Amerika Birleşik Devletleri

SON SINIR BÖLGESİ

1865’te sınır çizgisi genellikle Mississippi Nehri kıyısındaki eyaletlerin batı kenarlarını izler; Kansas ve Nebraska’nın doğu kesimlerini içine alacak biçimde genişlerdi. Öncü çiftliklerin oluşturduğu bu ince çizginin ötesinde, Rocky Dağları’nın eteklerine kadar çayırlar ve çalılık topraklar uzanırdı. Bunun ötesinde, yaklaşık 1.600 kilometre boyunca, çoğu altın, gümüş ve diğer maden cevherleriyle dolu sıra dağlar yükselirdi. Onlardan sonra, kıyı bölgelerindeki ormanlık dağlara ve Büyük Okyanus’a doğru düzlükler ve çöller yayılırdı. Söz konusu geniş iç kesimlerde, California’daki yerleşilmiş bölgelerin ve uzak ve dağınık küçük yerleşim birimlerinin dışında, Kızılderililer yaşardı: Bunlar arasında, Sioux, Blackfoot, Pawnee ve Cheyenne gibi Büyük Düzlükler kabileleri ve Apache, Navajo ve Hopi kabilelerini de içeren Güneybatı Kızılderilileri vardı.

Sadece yirmi beş yıl içinde bu geniş bölgenin hemen hemen tümü eyaletlere ve yerleşim bölgelerine bölündü. Madenciler sıra dağları karış karış dolaşmışlar, maden kuyuları açmışlar ve Nevada, Montana ve Colorado’da küçük topluluklar oluşturmuşlardı. Uçsuz bucaksız çayırlardan yararlanan sığır yetiştiricileri, Texas’tan Mississippi Nehri’nin yukarılarına kadar uzanan geniş araziyi parsellemişlerdi. Koyun yetiştiricileri, vadilere ve dağ yamaçlarına yerleşmişlerdi. Çiftçiler de, düzlükleri ve vadileri sürmeye başlamışlar ve Doğu ile Batı arasındaki boşluğu doldurmuşlardı. 1890’a gelindiğinde sınır bölgesi ortadan kalkmıştı.

Araziyi işgal edip işletmek isteyen vatandaşlara 64 hektar genişliğinde bedava çiftlikler bağışlanmasını öngören 1862 tarihli Yerleşim Yasası teşvik edici bir etki yarattı. İşin kötü yanı, geleceğin çiftçilerine dağıtılan topraklar çiftçilikten daha çok hayvan yetiştiriciliğine elverişliydi ve 1880 yılına gelindiğinde, 22.400.000 hektar genişliğinde “bedava” toprak ya sığır yetiştiricilerinin ya da demiryolu şirketlerinin eline geçmiş bulunuyordu.

1862’de Kongre, Union Pacific Railroad demiryolu şirketine imtiyaz verilmesini de onayladı ve şirket, çoğunlukla eski askerleri ve İrlandalı göçmenleri çalıştırarak, Iowa’nın Council Bluffs kasabasından batıya doğru hat döşemeye başladı. Aynı zamanda, Central Pacific Railroad demiryolu şirketi de, büyük ölçüde Çinli göçmen işçilere dayanarak, California'’aki Sacramento kentinden doğuya doğru ilerliyordu. İki hattın durmadan ilerleyip en sonunda 10 Mayıs 1869’da Utah’taki Promontory Point mevkiinde birleşmesi tüm ülkeyi heyecanlandırdı. İki okyanus arasında aylarca süren zorlu yolculuk süresi yaklaşık altı güne indirilmişti. Kıta üzerindeki demiryolu ağı sürekli gelişti. 1884’te, orta Mississippi Vadisi bölgesini Büyük Okyanus’a bağlayan dört büyük demiryolu hattı kurulmuş bulunuyordu.

1848’de California’da, on yıl sonra da Colorado ve Nevada’da, 1860’larda Montana ve Wyoming’de ve 1870’lerde de Dakota Kızılderilileri bölgesinin Black Hills kesiminde altın bulunması üzerine, Uzak Batı’ya doğru ilk büyük nüfus akını bölgedeki dağlara yöneldi. Madenciler bölgeye yayıldılar, toplumlar kurdular ve daha kalıcı yerleşimlerin temellerini attılar. Bazı yerleşimciler, dağları delik deşik ettikleri sırada, bölgenin çiftçilik yapmaya ve hayvan yetiştirmeye elverişli olduğunu anladılar. Belirli toplumlar hemen hemen sadece madenciliğe bağlı kaldılarsa da, Montana, Colorado, Wyoming, Idaho ve California’nın gerçek zenginliğinin ot ve toprakta olduğu ortaya çıktı.

Texas’ta uzun süredir önemli bir endüstri olan sığır yetiştirmeciliği, atılımcı kişilerin eyalete özgü “longhorn” türü sığırları açık kamu arazisinden geçirip kuzeye götürmeye başlamaları üzerine, İç Savaş sonrasında büyük ölçüde gelişti. Yol boyunca otlayan sığırlar, Kansas’taki demiryolu yükleme noktalarına geldiklerinde, yol çıktıkları günkünden daha çok büyümüş ve semirmiş oluyorlardı. Bu “uzun sevkiyat” yöntemi kısa zamanda olağan bir konuma geldi ve anılan güzergah kuzeye götürülen sığır sürüleriyle doldu. Sığır yetiştirmeciliği Missouri bölgesini aştı ve Colorado, Wyoming, Kansas, Nebraska eyaletleriyle Dakota arazisinde büyük hayvan üretme çiftlikleri ortaya çıktı. Batı’daki kentler de hayvan kesme ve kasaplık et hazırlama merkezleri olarak gelişti.

Göze hoş görünen “kovboy”un baş rolü oynadığı büyük hayvan üretme çiftlikleri, yeni ve renkli bir yaşam biçimi oluşturdu. Gerçek kovboy yaşamı, düşük ücretler ve ağır çalışma koşulları yüzünden romantik olmaktan çok uzaktı; yine de, 1870’lerin ucuz romanları ile XX. yüzyılın sonlarında da John Wayne ve Clint Eastwood’un filmleri sayesinde, Amerikalıların gözündeki mitolojik etkisini sürdürmektedir.

1866-1888 arasında toplam olarak yaklaşık altı milyon baş sığır, kışı geçirmeleri için Texas’tan yola çıkarılıp Colorado, Wyoming ve Montana’nın yaylalarına götürüldü. Sığır yetiştiriciliği 1885’te en verimli noktasına erişti ve on yıldan sonra meralar aşırı otlatma yüzünden uzun sevkiyatı destekleyemez duruma düştü ve bölge demiryolu hatlarıyla dolup taşmaya başladı. Sığır yetiştiricisinin hemen ardından, çiftçilerin ailelerini taşıyan üstü örtülü arabaları, yük taşıyan atları, inekleri ve domuzları gelmeye başladı. Çiftçiler, Yerleşim Yasası uyarınca topraklarının sınırlarını belirlediler ve onları yeni icat edilmiş olan dikenli tellerle çevirdiler. Yasal tapuları olmayan sığır yetiştiricileri, daha önce başıboş dolaştıkları topraklardan sürüldüler. Kısa süre sonra da romantik “Vahşi Batı” yok oldu gitti.

KIZILDERİLİLERİN ACINACAK YAŞAMLARI

Madencilerin, sığır yetiştiricilerin ve yerleşimcilerin düzlüklere ve dağlara yayılmaları, Doğu’da olduğu gibi Batı’da da Kızılderililerle çatışmalara girilmesine yol açtı. Büyük Havza’daki (Great Basin) Utelerden Idaho’daki Nez Percelere kadar pek çok Kızılderili kabilesi, zaman zaman beyazlarla savaştı; fakat, Kuzey Düzlükleri’ndeki Siouxlarla Güneybatı’daki Apacheler, sınırın genişlemesi karşısında en çarpıcı direnmeyi sergilediler. Red Cloud ve Crazy Horse gibi yaratıcı önderlerin yönettiği Siouxlar, özellikle süratli atlı savaş konusunda yetenekliydiler. Çöllerdeki ve büyük vadilerdeki yerleşim bölgelerinde yaşayan Apacheler de aynı oranda savaşma ve gizlenme becerisi sergilediler.

Düzlük Kızılderilileri ile çatışma, Siouxların 1862’de beyazlara karşı bir katliam gerçekleştirmeleriyle başladı ve İç savaş boyunca sürdü. 1876’da, Dakota’daki altına hücum hareketinin Black Hills bölgesine yayılması üzerine son ciddi Sioux savaşı patlak verdi. Ordunun, madencileri Siouxların avlanma alanlarından uzak tutması gerektiği halde, Kızılderililerin arazilerini korumak için pek bir şey yapılmadı. Buna karşın, antlaşma ile tanınmış hakları uyarınca bölgede avlanan guruplara karşı harekete geçmesi istenilince, Ordu büyük bir hevesle saldırdı.

1876’da birkaç sonuçsuz karşılaşmadan sonra General George Custer, Siouxlarla müttefiklerinin Little Big Horn Nehri kıyısındaki merkez kamplarını buldu. Ana kuvvetlerden ayrı düşen Custer ve adamları tümüyle yok edildiler. Daha sonra 1890’da, South Dakota’daki Wounded Knee bölgesinde bulunan Kuzeyli Siouxlara ayrılmış özel yerleşim biriminde (reservation) yapılmakta olan bir hayalet dansı ayini ayaklanmaya yol açtı ve yüzlerce Sioux kadın, erkek ve çocuk katledildi.

Buna karşın, sözkonusu olaydan çok daha önce, 1870’i izleyen on yıl içinde, mandaların (buffalo) ayırım gözetilmeksizin hemen hemen yok olacak derecede avlanması yüzünden Düzlük Kızılderililerinin yaşamları berbat bir konuma gelmişti. Bu arada, Güneybatı’daki Apache savaşları, son önemli reis olan Geronimo ele geçirilinceye kadar sürdü.

Hükümetin Monroe hükümeti günlerinden beri güttüğü siyaset, Kızılderilileri beyazların sınırlarının ötesine sürmek olmuştu; fakat, kaçınılmaz olarak, ayrılmış yerleşim birimleri giderek küçüldü ve kalabalıklaştı ve Hükümet’in Kızılderililere karşı davranışı yoğun biçimde eleştirilmeye başlandı. Sözgelimi, Batı’da yaşayan bir Doğulu olan Helen Hunt Jackson 1881’de, Kızılderililerin acınacak yaşamlarını romanlaştıran ve ülkede büyük vicdan azabı yaratan Onursuzluk Yüzyılı adlı bir kitap yazdı. Reformcuların çoğunluğu, Kızılderililerin başat kültür içinde asimile edilmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Federal hükümet, Pennsylvania’nın Carlisle kentinde, Kızılderili gençlere beyazların değerlerini ve inançlarını aşılamak amacıyla bir okul bile kurmuştu. (ABD’de yetişmiş en iyi atlet olduğuna inanılan Kızılderili Jim Thorpe, XX. yüzyıl başlarında bu okulda üne kavuşmuştur.)

1887 tarihli Dawes Yasası, ABD’nin Kızılderili politikasını tersine çevirdi ve kabile arazisinin bölünüp her aile reisine 65 hektar toprak ayrılması amacıyla başkana yetki verdi. Dağıtılan arazi 25 yıl boyunca hükümetin güvencesi altında kalacak ve bu sürenin sonunda arazi sahibine tapu ve vatandaşlık verilecekti. Böylece dağıtılmayan topraklarsa yerleşimcilere satılacaktı. Anılan yasa çok iyi niyetlerle hazırlanmış olmasına karşın, geniş Kızılderili topraklarının yağmalanmasına yol açtığı için felaketle sonuçlandı. Ayrıca, kabilelerin toplumsal örgütlenmesini karıştırması nedeniyle, geleneksel kültürü daha da çok bozdu. 1934’te ABD politikası, ayrılmış yerleşim birimlerindeki kabilesel ve toplumsal yaşamı koruma çabası güden Kızılderililerin Yeniden Örgütlenmeleri Yasası ile bir kez daha tersine çevrildi.

KARARSIZ İMPARATORLUK


Birleşik Devletler, XIX. yüzyılın son on yılı içinde, etkisinin ve zaman zaman da topraklarının Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus’un uzak noktalarına ve Orta Amerika’ya yayıldığı bir imparatorluğu genişletme dönemi yaşadı; ancak, Birleşik Devletler, Avrupa imparatorluklarına karşı yürüttüğü tarihsel savaşı ve benzersiz demokratik gelişmesi nedeniyle, Avrupalı rakiplerinden daha değişik bir yöntem izledi.

XIX. yüzyılın sonlarındaki Amerikan yayılmacılığının çeşitli nedenleri vardı. Anılan yıllar, uluslararası alanda, Avrupalı güçlerin yeni rakipleri Japonya’nın yanı sıra Afrika’yı bölüşmek için yarıştıkları ve Asya’da ticari etkilerini arttırma rekabeti içinde oldukları bir imparatorluk çılgınlığını simgeliyordu. Aralarında Theodore Roosevelt, Henry Cabot Lodge ve Elihu Root gibi etkili kişilerin de bulunduğu çok sayıda Amerikalı, Birleşik Devletler’in de, kendi çıkarlarını güvence altına almak için, ekonomik etkinlik bölgelerine sahip olması gerektiğini düşünüyorlardı. Ülkenin ekonomik ve siyasal güvenliğinin sağlanmasına temel olarak büyük bir filonun oluşturulması ve denizaşırı limanlar ağı kurulması çağrısında bulunan güçlü bir donanma lobisi de bu görüşleri destekliyordu. Daha genel açıdan, Amerika’nın kıtadaki genişlemesini haklı göstermek amacıyla ilk kez ortaya atılmış bulunan “alın yazısı” kuramı, şimdi de, Birleşik Devletler’in etkisini ve uygarlığını Batı Yarıküresi’ne ve Antillere olduğu kadar Büyük Okyanus’un ötesine de yayma hakkı ve görevi olduğunu vurgulamak için yeniden canlandırılmıştı.

Aynı zamanda, Kuzeyli Demokratların ve reform yanlısı Cumhuriyetçilerin oluşturduğu imparatorluk karşıtı çeşitli koalisyonların muhalefeti de gücünü ve sürekliliğini koruyordu. Bunun sonucu olarak, bir Amerikan imparatorluğu kurma çabaları bölük pörçük ve kararsız bir biçimde yürüyor ve koloni yönetimleri de çok kez siyasal kontrolü ele geçirmekten çok, ticaretle ve ekonomik sorunlarla ilgileniyorlardı.

Amerika’nın kıtasal sınırları dışındaki ilk atılımı, az sayıda Inuit ve diğer yerli halkın yaşadığı Alaska’yı 1867’de Ruslardan satın almak oldu. Pek çok Amerikalı, Dışişleri Bakanı William Seward’ın bu girişimine ilgisiz kalmış ya da bunu öfkeyle karşılamış ve Alaska’dan, yaygın bir biçimde, “Seward’ın Yanılgısı” ve “Seward’ın Buzdolabı” olarak söz etmiştir. Buna karşın, 30 yıl sonra Alaska’nın Klondike Nehri’nde altın keşfedilmesi üzerine binlerce Amerikalı kuzeye taşınmış ve pek çoğu da orada kalıcı olarak yerleşmiştir. Alaska, 1959’da 49. ve Texas’ın unvanını elinden alarak en büyük eyalet olmuştur.

1898’de patlayan İspanya-Amerika savaşı, Amerikan tarihinde bir dönüm noktası oluşturmuştur. Savaşın sona ermesinden birkaç yıl sonra, Birleşik Devletler, Antil Denizi’ndeki adaları, Büyük Okyanus’un orta kesimi ve Asya kıtasına yakın kesimi kontrol ediyor ya da oralarda etkisini gösteriyordu.

1890’lara gelindiğinde, İspanya’nın Yeni Dünya’daki büyük imparatorluğundan geriye sadece Küba ve Portoriko kalmış bulunuyor, Filipin Adaları da Büyük Okyanus’taki İspanyol gücünün merkezini oluşturuyordu. Savaşın çıkmasının üç temel kaynağı vardı: halkın katı İspanyol yönetimine karşısı düşmanlık duyması; Amerika’nın bağımsızlık taleplerine hoşgörüyle bakması; Birleşik Devletler’de, bir parça da, “aşırı milliyetçi” olan ve heyecan yaratan basının teşvikiyle, yeni bir ulusal güven duygusunun ortaya çıkması. Küba’da ana ülkenin baskılarına karşı gitttikçe büyüyen öfke, 1859’da bir bağımsızlık savaşının patlamasına neden oldu. Birleşik Devletler, ayaklanmanın gelişmesini giderek artan bir kaygıyla izledi. Amerikalıların çoğu Kübalılara yakınlık duyuyorlardı; fakat, Başkan Cleveland tarafsızlığını korumaya kararlı bulunuyordu. Buna karşın, üç yıl sonra, McKinley hükümeti işbaşında bulunduğu sırada, ABD savaş Gemisi Maine, Havana limanında demirli olduğu sırada, günümüzde bile açıklığa kavuşmamış nedenlerle, tahrip edildi. 250’den çok denizci öldü ve ülkeye, heyecan yaratan gazete haberlerinin de şiddetlendirdiği büyük bir öfke dalgası yayıldı. McKinley, bir süre barışı korumaya çalıştıysa da, birkaç ay sonra, gecikmenin yararsız olduğu düşüncesiyle, askeri müdahale önerisinde bulundu.

