'nın sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta'nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir.
 
Agarta'nın ne olduğuna ilişkin en yaygın, Internet ve ansiklopedik kaynaklarda kullanılan tanım, 'Tibet ve Orta-Asya tradisyonlarında sözü edilen, Asya'daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir yer altı Organizasyonu'dur.

Ancak bu tanım, ivedilikle not düşülmeli ki, 'Agarta'yı anlamak ve çözmek için tamamıyla yetersiz. Ne bu kadar basit ne de bu denli sığ. Ancak bir açılış tanımı olarak kullanılabilir.

Günümüze değin "Agarta"nın ne olduğunu inceleyen bir çok yayın ve yazar bulunuyor. Bunlar içinde en ünlüleri ve kaynak olarak en itibar edilenleri üç tane. Bunları meraklıları için öncelikli olarak-konunun daha başında-yazalım. Saint-Yves d'Alveydre, Ferdinand Ossendowsky ve René Guénon.

Agartha kelimesi; "Agharta" ve "Agarthi" olarak da kullanılabiliyor. Agarta veya Agarti sözcükleri, Sanskritçe'de "ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği" anlamlarına gelmekte.

Bir de "Şamballa" (Shambalah) kelimesi var. Bunu da söylemek gerekiyor ki, meraklıları için şaşırtıcı olmasın.

Kimi kaynak ve kişilere göre Şamballa, Agarta'ya karşıt olarak kurulmuş, gizli bir menfi merkez. Ancak genel ve yaygın kanı, Şamballa'nın Agarta'nın bir diğer adı olduğu.

Agarta ismi, ilk kez "Saint-Yves d'Alveydre" tarafından kullanmış. d'Alveydre, bir simyacı. Metalleri altın ve gümüşe dönüştürme formülleri düzenlemiş. Martinist tarikatının (Tours piskoposu Aziz Martin (MS.. 316-397) tarafından kurulmuş tarikat) mürşitlerinden. Topluluğun bir diğer adının, "yeşil adamlar topluğu" olduğu da kayıtlar da mevcut.

Agarta'nın sembolü: Gamalı haç!
Agarta'nın hakimi, "dünyanın kralı" rütbesini taşıyor. Yardımcıları durumundaki iki rahip kral bulunuyor. Sembollerinden biri bugün günümüzde hala Hint ve Tibet tapınaklarını süsleyen gamalı haçtır.

Bu sembol, Mu 'dan kaynaklanıyor. Güneşi ifade eden kadim bir sembol. Dünyanın en eski sembollerinden biri sayılıyor. Bu haç, yaradılışın dört kuvvetini ve dört büyük enerjiyi sembolize eder. Zamanla "yönü çevrilerek" II. Dünya savaşında Nazilerin kullandıkları haline gelecektir.

Mu ve Atlantis
Bu teknik; ama açıklayıcı tanımlamalardan sonra Agarta'yı biraz daha açmaya başlayalım. Bir başka tanım, Agarta'nın 'Mu ve Atlantis'ten göç eden bilim rahiplerince ya da inisiyelerce kurulmuş, sonradan gizlenme gereği görüp dağ ve mağara içlerine çekilmiş' bir grup olduğunu ileri sürüyor.

Bu açıklama da Agarta ile ilgili yaygın bilgiler arasında. Neredeyse "mutabakatla kabul edilmiş" bir yaklaşım.

Buradan Agarta ile ilgili ilk ve en bilinen "tartışma" konusuna gelebiliriz. Agarta'nın "bir yeraltı ülkesi"ni veya "gizli bir dernek (oluşum)"mu olduğuna ilişkin bir tartışma bulunuyor.

Agarta üzerindeki hemen tüm çalışmalarda bu ayrışmaya rastlanıyor. Ancak ortak nokta, bir "gizlilik" olduğu yönünde. Yani ister "yer altı" olsun ister "örgüt, dernek, oluşum"; gizlilik var.

Burada bir uzlaşma noktası da zamanla ortaya çıkmış. Her ikisinde de doğruluk payı olduğu varsayılıyor.
 
Agarta'nın adamları kim, misyonu ne?
Peki Agarta ne yapar? Amacı nedir? Kimlerden oluşur? Burada kesin yargılarla ayrışan bir farklı okuma yok. Değişik 'görev' tanımları varsa da genel olarak amaç ve araçlar belli. Agarta, 'sahip bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle insanlığı büyük bir spiritüel ilhama (illumination/aydınlanma/ışık) kavuşturmayı amaçlayan bilge ve filozoflardan oluşuyor'.