İspanya ile savaş kısa sürdü ve kesin sonuç doğurdu. Savaşın sürdüğü dört ay boyunca, Amerikalılar hiçbir önemli yenilgiye uğramadılar. Savaşın ilanından bir hafta sonra, o sırada Hong Kong’da bulunan Tuğamiral George Dewey, altı gemiden oluşan bir küçük filo ile Filipinler’e hareket etti. Orada üslenmiş olan İspanyol filosunun Amerikan sularına girmesini önlemekle görevlendirilmişti. Tüm İspanyol filosunu demirlemiş durumda yakaladı ve bir tek Amerikalı yaşamını yitirmeden filoyu tahrip etti.

Bu sırada, Küba’da Santiago yakınlarına çıkarma yapan birlikler, birkaç kısa çatışmadan sonra limanı ateşe tuttular. Santiago Körfezi’nden denize açılan dört İspanyol zırhlısı, birkaç saat içinde hurdaya döndü.

Santiago’nun düştüğü haberi gelince, Boston’dan San Francisco’ya kadar tüm limanlarda sirenler çalındı ve bayraklar açıldı. Gazetelerin Küba’ya ve Filipinler’e gönderdikleri muhabirler, ulusun yeni kahramanlarının ününü dünyaya ilan ettiler. Bu kahramanların başında, Manila’da ün kazanmış olan George Dewey ile donanma bakanı yardımcılığından istifa edip “Rough Riders” (Sert Süvariler) adını verdiği bir gönüllüler alayının başında Küba’ya giden Theodore Roosevelt geliyordu. İspanya kısa bir süre sonra barış talebinde bulundu ve 10 Aralık 1898’de imzalanan antlaşma uyarınca Küba, bağımsızlığa kavuşuncaya kadar geçici olarak işgal altında kalmak üzere, Amerika’ya devredildi. İspanya, buna ek olarak, Portoriko ile Guam’ı savaş tazminatı olarak ve Flipinler’i de 20 milyon dolar karşılığında terk etti.

Denizaşırı topraklara sahip olmak Birleşik Devletler için yeni bir deneyim oluşturuyordu. Bu nedenle de tüm yeni topraklar, o güne kadar hiç bilmedikleri bir demokratik kendi kendini yönetme sistemi oluşturmaya teşvik edildiler.

Yine de Birleşik Devletler, işgalin ilk on yılı içinde Filipinler’de ortaya çıkan bir silahlı bağımsızlık hareketini bastırınca, alışılagelen kolonici rolünü yüklenmiş oldu. Filipinler, 1916’da yasama organının her iki meclisini de seçme hakkını elde etti ve 1936’da, büyük ölçüde özerk bir Filipin Topluluğu kuruldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1946’da adalar tam bağımsızlık kazandı.

Buna karşın, Amerika’nın Büyük Okyanus bölgesindeki varlığı Filipinlerle sınırlı kalmadı. İspanya-Amerika Savaşı’nın yapıldığı yıl içinde, Hawaii Adaları ile de yeni bir ilişki başlatıldı. Hawaii ile bundan önceki temaslar, genelde misyonerler ve gelip geçici tüccarlar aracılığıyla yürütülmekteydi. 1865’ten sonra ise Amerikalılar, adaların temel kaynağı olan şeker kamışı ve ananas ürünlerini geliştirmeye başladılar. Krallık yönetimi 1893’te, yabancıların etkisini sona erdirmeye niyetli olduğunu bildirince, Amerikan iş adamları etkili Hawaiililerle işbirliği yaparak yeni bir hükümet oluşturdular ve bu hükümet de Amerika’ya katılmak istediğini açıkladı.

Birleşik Devletler’de, Amerikan askerlerinin kullanılmasına ve koloni yönetimi görüşüne karşı yaygın protestolarda bulunulması üzerine, başlangıçta Başkan Grover Cleveland ve Kongre katılmayı reddetmeye ikna olundular; fakat Kongre, İspanya-Amerika Savaşı’nın yarattığı büyük milliyetçilik dalgası karşısında Temmuz 1898’de adaların katılmasını büyük bir oy çokluğuyla onayladı ve böylelikle de Pearl Harbor’da önemli bir donanma üssü kazanıldı. Hawaii, 1959’da Birlik’in 50. eyaleti oldu.

Küba, Amerikan birliklerinin ayrılması üzerine 1902’de kağıt üzerinde bağımsızlık kazandı. Buna karşın, Birleşik Devletler, kamu düzenini sağlamak amacıyla müdahale hakkını saklı tuttu ve 1934’te vaz geçinceye kadar, bu hakkını üç kez kullandı. Küba tam bağımsızlığını elde etmekle birlikte, Amerika’nın ekonomik ve siyasal etkisi 1959’a kadar güçlü bir biçimde sürdü ve o yıl, Fidel Castro, hükümeti devirerek Sovyetler Birliği ile yakın bağları olan Marksist bir rejim kurdu.

Küba’nın doğusundaki bir ada olan Portoriko da, Küba ve Filipinler’inkine benzer bir acemilik dönemi geçirdi. ABD Kongresi 1917’de Portorikolulara tüm meclis üyelerini seçme hakkı tanıdı ise de, aynı yasa adaya yeni bir yol çizdi, Küba’yı resmen bir Amerika toprağı yaptı ve daha da önemlisi, halkına Amerikan vatandaşlığı verdi. Kongre 1950’de Portoriko’ya geleceğini özgürce kararlaştırma hakkı tanıdı. Halk, 1952’de yapılan referandumda, hem vatandaşlığı hem de bağımsızlığı reddetti; bunun yerine, topluluk statüsü almayı seçti. Çok sayıda Portorikolu, özgürce gidip gelebildikleri kıtada yerleşmiş olup diğer Birleşik Devletler vatandaşlarının sahip bulundukları tüm siyasal hakları ve vatandaşlık haklarını elde etmişlerdir.
 
KANAL VE AMERİKALAR

İspanya ile yapılan savaş, Amerika’nın, Panama kıstağını geçerek iki büyük okyanusu birleştirecek bir kanal yapılmasına yönelik ilgisini yeniden canlandırdı. Dünya ticaretinde ağırlığı bulunan ülkeler, böyle bir kanalın deniz ticareti açısından çok yararlı olacağının uzun süredir farkındaydılar: gerçekten de, Fransa, XIX. yüzyılın sonlarında böyle bir kanalı kazmaya başlamış; ancak, güçlükler yüzünden çalışmaları durdurmuştu. Artık hem Antil Denizi’nde hem de Büyük Okyanus’ta büyük bir güç konumuna erişmiş olan Birleşik Devletler, gerektiğinde savaş gemilerini bir okyanustan diğerine aktaracak bir kanalın askeri açıdan gerekli olduğunu anlıyordu.

XIX. yüzyılın sonlarında, günümüzde Panama olan bölge Kolombiya’nın bir iliydi. Kolombiya meclisi 1903’te, Birleşik Devletler’e bir kanal açma ve işletme hakkı tanıyan antlaşmayı onaylamayı reddedince, bir gurup sabırsız Panamalı, ABD Deniz Piyadeleri’nin de desteğiyle, bir ayaklanma başlattı ve Panama’nın Kolombiya’dan bağımsız olduğunu ilan etti. Yeni devlet, Başkan Theodore Roosevelt tarafından hemen tanındı. Aynı yıl Kasım ayında imzalanan bir anlaşma uyarınca Panama, Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus arasında 16 kilometre genişliğinde bir arazi şeridini, 10 milyon dolar peşinat ve yılda 250.000 dolar kira karşılığında sonsuza kadar kiraladı. Daha sonra Kolombiya’ya kısmi tazminat olarak 25 milyon dolar ödendi. (75 yıl sonra iki ülke arasında yapılan bir antlaşma uyarınca, Kanal 1 Ocak 2000’de yeniden Panama’ya devredildi.) Çevirmenin notu: Bu cümledeki güncelleştirme tarafımdan yapılmıştır.

Kanal’ın 1914 yılında tamamlanması, Albay George W.Goethals’ın yönetiminde elde edilen büyük bir mühendislik zaferi oldu; tropikal bir ormanda sıtma ve sarı hummanın üstesinden gelinmesi de olağanüstü bir koruyucu hekimlik başarısı oluşturdu.

Birleşik Devletler, Latin Amerika’nın diğer bölgelerinde, düzensiz bir dizi müdahale gerçekleştirdi. Sözgelimi 1900-1920 arasında Birleşik Devletler altı Batı Yarıküresi ülkesine müdahale etti, Haiti ve Dominik Cumhuriyeti’nde protektoralar kurdu, ve Nikaragua’da da zaman zaman ABD Deniz Piyadeleri bulundurdu. Birleşik Devletler 1867’de Fransa’ya baskı yaparak, Meksika’da İmparator Maximillian’ı destekleyen askeri birliklerini geri çekmesini sağladı. Bundan yarım yüzyıl sonra ise, Meksika devrimini etkilemek için şanssız bir askeri girişimde bulunan Birleşik Devletler, asi kanun kaçağı Francisco “Pancho” Villa’yı yakalamak için ülkenin kuzey kesimine 11.000 asker gönderdiyse de bunda başarılı olamadı.

Birleşik Devletler aynı yıllarda, Amerikalar’da (Kuzey ve Güney Amerika kıtaları) yaşayan uluslar arasında kurumlaşmış bir işbirliği temelinin atılmasında da önemli rol oynadı. Dışişleri Bakanı James G.Blaine 1889’da, Batı Yarıküresi’ndeki 21 bağımsız ülkenin, anlaşmazlıkları barışçı yoldan çözümlemek ve ekonomik bağları güçlendirmek amacıyla kurulacak bir örgüte katılmalarını önerdi. 1890’da yapılan birinci Pan-Amerikan konferansı sırasında, ilk yıllarda Pan-Amerikan Birliği ve günümüzde ise Amerikan Devletleri Örgütü (Organization of American States – OAS) olarak bilinen bir daimi kuruluş oluşturuldu.

Buna ek olarak, daha sonra iş başına gelen Herbert Hoover ve Franklin D.Roosevelt hükümetleri, ABD’nin Latin Amerika’ya müdahale hakkını reddeti. Özellikle Roosevelt’in 1930’larda uyguladığı İyi Komşuluk Siyaseti, Birleşik Devletler’le Latin Amerika arasındaki gerilimi ortadan kaldırmamakla birlikte, ABD’nin daha önceki müdahalelerinin ve tek yanlı hareketlerinin yarattığı düşmanlık duygularının azalmasına yardımcı oldu.

BİRLEŞİK DEVLETLER VE ASYA

Filipinler’de yeni yeni egemenlik kurmuş ve Hawaii’de de tümüyle yerleşmiş olan Birleşik Devletler, XIX. yüzyılın sonlarında, Çin’le hareketli bir ticaret yapmayı kuvvetle umuyordu. Buna karşın, Çin Japonya tarafından yenilgiye uğratıldıktan sonra (1894-1895), çeşitli Avrupa ülkeleri orada deniz üsleri kurmuş, arazi kiralamış ve etki alanları oluşturmuşlardı. Ayrıca, tekelci ticari haklar elde etmelerinin yanı sıra, demiryolu yapımı ve maden çıkarma alanlarında yatırım yapmak için özel ödünler sağlamışlardı.

Amerikan hükümeti, Asya ile ilk kez diplomatik ilişki kurduğu günlerde, tüm ülkelere eşit ticari ayrıcalıklar uygulanması konusunda her zaman ısrar etmişti. Buna karşın, Amerikan dış siyasetinde güdülen idealizm ile Uzak Doğu’da Avrupa imparatorluklarıyla rekabet etme arzusu birbiriyle çatışıyordu. Dışişleri Bakanı John Hay Eylül 1899’da ilgili devletlere, Çin’de tüm ülkeleri kapsayacak “Açık Kapı” doktrinini başlatan birer nota gönderdi. Bu doktrine göre, söz konusu ülkelerin kontrolü altındaki kesimlerde, eşit gümrük tarifelerini, liman ücretlerini ve demiryolu navlunlarını da içeren eşit ticaret fırsatı sağlanacaktı. “Açık Kapı”, idealist yapısına karşın, temelde, Çinlilerden koloni hakları koparılmadan da kolonicilik çıkarları sağlayacak bir diplomatik manevraydı.

Çinliler, 1900 yılında patlak veren Boxer İsyanı sırasında yabancılara saldırdılar. Asiler Haziran’da Peiping’i (Beijing) ele geçirdiler ve oradaki yabancı temsilciliklere hücum ettiler. Hay, Çin’in toprak ve yönetim haklarına ya da Açık Kapı siyasetine karşı oluşacak herhangi bir huzursuzluğa Birleşik Devletler’in karşı koyacağını, Avrupa devletlerine hemen bildirdi. İsyan bastırıldıktan sonra, Hay, Amerika’nın programını uygulamak ve Çin’i ezici tazminat ödemekten kurtarmak için tüm becerisini kullandı. Buna karşın, Ekim ayında Büyük Britanya ve Almanya, Açık Kapı siyasetine bağlı kalacaklarını ve yabancı ülkelerin egemenliği altında kalsa bile, Çin’in bağımsızlığına saygı göstereceklerini bir kez daha açıkladılar ve kısa zamanda onları diğer ülkeler izledi.

Başkan Theodore Roosevelt 1907’de, Amerikan işçi çevrelerinin rekabete karşı korkularını göz önüne alarak, Birleşik Devletler’e olan işçi göçünü geçici olarak askıya alma konusunda Japon Hükümeti’ni ikna etti. Bunun dışında, Amerika’nın Japonya ile ilişkileri, XIX. yüzyılın ikinci yarısında ve XX. yüzyılın ortalarına kadar geçen sürede, genel olarak içtenlikle ve olaysız bir biçimde yürütüldü. Görülen tek olağan dışı gelişme, 1904-1905 Rus-Japon savaşı sırasında Başkan Roosevelt’in arabuluculuk yapması ve Japonlara karşı Rusya ile işbirliğine girmemeleri için Almanya ile Fransa’yı uyarması oldu. Roosevelt, bir çözüm sağlamaya yönelik çabaları nedeniyle, 1906 Nobel Barış Ödülü’nün sahibi oldu.
 
HUZURSUZLUK VE REFORM

“Bir büyük demokrasi, gelişmiyorsa, ne büyük ne de demokrasi olur.”

Eski Başkan Thedore Roosevelt – 1910 dolayları

TARIMSAL SIKINTI VE POPÜLİZM

XIX. yüzyılın Amerikan çiftçileri, büyük gelişmeler sağlamakla birlikte sık sık yinelenen sıkıntı dönemleri de geçirdiler. Bunda birkaç öğe etkili oldu: toprak yorgunluğu, doğanın kaprisleri, kendi kendine yeterlilikteki gerileme ve yetersiz yasal koruma ve yardım. Anılan öğelerin belki de en önemlisi ise aşırı üretimdi.

Hektar başına alınan ürünü büyük ölçüde arttıran mekanik gelişmelerin yanı sıra, demiryollarının yaygınlaşması ve Düzlük Kızılderililerinin giderek yer değiştirmesi sonucunda Batı’da yeni yerleşim alanları açıldığı için, ekilen topraklar yüzyılın ikinci yarısında büyük bir hızla genişledi. Aynı şekilde, Kanada, Arjantin ve Avustralya gibi ülkelerde de tarımsal arazinin çoğalması, ABD tarımsal ürünlerinin büyük miktarlarda satıldığı uluslararası pazarlardaki sorunları derinleştirdi.

Yerleşimciler ne kadar batıya gittilerse, mallarını pazara iletmek için demiryollarına o kadar bağımlı bir duruma geldiler. Aynı zamanda, Doğu’daki endüstriyel çıkar çevrelerinin desteğiyle Kongre’nin yıllardır sürdürdüğü korumacı gümrük tarifeleri yüzünden, çiftçiler mamul mallar için büyük paralar ödediler. Zamanla, Ortabatılı ve Batılı çiftçiler, ipoteklerini ellerinde tutan bankalara karşı daha çok borçlu duruma düştüler.

Güney’de Konfederasyon’un çöküşü, tarımsal uygulamalarda büyük değişiklikler yarattı. Bunlardan en belirgini, kiracı çiftçilerin ürünlerinin yarıya yakın bölümünü, tohum ve gerekli malzeme karşılığı, arazi sahipleriyle “paylaştıkları” ortakçılık yöntemiydi. Güney’deki siyah çiftçilerin yaklaşık yüzde 80’i ve beyazların yüzde 40’ı, İç Savaş’tan sonra ortaya çıkan bu yoksullaştırıcı sistem altında çalışıyorlardı.

Ortakçıların çoğunluğu bir borç döngüsüne sıkışıp kalmışlardı ve bundan kurtulmalarını tek çaresi de üretimi arttırmaktı. Bu da, pamuk ve tütünde aşırı üretime yol açıyor, böylelikle de fiyatlar düşüyor ve toprak daha da yorgunlaşıyordu.

Tarımsal sorunlarla ilgilenmeye yönelik ilk örgütlü çaba Çiftçi Birliği hareketiydi. 1867’de ABD Tarım Bakanlığı çalışanları tarafından yaratılan Çiftçi Birlikleri, başlangıçta, pek çok çiftçi ailesinin karşı karşıya kaldığı yalnızlaşma olgusunu dengeleyecek toplumsal çalışmalara yöneldiler. Bu çabalara kadınların katılımı yoğun biçimde teşvik edildi. 1873’te karşılaşılan Panik nedeniyle, Çiftçi Birlikleri kısa sürede 20.000 şubeye ve bir buçuk milyon üyeye sahip oldular.

Sonunda pek çoğu başarısız kalmakla birlikte, Çiftçi Birlikleri, kendi pazarlama sistemlerini, mağazalarını, konserve atölyelerini, fabrikalarını ve kooperatiflerini geliştirdiler. Hareket 1870’lerde bazı siyasal başarılar da elde etti. Bazı eyaletlerde demiryolu taşımacılığı ve depo ücretlerini sınırlayan “Çiftçi Birliği yasaları” çıkarıldı.

Hareket 1880’den sonra gücünü yitirmeye başladı ve onun yerini Çiftçi İttifakları aldı. 1890’a gelindiğinde İttifak hareketinin, NewYork’tan California’ya kadar yayılmış toplam 1.5 milyon üyesi bulunuyordu. Benzeri bir örgüt olan Siyah Çiftçiler Ulusal İttifakı’nın da bir milyonu aşkın üyesi vardı.

Çiftçi İttifakları, kuruldukları günden başlayarak, kapsamlı ekonomik programları bulunan siyasal örgütlerdi. İlk açıklamalardan birine göre amaç, “Amerikan çiftçilerini, sınıf yasalarına ve yoğunlaşmış sermayenin saldırılarına karşı korunmak için birleştirmekti.” Hareketin programı ayrıca, demiryollarının, doğrudan doğruya kamulaştırılmasa bile, bir düzene sokulması, borç yükünün hafifletilmesi için para sürümünün arttırılması, gümrük tarifelerinin düşürülmesi, devlet malı depolar kurulması ve düşük faizle borçlanma kolaylıkları yaratılması çağrısında bulunuyordu.

1880’lerin sonlarına doğru, birbirini izleyen kuraklık dönemleri sonucu batıdaki Büyük Düzlükler harap oldu. Dört yıl süren bir dönem sırasında Batı Kansas nüfusunun yarısını yitirdi. Ülkede o güne kadar uygulanmamış oranda yüksek olan 1890 McKinley Gümrük Tarifesi de durumu büsbütün ağılaştırdı.

1890’a gelindiğinde, tarımdaki perişanlık görülmemiş derecede artmıştı. Çiftçi İttifakları, kendilerine yakınlık duyan Güneyli Demokratların ya da Batı’daki küçük partilerin desteğiyle, gücü ele geçirmeyi denediler. Anılan öğelerin birleşmesiyle, Popülist Parti olarak bilinen bir üçüncü siyasal parti doğdu. Amerikan siyasal yaşamında eşi görülmemiş bir popülist coşku düzlük bölgelerini ve pamuk yetiştirilen yöreleri silip süpürüyordu. Parti, 1890 seçimlerinde bir düzineye yakın güney ve Batı eyaletinde başarı kazandı ve Kongre’ye çok sayıda Popülist temsilci ve senatör gönderdi.

Parti’nin ilk kongresi 1892’de yapıldı; çiftçi, işçi ve reform örgütlerinin temsilcileri, Nebraska’nın Omaha kentinde toplandılar ve en sonunda, endüstri ve ticaret tröstlerinin parasal çıkarları yüzünden onanamaz biçimde kokuşmuş olduğunu düşündükleri Amerikan siyasal yaşamında iz bırakma konusundaki kararlılıklarını ortaya koydular. Programlarında şu sözlere yer verilmişti:

Ahlaksal, siyasal ve maddesel çöküşün eşiğine getirilmiş bir ulusun içinde toplanmış bulunuyoruz. Yolsuzluk, seçim sandığını, yasama organlarını, Kongre’yi egemenliği altına almış ve hatta mahkeme üyelerine bile uzanmış durumdadır... Hükümet adaletsizliğinin aynı üretken rahminden iki büyük sınıf yetiştiriyoruz: serseriler ve milyonerler.

Programın uygulamaya ilişkin bölümünde ise, arazi, ulaştırma sorunlarına ve sınırsız gümüş para çıkarılmasını da içeren mali konulara odaklanılmıştı.

Popülistler 1892 seçimlerinde Batı’da ve Güney’de etkileyici bir güç sergilediler ve başkan adayları bir milyonu aşkın oy aldı; ancak, gümüş yandaşlarını altından yana olanlarla karşı karşıya getiren para konusu, kısa zamanda tüm diğer tüm konuları gölgede bıraktı. Doğu’nun endüstri merkezlerindeki işçi örgütlerinin de desteğini sağlayan, Batılı ve Güneyli tarım sözcüleri, sınırsız gümüş para çıkarılması sistemine yeniden dönülmesini talep ediyorlar; sıkıntılarına, sürümdeki para yetersizliğinin neden olduğuna inandıkları için, para miktarı arttırılırsa, bunun dolaylı olarak, tarımsal ürün fiyatlarını yükseltip endüstri kesimindeki ücretleri yükselteceği ve böylece piyasada çoğalan paranın da borç ödemelerini kolaylaştıracağı iddiasında bulunuyorlardı. Buna karşılık, muhafazakar guruplar ve maliye çevreleri ise, böyle bir uygulamanın felakete yol açacağına inanıyor ve enflasyon başlarsa bir daha önüne geçilemeyeceğini ısrarla ileri sürüyorlardı. Onlara göre, istikrar ancak altın standardı ile sağlanabilirdi.

1893’te patlak veren mali bunalım, tartışmalarda gerilimi yükseltti. Güney’de ve Ortabatı’da banka iflasları çoğaldı, işsizlik tırmandı ve ürün fiyatlarında büyük düşüşler oldu. Anılan bunalım ve Başkan Grover Cleveland’ın bunu aşmaktaki başarısızlığı, Demokrat Parti’yi neredeyse parçaladı. 1896 başkanlık seçimleri yaklaştıkça, gümüş para destekçisi Demokratlar da Popülistlere katıldılar.

Aynı yıl yapılan Demokrat Parti kongresi, ABD siyasal tarihindeki en ünlü konuşmalardan birine sahne oldu. Nebraskalı gümüş savunucusu genç William Jennings Bryan, “insanoğlunu altın bir çarmıha germemesi” için kongreye yalvardı ve Demokratların başkan adaylığını kazandı.

Popülistler de Bryan’ı desteklediler. Bu onların doruğa eriştikleri an olacaktı. Bryan, Güney’de ve California ve Oregon dışında Batı’nın tümünde başarı kazanmasına karşın, nüfusu daha yoğun olan endüstrileşmiş Kuzey ve Doğu’da bunu yapamadı ve Cumhuriyetçilerin adayı William McKinley karşısında seçimi kaybetti.

Ertesi yıl, bir parça da Alaska ve Yukon’da altın bulunmasının etkisiyle, ülkenin mali durumu düzelmeye başladı. 1898 İspanya-Amerika savaşı, ulusun dikkatini Popülist sorunlardan daha fazla uzaklaştırdı. Buna karşılık, hareket ölmekle birlikte, görüşleri ölmemişti. Söz konusu görüşlerin pek çoğu ileriki yirmi yıl içinde yasalaştırıldı.

İŞÇİLERİN ÇABALARI

XIX. yüzyıl Amerikası’nda endüstri işçisinin yaşamı kolay olmaktan çok uzaktı. En iyi dönemlerde bile ücretler düşük, çalışma saatleri uzun ve çalışma koşulları tehlikeliydi. Ülkenin büyümesi sırasında üretilen gönencin pek azı işçilere gidiyordu. Belirli endüstrilerdeki işgücünün yüksek bir yüzdesini oluşturan ve çok kez erkek işçilerin alabildikleri ücretin ancak küçük bir parçasını oluşturabilecek kadar para kazanabilen kadınların ve çocukların durumu ise daha da kötüydü. Zaman zaman ekonomik bunalımlar ulusu sarıyor ve hem endüstri kesimindeki ücretleri eritiyor hem de yüksek oranlarda işsizliğe neden oluyordu.

Ülkenin verimliliğine büyük katkısı olan teknolojik gelişmeler de, kalifiye işçiye olan talebi giderek azaltıyordu. Buna karşılık, ülkeye önceden görülmemiş sayılarda - 1880 ile 1910 yılları arasında 18 milyon - gelen ve çalışmaya hevesli yeni göçmenler yüzünden kalitesiz işçi birikimi sürekli yükseliyordu.

Massachusetts meclisi 1874’te, ilk kez, kadın ve çocuk fabrika işçilerinin günde ancak 10 saat çalışabileceklerini belirleyen bir yasa çıkarmadan önce, ülkede hemen hemen hiç iş mevzuatı yoktu. Gerçekten de, federal hükümet bu konuyla 1930’lara kadar ciddi olarak ilgilenmedi. O yıllara kadar bu konu eyaletlere ve yerel yetkililere bırakılmıştı ve onların da pek azı, zengin endüstricilere sundukları önemi işçilere de veriyorlardı.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında egemen olan ve çok büyük gönenç ve güç birikimi yaratan bırakınız-yapsınlar kapitalizmi, yargı organı tarafından destekleniyor ve sık sık, sisteme karşı çıkanlar aleyhinde kararlar veriliyordu. Bu yapılırken de sadece o günlerin başat felsefesi izleniyordu. Söylendiğine göre John D. Rockefeller şöyle demişti: “büyük çaplı bir işin büyümesi, en sağlam olanların yaşamda kalmasından başka bir şey değildir.” “Toplumsal Darwinizm” olarak bilinen bu yaklaşım, iş yaşamının düzenlenmesine yönelik her girişimin, türlerin doğal evrimini engellemekle eşdeğerli olacağını iddia eden pek çok yandaş kazanmıştı.

Buna karşın, sermaye kurbanlarına yöneltilen bu ilgisizliğin bedeli çok yüksekti. Milyonlarca kişinin yaşam ve çalışma koşulları çok kötüydü ve yaşam boyu yoksulluktan kurtulma umudu da çok azdı. Birleşik Devletler, 1900 yılına gelindiğinde bile, dünyanın endüstrileşmiş ülkelerinde görülen iş kazası sonucu ölümlerde en yüksek orana sahip bulunuyordu. Endüstri işçilerinin çoğunluğu hala günde 10 saat (çelik endüstrisinde 12 saat) çalışıyor ve rahat bir yaşam sağlamak için gereken asgari gelirin yüzde yirmisiyle kırkı arasında bir ücret elde edebiliyordu. 1870-1900 arasında sayıları iki kat artan çocukların durumu ise daha kötüydü.

İşçi guruplarını ulusal düzeyde örgütleme çabalarının ilk örneği, 1869’da Asil İşçi Şövalyeleri Örgütü’nün kurulmasıyla ortaya çıktı. Philadelphia’daki giysi işçileri tarafından kurulan, başlangıçta gizli çalışan ve ayin benzeri toplantılar düzenleyen bir dernek olan Şövalyeler, aralarında siyahların, kadınların ve çiftçilerin de bulunduğu tüm çalışanlara açıktı. Şövalyeler, yavaş yavaş büyüdü ve 1885’te yaptıkları bir grev sonunda büyük demiryolu sahibi Jay Gould’a geri adım attırdı. Bir yıl içinde 500.000 işçiyi üyeleri arasına kattı.

İşçi Şövalyeleri, buna karşın, kısa sürede eridi ve işçi hareketindeki yerini yavaş yavaş Amerikan İşçi Federasyonu (American Federation of Labor - AFL) doldurdu. Eski bir püro işçileri sendikası görevlisi olan Samuel Gompers’in yönetimindeki AFL, herkesi üyeliğe almak yerine kalifiye işçilere ağırlık verdi. Gompers’in amaçları “açık ve basit” ve politika dışıydı: ücretlerin arttırılması, çalışma saatlerinin azaltılması ve iş yeri koşullarının düzeltilmesi. Böylelikle, işçi hareketinin, daha önceki işçi liderlerinin beslediği sosyalist görüşlerden uzaklaşmasına yardımcı oldu.

Yine de, işçilerin amaçlarına erişmek ve sermaye çevrelerinin de bunları vermemek istemesi yüzünden, ülke tarihindeki en şiddetli işçi çatışmaları oldu. Bu çatışmalardan ilki, yüzde 10 bir ücret kesintisine karşılık demiryolu işçilerinin 1877’de ülke çapında gittikleri Büyük Demiryolu Grevi sırasında görüldü. Grevi kırma girişimleri, Maryland’ın Baltimore, Illinois’in Chicago, Pennsylvania’nin Pittsburgh, New York’un Buffalo ve California’nın San Francisco kentlerinde ayaklanmalara ve yaygın yıkımlara yol açtı. Grev, ancak birkaç yere federal birlikler gönderilmek zorunda kalınması üzerine sona erdi.

Haymarket Alanı olayı bundan dokuz yıl sonra, Chicago’daki McCormick Harvester Company şirketinde sürmekte olan grevin tartışıldığı bir topluluğa bomba atılması üzerine gelişti. Çıkan kargaşada dokuz kişi öldü, yaklaşık 60 kişi yaralandı.

Bunun ardından 1892’de, Pennsylvania’nın Homestead kantindeki Carnegies çelik fabrikalarında ayaklanmalar oldu. Birleşik Demir, Çelik ve Kalay İşçileri Sendikası’nın başlatmış olduğu grevi kırmak için şirket tarafından kiralanan Pinkerton firmasının 300 detektifi üzerine ateş edildi ve bunlardan 10’u öldürüldü. Bunun üzerine Ulusal Koruma Birlikleri göreve çağırıldı ve sendikalı olmayan işçiler çalıştırılarak grev kırıldı. Sendikalar, 1937’ye kadar fabrikaya alınmadılar.

İki yıl sonra, Chicago’nun hemen dışındaki Pullman Palaca Car Company şirketinde yapılan ücret indirimleri greve yol açtı ve Amerikan Demiryolu Sendikası’nın da desteği ile ülkedeki demiryolu ağının büyük bir kesimi işlemez hale geldi. Durum daha da kötüleşince, kendiside eski bir demiryolu şirketi avukatı olan ABD Adalet Bakanı Richard Olney, demiryollarını açık tutabilmek amacıyla 3.000’den fazla kişiye yetki verdi. Bunu, sendikaların trenlere müdahale etmesini önleyen bir federal mahkeme kararı izledi. Ayaklanma çıkınca Başkan Cleveland federal birlikler gönderdi ve grev yavaş yavaş kırıldı.

Grev eğilimli sendikalar arasında en şiddet yanlısı olanı Dünya Uluslararası İşçileri (International Workers of the World – IWW) idi. Batı’nın maden endüstrilerinde daha iyi çalışma koşulları sağlamak için uğrşan bir sendikalar birleşiminden oluşan IWW ya da yaygın tanımıyla “Wobblies”, 1903’te Colorado’daki maden çatışmaları ve çatışmaların görülmemiş derecede şiddet kullanılarak bastırılması üzerine özel bir ün kazandı. Açıkça sınıf savaşı çağrısı yapan Wobblies, 1912’de Massachusetts’in Lawrence kentindeki dokuma fabrikalarında zorlu bir grev çatışmasını başarıyla sonuçlandırınca, çok sayıda yandaş kazandı. Buna karşın, Birinci Dünya Savaşı sırasında işi bırakma çağrıları yapınca, 1917’de hükümetin büyük tepkisiyle karşılaştı ve hemen hemen ortadan yok oldu.

REFORM İÇGÜDÜSÜ


1900 yılı başkanlık seçimleri, Amerikan halkının McKinley hükümeti ve özellikle hükümetin dış siyaseti konusundaki kararını belirtmesine fırsat yarattı. Philadelphia’da toplanan Cumhuriyetçiler, İspanya ile yapılan savaşın kazanılmasını, ülkede gönencin yeniden sağlanmasını ve Açık Kapı politikası sayesinde yeni pazarlar elde etme çabasını coşkuyla karşıladılar. McKinley’in seçileceği, önceden bilinen bir gerçekti. Ancak Başkan zaferinin tadını çıkaracak kadar yaşamadı. Eylül 1901’de, New York’un Buffalo kentinde bir sergiyi gezerken bir suikastçı tarafından vuruldu. (İç Savaş’tan beri öldürülen üçüncü başkan oldu.)

McKinley’in başkan yardımcısı olan Theodore Rooselvelt başkanlığa geçti. Roosevelt’in başkanlığa gelmesi, Amerikan siyasal yaşamında hem iç hem de dış konular açısından yeni bir dönemle eşzamanlı oldu. Kıtanın nüfusu çoğalmıştı; sınır bölgesi yok oluyordu. Küçük ve başlangıç yıllarında çabalayan bir cumhuriyet, büyük bir dünya gücü konumuna gelmişti. Ülkenin siyasal temelleri, iç ve dış savaşın, gönenç ve bunalımın yarattığı değişikliklere dayanmıştı. Tarım ve endüstride çok büyük adımlar atılmıştı. Parasız devlet okullarında eğitim büyük ölçüde başarılmış ve özgür bir basının varlığı korunmuştu. Dinsel özgürlük ideali yerleşmişti. Bunlara karşın, büyük işletmelerin etkisi her zaman olduğundan daha fazla somutlaşmış olup yerel hükümetler ve belediye yönetimlerin çoğu kokuşmuş politikacıların eline geçmiş bulunuyordu.

XIX. yüzyılda yaşanan kapitalizm aşırılıklarına ve politikadaki kokuşmuşluğa karşı, “ilericilik” denilen bir reform hareketi ortaya çıktı ve yaklaşık olarak 1890’dan Amerika’nın Birinci Dünya Savaşı’na katıldığı 1917 yılına kadar Amerikan politika ve düşünce yaş¤¤¤¤¤ özel karakterini aşıladı. İlericiler, çalışmalarını, kentlerdeki politika patronlarının ve soyguncu iş adamlarının istismarlarına karşı demokratik bir savaş olarak gördüler. Amaçları, daha fazla demokrasi ve toplumsal adalet sağlanması, dürüst hükümetler kurulması, iş yaşamının daha etkin biçimde düzenlenmesi ve kamu hizmetlerine bağlılığın yeniden yerleşmesiydi. Genelde, hükümetin etki alanı genişletilirse, ABD kurumlarında ilerlemenin ve vatandaşlara daha fazla gönenç sağlanmasının güvence altına alınacağına inanıyorlardı. Anılan dönemin, politika, felsefe, bilim ya da edebiyat dallarındaki önemli kişilerinin hemen hemen tümü, kısmen de olsa, reform hareketine karışmış bulunuyorlardı.