Saint-Yves d'Alveydre'den sonra Agarta isminin ilgi çeken biçimde sunuluşu, Fransız konsolosu olan Jacoliot'un "Hint'teki Tevrat' adlı eserinde ve teozofinin kurucusu H. P. Blavatsky'in "Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis" adlı eserinde oluyor.

Bundan sonra en bilinen ve en sık gönderme yapılan 'Rene Guenon' oluyor ve "Dünyanın Kralı" adlı çalışmasıyla Agarta hakkında en geniş bilgileri kamuoyuna veriyor.

'Öteye Ait Zekâların Oğulları' Nerede?
Peki Agarta nerede? Agartalılar nerede? Bu konu üzerinde asla mutabakat yok. Hemen her kaynak kendine göre bir adres gösteriyor. Böyle olmakla beraber, 'geniş coğrafi' tanım açısından bir harita çıkarmak mümkün.

Guenon'a göre, çok eski bir tufan bugünkü Gobi bölgesinde çok gelişmiş bir uygarlık yok olmuştur. Burada yaşamakta olan 'spiritüel mürşitler' Himalayaların altında yer almakta olan büyük bir mağara şebekesine sığınmışlar.
 
Bu tezin bir devamı var. Coğrafi bir tanım verip, siyasi bir bilgiyi de içeriyor. Yukarıda 'Agarta ve Şamballa' ilişkisine değinmiştik. 'Ayrı-rakip' olduklarına ilişkin bilgi burada bulunuyor.

Bu göçten sonra, iki gruba ayrılıyorlar ve "sağ elin yolu' diye anılan grup Agarta'ya, yani dünya hayatından uzak 'murakabe ve mükaşefe'de bulunma ülkesine, "sol elin yolu" diye anılan diğer grup ise 'Şamballa'ya yani kaba güç ülkesine yerleşiyor.

Bir diğer Agarta adresi Ferdinand Ossendowski'den gelmekte. Ossendowski, Bolşevik ihtilaline direnmiş Polonyalı bir bakandır ve başarısız olunca Moğolistan ve Çin'e kaçmıştır.

Sığındığı bir Lama manastırında kendisine, 'altı bin yıldan fazla bir zaman önce kutsal bir insanın bütün bir halkıyla bir mağarada kayıplara karıştığı, ve yitik bir bilim yardımıyla, Agarti adlı yeraltı krallığının temelini attığı anlatılmış. Ossendowski bu bilgileri 1924'de yayınladığı "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" kitabında derlemiş.



Agarta'ya katılım şartları!
'Agartalı olmak', günümüz değerleriyle pek mümkün gözükmemekte. Kut Humi'ye göre, "Agarta'ya girmek, katılmak, atanmak, seçilmek' söz konusu değil; 'Ancak, spiritüel anlamda olmak üzere, bileğinin hakkıyla Agartalı olunabilmektedir; kişi, ancak ulûhiyetle tekrar bütünleşip özdeşleşebilecek seviyeye ulaştığı takdirde Agartalı olabilmektedir, ki bu seviyeye ulaşmanın yolu da tatbikat ve tahakkuk sürecinden geçmektir, çünkü beşer varlığını en tam ve en aşkın biçimde değişime uğratan ve güçlendiren tek şey ancak spiritüel bilimdir.'

Yani Agartalılık; Yogiler'e veya ilk İbranilerdeki "semavî insana" özgü en derini hal ile mümkün. 'Agartalılar dünya sakinlerinin şuurlarında genişleme ve açılma meydana getirmek ve kendilerinin spiritüel anlamda ulaşmış bulundukları duygu ve düşünce birliğine onları da ulaştırmak amacıyla kendi aralarında işbirliği yapmaya her an hazır durumda bulunmaktalar'.

Naziler-Hitler ve Agarta'
Agarta'nın nerede bulunduğuna ilişkin bir diğer adres ise bize oldukça yakın. Kapadokya. Bölgenin yer altı dehlizleriyle bilinen mimarisi ipucu oluşturuyor. Geniş ve büyük tüneller yapısı bölgeyi Agarta'nın olası adresi haline getirmiş.

Tabii bu da bir iddia. Zaten Agarta'ya ilişkin tüm bilgiler çeşitli ve renkli iddialara dayanıyor. Tünellerin kaynağı Daniken gibi araştırmacılar tarafından uzay uygarlıkları olarak gösterirken, bazıları Atlantis ve Mu kıtalarının batışlarından sonra kurtulan kimseler olarak gösteriliyor.