Yazarların ve gazetecilerin, XVIII. yüzyılın kırsal cumhuriyetinden miras alınmış bulunan ve XX. yüzyılın kentsel devleti için yetersiz kalan uygulamaları ve ilkeleri şiddetle protesto ettikleri 1902-1908 yılları, en yoğun reform hareketinin görüldüğü dönem oldu. Ünlü yazar Mark Twain, yıllar önce 1873’te yazdığı Yaldızlı Çağ (The Gilded Age) adlı kitabında, Amerikan toplumunu yoğun bir biçimde eleştirmişti. Şimdi ise, günlük gazetelerde ve McClure’s ve Collier’s benzeri halkın beğendiği dergilerde, tröstler, büyük mali kurumlar, temiz olmayan besin maddeleri ve kokuşmuş demiryolu işletmeleri gibi konularda sert eleştiri makaleleri yayınlanmaya başladı. Anılan makaleleri yazan, Standard Oil Trust şirketine karşı savaş açmış olan Ida May Tarbell gibi gazetecilere “araştırmacı yazar” (muckraker) denilmekteydi.

Upton Sinclair, olay yaratan Balta Girmemiş Orman (The Jungle) adlı romanında, Chicago’daki et paketleme fabrikalarındaki sağlığa aykırı çalışma koşullarını ve sığır eti tröstünün ülkenin et stoku üzerindeki boğucu baskısını gözler önüne serdi. Theodore Dreiser, Maliyeci (The Financier) ve Dev (The Titan) adlı yapıtlarında, büyük işletmelerin çalışma yöntemlerini herkesin anlayabilmesini sağladı. Frank Norris’in Çukur’u (The Pit), gizli tertiplerin Chicago’daki tahıl piyasasını nasıl etkilediğini açıklayarak, tarım alanındaki protestoları cesaretlendirdi. Lincoln Steffens tarafından yazılan Kentlerin Utancı (The Shame of the Cities), politik kokuşmuşluğu açığa çıkardı. Bu “açığa çıkarma edebiyatı” halkın harekete geçmesinde yaşamsal bir rol oynadı.

Ödün vermeyen yazarların çarpıcı etkisi ve halkın giderek çoğalan tepkisi, siyasi liderleri pratik önlemler almaya zorladı. Pek çok eyalette, halkın yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirmek amacıyla yasalar çıkarıldı. Jane Addams gibi ünlü toplumsal eleştirmenlerin baskıları sonucunda, çocuk işçiliği yasaları güçlendirilip yenileri kabul edilerek, yaş sınırı yükseltildi, çalışma saatleri azaltıldı, gece çalışmaları sınırlandı, okula devam zorunluluğu getirildi.
 
ROOSEVELT’İN REFORMLARI

XX. yüzyılın başlarında, büyükçe kentlerin çoğunda ve eyaletlerin yarıdan fazlasında kamu görevlileri günde sekiz saat çalışmaya başlamışlardı. İşverenleri, çalışma sırasında oluşan yaralanmalardan sorumlu tutan işçi tazminat yasalarının yürürlüğe girmiş olması da aynı derecede önemliydi. Ayrıca, veraseti, gelirleri, emlaki ve şirketlerin kazançlarını vergiye bağlayan yeni gelir yasalarıyla, kamu harcamalarının en rahat ödeyebilecek kişilere yansıtılmasına çalışılmıştı.

Özellikle Başkan Theodore Roosevelt ve Kongre’deki, Wisconsin Senatörü Robert LaFollette gibi İlerici liderler, reformcuların ilgilendikleri pek çok sorunun ancak ülke genelinde ele alınarak çözülebileceğini açıkça anlamışlardı. Reform gerçekleştirmeyi şiddetle arzulayan ve halka “Adil Düzen” (Square Deal) dediği bir yaşam sunmaya kesin kararlı olan Roosevelt, antitröst yasaların uygulanmasında hükümete daha geniş denetleme yetkisi veren bir politika başlattı. Daha sonra, hükümet denetlemelerinin demiryollarına da uygulanmaya başlaması önemli düzenleme yasaları çıkarılmasına neden oldu. Bir başka yasa ile, yayınlanmış rayiçler yasal standard olarak kabul edildi ve taşıma ücreti indirimleri konusunda mal sahipleri de demiryolu şirketleri kadar sorumlu hale getirildiler.

Roosevelt’in çarpıcı kişiliği ve “tröst yıkıcı” faaliyetleri, sıradan vatandaşların ilgisini çekiyor ve uyguladığı ilerici önlemler partileri aşan bir biçimde kabul görüyordu. Ayrıca, ülkenin o günlerdeki parlak gönenci vatandaşların iktidardaki partiye tatminkar gözle bakmalarına neden oluyordu. Böylelikle, 1904 seçimlerini kazanması kesinleşmişti.

Seçimde elde ettiği büyük zaferden cesaret alan Roosevelt, reform konusuna daha büyük bir kararlılıkla eğildi. Yeniden seçilmesinin ardından Kongre’de yaptığı ilk konuşmada, daha sıkı demiryolu düzenlemeleri için çağrıda bulundu ve Kongre Haziran 1906’da Hepburn Yasası’nı kabul etti. Anılan yasa, Eyaletlerarası Tricaret Komisyonu’na taşıma ücreti rayiçlerini düzenlemede gerçek yetki tanıdı, komisyonun görev alanını genişletti ve demiryolu şirketlerini, gemicilik ve kömür şirketlerininkilerle kaynaşmış çıkarlarından vaz geçmeye zorladı.

Kongre’nin aldığı diğer önlemler sonucu, federal denetleme ilkesi daha yaygınlaştırıldı. 1906 tarihli Temiz Gıda Yasası, gıda maddelerinin ve ilaçların hazırlanması sırasında, “sağlığa zararlı ilaç ve kimyasal ya da koruyucu madde” kullanılmasını yasakladı. Bu uygulama, kısa bir süre sonra, eyaletler arasında et satan şirketlerin federal kurumlar tarafından denetlenmesini gerektiren bir yasa ile desteklendi.

Kongre aynı günlerde yeni bir Ticaret ve Çalışma Bakanlığı yaratmış ve Kabine’ye katmıştı. Bakanlığın büyük şirket birleşmelerini denetlemeye yetkili bir dairesi 1907’de, American Sugar Refining Company adlı şeker şirketinin hükümetten büyük miktarda gümrük vergisi kaçırdığını ortaya çıkardı. Bunu izleyen yasal işlemler sonunda, kaçırılmış olan verginin 4 milyon dolardan fazla bir kesimi tahsil edildi ve birkaç şirket yetkilisi de mahkum oldu. Indiana’daki Standard Oil Company şirketi de, Chicago and Alton Railroad demiryolu şirketinden indirimler sağlamak suçuyla yargılandı. 1.462 ayrı sözleşme için verilen 29.240.000 dolar tutarındaki para cezası o günlerin havasını yansıtmaktadır.

Roosevelt döneminin büyük başarıları arasında, ülkedeki doğal kaynakların korunması, ham maddelerin müsrif biçimde tüketilmesine son verilmesi, ihmal edilmiş geniş arazi parçalarının yeniden kullanıma kazandırılması da bulunmaktadır. Başkan, daha 1901 yılında kongrede yaptığı yıllık konuşma sırasında, geniş kapsamlı ve birleştirilmiş bir koruma, yeniden kazandırma ve sulama programı uygulanması çağrısında bulunmuştu. Roosevelt, selefleri tarafından koruma ve park alanı olarak ayırmış olan 18.800.000 hektarlık orman arazisini 59.200.000 hektara çıkardı ve orman yangınlarını önlemeye ve yanmış bölgeleri yeniden ağaçlandırmaya yönelik sistemli bir çaba başlattı.

TAFT VE WİLSON

Roosevelt 1908 seçim kampanyasının yaklaştığı günlerde, popülerliğinin doruğundaydı; fakat, bir başkanın iki dönemden fazla görev yapmayacağı yolundaki geleneği bozmak istemiyordu. Bu nedenle William Howard Taft’ı destekledi ve seçimi kazanan Taft da selefinin reform programlarını sürdürmeye gayret etti. Eski bir yargıç, Filipinler Valisi ve Panama Kanalı yöneticisi olan Taft, belirli başarılar elde etti. Tröstlere karşı yasal işlem uygulamalarını sürdürdü; Eyaletlerarası Ticaret Komisyonu’nu daha da güçlendirdi; bir posta tasarruf bankası ve paket postası servisi kurdu; kamu hizmetlerini yaygınlaştırdı; Anayasa’da iki değişiklik yapılmasını sağladı.

16. Değişiklik, federal gelir vergisi alınması için yetki verdi; 1913’te onaylanan 17. Değişiklik, senatörlerin eyalet yasama organları yerine doğrudan doğruya halk tarafından seçilmelerine izin verdi. Bunlara karşılık, Taft’ın korumacı bir gümrük tarifesini kabul etmesi, liberal bir anayasaya sahip olduğu gerekçesiyle Arizona’yı Birlik’e kabul etmemesi ve partisinin muhafazakar kanadına giderek daha fazla bağımlı olması liberal çevreleri çileden çıkardı.

1910’a gelindiğinde Taft’ın partisi bölünmüş durumdaydı ve Demokratlar büyük bir oy çokluğuyla Kongre’de kontrolü yeniden ele geçirdiler. İki yıl sonra, New Jersey’in Demokrat ilerici valisi Woodrow Wilson, Cumhuriyetçilerin adayı olan Taft’a ve Cumhuriyetçi Parti kongresinde adaylığı reddedilince İlericiler adında yeni bir parti kurmuş bulunan Roosevelt’e karşı bir seçim kampanyası yürüttü.

Wilson, hareketli bir kampanya sonunda iki rakibini de yenilgiye uğrattı. Yeni Kongre, onun önderliğinde, Amerikan tarihindeki en çarpıcı yasama dönemlerinden birini yaşadı. İlk yaptığı iş gümrük tarifelerini değiştirmek oldu. Wilson, “Gümrük tarifeleri değiştirilmelidir. Ayrıcalığı andıran en küçük işlemi bile iptal etmeliyiz” diyordu. 3 Ekim 1913’te imzalanan Underwood Gümrük Tarifesi ile, ithal edilen ham maddelerden, gıda maddelerinden, pamuklu ve yünlü mamullerden, demir ve çelikten alınan gümrük vergileri büyük ölçüde azaltılıyor, yüzden fazla kalemden alınan vergi de kaldırılıyordu. Yasa, pek çok korumacı yönleri olmakla birlikte, hayat pahalılığını düşürme yolunda yapılmış gerçek bir teşebbüs oluşturuyordu.

Demokratların programındaki ikinci madde ise, esnek olmayan bankacılık ve para sisteminde çoktandır yapılması gereken, kapsamlı bir yeniden düzenlemenin gerçekleştirilmesiydi. Wilson, “Denetim özel değil kamusal olmalıdır ve hükümetin kendisine bırakılmalıdır; bankalar, böylelikle, iş çevrelerinin ve bireysel işletme ve teşebbüslerin patronu değil aleti olurlar” diyordu.

23 Aralık 1913 tarihli Federal Rezerv Yasası, Wilson’un en kalıcı yasama başarılarından birini oluşturdu. Yasa uyarınca, mevcut bankacılık sisteminde, ülkeyi 12 bölgeye ayıran, her bölgede bir Federal Rezerv Bankası (Merkez Bankası) oluşturan ve bunların hepsini Federal Rezerv Kurulu’na bağlayan yeni bir örgütlenmeye gidildi. Anılan bankalar, sisteme katılan bankaların ellerindeki nakitleri yatıracakları birer kuruluş olarak görev yapacaklardı. ABD Hükümeti, Federal Rezerv Yasası yürürlüğe girinceye kadar, para arzının denetimini, büyük ölçüde federal düzenleme altında bulunmayan özel bankalara bırakıyordu. Resmi değişim aracı altın olmakla birlikte, pek çok borçlanma ve ödeme işlemlerinde, altın karşılığı bulunduğu güvencesine bağlı banknotlar kullanılıyordu. Bu yöntemin aksayan yanı, bankaların ellerindeki nakit miktarını aşan işlemler yapma eğiliminde olmaları ve bu nedenle de, mevduat sahibi huzursuz müşterilerin banknotlarını paraya çevirmeye çalışmaları yüzünden zaman zaman panik yaşanmasıydı. Yasanın kabulü üzerine, para arzına daha büyük bir esneklik getirildi ve Federal Rezerv Bankası’nın, iş çevrelerinin taleplerini karşılamak için kağıt parası çıkarması sağlandı.

Bundan sonraki önemli konu, tröstlerin denetlenmesi ve şirketlerin yasaya aykırı davranışlarının araştırılmasıydı. Kongre, büyük iş çevrelerinin eyaletlerarası ticarette “haksız rekabet uygulamaları”na yönelmelerini yasaklayacak emirler yayınlama yetkisi bulunan bir Federal Ticaret Komisyonu kurdu. Clayton Antitröst Yasası olarak bilinen ikinci bir yasa, o güne kadar kesin suçlamalardan kaçabilmiş, iç içe girmiş bir yönetim kurulması, alıcılar arasında fiyat ayırımı yapılması, işçiler aleyhinde mahkeme kararları çıkartılması ve bir anonim şirketin birbirine benzeyen işletmelerde hisse senedi sahibi olması gibi uygulamaları yasaklıyordu.

Çiftçiler ve diğer işçiler de unutulmamışlardı. Bir federal borç verme yasası çıkarılarak çiftçilerin düşük faizle kredi almaları sağlandı. 1915 yılında yürürlüğe giren Denizciler Yasası gemilerdeki yaşama ve çalışma koşullarını iyileştirdi. 1916 tarihli Federal İşçi Tazminatları Yasası ile iş kazası sonucu çalışamaz duruma gelen kamu görevlilerine tazminat verilmesine yol açıldı . Aynı yıl çıkarılan Adamson Yasası demiryolu çalışanlarının günde sekiz saat iş görmelerini sağladı.

Wilson’un başarılı sicili ona ülkenin en önde gelen siyasal reformcularından biri olarak Amerikan tarihinde önemli bir yer kazandırdı. Yine de, ülkesini savaşta zafere taşıyan, ancak, savaşı izleyen barış konusunda halkının desteğini sağlayamayan bir başkan olarak tanınması, ülke içindeki ününü kısa bir zaman sonra gölgede bıraktı.

SIDEBAR:

ULUSLARDAN OLUŞAN BİR ULUS


Hiçbir ülkenin tarihi Birleşik Devletler’inki kadar göçe yakından bağlı olmamıştır. Sadece XX. yüzyılın ilk 15 yılında bile, çoğunluğu New York limanındaki Ellis Adası’nda 1892’de kurulan federal göçmen merkezinden geçen 13 milyonu aşkın göçmen gelmiştir. Günümüzde kapalı olmakla birlikte Ellis Adası, orada Amerika’nın eşiğine adımını atmış bulunan milyonlara bir anıt olarak, 1992’de yeniden açılmıştır.

1790’da yapılan ilk nüfus sayımına göre ülkede 3.929.214 Amerikalı yaşamaktaydı. İlk 13 eyaletteki nüfusun yaklaşık yarısı İngiliz kökenliydi; kalanları ise İskoçyalı-İrlandalılar, Almanlar, Hollandalılar, Fransızlar, İsveçliler, Galliler ve Finliler oluşturuyordu. Bu beyaz Amerikalıların çoğunluğu Protestan’dı. Nüfusun beşte biri ise Afrikalı kölelerdi.

Amerikalılar, ilk günlerden başlayarak, göçmenlere ucuz bir işçi kaynağı gözüyle baktılar. Bunun sonucu olarak 1920 yılına kadar, Birleşik Devletler’e göçmen alımına pek az resmi sınırlama getirildi. Buna karşın, göçmen sayısı her geçen gün çoğaldıkça, bazı Amerikalılar kültürlerinin tehdit altında olduğu korkusuna kapıldılar.

Kurucu Atalar, özellikle de Thomas Jefferson, Birleşik Devletler’in dünyanın her köşesinden gelecek olanlara kapısını açıp açmaması gerektiği konusunda kararsızlardı. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yazarı olan Jefferson, krallara tapan ya da onların yerine çete yönetimleri getirmiş bulunan ülkelerden gelen kişilerin elinde demokrasinin güvencede olup olamayacağına kuşkuyla bakıyordu. Buna karşın, umutsuzca işçi bekleyen bir ülkenin kapılarını yeni gelenlere kapamasını da pek az kişi destekliyordu.

Savaşlar Atlas Okyanusu’nda yolculuğu aksattığı ve askerlik çağındaki gençlere gereksinimi olan Avrupa hükümetleri göçleri kısıtladığı için, XVIII. yüzyılın son ve XIX. yüzyılın ilk yıllarında göç hareketi yavaşladı. Tıbbın ilerlemesi ve sağlık koşullarının düzelmesi sayesinde 1750’den sonra Avrupa’daki ölüm oranları azaldı. Ekimde ürün rotasyonuna gidilmesi ve sistemli kimyasal gübre kullanımının olağanlaşması sonucunda gıda stokları çoğaldı. Buna karşın, aynı arazi parçası üzerinde yaşayan insan sayısı arttıkça çiftlik alanları ancak geçinilebilecek kadar küçüldü. Buna ek olarak, atölye endüstrileri de üretimde makine kullanımını sağlayan Endüstri Reformu’nun kurbanı oluyorlardı. Fabrikalarda çalışmak istemeyen ya da iş bulamayan binlerce zanaatkar açıkta kalıyordu.

1840’ların ortalarında, İrlanda’daki patates bitkilerine bir hastalık dadanması ve Almanya’da sürekli devrimler olması yüzünden binlerce yeni göçmen Amerika yollarına düştü. Aynı yıllarda, çoğu yoksul Güneydoğu Çin’den gelen az sayıda göçmen de Amerika’nın Batı Kıyılarına yerleşmeye başladı.