Elbette bu iddiaların en büyüğü, Agartha sakinlerinin insanlarla çok az iletişim kurarak günümüze kadar yaşadıklarıdır.

Popüler ve çok ilginç hatta inanılası bilgiler içeren yakın tarihli söylencelerin başında ise Adolf Hitler'in, Agarta rahipleri tarafından yönlendirilen bir medyum olduğudur. Bu nedenle bir çok araştırmacı Agarta ile ilgili konulara Naziler ve Hitler ile başlanmasını önerir.

Dabbe'tül Arz yeraltında değil mi?
Bazı kaynaklarda, Agarta(lıların) dünyayla iç içe yaşadığı, ancak 4. boyutta olduğu için görünmediği söyleniyor. Göründükleri zaman dilimi ise 'kıyametle' ilişkilendiriliyor.

'Bizlerin şu an göremediği, ancak iç içe yaşadığımız, bu Medeniyet Mensupları (Agartha) dünya insanlarının dördüncü boyuta geçişi sürecinde onları karşılayacak, kendilerini tanıtacak ve insanlara bilgi aktaracaklardır. Kuran'ın Neml Suresi'nde bahsedilen Dabbetül Arz, yani 'yerden çıkacak' ve hakikatleri anlatacak olan canlı varlıklar, bu medeniyetlerin mensupları olan varlıklardır'

Agarta, popüler kültüre de defalarca konu olmuş bir figür; Umberto Eco, 'Foucault'nun Sarkacı' kitabında Agarta'dan bahseder. Abel Posse'nin meşhur romanının ismi: 'El viajero de Agartha'dır. 'Agarta: Hollow Earth' adıyla bir bilgisayar oyunu da var. Bir başka meşhur oyun 'Final Fantasy IV'te de Agarta şehrinden cücelerin yaşadığı bir yeraltı ülkesiyle bağlantı kuruluyor. Miles Davis'in bir albümünün adı da Agarta.
 
21sh.webp
Agarta ve Şambala'nın Gizemi
Agarta, Himalayalar'ın altında bulunduğu söylenen ve Büyük İnisiyatörler ile Dünya'nın Efendileri'nin bu çağda içinde yaşadıkları gizemli bir Yeraltı Krallığı'dır.

Agarta'nın, bir inisiyasyon merkezi olup piramitlerinkine benzer bir prensip üzerinde işlev gördüğü anlaşılmaktadır. Himalayalar dışsal abideyi teşkil ederken, yeraltı mekânını. (crypt) da dünyasal ve kozmik kirlenmeden uzak tutulan krallık oluşturur. Ancak, nasıl oluyor da ruhun yüksek güçleri, düşüncenin ve meditasyonun yoğun konsantrasyonu nötralize edilmiş devasa bir oyukta geliştirilebiliyor.

Her şey bir yana, insan egosu ile insan-üstü egonun muazzam olanakları, çevresinin kirliliğine maruz kalacak bir şekilde açıklıkla değil de inzivaya çekilerek daha başarıyla tezahür edebilir.
a- Agarta ve Dört Giriş Kapısı
Geleneksel olarak Agarta'nın dört girişi vardır: Bir tanesi Giza'daki Sfens'in pençeleri arasında, diğeri Saint-Michel Tepesi'nde, bir üçüncüsü Broceliande Ormanı'ndaki bir yarın içinde ve ana kapı da Tibet'teki Şamballa'dadır. Kadim Gizemler'de, Argonotlar, Ark (Nuh'un Gemisi) ve Agarta hakkında sırlar çözülmemiş gibidir ve hepsinin de aynı etimolojiye dayandığı görülmektedir: Argha; uzun bir gemi, ve buradan türetilen Agarta: bir yeraltı mabedi anlamına gelir. Bir yeraltı krallığı fikri çok eski olup şüphesiz, tanrılar ile görünmeyen kozmik güçlerin yaşadığı göksel şehirlere karşılık olarak düşünülmüştür. Cehennem fikri ile bir alakası yoktur. Ancak, hem yeraltı krallığı hem de cehennem fikri, dünyanın içindeki ateşin ve ayrıca yeraltı inisiyasyonunun kişileşmesi olan Yunan Mitolojisi'nden Hefaisos ve Vedalar'daki (Vedic) Yavishtha ile ilgilidir.

Gizli güçleri olgunlaştıran ve gölgeleri uzaklaştıran ışığın bazı parıltıları, beşer seviyesindeki her varlığın içinde mevcuttur. En ufak bir delik açın ve gizlenmiş olan görünür hale gelir, ezoterik olan olağan hale gelir.

Dünyamız, yerin yüzünün, güneş, don ve yağmurla aşınmasından, içsel güçlerce yeniden inşa edilmeye kadar uzanan sabit döngülere (cycle) maruzdur. İşte, dünyanın kabuğunun temeli olan granit bu şekilde oluşur bu, ancak yakın zamanlarda ortaya çıkmış bir gerçektir.

Yalnızlık içinde, sessizce, görülmeden yürütülen (ezoterik) çalışma hemen her zaman en verimli olandır. Dışsal güçlerin yıkıcı, yıldırıcı olmalarına karşın içsel güçler yenileyicidir ve doğal gelişmeyi temin ederler.

İnsan yaşamı, önce annenin rahminde tezahür eder ve bebek ışığı önce, Kara Bakire (Black Virgin) kültünde inisiyasyon mağarasıyla (grotto) sembolize edilen, rahim boşluğundan, geldiği şekilde görür.

İsa, İbraniler'ce aşağılanan Venüslü Bakire'nin (Venusian Virgin) enkarnasyonu olan günahkâr Mary Magdelena tarafından kendisine teklif edilen inisiyasyonu kesinlikle reddetmişti. Yine de Kara Bakire (Black Virgin) ve magara (grotto) ile ilgili putperest kült öylesine insanın bilinçaltı egosunun derinliklerinden geliyordu ki üzerine yöneltilen saldırılar altında çöküp gitmedi.

Bu düşüncelerin, Agarta gizemi açısından, okültle çalışanların gözünden kaçmayacak bir anlamı vardır.
b - Bilge Zalmoxis'in Yeraltı Mahzeni:
Prof. Doru Todericiu'ya göre -ki kendisi de muhtemelen Alcide d'Orbigny'den aktarıyordu- Pisagor'un bir öğrencisi olan Zalmoxis, Üstad'dan öğrendiğini öğretmek üzere Alesia'ya gelmişti. Bu ifadeyi ele alırken oldukça ihtiyatlı olmamız gerekir, çünkü bazı kişilerce bir filozof ve bazılarınca bir tanrı olarak kabul edilen Zalmoxis'in, Pisagor'dan daha önceki bir tarihte yaşadığı sanılıyor. Trakya'lı bir kabile olan Getaeler'i medenileştirdiği düşünülmektedir.

Bir rivayete göre, Samos'ta Pisagor'un kölesiyken onun tarafından serbest bırakılmış ve kendi halkına dönerken onlara ruhun ölmezliğini öğretmiştir.

Herodot'un onun hakkında tuhaf bir hikayesi vardır:

"Yerin altında inşa edilmiş bir evi vardı. Trakyalılar'ın gözleri önünde kaybolarak aşağıda kendi inzivasına çekildi ve üç yıl orada kaldı. Herkes öldüğüne hükmederek ağladı. En sonunda, dördüncü yıl içinde tekrar ortaya çıktı ve bu stratejisi sayesinde de vazettiği öğretiye inanmaları için insanları ikna etti."

"Zalmoxis ve onun yeraltı ikametgâhı üzerinde anlatılanları reddedecek ya da kabul edecek değilim (diye devam ediyor Herodot); ancak, kanımca, o Pisagor'dan çok seneler önce yaşamıştı."

"Yerin altındaki ikamet yeri" neydi? Üstadlar'a göre Zalmoxis, Atlantisliler'ce yurt edinildiği iddia edilen ve bazı Hassas Kişiler'ce (Sensitives) UFO'ların kaynağı olduğuna inanılan yeraltı medeniyeti Agarta'ya inmiş olabilir. Getaeler'ler ona bir tanrı olarak tapıyorlardı ve ölümden sonra başka bir hayatta onunla birlikte olacaklarına inanıyorlardı. Her yıl, onun Öbür-Dünya'ya ait krallığına bir haberci gönderme yöntemi olarak, havaya fırlattıkları bir savaşçıyı mızraklarının ucunda yakalarlar ve böylece "ona, asil bir ölüm kazandırırlardı."

Tarihçiler, Zalmoxis mezhebinin keltik (celtic) dinleri ile Yakın Doğu halklarının dinleri arasında doğal bir bağ teşkil ettiğini kabul ederler.