Birleşik Devletler 1890’dan, Kongre’nin çok sıkı kısıtlamalar getirdiği 1921 yılına kadar, yaklaşık 19 milyon göçmen kabul etti. Bu göçmenlerin çoğunluğu, İtalya, Rusya, Polonya, Yunanistan ve Balkanlar’dan geliyordu. Avrupalı olmayan kişiler de, Japonya’dan doğuya, Kanada’dan güneye ve Meksika’dan kuzeye göç ettiler.

Buna karşın, 1920’lerin başlarında, iyi ücret peşinde koşan işgücü örgütleri ile ırksal ya da dinsel açılardan kısıtlı bir göç çağrısında bulunan Ku Klux Klan ve Göçü Kısıtlama Derneği benzeri guruplar arasında bir ittifak oluştu. 1924’te kabul edilen Johnson-Reed Göç Yasası, kaynak ülke kontenjanları düzenleyerek yeni göçmen dalgalarını kalıcı biçimde kısıtladı.

1930’ların Büyük Bunalım’ı da göçleri büyük ölçüde daha çok yavaşlattı. Halkın genellikle göçe ve hatta baskı altındaki Avrupalı azınlıkların gelmesine karşı olan tutumu yüzünden, 1933’te Hitler iktidarı ele geçirdikten sonra bile çok az sayıda sığınmacı Amerika’da barınak bulabildi.

Birleşik Devletler, ülke temeline dayalı kontenjanlara bağlı kalmayı savaş sonrası yıllarda da sürdürdü. 1952 yılında çıkarılan McCarran-Walter Yasası’nı destekleyenler, kontenjanlar gevşetilirse Birleşik Devletler’in Doğu Avrupa kökenli Marksist bozguncuların istilasına uğrayacağını savundular.

Kongre 1965’te, ülke kontenjanları yerine yarıküre kontenjanları getirdi. ABD vatandaşlarının akrabalarına ve Birleşik Devletler’de gereksinim duyulan iş becerilerine sahip göçmenlere öncelik tanındı. 1978’de yarıküre kontenjanları yerine dünya genelinde 290.000 kişilik bir üst sınır konuldu ve 1980’de kabul edilen Sığınmacı Yasası ile bu sınır 270.000’e indirildi.

Birleşik Devletler, 1970’lerin ortalarından başlayarak yeni bir göç dalgasıyla karşılaştı ve özellikle Asya ve Latin Amerika’dan gelen göçmenler ülkenin her yanındaki toplumların yapısını değiştirdiler. Son tahminlere göre, Birleşik Devletler’e yılda yaklaşık 600.000 yasal göçmen gelmektedir.

Buna karşın, sığınmacı kontenjanlarının gereksinimin çok altında kalması yüzünden, yasa dışı göç büyük bir sorun olarak kalmıştır. Meksikalılar ve diğer Latin Amerikalılar iş aramak, daha yüksek ücret elde etmek ve ailelerine daha iyi eğitim ve sağlık koşulları sağlamak amacıyla her gün ABD’nin güney sınırlarını geçmektedir. Aynı şekilde, İrlanda ile Çin ve diğer Asya ülkelerinden de önemli sayıda yasa dışı göçmen gelmektedir. Tahminler değişmekle birlikte, bazılarına göre Birleşik Devletler’e her yıl gelen yasa dışı göçmen sayısı da 600.000 dolayındadır.

Eski bir göçmen deyişine göre, “Amerika çağırır, ama, Amerikalılar kovar.” Yeni göç dalgası Amerika’nın ekonomik, siyasal ve kültürel temellerine yayıldıkça, göç konusundaki tartışmalar da sertleşmektedir. Yine de pek çok Amerikalı’nın aklında yer etmiş olan inanca göre, “altın kapı”nın önünde meşalesini havaya kaldırarak duran Özgürlük Anıtı, Birleşik Devletler için gerçekten, “özgürce soluk almak için can atanları” karşılayan bir simge oluşturmaktadır. Bu inanç ve bir zamanlar atalarının da göçmen olduğu bilinci, Birleşik Devletler’i uluslardan oluşan bir ulus yapmıştır.
 
SAVAŞ, GÖNENÇ VE ÇÖKÜNTÜ

“Amerikan halkının temel uğraşı ticarettir.”

Başkan Calvin Coolidge – 1925

SAVAŞ VE TARAFSIZLIK HAKLARI

1914 yılıda Avrupa’da patlayan savaş Amerikan halkında bir şok etkisi yarattı. Çatışma önceleri çok uzaktaymış gibi göründüyse de, ekonomik ve siyasal etkileri kısa zamanda ve derinden hissedildi. Hafif bir çöküntü geçirmekte olan ABD endüstrisi, Batılı Müttefiklerin mühimmat siparişleri sayesinde 1915’te yeniden gelişmeye başladı. Savaştaki her iki taraf ta, üçte biri yabancı bir ülkede doğmuş olan ya da yabancı ülke doğumlu bir ya da iki ebeveyni bulunan Amerikalıların duygularını uyandırmak için propagandaya baş vuruyordu. Ayrıca, hem İngiltere’nin hem de Almanya’nın açık denizlerde ABD gemilerine karşı hareket etmeleri Başkan Woodrow Wilson’un sert protestolarına yol açıyordu. Birleşik Devletler ile Almanya arasındaki anlaşmazlıklarsa giderek tehlikeli bir duruma giriyordu.

Alman askeri liderleri Şubat 1915’te, İngiliz Adaları çevresindeki sulara giren tüm ticaret gemilerine saldıracaklarını açıkladılar. Başkan Wilson, Birleşik Devletler’in, tarafsız bir ülke olarak açık denizlerdeki geleneksel ticaret hakkından vaz geçmeyeceği uyarısında bulunduysa da tarafsızlık hakları görüşü ve Almanya ne de İngiltere tarafından paylaşılıyordu. Wilson, ülkesinin, Amerikan gemilerinin ya da gemicilerinin yitirilmesinden doğrudan doğruya Almanya’yı “sorumlu” tutacağını açıkladı. Açıklamadan kısa bir süre sonra, 1915 ilk baharında, İngiliz transatlantiği Lusitania, aralarında 128 Amerikalı’nın bulunduğu yaklaşık 1.200 yolcusuyla birlikte batırıldı ve olayın yarattığı öfke en üst düzeye erişti.

Birleşik Devletler’in savaş ilan etmesi olasılığından kaçınmayı arzulayan Almanya, denizaltı gemisi komutanlarına bir emir göndererek, okyanusta karşılaştıkları gemiler düşman bayrağı taşısalar bile üzerlerine ateş açmadan önce uyarılmaları gerektiğini bildirdi; fakat, bu emir 19 Ağustos günü hiçe sayıldı ve İngiliz gemisi Arabic uyarı yapılmadan batırıldı. Almanlar Mart 1916’da Fransız gemisi Sussex’i torpillediler ve gemide birkaç Amerikalı yaralandı. Başkan Wilson bir ultimatom yayınlayarak, Almanya denizaltı savaşı uygulamalarını durdurmazsa, Birleşik Devletler’in ilişileri keseceğini bildirdi. Almanya bunu kabul etti.

Bunun sonucu olarak, bir parça da partisinin “bizi savaşa sokmadı” sloganının etkisiyle, Wilson o yıl ikinci kez seçilmeyi başardı. Ocak 1917’de Santo’da yaptığı bir konuşmada, “zafersiz bir barış” çağrısında bulundu ve bunun tek kalıcı barış türü olacağını söyledi.

BİRLEŞİK DEVLETLER BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA GİRİYOR

22 Ocak 1917’de bir açıklama yapan Alman hükümeti, sınırsız denizaltı savaşına yeniden başlanacağını bildirdi. Nisan ayına kadar beş ABD gemisinin batırılması üzerine Wilson Kongre’nin savaş ilan etmesini istedi. Hükümet bunun hemen ardından, asker, endüstri, işçi ve tarım kaynaklarını seferber etmeye başladı. Ekim 1918’e gelindiğinde, Müttefik zaferinin hemen öncesinde, Fransa’ya 1.750.000’den fazla askerden oluşan bir ABD ordusu gönderilmiş bulunuyordu.

ABD donanmasının denizaltı ablukasını kırma yolunda İngiltere’ye yaptığı yaşamsal yardımın yanı sıra 1918 yazında, uzun süredir beklenmekte olan Alman saldırısı başlayınca, General John J. Pershing komutasındaki Amerikan birlikleri karada da sonucu etkileyen başarılar kazandılar. Sözgelimi, Amerikan güçleri Kasım ayında, Almanların övünç kaynağı Hindenburg Hattı’nın aşıldığı Meuse-Argonne saldırısı sırasında önemli bir görev yüklendiler.

Başkan Wilson, Müttefikler’in savaş amaçlarını saptayarak ve savaşın Alman halkına değil onların despot hükümetlerine karşı yapıldığı konusunda ısrar ederek, savaşın kısa sürede sonuçlanmasına büyük bir katkıda bulundu. Ocak 1918’de, adil bir barışın temeli olarak Senato’ya sunduğu ünlü 14 Nokta, gizli uluslararası anlaşmaların terk edilmesi, açık denizlerde dolaşım özgürlüğünün güvence altına alınması, uluslararası ticaretteki gümrük tarifesi engellerinin kaldırılması, ulusal silahlanma düzeyinin düşürülmesi ve sömürgeci devletlerin taleplerinin, etkilenen sömürge halkının çıkarları gözetilerek düzenlenmesi çağrısında bulunuyordu. Diğer bazı noktalarla da, özyönetimin ve Avrupa uluslarının ekonomik kalkınmasının engellenmeden gerçekleştirilmesi sağlanmaya çalışılıyordu. 14. Nokta, Wilson’un barış kemerinin temel taşını oluşturuyordu: “büyük-küçük her devletin siyasal bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü karşılıklı güvence altına alabilecek” bir uluslar örgütünün kurulması.

1918 yaz aylarında, Alman orduları geriletilmeye başlayınca, Alman Hükümeti, 14 Nokta temel alınarak görüşmeler yapılması için Wilson’dan ricada bulundu. Başkan Müttefikler’le görüştü; onlar da Almanya’nın önerisini kabul ettiler. 11 Kasımda bir bırakışma (mütareke) imzalandı.

MİLLETLER CEMİYETİ

Wilson, sonuçta imzalanacak antlaşmanın görüşmeler sonucu erişilmiş bir barış özelliği taşıyacağını umuyor; fakat, savaşın derinleştirdiği duygular yüzünden Müttefikler’in aşırı taleplerde bulunacaklarından korkuyordu. Bu konuda haklı çıktı. Ulusların kendi geleceklerini kendilerinin saptamaları kavramının yaşama geçirilmesinin olanak dışı olduğu ortaya çıktı. Barış yolunda en büyük umudunu oluşturan Milletler Cemiyeti’nin, Müttefikler’le uzlaşmaya varmazsa geçekleşemeyeceğine inanan Wilson, Paris’teki barış görüşmeleri sırasında gerek ulusların kendi geleceklerini kendilerinin saptamaları kavramı ve gerekse açık diplomasi konusu ve belirli diğer noktalar üzerinde ödün verdi. Buna karşın, Fransa Başbakanı Clemenceau’nun tüm Rhineland bölgesinin Almanya’dan ayrılması taleplerine karşı direndi, Saar Havzası’nın Fransa’ya katılmasını önledi ve tüm savaş bedelinin Almanya’ya ödetilmesi önerisini boşa çıkardı; fakat, Versailles Barış Antlaşması Almanya’ya büyük bir savaş tazminatı yükü getirdi.

Sonuçta, Wilson’un cömert ve kalıcı bir barışa yönelik önerilerinden, Milletler Cemiyeti dışında, pek bir şey kalmadı ve Başkan son olarak, kendi ülkesinin Milletler Cemiyeti üyeliğine sırt çevirmesine de katlanmak zorunda kaldı. Wilson, bir bakıma durumu iyi değerlendirememesi sonucu, siyasal bir yanlışlık yaptı ve muhalefetteki Cumhuriyetçi Parti’nin ileri gelenlerinden birini Paris’e götürdüğü Barış Heyetine katmadı. Geri döndüğünde de, Amerika’nın Milletler Cemiyeti’ne girmesi çağrısı yaptığı sırada, Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Senato’nun onayını sağlayabilmek için en ufak bir ödün bile vermeyi reddetti.

Wilson Washington’da başarısız olunca, davasını halka anlatmak için ülke çapında bir geziye çıktı. 25 Eylül 1919’da Colorado’nun Pueblo kentindeyken, barışa erişme çabalarının yıpratıcı etkisi ve savaş dönemi başkanlığının yarattığı büyük baskı yüzünden ağır bir felç geçirdi ve bir daha tümüyle iyileşemedi. Senato Mart 1920’de hem Versailles Antlaşmasını hem de Milletler Cemiyeti Anlaşmasını reddetti. Bu yüzden, ne Birleşik Devletler’in ne de Rusya’nın katıldığı Milletler Cemiyeti zayıf bir örgüt olarak kaldı.

Wilson’un savaş ve barışa ahlaki ve yasal bir temel oluşturulmasına ilişkin inancı ulusu da etkilemişti. Buna karşılık, olaylar onun iyimser yaklaşımına uygun olarak gelişmeyince, Wilson idealizmi yerini düş kırıklığına bıraktı ve ulus yalnızlığa çekildi.

SAVAŞ SONRASI HUZURSUZLUK

Savaştan barışa geçiş çok kişi için bir huzursuzluk kaynağı oldu. 1917 yılında Avrupa’da büyük bir hızla yayılmış olan grip salgını, 1918 ilkbaharında Birleşik Devletler’e de sıçradı. Bir yıl sonra, nasıl başladıysa yine öyle anlaşılmaz bir biçimde sona erdiğinde yarım milyondan çok Amerikalı ölmüştü.

Savaşın hemen ardından yaşanan hızlı ekonomik gelişmenin yarattığı büyük beklentiler, savaş sonrası ekonomisi olağan düzeyine geri dönünce, büyük bir hızla yok oldu. İşçiler de, hayat pahalılığının yükselmesi, uzun çalışma saatleri uygulanması ve yöneticilerin onların dertlerine kulak asmaması yüzünden huzursuz oluyorlardı. Sadece 1919’da dört milyondan fazla işçi greve gitti. Bunun yanı sıra, yaz ayları sırasında hem Kuzey’de hem de Güney’de ırkçı ayaklanmalar oldu. Buna karşın, ülkede en büyük tepki ve kaygı yaratan olay, iki yıl önce Birleşik Devletler sınırları dışında ortaya çıkmıştı: Rusya’daki 1917 Bolşevik Devrimi. Moralleri bozulan Amerikalılar, Rusya’da nasıl küçük bir hizip iktidara geldiyse, Birleşik Devletler’de de ufak bir gurubun aynı şekilde yönetimi ele geçirmesinden korkmaya başlamışlardı. Posta idaresi Nisan 1919’da, toplumun önde gelen kişilerine postalanmış 40 bomba ele geçirince bu korkular gerçeğe dönüştü.

Adalet Bakanı A.Mitchell Palmer, Bakanlık içinde yeni bir genel istihbarat dairesi kurdu ve dairenin başına J.Edgar Hoover’i getirdi. Hoover radikalliğiyle tanınmış kişiler hakkında bilgi toplamaya başladı ve çeşitli örgütlere yapılan baskınlar sonucu pek çok kişi sınır dışı edildi. Palmer’in yoğun uyarıları “Kızıl Korkusu” diye bilinen gelişmeyi körüklediyse de, tehditler hiçbir zaman gerçekleşmedi; 1920 yılına gelindiğinde, Amerikan halkı Birleşik Devletler’in anarşi tehlikesinden uzak olduğunu anlamıştı.

HAREKETLİ 1920’LER

1920 başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi aday Warren G.Harding’in büyük bir zafer kazanması, Wilson’un idealizminin ve uluslararası alanda sürdürdüğü politikanın genelde kabul görmediğine ilişkin son kanıt oldu. Gazeteci William Allen White’nin yazdığına göre, Amerikan halkı “sorunlardan bıkmış, ideallerden usanmış ve asil olmaktan sıkılmıştı.”

1920 seçimlerinin bir özelliği de, ülke genelinde kadınların ilk kez bir başkan adayı için oy kullanmış olmalarıydı. Kongre’nin 1919 yılında Anayasa’daki 19. Değişiklik’i eyaletlere sunması ve onaylanması sonucu, kadınların bir yıl sonra oy kullanmalarına yol açılmıştı.

1920’lerin hükümet politikası, en azından ülkenin kentsel alanlarındaki gönence uygun olarak aşırı muhafazakar bir çizgi izledi. Anılan politika, eğer hükümet özel işletmeleri desteklerse gönencin giderek nüfusun kalan kesimlerinin çoğuna da yayılacağı inancına dayanıyordu.

Buna uygun olarak, Cumhuriyetçilerin politikası, ABD endüstrisi için en elverişli koşulların yaratılmasına yönelmişti. 1922 ve 1930 yıllarında kabul edilen yeni yasalarla gümrük tarifeleri yükseltildi ve ABD imalatçılarının iç piyasada birbiri ardından tekeller yaratmaları güvence altına alındı. Bunlardan ikincisi olan 1930 tarihli Smoot-Hawley Yasası ile o kadar yüksek gümrük tarifeleri getirilmişti ki, 1.000’den fazla ekonomist Başkan Herbert Hoover’e baş vurup yasayı veto etmesi talebinde bulundu; yasanın çıkarılmasını izleyen gelişmeler, diğer ülkelerin ağır misillemelerde bulunacakları yolundaki tahminleri haklı çıkardı. Federal hükümet aynı yıllarda Maliye Bakanı Andrew Mellon’un, yüksek gelir vergilerinin zenginlerin yeni endüstri teşebbüslerine girmelerini engelleyeceği yolundaki inancını yansıtan bir vergi indirimleri politikası uygulamaya başladı. Bakan’ın, savaş yıllarında uygulanmış olan gelir vergilerinin, aşırı kar vergilerinin ve kurumlar vergilerinin ya tümüyle kaldırılması ya da büyük ölçüde azaltılmasına ilişkin önerilerine uyan Kongre, 1921-1929 arasında bir dizi yasa kabul etti.