Tarih kayıtçılarının hikayelerindeki tutarsızlıklara rağmen, meditasyon yapabilmek için yeraltındaki bir inziva yerinde yaşamış olan ve ruhun ölmezliğini, muhtemelen Pisagor'dan önce vazeden Zalmoxis, muhakkak ki bir bilge kişi ve bir inisiyeydi. Böylelikle, o Pisagor'un öğrencisi değil de spiritüel üstadıydı ve O'nun hatırasına hürmetendir ki Pisagor, Drüidler'in dünyadaki en bilge kişiler olduğunu söylemişti.
 
c- 'Vara 'İsimli Yeraltı Kenti
Bazen, en büyük gerçekler, ispat edilmediğine inanmalarına rağmen, insanlara, kendi bellek-kromozomları (memory-chromomes) kanalıyla ulaşan gerçeklerdir. Çok zaman önce olmuş ya da gelecekte olacak bir şeye inanmaya her zaman hazırız. Sorun, bu gerçeklerin şimdiki zamanın dalga boyu ile temasta bulunmamalarından ibarettir. Böylece, insanlar kendilerinin ve tüm İnanlığın kaderine müdahale edebilecek bir yeraltı gizemine inanmaya isteklidirler.

Bir pusulanın üzerindeki ibreyi düşünün: Dünyanın manyetik güçlerinin nerelerde konsantre olduğunu gösterir ve yine de buraları görünürde hiçbir şeyin oluşmadığı yerlerdir.

Böylelikle, düşünebiliriz ki; Agarta ya Kuzey Kutbu'nda ya da Himalayalar'ın altındadır. Her halükârda, insanın, yerin altında bulunan inisiyasyon merkezleri tahayyül etme eğilimi vardır ve yüksek teknik bilgilere dayalı bir çeşit ışıklandırma sistemi de her zaman buna dahildir.

İran edebiyatından Kralların Kitabı "Şehname" deki bir hikaye, Dünyanın Efendisi olan Tahmuras'ın oğlu Jam ya da Yima'nın, kendi halkının en safkanlıları ile çevrili olarak "Vara" adı verilen bir yeraltı kalesinde her zaman nasıl yaşadığını tarif eder. Tufan'ın geleceğini önceden gören tanrı Ahura, Yima'nın mabed-sığınağının inşa edilmesi hakkında ona en kesin talimatları verdi:

"Vara'yı bir koşu pisti kadar uzun ve genişliği uzunluğuna eşit olarak yap. Oraya, insanların, köpeklerin, kuşların, koyun ve sığırların, büyük ya da küçük bütün hayvan türlerinin temsilcilerini götür..

"Ayrıca, yanına en güzelinden ve en tatlı kokulusundan her çeşit bitkinin örneklerini, bütün meyvelerin en lezzetlilerini al. Bunlar Vara'da kaldıkları sürece hiç ölmeyeceklerdir. Bozuk biçimli ya da kuvvetsiz, kirli ya da kötü hiçbir şey olmasın, yalancı ya da kinci ya da kıskanç hiç kimse olmasın; çürük dişli ya da cüzamlı hiç kimseyi kabul etme. En üst kısımda dokuz, merkezde altı, en alt kısımda da üç cadde tanzim edilsin. Erkek ve kadın, bin çift en üst kısımda, 600 merkezde, 300 en altta yaşasın. Işığın gelmesi için Vara'da bir pencere yapılsın."

Tradisyonel tarih üzerine yazan Henry Corbin'in dediğine göre "Vara"nın, kendi kendine "hem yaratılmış, hem de yaratılmamış" ışık saçan kapıları ve pencereleri vardı.
d- Şamballa, Agarta ve Lusifer
İnisiyasyon çevrelerince düşünüldüğüne göre, sarı ırkların hâkimiyeti yakın ve kaçınılmazdır ve bu da beyaz ırkların yükselişinin sonu demektir. Bir kez daha, sadece, yüksek yerlere sığınmış olanlar kurtulacaktır. Ancak, -kısmen spiritüel, kısmen de politik amaçlarla faaliyet gösteren- "Vril'in Büyük Locası" ("Grand Lodge of Vril") adında, Batı ile Doğu arasında bir çeşit kardeşlik birliği yaratmaya çabalayan bir mezhep bulunmaktadır. Bunlar, bilinmeyen bir nedenden dolayı, İskandinavyalıların Odin adını verdikleri eski Cermen tanrısı Wotan'i "Kambala" ya da Şamballa dedikleri bir çeşit Agarta'ya yerleştirmişlerdir.

Görülüyor ki Ferdinand Ossemdowski ve Rène Guenon, Şamballa ile Agarta arasında bir benzerlik keşfetmişlerdir."Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" (Beast, Men and Gods) kitabının yazarı Ossendowski'ye göre Agarta'nın yeraltı insanları, Dünya'nın Efendisi'nin idaresi altında yaşayan sekiz milyon kişi kadardır ve bilginin en üst derecesine erişmişlerdir. "Vril'in Büyük Locası", Doğu'nun Hint-Tibet okült güçlerini en eski Ari tradisyonlarının biricik toplayıcısı olarak kabul eder. K.B.L. ya da Şamballa'daki tahtında oturan Üç Dünya'nın Efendisi'nin adı Lusifer ya da Odin'dir. Prensipleri Vedalar'da ve Tibet'in Ölüler Kitabı'nda (Bardo Thödol) belirlenen K.B.L. güçleri, "sayıları en fazla olan sarı ırkları, en yetenekli olan sarışın kuzey ırkları ile kötülük güçlerine karşı birleşik bir mücadele içinde kaynaştıracak" bir sinarşi (synarchy) şeklinde faaliyet göstereceklerdir.
 
K. B. L. güçleri majik karakterdedirler ve dünyanın dört ana tradisyonundan ortaya çıkmışlardır. Bunlar Tibet, Hind, Mısır ve Cermen tradisyonlarıdır ki hepsi de Şamballa ya da yeraltı Masonluğu (Free Masonry) olan beşinci tradisyon üzerinde kutuplandırılmışlardır.

Dünya yüzeyindeki dış temsilci ise "Vril'in Büyük Locası"dır. Robert Charroux, bu mezhebin inisiyatik iddiaları ile, hele politikası ile hiçbir şekilde aynı düşüncede değildir. "Vril'in Büyük Locası", hakikiliği şüpheli olan dokümanlara güvenmekte ve Charroux'un fikirlerine temelde aykırı düşen fikirler iddia etmektedir. Charroux, sadece bu öğreti kendisinin gerçek olduğuna inandığıyla kökten farklı olduğu için dahi olsa, yine de "Vril'in Büyük Locası"nın öğretisini gözler önüne sermeyi doğru bulmaktadır.
e-Aydınlık Irk ve Ortaya Çıkışı:
"Adının baş harfleri K.R.T.K.M. olan üç Dünya'nın Efendisi, Şamballa'da Tchun-Yung kozmik sinarşisini ya da Direkt Orta Yol'u oluşturan bir Yeşil Adamlar, Maj topluluğuna hükmetmektedir." Venüslü ataların neslinden gelen bu maj topluluğu, Zerdüşt ile Hz. Muhammed'in halefi olduklarını iddia etmektedirler. Görevleri, "Kara Taş'ın Âyini"ni yeniden canlandırmaktır.

K. B. L. ifadelerine göre Şamballa mabedinin tesisi, Lusifer devrinin 701, 969 yılına kadar dayanmaktadır. (Tabii, Lusifer adı burada "Işık getirici" anlamında kullanılmıştır.)

"Gelecek Buddha Batı'dan ve Kuzey'den çıkacak ve parmağında Cengiz Han'ın metal yüzüğünü taşıyan bu kişi, Hinduların Kalki-Avatar ya da Kundalini Avatar'ı olacaktır. Gelişi, Altın Çağ'ın geriye dönüşünü belirleyecektir. Mu ya da Tao-Ülkesi'nin yeniden canlanmasıyla çağdaş olan Aydınlık ırk'ın ortaya çıkışından önce gelecektir. " "Bu, hem Demir-Çağ'ın (Kali-Yuga) sonu, hem de jotün ile iblislerin (cacodaemons) dünyanın hükümet merkezlerinden dışarı atılması ve Atlantis'in karanlığından miras kalan 100, 000 yıllık kötü karmanın da temizlenmesi olacaktır." İnsanın bu fikirler ve görüşler labirentinde yolunu bulması zor olduğu gibi, "sarı adamlar kitlesince oynanacak rolün ne olduğunu kestirmek de kolay değildir.

Dahası, eğer inisiyasyon merkezi Himalayalar'daki Şamballa'daysa burasının, Kuzey'in "Büyük Beyaz Atalar" (Hyperborean) Locaları'nın ve ayrıca, çevresi duvarlarla çevrili olmadığı halde geçit vermeyen İngiltere'de ki bir yerin de rızaları ile seçilmiş olması gerekir.