Harding’in başkan yardımcılığını yapan, onun 1923’te ölümü üzerine başkanlığa getirilen, 1924’teki başkanlık seçimlerini kazanan ve asık suratlı bir Vermontlu olan Calvin Coolidge, “Amerikan halkının temel uğraşı ticarettir” demişti. Coolidge, Cumhuriyetçi Parti’nin muhafazakar ekonomik politikasını uyguladı; fakat, ölümünden önce görevdeki son aylarında yolsuzluk suçlamaları karşısında kalmış olan şanssız Harding’den çok daha iyi bir yöneticiydi.

Özel sektör 1920’ler boyunca, inşaat kredileri, karlı posta taşıma sözleşmeleri ve diğer dolaylı destek yardımları gibi önemli teşvikler gördü. Sözgelimi, savaş sırasında hükümet denetimi altına alınmış olan demiryollarının yönetimi, 1920 tarihli Taşımacılık Yasası ile şimdiden özel sektöre devredilmişti bile. 1917-1920 arasında büyük kesimi devlet malı olan Ticaret Filosu da özel işletmelere satıldı.

Buna karşılık, Cumhuriyetçilerin tarım politikası, 1920’lerin gönencinden en az payı alan çiftçiler tarafından gittikçe artan bir oranda eleştirilmekteydi. 1900-1920 döneminde, savaş yıllarında ABD tarımsal ürünleri karşısında oluşan eşi görülmemiş talep nedeniyle tarımda genel bir gönenç yaşanmış ve fiyatlar yükselmişti. Çiftçiler, verimsiz olduğu için uzun yıllardır boş bırakılmış bulunan ya da o güne değin ekilmemiş halde duran toprakları kullanmışlardı. ABD çiftliklerinin değeri yükseldikçe, çitçiler daha önce almaya hiç güçlerinin bulunmadığı mal ve makineleri edinmeye başladılar. Buna karşın, savaş dönemi talebinin 1920’nin sonunda birdenbire durması yüzünden, buğday ve mısır gibi temel tarımsal ürünler ticareti büyük bir düşüş gösterdi. Amerikan tarımındaki çöküntünün pek çok nedeni vardı; ancak, bunların başında dış pazarların yitirilmesi geliyordu. ABD çiftçileri, Birleşik Devletler’in kendi gümrük tarifeleri nedeniyle mal almadığı ülkelere kolaylıkla satış yapamıyorlardı. Dünya pazarının kapıları yavaş yavaş kapanıyordu. 1930’ların genel bunalımı, zaten zayıflamış olan tarımı kolaylıkla çökertti.

GÖÇE İLİŞKİN GERİLİMLER

1920’lerde yabancı göçüne getirilen sınırlamalar ABD politikasında önemli bir değişiklik oluşturdu. Göç, XIX. yüzyıl sonlarında büyük ölçüde artmış ve XX. yüzyılın başlarında en yüksek düzeyine erişmişti. Sözgelimi, Birleşik Devletler’e 1900-1915 arasında, pek çoğu Güney ve Doğu Avrupalı 13 milyon göçmen geldi. Bahis konusu göçmenler arasında çok sayıda Yahudi ya da Katolik bulunması, çoğunluğu Anglosakson ve Protestan olan daha eski Amerikalıları korkutuyordu. Bunlardan bazıları, düşük ücretli işlerde çalışmaya razı olan yeni gelenlere karşı çıkıyorlar, bazıları da, Eski Dünya’daki geleneklerini sürdürmeleri, çok kez kentlerde kapalı etnik guruplar halinde yaşamaları ve genel Amerikan kültürüne uymak istemiyormuş gibi görünmeleri yüzünden yeni göçmenlerden hoşlanmıyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyüyen göç dalgası sonucu, Ku Klux Klan benzeri, yerli halkın üstünlüğü hareketleri yoğunlaştı. “Yüzde yüz Amerikalılık” çağrısında bulunan, yeniden örgütlenmiş bir Ku Klux Klan gelişti. Yeni Klan, Yeniden Yapılanma dönemindekinin aksine, yalnız ülkede doğmuş olan Protestanları üyeliğe kabul ediyor, Afrikalı Amerikalılar kadar, Katoliklere, Yahudilere ve göçmenlere de karşı çıkıyordu. Düşmanlarının tanımını yeniden düzenleyen Klan, görüşlerini Kuzey’e ve Ortabatı’ya da yaydı ve bir süre için üye sayısı çok kabardı.

Göç karşıtı duygular bir dizi yasal önlem alınmasına yol açtı ve 1924’te Göçmen Kontenjanı Yasası ile 1929’te de bir başka yasa kabul edildi. Bu yasalar uyarınca, 1920 yılına kadar Birleşik Devletler’de yerleşmiş bulunan yurttaşlarının sayısına bağlı olarak saptanan ülke kontenjanları çerçevesinde, her yıl alınacak göçmen sayısı 150.000 kişiyle sınırlandı. Bu sınırlamaların bir sonucu olarak, yerli halkın üstünlüğü örgütlerinin çekiciliği azaldı; 1930’lardaki Büyük Bunalım da göçte büyük bir düşüşe yol açtı.

KÜLTÜRLER ÇATIŞMASI

Bazı Amerikalılar, giderek gelişen bir kentsel ve laik toplum ile eski kırsal gelenekler çatıştıkça, dikkatlerini aile ve din üzerine yoğunlaştırarak, 1920’lerdeki çağdaş yaşamın özellikleri karşısındaki hoşnutsuzluklarını gösterdiler. Sözgelimi, profesyonel bir beyzbol oyuncusuyken Muhafazakar Protestanlığa dönen Billy Sunday gibi kökten dinci rahipler, daha basit bir geçmişe dönüşün özlemini çekenlerin sözcüsü oldular.

İncilin yorumu ile biyolojik evrim konusundaki Darwin’ci bilimin karşı karşıya gelmesiyle, bu özlem belki de en çarpıcı biçimde gözler önüne serildi. 1920’lerde Ortabatı ve Güney eyaletlerinin yasama organlarına, evrim kuramının öğretilmesini yasaklayan yasa taslakları sunulmaya başladı. Bu atılımın başında ise, beklenmedik bir biçimde, yaşlı William Jenning Bryan bulunuyor ve evrimin “ruhsal yeniden doğuşa olan gereksinimi ya da onun oluşması olasılığını reddettiğini” söyleyerek, daha önceki radikal ekonomik önerileriyle evrim karşıtı aşırıcılığını büyük bir beceriyle bağdaştırıyordu.

Amerikan İnsan Hakları Birliği’nin ülkedeki ilk evrim karşıtı yasaya meydan okuması üzerine, anılan sorun 1925 yılında Tenessee’de doruğa erişti. John Scopes adında genç bir öğretmen, biyoloji dersinde evrimi anlattığı için yargılandı. Halkın yoğun ilgisini çeken dava sırasında, eyaleti temsil eden Bryan, savunma avukatı Clarance Darrow tarafından acımasızca sorgulandı. Scopes mahkum edildi, ancak şekle ilişkin bir ayrıntıya dayanılarak salıverildi ve Bryan da duruşmalar sona erdikten birkaç gün sonra öldü.

Kültürler arasındaki temel çatışmalardan bir diğeri ise, ulusal açıdan çok daha büyük sonuçlar doğuran İçki Yasağı’ydı. Yaklaşık yüzyıl süren kışkırtmalardan sonra, alkollü içkilerin üretim, satış ve taşınmasını yasaklayan 18. Anayasa Değişikliği 1919’da kabul edildi. Amerikan yaşamından meyhaneyi ve sarhoşu silmek niyetiyle yaratılan İçki Yasağı, yasadışı içki içilen (speakeasy) binlerce işyeri ortaya çıkmasına neden oldu ve giderek daha karlı duruma gelen yeni bir suç türü, yani içki kaçakçılığını (bootlegging) yarattı. Zaman zaman “asil deneme” olarak tanımlanan İçki Yasağı 1933’te kaldırıldı.

Kökten dinci akımın yeniden canlanması ve İçki Yasağı gibi çok farklı kavramları birleştiren ortak nokta, o günlerde ortaya çıkan ve Caz Çağı, aşırılıklar dönemi, Kükreyen 1920’ler gibi çeşitli adlar verilen toplumsal ve düşünsel devrime karşı gösterilen tepkilerdi. Amerikan gençlerinin özellikle üniversitelerde sergiledikleri davranış, terbiye ve moda değişiklikleri pek çok kişiyi şaşkına çeviriyordu. Amerikan yaşamındaki sahteciliği ve rüşvetçiliği çekinmeden kınayan bir yazar ve eleştirmen olan H.L.Mecken çok sayıda düşünür arasında bir kahraman düzeyine yükseldi. Yazar F.Scott Fitzgerald da, Büyük Gatsby (The Great Gatsby) gibi kısa romanlarında, o yılların enerjisini, karmaşasını ve düş kırıklığını yansıttı.

Fitzgerald, Birinci Dünya Savaşı’nda dökülen kanlar karşısında şok geçiren, Birleşik Devletler’deki maddecilik ve ruhsal boşluk olarak algıladıkları gelişmelerden tatminsizlik duyan ve “Kayıp Kuşak” adı verilen küçük fakat etkili bir yazarlar ve düşünürler hareketinin bir parçasıydı. Aralarından pek çoğu, en ünlü üyeleri Ernest Hemingway’ın yaptığı gibi Avrupa’ya gittiler ve Paris’te bir göçmen (emigré) olarak yaşadılar.

Afrikalı Amerikalılar da bu ulusal kendi kendini sınama hareketi içinde yer aldılar. 1910-1930 arasında Güney’den Kuzey’e büyük bir göç dalgası oluştu ve 1915-1916’da en yüksek düzeyine çıktı. Pek çoğu, kırsal Güney’in aksine daha geniş çalışma olanakları ve bireysel özgürlükler sağlayan Detroit ve Chicago gibi kentsel alanlara yerleştiler. 1910’da, W.E.B.DuBois ve diğer bazı düşünürler, siyah Amerikalılar’ın seslerini yıllar geçtikçe daha güçlü bir biçimde ulusal düzeyde duyurmalarını sağlayacak olan, Renkli Halkın İlerlemesi Ulusal Derneği’ni (National Association for the Advancement of Colored People - NAACP) kurdular.

Aynı zamanda, “Harlem Rönesansı” adı verilen bir Afrikalı-Amerikalı edebiyat ve sanat hareketi doğdu. Aralarında Langston Hughes’in bulunduğu bu yazarlar da, Amerikan yaşamının gerçeklerini bile dile getirirlerken, “Kayıp Kuşak”ın yaptığı gibi, orta sınıf değerlerini ve alışılmış yazın türlerini reddettiler.

BÜYÜK BUNALIM

Ekim 1929’da menkul değerler borsası çöktü ve piyasadaki kağıtların yüzde kırkının değerini yok etti. Buna karşılık, politikacılar ve endüstri liderleri, borsa çöktükten sonra bile, ülke ekonomisinin geleceği hakkında iyimser beklentilerini açıklamayı sürdürdüler; fakat, Bunalım derinleşti, güven duygusu yok oldu ve çok kişi yaşam boyu biriktirdiklerini yitirdi. 1933’e gelindiğinde, New York Menkul Kıymetler Borsası’ndaki hisselerin değeri, 1929’da erişilen en yüksek noktanın beşte biri olan bir düzeyin de altına düşmüştü. Ticarethaneler çalışmalarına son verdi, fabrikalar kapılarını kapadı, bankalar iflas etti. Çiftlik gelirleri yaklaşık yüzde 50 azaldı. 1932 yılında hemen hemen her dört Amerikalı’dan biri işsiz kalmıştı.

Sorunun temelinde, ülkenin üretim kapasitesi ile halkın tüketim gücü arasındaki büyük boşluk yatıyordu. Savaş sırasında ve sonrasında üretim tekniklerinde geliştirilen büyük yenilikler endüstriyel üretimi ABD’deki çiftçilerin ve ücretlilerin satın alma gücünün çok ötesine taşımıştı. Zenginlerin ve orta sınıfın tasarrufları, sağlıklı yatırım olanaklarından daha çok arttığı için, bir tutku halinde borsa oyunlarına ya da taşınmaz mal alımına yönelmişti. Bu nedenle de, menkul kıymetler borsasının çöküşü, zayıf bir spakülasyon çatısını yerle bir eden patlamaların sadece birincisiydi.

1932 başkanlık seçimi kampanyası büyük ölçüde Büyük Bunalım’ın nedenleri ve çözüm yollarına ilişkin tartışmalarla geçti. Menkul kıymetler borsası çökmeden sadece sekiz ay önce Beyaz Saray’a girme bahtsızlığına uğrayan Herbert Hoover, endüstri çarklarını yeniden harekete geçirmek amacıyla yorulmadan ama bir etki de yaratamadan çalıştı. Bunalım’ın gelişmesi sırasında New York Valisi olarak ün kazanan Demokrat Partili rakibi Franklin D.Roosevelt, Bunalım’ı, Cumhuriyetçilerin 1920’lerde uyguladıkları politika yüzünden daha da kötüleşen ABD ekonomisindeki yanlışlıkların yarattığını iddia ediyordu. Başkan Hoover buna karşılık olarak, ekonominin temelde sağlıklı olduğunu, ama, nedenleri savaş yıllarına kadar uzanan dünya çapındaki bunalımın etkisiyle sarsıldığını söylüyordu. Bu iddianın ardında şu açık gerçek yatıyordu: Hoover geniş ölçüde doğal iyileşme süreçlerine bağlı kalmak zorundayken, Roosevelt federal hükümetin fonlarını cesur iyileştirme denemelerinde kullanmaya hazırdı.

Seçim, Hooever’in elde ettiği 15.700.000 oya karşılık 22.800.000 oy kazanan Roosevelt’in büyük zaferiyle sonuçlandı. Birleşik Devletler, yeni bir ekonomik ve siyasal değişim dönemine girmek üzereydi.
 
Fiziki Yapı

Amerika Birleşik Devletlerinin toprakları birbirinden farklı beş bölgeye ayrılır: Atlas Okyanusu kıyısındaki ovalar, Appalachian Dağları, içteki geniş düzlükler, batıdaki düzlükler, Pasifik Okyanusu kıyı sıradağları ve bunlarla deniz arasında kalan dar şerit.

Atlas Okyanusu kıyısındaki ovaların denizden yüksekliği oldukça fazladır. Güneye doğru gidildikçe genişleyen bu ovalar nüfus bakımından çok kalabalıktır.

Ovalar: İç ova, bölgenin tarıma elverişli ve tarımın yapıldığı en büyük bölgedir. Appalachian Yaylasından kayalık dağlara kadar uzanan bu bölgede dünyanın en büyük çiftlikleri bulunur. Yalnız eskiden buzlarla kaplı olan ovanın kuzeyi tarıma elverişli olmadığından pek tarım yapılmaz. Ovada Superior Gölü kıyısındaki Ozok yaylası, Güney Missouri deki ova, Hito yaylaları gibi yaylalara da rastlanır. Burada bütün suları kolları ile toplayan Mississippi Nehri bölgenin en büyük hayat kaynağıdır.

Yaylalar: Batıdaki düzlükler, yaylalar çok dağlıktır. Yükseklikler yer yer 4000 metreyi geçer. Bu dağlar Appalachian Dağlarından kopmuşlardır. Batı Okyanus kıyılarındaki kıyı dağlarına kadar uzanırlar. Dağların kuzeyinde kalan bölge ise, Amerika nın en kurak yeridir. Yer yer tam bir çöl görünümündedirler.

Dağlar: Pasifik Okyanusu sıra dağları Amerika nın batı kıyısı boyunca güneye doğru uzanır. Dağlar kıyıya sarp olarak inerler. Bu sebepten ovalar çok dardır. Nüfus buralarda fazladır. Doğudaki kıyı ovasından sonra en fazla nüfus bu bölgededir. Bölgedeki Sacramento ve San-Jook ın ırmaklarının akdığı vadiler, hem yerleşim hem de verim bakımından çok önemli yerlerdir.

Appalachian Dağları, zamanla pekçok değişikliğe uğramıştır. Yer yer yayla görünümündedirler. Büyük bir kısmı tarıma elverişli değildir. Şehirler daha ziyade kömür ve petrol olan bölgelerde toplanmıştır. Güneyde, Florida dan Meksika ya kadar uzanan, tarım bakımından çok zengin bir ova vardır.


İklim

ABD de çok değişik iklimler görülür. Doğu ve batı kıyılarındaki sıradağlar, okyanusların iç kısımların iklimine te sir etmesini önlediklerinden, bu kıyı şeritleri hariç bütün ülkede kara iklimi hakimdir.

Orta kısımlar çok yüksek olduğundan, mevsimler arasında pek fazla sıcaklık farkı yoktur. Appalachian Dağları mühim bir engel meydana getirmezler. Yaz mevsiminde orta bölgelere alçak basınç hakim olmasına rağmen, okyanustan gelen nemli hava Appalachianlar tarafından engellenmediği için orta bölgeler yaz mevsiminde bol bol yağış alırlar. Batı taraflarında yağış azalır.

Atlantik Okyanusuna kıyı olan şeridin güney kısmı nisbeten yağışlı ve ılıman olmasına rağmen, kuzeyi daha serin olup kışları pek şiddetli geçer.

Meksika körfezine bakan güney kısım açık ve düz olduğundan bu kısımlarda tropikal iklim hakimdir. Burada yazlar sıcak, kışlar ise ılımandır. Her mevsimde bol yağış görülür. Alaska kıyı şeridi, denizden etkilenen bir iklime sahib olmasına rağmen, iç kısımlarında çok şiddetli soğuklar görülür.


Tabii Kaynaklar

Su: Amerika nın gelişmesinde suyun çok büyük rolü olmuştur. Batıdaki çöllük bölgeler dışında, ülkenin her tarafında bol tatlı su vardır. Mississippi, Ohia, Hudson ve Colorado gibi büyük nehirler binlerce kilometrelik tarım alanı olan verimli vadileri sularlar. Daha ilk günlerde iyi işleyen bir tarım sisteminin kurulması, endüstrinin gelişmesi hep bol su kaynakları ile mümkün olmuştur.

Bugün şehirlerde günlük ihtiyaç için harcanan su, çiftçilerin tarlalarını sulamakta kullandıkları suyun % 63 ü, endüstride kullanılan tatlı suyun % 93 ü ve elektrik üretimi için kullanılan suyun hemen hemen hepsi Amerika nın nehir ve ırmaklarından sağlanır. İlk zamanlarda insan ve ticari eşya taşımacılığında önemli yeri olan nehirlerin bugün de yük taşımada önemli yeri vardır.

Ormanlar: ABD topraklarının yaklaşık üçte biri ormanlıktır. Bunun 240 milyon hektardan fazlası ticari nitelikte olup başta kereste, reçineler ve diğer ürünler ülkenin en büyük endüstri kaynaklarıdır. Orman ürünleri çok yaygın olarak kullanılır.

Birleşik Devletler ormanlarının yaklaşık 91 milyon hektarı, kanun gereğince, halkın faydalanması için milli orman olarak ayrılmıştır. Korunan bu ormanlar Amerikalılara geniş tatil alanları sağladığı gibi akar sular için gerekli su bölümü çizgisi ve yabani hayvanlar için de barınak olur.

Maden ve Mineraller: ABD kendi temel endüstrisi için gerekli metal ve mineral bakımından çok zengindir. Ülke kendi çelik fabrikaları için yılda 80 milyon tondan fazla demir üretir. Çelik, diğer 200.000 kadar ürünün yapımı için gereklidir. Demir cevherinin dörtte üçü, büyük göllerden Superior gölü bölgesinden çıkar. Her ne kadar derecesi yüksek cevherin büyük bir kısmı kullanılmış bulunuyorsa da daha yüzyıllarca yetecek kadar düşük demir cevheri vardır.

Amerika nın başlıca tabii kaynaklarından ikincisi kömürdür ve bol mikdarda bulunmaktadır. Yüzlerce yıl yetecek geniş rezervleri vardır. Kömürün büyük bir kısmı elektrik üretimi için kullanılır ve ülkenin elektrik enerjisinin yarısı bu şekilde elde edilir. Plastik ve diğer sentetik maddelerin imali yanında kimya endüstrisinde de çok mikdarda kömür kullanılır.

Birleşik Devletlerdeki petrol kuyularından yılda 3.200.000.000 varilden fazla petrol çıkarılır. Gaz ve benzin gibi petrol ürünlerinin üretimi, işlenmesi ve pazarlanması Amerika nın en büyük endüstrilerinden biridir.

Ülkede enerjinin %33'ten fazlasını, doğal olarak elde edilen veya kömürden çıkarılan havagazı sağlar. Doğal gaz, evleri ısıtmak ve endüstride kullanılmak üzere büyük borularla gaz alanından binlerce kilometre uzaklıktaki şehir ve kasabalara taşınır.

Amerika da büyük ölçüde çıkarılan öteki maden ve mineraller arasında çinko, bakır, gümüş ve sun i gübre üretiminde kullanılan fosfat vardır.


Nüfus ve Sosyal Hayat

Birleşik Devletlerde her on yılda bir geniş ölçüde nüfus ve endüstri sayımı yapılmaktadır. 1790 da ilk sayım yapıldığında bu genç devletin nüfusu 4 milyondan az olup, çoğu doğu kıyısında yaşıyordu. Bugün 250 milyondan fazla nüfusu vardır. Son 20 yıl içinde pekçok insan ülkenin batı ve güney bölgelerine göç etmiştir.

Şehirler: Büyük Okyanus kıyısındaki California nüfus bakımından en büyük eyalettir. Atlas Okyanusu kıyısındaki New York eyaleti ikinci gelmektedir. Diğer bir batı eyaleti olan Colorado'da ise, ülkenin gösterdiği artışın hemen hemen iki katı oranında bir nüfus artışı olmaktadır. Arizona nın nüfusu 1960 tan bu yana iki kat artarken, Nevada nın ki, aynı müddet içinde üç katına varmıştır. Bir güney eyaleti olan ve güzel iklimi ile tanınan Florida nın nüfusu 1960 tan bu yana takriben % 100 oranında artmıştır.

New York şehri Amerika nın en büyük şehri ve dünyanın en büyük limanıdır. 1988 nüfusu 7.346.350 idi. Aynı zamanda, banliyölerin nüfusu yaklaşık 2 milyondur.

California da Los Angeles 3.402.342 ( 1988) nüfusu ile ikinci büyük şehirdir. Chicago 2.994.100 nüfusu ile üçüncüdür. Yaklaşık 1.700.00 nüfuslu Philadelphia dördüncüdür. Philadelphia nın Amerika tarihinde önemli bir yeri vardır. Çünkü Bağımsızlık Beyannamesi ile Birleşik Devletler anayasası burada onaylanmıştır.

Ülkenin başkenti Washington yaklaşık 637.000 nüfusa sahiptir. Ülkenin başkenti olarak özel bir şekilde planlanıp inşa edilmiştir.

Eğitim: Bir asır evvelinde yüzde yirmi olan okuma-yazma bilmeyenlerin oranı, bugün % 1 dir. Okul ve üniversitelere kayıtlı öğrencilerin sayısı 60.000.000 kadardır. Fen ve matematik derslerine, yabancı dillere verilen önem artmakta ve öğrencilerin diğer milletlerle çeşitli kültürler hakkında bilgilerinin genişletilmesine çalışılmaktadır. Öğretimde televizyon ve filimlerden geniş ölçüde faydalanılır. Eyaletlerin bir çoğunda 7-16 yaş arası için eğitim parasız ve mecburidir.

Sosyal güvenlik: İşçi 65 yaşında emekli olduğunda, daha önceki kazançları ile ilgili bir orana göre kendisine emekli aylığı bağlanır. 62 ile 64 yaşları arasında emekli olanların aylıkları daha azdır.

Din: Kendi ibadethanesini ve dinini seçme ve kendi vicdanına göre ibadet hürriyeti her Amerikalının hakkıdır. Birleşik Devletler Anayasası nda yapılan ilk değişiklik şöyledir: Kongre, belirli bir dinin mecburi olması için veya ibadet hürriyetini yasaklayan bir yasa yapamaz. Her eyaletteki Amerikalılar aynı ibadet hürriyetine sahiptirler.

Bütün ülkede 219 mezhebe bağlı 331.000 yerel kilise grubu vardır. Dünyadaki bütün batıl inançların merkezi bu ülkedir. İslam, budist, Rus Ortodoks ve Yunan Ortodoks dahil, yeryüzündeki belli başlı dinlerin tamamı Birleşik Amerika da temsil edilmektedir. İslamiyet i kabul edenlerin sayısı günden güne artmaktadır.


Siyasi Hayat

Yönetim biçimi: Amerika Birleşik Devletleri 50 eyaletten meydana gelen bir federal birliktir. Ulusal hükumetin merkezi, District of Colombia'dır. Anayasa, ulusal hükumetin bünyesinin ana hatlarını tesbit eder. Yetkileri ile faaliyetlerini belirtir. Kendine has anayasa ve yetkilere sahib olan her eyalet de öteki işlerden sorumludur. Her eyalet; yönetim bakımından şehir, kasaba, nahiye ve köylere ayrılmıştır. Her eyaletin seçimle gelmiş kendi hükumetleri vardır.

Hükumet: Amerika da hükumet, halk hükumetidir , halk tarafından kurulur. Kongre üyleri, başkan, eyalet yetkilileri, kasaba ve şehirleri yönetenler, halk tarafından seçilirler. Hakimler de, doğrudan doğruya halk tarafından seçilir veya seçilmiş yetkililer tarafından tayin edilir. Kamu görevlileri, görevlerini iyi yapmadıkları veya kanunları ciddi bir şekilde ihlal ettiklerinde, görevden uzaklaştırılabilirler.

Anayasa, kişilerin hak ve hürriyetlerini teminat altına almaktadır. Ve bu hak ve hürriyetler, 1791 de Anayasa ya eklenen ve İnsan Hakları Beyannamesi adı verilen ilk on değişiklikte belirtilmektedir.

Anayasa, hükümetin yetkilerini üçe ayırmıştır: Başında Başkan olan yürütme, Senato ve Temsilciler meclisi olmak üzere Kongre nin her iki kanadını ihtiva eden yasama ve başta Yüksek Mahkeme olmak üzere yargı. Anayasa, her birinin yetkisini sınırlamakta ve birinin gereğinden fazla yetki sahibi olmasını engellemektedir.

Eyalet hükümetlerinde de, sistem, federal hükumet sisteminin hemen hemen aynıdır.

Her eyalette yürütme kuvvetinin başında bir vali vardır. Eyalet hükumetleri düzeni koruma, çocuk ve gençlerin eğitimi, yol inşaatı gibi işlere bakar. Federal hükumet, milli ve milletlerarası ve birden fazla eyaleti ilgilendiren meselelerle uğraşır. Vatandaşların günlük hayatını etkileyen kanunlar, şehir ve kasabalardaki polis teşkilatı tarafından uygulanır. FBI diye bilinen Federal Soruşturma Bürosu; eyalet sınırlarını geçen suçluları, federal kanunlara aykırı hareket edenleri araştırır ve takib eder.

Federal hükumet: ABD Başkanı, genel seçimle dört yıllık bir süre için seçilir. Seçilen Başkan, sürenin sonunda bir devre daha seçilebilir. Başkanın Amerika da doğmuş ve yaşının en az otuz beş olması gerekir. Yılda 200.000 dolar üzerinde maaş ve ilaveten masrafları için de 50.000 dolar alır; fakat bunların toplamı üzerinden gelir vergisi öder. Ayrıca seyahat ve misafir ağırlama masrafı olarak vergiye tabi olmayan 100.000 dolar alır.

Başkan, Kongre tarafından onaylanmış bir kanun tasarısını veto eder veya bunu imzalamayı reddederse; Kongre nin her iki kanadı tarafından üçte iki oyla alınan bir karar bu vetoyu hükümsüz kılar ve tasarı kanunlaşır. Başkan; federal hakimleri, büyükelçileri, yüzlerce hükümet yetkilisini tayin eder. Başkanın ölümü, istifa etmesi veya kalıcı olarak sakatlanması halinde görevi seçime kadar başkan yardımcısı yürütür.

Birleşik Amerika Anayasası uyarınca, görev süresi tamamlanmamış bir Başkan, ancak görevi kötüye kullandığı iddiasının, yeterli delile dayanılarak, Temsilciler Meclisinde üyelerin üçte iki çoğunluğunun tasdik etmesi ile görevden alınabilir. Bugüne kadar yalnız bir Amerikan Başkanı görevi kötüye kullanmakla suçlanmıştır. O da 1868 de muhakeme edilerek beraat eden Andrew Jackson dır. Ancak 1974 te Başkan Richard Nixon dahil, yüksek makamda birçok yetkilinin karıştığı seçim kampanyasında kanundışı para toplama olayı mahkemeye intikal etti. Watergate olarak adlandırılan bu olayda Nixon, mahkemeye çıkmadan istifa etti ve yerine Gerard Ford geçti.

Yasama kolu olan Kongre; Senato ve Temsilciler Meclisi nden meydana gelir. Senatörler 6 yıl, Temsilciler Meclisi üyeleri ise iki yıl için seçilirler. Senatör ve Temsilciler aday olmak istedikleri sürece tekrar seçilebilirler.

Elli eyaletin her biri, Kongre ye iki senatör gönderir. Senatonun üçte biri, her iki yılda bir seçilir. Senatör seçilmek için adayın otuz yaşını doldurması ve seçilmesinden en az dokuz yıl önce Amerikan vatandaşı olmuş bulunması şarttır.

Temsilciler Meclisinin 435 üyesi vardır. Her eyalet, kendi nüfus oranına göre belli sayıda üyeye sahiptir. Eyaletler aşağı-yukarı eşit nüfuslu seçim bölgelerine ayrılır ve her bölgenin seçmenleri Kongre ye bir temsilci üye seçerler. Bir üyenin en az yirmi beş yaşında ve en az yedi yıllık Amerikan vatandaşı olması gerekir.

Bir tasarının kanun olabilmesi için hem Senato hem de Temsilciler Meclisi tarafından tasdik edilmesi gerekir.

Dış siyaset: Ülkenin kuruluşundan beri dış siyasetin yönetiminde başlıca söz sahibi Başkan olmuştur. Bununla birlikte, yetkileri sınırsız değildir. Giriştiği taahhütlerin Kongre tarafından tasdik edilmesi gerekir.

Amerika, Birleşmiş Milletlerin Anayasası uyarınca kurulan Kuzey Atlantik Anlaşması Teşkilatı ( NATO), Amerika Devletleri Teşkilatı (OAS) gibi bölge savunma gruplarına ve barış ile gelişmeyi destekleyen diğer kuruluşlara da katılmıştır.

Amerika nın yönetimindeki topraklar: Karaipler denizinde 9000 kilometrekarelik bir ada olan Porto Riko, Amerika Birleşik Devletlerine bağlıdır. 3.410.000 nüfusu ABD vatandaşıdır. Valilerini ve yasama meclislerini kendileri seçerler.

Yine Karaipler denizinde Virgin Adaları 1917 de Danimarka dan satın alınmıştır. Adanın yüz bin nüfusu ABD vatandaşı olup, valilerini ve tek yasama organı olan Senato yu kendileri seçerler. Virgin Adalarında 346 kilometkare tutan elli küçük ada vardır.

Panama da; kanalın iki tarafında sekiz kilometre uzunluğunda bir kara şeridi olan Panama Kanalı Bölgesi, iki ülke arasındaki antlaşmalar uyarınca, 1904 ten 1978 e kadar Amerika nın kontrolü altındaydı. 7 Eylül 1978 de iki ülkenin liderleri bölgenin % 65 ini 31 Aralık 1989 da ve geri kalan kısmını da 2000 yılında Panama nın kontrolüne veren yeni bir antlaşma imzaladılar. Birleşik Devletlerin kanalın savunması ve işletilmesindeki sorumluluğu da bu tarihte Panama ya devredilecektir.


Ekonomi

Tarım: Amerika, çok yumuşak bir iklim ve bol verimli topraklara sahiptir. Amerika kıt ası üzerindeki toprakların % 47 si tarıma elverişli arazidir. 152 milyon hektar arazi ekilmekte ve 560 milyon hektar arazi de mer a olarak kullanılmaktadır. Ekilen arazinin yaklaşık 20 milyon hektarı sulanmaktadır. Amerika da yaklaşık olarak 2.300.000 çiftlik vardır. Bunların ortalama büyüklüğü 184 hektardır. Fakat doğudaki çiftlikler çok daha küçük olup, işin çoğunu aile fertleri yapmaktadır. Son elli yıl içinde çiftliklerde yaşayanların sayısı büyük ölçüde azalmıştır. Bugün sadece 6.200.000 kişi çiftliklerde yaşamaktadır. Bununla birlikte üretimde çok büyük bir artış vardır. Başlıca ürünleri mısır, buğday, pamuk, tütün ve meyvadır.

Sun i gübre, zararlı ot ve böcekleri kontrol altına almak veya yok etmek için kimyevi maddeler kullanımı, bitki ile hayvan hastalıklarını kontrol altına almada geliştirilmiş metodlar, çiftliklerin verimini çok arttırmıştır. Çiftlik ürünlerini dondurma, konserve, saklama, paketleme ve pazarlamada modern usuller, israf ve bozulmayı önlemekte ve tüketiciye bozulabilir besin maddelerini yalnız mevsiminde değil bütün yıl boyunca elde etme imkanı vermektedir. Mısır, yulaf, pamuk, pirinç, soya fasülyesi ve tütün, yetiştirilen başlıca tarım ürünleridir.

Balıkçılık: Amerika, en büyük balık üreticisi ülkeler arasında yer alır. Tahminen 250.000 balıkçı vardır. Tutulan balığın yarısından fazlası insan gıdası, geri kalanı hayvan maması olarak veya endüstri ve ihraç için balık yağı çıkarmada kullanılır.

Endüstri: 20 milyon kadar Amerikalı imalat işlerinde çalışır. Bunlardan yaklaşık beş milyonu elektrikli gereçler ve ulaşım araçları dışında kalan makine imalatı ile uğraşır. Her birinde bir milyondan fazla işçinin çalıştığı diğer endüstri bölümleri arasında gıdaların işlenmesi (konserve vb.), giyim, madeni eşya, elektrikli makinalar, tahta işleri ve mobilya, dokumacılık, matbaacılık, yayıncılık ve kağıtçılık vardır. Yeni Alaska Eyaletinin başlıca imalatı konserve, balık ve kereste; Hawai nin ise, şeker, konserve ve ananastır.

Bugün endüstri süratle artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için daha az zamanda, daha az insan gücü kullanarak, daha çok üretimde bulunmaktadır. Amerikan ekonomisinin bir bütün olarak 1987 deki mal ve hizmetin yıllık üretim değeri gayr-i safi milli hasıla olarak 4.486.176.000.000 dolardı. Amerikan endüstrisi daha ziyade ülkenin doğusunda yerleşmiştir. Fakat batı ve güneyi de artık tarıma dayanan bölgeler olmaktan çıkmaktadır. Endüstri yayılmakta, merkez fabrikalarından uzakta ve tabii kaynaklara, pazarlara ve yetişmiş işçilerin bulunduğu yerlere yakın modern fabrikalar kurulmaktadır.