Ezoterik cinsel maji üzerine çalışan Paul Greor'un da yeraltı insanları üzerinde söyleyeceği bazı şeyler vardır: "bunların, belirli olmayan nedenlerinde dolayı muazzam sunaklar inşa ettikleri ve dünyanın iç kısımlarında, dünyanın tüm ateş ve suyunun kökenini bulduğu ve içinde bütün volkanların lav akıntılarının indifa ettiği çekirdeğe inmek için tüneller kazdıkları söylenmektedir. Aşağıda, tüm evrenin loş temelleri arasında, Gizemli İnşaatçılar (Mysterious Builders) adı verilen bir insan topluluğunun yerleştiğine inanılmaktadır."

Tuhaf olan, spiritüalizmin beyaz majisine bağlı bir ideali benimseyeceklerini düşünemeyeceğimiz Teozofistler de Dünya'nın Efendisi olarak kabul ettikleri varlığın Asya'ya ait bir Şamballa'da yaşadığına inanmaktadırlar.

"Teazofi öğretmenleri'nin dediğine göre Venüs Senyörleri, dünyaya varır varmaz Büyük İnisiyasyon Locası'nı tesis etmişlerdir. Şimdiki ikametgâhları, sembolik olarak eski Şamballa adı ile anılmakta olan ve Gobi Çölü'nde bulunduğu söylenen bir astral kenttir. Dünya'nın Efendisi'nin idaresi altında bulunan bu kutsal şehir, inisiye olmayanlarca görülemez... Gizli mâbet olan bu yer, küremizin okült hükümetinin merkezidir. Üstatların ve dünyanın gizli arşivlerinin içinde güvence altında bulunduğu bu yeraltı ülkesinin destanı muhteşem bir realitedir."
f- Meru Dağı:
Ossendowski'nin Agarta'sı ve "Vril'in Büyük Locası" ile Teozofistler'in Şamballalar'ı bunlar aynı mıdır, yoksa muhtemelen birbirlerinin karşıtı olan farklı mabetler midir? İkinci şık daha ihtimal dahilinde görülmektedir. Swami Matkormano'ya göre, Asya'nın inisiyasyon merkezi Meru Dağı'dır ve burası Şamballa'nın bulunduğu yerdir. Hint teolojisinde burası, neslinden geldiklerini iddia ettikleri insanların üzerinde türetildiği dağdır. Tibet'in Lamalara ait kozmolojisi der ki:

"Meru Dağı yer kürenin merkezinde yükselmektedir. Zirvenin, kistial, azür, yakut ve altından oluşan dört kenarında cin (Demon) halkarı ile birlikte dünyanın dört kralı yaşamaktadır." Vril'in Büyük Locası"nın düşüncesine göre:

"Meru Dağı, Şamballa'nın merkezi ve aynı zamanda hem maddesel, bem de madde ötesi olan iki var oluş plânının kesişme noktasıdır."

Türkistan'da, jeofizik realitesi, bilinç-ötesi ya da duyu-dışı algılamaya ait olan bir geometrik şekil vardır. Bu şekil, bir tanesi tersine çevrilmiş iki adet piramitten oluşmaktadır. Yukarı bakan piramit Pamir Dağı ve aşağı bakan piramit de Meru Dağı olup bunlar, fizik-ötesi ve jeofizik düzlemleri temsil ederler. kesişme noktasında, hem Arîler, hem de sarı ırklarca kutsal sayılan ve üzerinde Dünya'nın Kralı'nın kalesi yükselen bir dağ, Meru zirvesi-mikrokozmos ile makrokozmosun göbek merkezi (omphalos) ) bulunmaktadır.

Bu merkezden dört ana pusula yönüne doğru dört adet yol uzanır; güneye doğru Sion kutbuna, batıya doğru Sale Gölü kutbuna, kuzeye doğru Thule kutbuna ve doğuya doğru Pamir kutbuna ki bu Himalaya uzantısı olup en uç noktası Darciling'dir (Darjeeling). Muazzam manyetik enerji odakları olan bu kutuplar, periyodik olarak, milletleri ve tarihlerini etkilerler… Meru zirvesinde, yeraltı dünyasının hükümran varlığının bir çeşit ikâmetgahı olan Glasburg adlı Elmas Saray yükselir. Saray'ın dört köşesinde, Mecusîlik'te Sessizlik Kuleleri denilen ve dünyasal kutuplarca üretilen manyetik enerjinin akümülatör pillerini çevreleyen kuleler vardır. Bu enerjiyi, değiştirilme (transmutation) işleminden geçirdikten sonra yıldızlar uzayımızın galaksilerine doğru saptırırlar. Böylece, Elmas Saray, evren için enerji merkezi olur…

Kuleler, "büyük sessizlik" denilen bir perdeye ulaşan ultrasonik titreşimlerden oluşmuş manyetik dünya dalgalarını alır ve naklederler. Bu "ağırlık" dalgaları, bölünemeyecek kadar küçük bir zaman dilimi sırasında kurşunda bulundukları gibi, Satürn'ün halkaları tarafından neşredilen ve her 14 yılda bir dünyayı etkisi altına alan manyetik fotonlarda da bulunurlar. Bunlar, A1 protonlarının türevleridir (dünyanın akkor halindeki merkezinin atom altı enerjisi.).

"Vril'in Büyük Locası", dünya üzerindeki hâkimiyetini "Vril" diye bilinen gücün kontrolü ile perçinleyeceğini ummaktadır. Bu gizemli güç, Butwer Lytton tarafından keşfedilmiş, daha doğrusu icat edilmiştir. "Vril'in Büyük Locası"na göre, Lytton'un "The Coming Race" ("Gelecek Irk") adlı bir romanında tanımladığı bu güç, "Vril-Ya" olacaktır.
g- Kozmik Bir Güç 'Vril':
İnsana tüm güçleri elde etme yeteneğini vereceğinden, Vril'in kontrolü başlı başına bir amaçtır. Buna ulaşmak için iki yol vardır. "Bilimsel Yol" kurşunda bulunan Proton A 1 partiküllerinin, Satürn'ün fotonsal manyetizminde ya da etkin bir yanardağdan fışkıran lavda hapsedilmek üzere kimyasal olarak tecrit edilmelerine dayanır. Wotan'ın ve bazı Alşimistlerin -simyacıların- izledikleri yol buydu. Erkek cinsiyet guddeleri, bu şekilde elde edilen radyasyonların etkisi altında tüm"Korlos" u etkin hale getirerek "ego"yu kendi fiziksel ağırlık merkezi içinde geçerli kıldırırlar. "Mistik yol" ise, yüksek düzeydeki majiden aktardığı bir ritüeli kullanır. Bu ritüel için gerekli olan unsurlar şunlardır: K harfinin ses titreşimleri, Satürn işareti, menekşe rengi, bir amatist, kurşun, eski İskandinav şiirleri (runes), K.B.L. üzerine merkezlenmiş bir Mandala ve zamanda sembolik bir geriye gidiş etkisini yaratan bir inisiyasyon sayılan "Ankh". Bu, Tutankhamon'un yeniden dirilişi, metapsikoz (metempsychosis) için gerekli olan yaşam kelimesidir. Luxor Kardeşliği'ne inisiye olan Bulwer Lytton Vril'i, hastalığı iyi eden, ama bir ölüm-ışını da neşredebilen bir tür maji yüzüğü olarak görmüştü. Bu enerjiyi kontrol edebilen herhangi bir kişi, depremler ya da yanardağı indifaları oluşturabildiği gibi, sönmüş yanardağları da etkin hale dönüştürebilir.

İnsanların, çok eski zamanlardan beri, Dünya'nın Efendileri olmayı ve tüm ulusları, hatta dünyayı bile yok etme gücünü ele geçirmeyi düşlemeleri çok tuhaf bir şeydir. Bu çeşit düşünceleri beyaz majiden sayabilir miyiz? Muhakkak ki hayır.

Büyücüler, bu çeşit güçlere sahip olduklarını iddia ede gelmişlerdir. Ancak, bu, hüsnükuruntudan öteye bir şey değildi. Modern bilim adamları sorunu çözümlediler: Nükleer Fizyon, kadim (eski) majinin araştırma ve arzu-hayallerinin cehennemî sonucudur.

Peki, bilim adamlarımızın çalışmaları beyaz maji midir?
Maalesef, hayır.

Bu yok edici buluşlara karşıt olarak, bunlardan farklı mizaçtaki kişiler, yeni bir Altın Çağ'ı kurmayı düşlemekte ve arzu-hayallerini, kara majisyenlerin hayallerini uzakta tutacak güçleri harekete geçirmek için kullanmaktadırlar. "Işık İnsanlığı"nın En Yüksek Efendileri, şüphesiz Agarta, Şamballa ya da Meru Dağı gibi adı olmayan görünmez yerlerde ve belki de Yüksek Yıldız'da düşünmekte ve çalışmaktadırlar.[1]
Kaynaklar

[1] "Agarta-Yeraltı Devleti", Bilim Araştırma Merkezi.
 
Geri
Top