Haberleşme: Radyo, gazete ve televizyon önemli haberleşme araçları haline gelmiştir. Ülke yayınlarının hemen hepsi özel kuruluşlar tarafından yapılmaktadır. Hükumet, ülke içinde yayın yapmaz ve programların konusunu kontrol etmez. Yüzlerce istasyon İngilizceden başka dillerde yayın yapar. Aynı zamanda kamu güvenliği, havacılık, endüstri, deniz ve kara nakliyatının ihtiyaçlarına hizmet eden özel maksatlı istasyonlar vardır. 1989 sonuçlarına göre ABD de 64.986.000 satışlı 1.616 günlük gazete, 17.561 radyo ve 6.387 televizyon istasyonu bulunmaktadır. Radyo alıcı sayısı 515.496.000, televizyon alıcısı ise 195.795.000 dir.

Ulaşım: En çok rağbet gören ulaşım aracı otomobildir. 139.000.000 dan fazla araba çalışmaktadır ve kullanılan benzin yılda 300 milyar litreyi geçer. Bugün yılda 10 milyon otomobil, kamyon ve otobüs üretilmektedir.

Amerika nın her tarafındaki sert kaplama yüzeyli olan yolların uzunluğu 6.243.340 km civarındadır. Diğer yollar ise bir milyon kilometreden fazladır. 68.400 kilometrelik eyaletler arası geniş sür at yolları, başlıca Amerikan şehirlerini birbirine bağlamıştır.

Şehirler arası ulaşım ve taşımacılıkta demiryolları önemini korumaktadır. Demiryollarının uzunluğu 296.497 kilometredir. Ayrıca St. Lawrence-Büyük göller su yolunun dışında 41.000 kilometrelik bir iç su yolu ağı da bulunmaktadır.

Uçakla yolculuk rağbet görmektedir ve yılda 500.000.000 den fazla insan uçakla yolculuk yapmaktadır. Ülkede 12.700 sivil havaalanı, 37 karayolu şirketi vardır. Yirmi altı bölgesel kontrol merkezi şehirlerarası hava trafiğini idare eder.

Dış ticaret: Birleşik Devletlerin başlıca ihraç malları arasında makine, tarım ve otomotiv ürünleri ile uçak, kimyasal maddeler, yiyecek (kahve dahil), demir ve çelik ürünleri gelir. 1990 yılında Birleşik Devletlerin ihracatı 392.627.400; ithalatı ise 516.717.500 dolar olmuştur. Son yıllarda ticaretteki bu dengesizlik çoğunlukla 1974 te dünya piyasasında petrol fiatının üç kat artması ile başlayan petrol ithali giderindeki artışlardan kaynaklanmaktadır.

Yeryüzü bilimleri: ABD li bilim adamları son bir kaç yıldır, birçok önemli konuda ilerlemeler kaydetmişlerdir. Yeryüzünde çok çeşitli tabii kaynaklar ile çevre incelemeleri konusunda önemli uygulamaları olabilecek özellikler ve olayları gözlemek ve kaydetmek için karada ve uzayda kullanılmak üzere yeni araçlar geliştirilmiştir. Dünyanın uydu tarafından incelenmesi, ürün tahmini ve ürünün sağlığının takibi, su kaynaklarını kirleten şeylerle; su baskını alanlarının tesbiti ile kara ve su planlamasında kullanılacak çeşitli haritaların hazırlanması için büyük yardım vad etmektedir.

Uzay: 1958 deki ilk uydusundan bu yana ABD Ulusal Havacılık ve Uzay İdaresi ( NASA) insanlı ve insansız olarak yüzlerce uzay aracını uzaya göndermiştir.

Bunlardan bazıları inceleme aletlerini dünya üzerine çevirir, diğerleri ise uzay boşluğunu inceler. Bazıları da yakın incelemeler için Jüpiter ve Satürn gibi uzak gezegenlerin yanından uçarlar. Bu uçuşların sonuçları teknolojide tamamiyle yeni sahalar açmıştır. ATS-6 gibi tecrübi haberleşme uyduları, sağlık ve tıbbi yardımı yaygınlaştırmada ve Birleşik Devletlerin uzak bölgelerinde yaşıyanlara üniversitelerden radyo ve video yayınları ile eğitim programını ulaştırmada yeni usüller getirdiler. ATS-6, Hindistan hükumeti tarafından daha önce hiç televizyon görmemiş yüzlerce köylüye sağlık, tarım ve mesleki kabiliyet sağlamak üzere eğitici programlar yayınlamada kullanılmıştır.

Ayın üzerine inmek için yapılan tarihi altı Apollo uçuşu bir gezegenin insan tarafından incelenmesini sağlamıştır. Astronotlar Ay dan 360 kg ağırlığında kaya ve başka maddeleri alarak dünyaya getirmişlerdir.

İnsansız olarak yapılan diğer gezegenlerarası araştırmalarda, Mariner 10 uzay gemisi, güneşe en yakın gezegen olan Merkür ün yanından üç kere geçerek bu gezegenin dünya ve ay ile olan benzerliklerini ortaya çıkarmıştır. Mariner 9 ise bir yıla yakın süre Mars yörüngesinde uçmuş ve iki Viking uzay gemisinin uçuşu ile 1976 da Merih e inişlerini hazırlamıştır. Viking uçuşları Merih yüzeyinin fevkalade fotoğrafları ile dünya şartlarının daha iyi bir şekilde anlaşılmasına yol açacak meteorolojik ve jeolojik bilgi sağlamıştır. 1973 ve 1974 yıllarında Pioneer 10 ve 11 uzay gemileri Jüpiter gezegeninin ilk defa yakın fotoğraflarını çekmişlerdir. Pioneer 10 gezegen yolculuğuna bizim güneş sistemimiz dışında devam ederken, Pioneer 11, etrafındaki halkalarla esrarengiz bir gezegen olan Satürn e doğru yola çıkarak 1979 Eylül ünde oraya varmıştır.

1978 Aralık ayında, aynı yıl daha önce bir tarihte atılmış iki Pioneer uzay gemisi Venüs e ulaşmıştır. Birinci uzay gemisi Venüs etrafında yörüngeye girmiştir. Ve hala bu yörüngede gözlemlerini sürdürmektedir.

İkinci uzay gemisi ise beş ayrı bilimsel parçaya ayrılarak Venüs ün atmosferine girmiş ve gezegenin yüzeyine inmiştir.

Üçlü ekipler halinde dokuz astronot 1973 Mayıs ından 1974 Şubatına kadar dünya yörüngesindeki uzay istasyonu Skylab de çalışmıştır. Projenin vaktinden evvel sona erdirilmemesine sebep olabilecek birçok teknik problemlere rağmen elektronik, yerbilimleri, güneş fiziği, tıp ve biyoloji alanlarında elde edilen bilgiler dolayısı ile Skylab, 1970 li yılların en verimli bilim mühendislik projesi olmuştur.

Voyager, 1980 Kasımında Satürn yörüngesinde uçarken bilim adamlarını hayrete düşüren bilgi toplamış, üç yeni ay ile gezegenin etrafını çevreleyen bin veya daha fazla halka keşfetmiştir. 1986 da Üranüs e ulaştığı gibi 1989 da da Neptün e ulaşan Voyager 2 Satürn yakınından geçmiştir.

Amerika nın sonuncu en önemli uzay programı, uluslararası katılmalar ile daha ekonomik ve daha sık uzay uçuşlarına imkan sağlayacak, yeniden kullanılabilir bir uzay aracı olan, uzay mekiğidir. 1984 yılı başlarında uzay mekiği başarı ile seyahatini tamamlayıp, dönmüştür.

1986 uzay mekiği, uçuşunu gerçekleştirdiği sırada Atlas Okyanusu üzerinde infilak etti. Bu hadise, insanlı uçuşların bir süre ertelenmesine sebeb oldu. Uzay mekiği programı 1989 da devam etti ve beş sefer yaptı.
 
Amerikanın Yemek Kültürü

Amerikan Mutfağı ise, zihinlere, fast food (hızlı/ayaküstü yemek), preserved food (içerisine koruyucu malzeme katılmış yiyecek), diet food (diyet yemeği), processed food (belirli bir işlemden geçirilmiş yiyecek), low-carb food (düşük karbonhidratlı yiyecek), hatta junk food (boş yere hamallık yaptıran aburcubur yiyecek) gibi, hepsinin de zararlı yönleri gündemde olan birçok Amerikan icadı kavramla geliyor… Ve aslında, bu kavramların çoğunun, günlük yaşamı kolaylaştıracak boyutları veya yemeklere yeni lezzetler katacak nitelikleri mutlaka var.

Bu tür bir yemek anlayışı ile obes (aşırı şişman) Amerikalıların sayıları her geçen gün hızla artarak neredeyse toplam nüfusun % 25’ine ulaşmış durumda . Aşırı şişmanlık, Amerikalılar için, adeta bir salgın halinde, kontrolsüzce büyüyen önemli bir sorun. Tabii ki bunun nedeni ortalama Amerikan beslenme alışkanlıkları…

Amerika çok farklı coğrafi kökenden gelen insanlardan oluşmuş bir ülke olduğu için, kültür farklılığı mutfak kültüründede kendisini göstermiş ve son derece zengin bir çeşitlilik ortaya çıkmıştır. Bu çeşitliliği yeme- içme mekanlarında ve yemek malzemelerinde rahatça görebilirsiniz. Yeni kıtaya göç eden herkes, beraberinde bir bitki tohumunu, bir yemek tarifini, ya da bir pişirme alışkanlığını da getirmiş. Böylece, Amerika’nın kültürel özelliğini oluşturan genel ilke, yemek kültürüne de yansımış. Ancak diğer alanlarda olduğu gibi Amerikan kültürü tamamen yok olmamış sadece diğer kültürlerler harmanlanmış.

Yine Amerika’da “etnik mutfak” kavramını görmek çok mümkün. Etnik mutfak, “ülkesinin dışında olmasına rağmen, özelliklerini, geleneklerini ve lezzetlerini muhafaza ederek ve mümkün olduğu kadar orijinal malzemelerini kullanarak, aslına yakın halde korunan mutfak” anlamına geliyor. Örneğin, Çin Mutfağı, aşağı yukarı tüm büyük Amerikan kentlerinde Çin Mahallelerine rastlamak mümkün.

Amerika’da Çin dışında kabul gören diğer mutfaklar ise Tayland ve Japon mutfaklarıdır. Japon Mutfağı, Amerikalılar için yalnızca sağlıklı beslenmenin değil, aynı zamanda modaya en uygun şekilde doymanın da, en son sembolü. Hemen her kentte, hatta kasabada, suşi yenebilecek restoranlar veya “suşi bar”lar mevcut…

Bir başka çok ünlü Amerikan etnik mutfağı da İtalyan Mutfağı… İtalyanlar, dünyanın her yerini olduğu gibi, Amerika’yı da mutfaklarıyla fethetmiş durumdalar. İtalyan mutfağı, aynı zamanda Amerika için, şık ve sofistike yemek tarzının da sembolü. Bu arada, belirtmekte yarar var, hemen her Amerikan kentinin, tıpkı Çin Mahalleleri gibi, “İtalyan Sokakları” da mevcut… Italyan yemeği – Akdeniz mutfağı olduğundan bizim damak tadımıza en yakın mutfaktır. Diğer mutfakları denediyseniz ve hoşunuza gitmediyse Italyan mutfağını kesinlikle beğeniceksiniz.

Ayrıca özellikle güney kıyılarında Meksika yemeğide yapan restaurantlarda oldukça yaygın. Hatta “Mc Donalds” gidi fast-food yapan Meksika restaurantları zinciri bile var. Acılı – baharatlı yemekleri seviyorsanız Meksika yemeğini seviceksiniz demektir.

Amerikalıların ikinci bir özelliği ise yemek hazırlamak için Türk kadınları gibi uzun saatlerini mutfakta geçirmemeleri. 2. Dünya Savaşı sonrasında gıda endüstrisinde bir yenilik gerçekleşmiş ve dondurulmuş gıdaların üretimi başlamış. Böylece pişirme süresi oldukça kısalmış. Ancak, dondurulmus gıda üretimi kolaylık sağlayabilecek ürünlerin başlangıcı oldu. Daha sonra Amerikan toplumu micro-dalgada 5 dk. Hazırlanabilecek yüzlerce çeşit üretti. Tabii buda Amerikalıların bugünkü kötü beslenme alışkanlıklarını ve dolayısıyla da, sağlık sorunlarını yaratan beslenme biçimini oluşturmuşlar.

Çoğu bilim adamı Amerika’da obezliğin yaygın olarak görülmesinin nedenini genetik bir bozukluğa bağlar. Ancak bunun sebebi yedikleri miktar da olabilir. Restoranlarda küçük bir porsiyon istemek olanaksızdır. Eğer yalnızca açlığınızı bastırmak için küçük bir salata isterseniz bütün bir maruldan ve çeşit çeşit sebzenin doldurulduğu bir tabağın geleceğinden emin olabilirsiniz. Ayrıca bir dilim pastanın Örneğin, bir dilim pastanın boyu ve ağırlığı, bizdeki ölçülerle, neredeyse yarım pastaya eşit.

Büyük porsiyonların yanı sıra muhtemelen sizi şaşırtacak ikinci bir şeyde restaurantlarda ilk içecekten sonrasının bedava olmasıdır. Yani eğer kola içecekseniz sadece bir bardak kola ücretini ödüyorsunuz ve istediğiniz kadar içebiliyorsunuz.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi dondurulmuş gıdaların ve çabuk hazırlanan diğer yemek türlerinin çok fazla olması ülkedeki micro-dalga kullanımınıda arttırmıştır. Dolayısı aklınıza gelebilecek her türlü konaklama seçeneğinde odanızda veya ortak kullanım alanında micro-dalga olacaktır. Böylece sizde isten yorgun döndükten sonra yemek hazırlamak için çok vakit kaybetmemek istiyorsanız marketten dondurulmus gıdalardan alıp evde hemen ısıtıp yiyebilirsiniz.
 
Amerikadaki eyaletler

Alabama
Alaska
Arizona
Arkansas
Batı Virjinya
Connecticut
Delaware
Florida
Georgia
Güney Karolina
Güney Dakota
Hawaii
Idaho
Illinois
Indiana
Lowa
Kaliforniya
Kansas
Kentucky
Kolorado
Kuzey Karolina
Kuzey Dakota
Louisiana
Maine
Maryland
Massachussets
Michigan
minnesota
Mississippi
Missouri
Montana
nebraska
Nevada
nevw Hampshire
New Jersey
New Mexico
New York
Ohio
Oklahoma
Oregon
Pensilvanya
Rhode Island
Tennessee
Teksas
Utah
Vermont
Virjinya
Vaşington
Wisconsin
Wyoming
 
Amerikanın Bayramları
Labor Day


İşçi bayramı olarak tanımlanabilecek bu özel gün her yıl eylül ayının ilk pazartesi günü kutlanır. Aynı zamanda birçokları için yaz sezonunun bitişi ve öğrenciler için de okul döneminin başlangıcı anlamını taşır. Bu özel günde iş yerleri ve okullar tatil edilir.

Columbus Day

Kristof Kolomb'un 12 Ekim 1492'de yeni kıta Amerika'ya ayak basmasının yıldönümü olarak her yıl ekim ayının ikinci pazartesi günü kutlanır.

Halloween


Cadılar bayramı olarak anımsayacağınız bu bayram her yıl 31 Ekim'de büyük şenliklerle kutlanır. İnsanlar değişik kostümlere bürünerek yürüyüşler yaparlar. En çok çocukların sevdiği bu bayramda çocuklar evinizin kapısını şeker istemek için çalabilirler. Bu bayramın bir diğer eğlencesi de büyük bir balkabağını oyarak korkutucu şekiller yaratıp, içine mum koymaktır. Bu, genelde evlerin dışarıdan görünür bir köşesine yerleştirilir.


Veterans Day

1. Dünya Savaşı'nda savaşanların anısına, savaşın sona erdiği tarih olan kasım ayının 11'inde kutlanan gazileri anma günüdür.


Thanksgiving


Şükran günü olarak bilinen bu özel olayın geçmişi 1621'lere uzanır. O dönemde gerçekleşen korkunç bir kıtlık ve ölümlerden sonra yeniden geri gelen berekete şükran etmek fikrinden ortaya çıkmış bir bayramdır. Her yıl kasım ayının dördüncü perşembesinde kutlanır, çoğu zaman bu perşembeyi takip eden cuma günü de tatil edilir. Bu günün en büyük özelliği aile bireylerinin bir araya gelmesidir. Aile büyüğü evinde hindi pişirir, tüm aile bir araya gelip hindi yer ve sonrasında da o günün özelliği olarak oynanan Amerikan futbolu maçını seyrederler. Şükran günü sofrasının meşhur yiyecekleri hindi, patates ve kabak tatlısıdır.


Yılbaşı ve Christmas


Bir Hristiyan bayramı olan Noel, Hazreti İsa'nın doğumgünü olarak her yıl 25 Aralık'ta kutlanır. Herkes evinde bir çam ağacı süsler ve altına hediyeler koyar. Bunun yanında insanlar birbirine tebrik kartları yollar, sokaklar ve evlerin etrafı ışıklarla süslenir. Noel sabahı hediyeler verilir ve 24'ünü 25'ine bağlayan akşam aile bireylerinin bir araya geldiği evde yemek yenir, sonrasında da kiliselerdeki ayinlere gidilir. 24'ü gecesinden (Christmas Eve) yılbaşına kadar (New Year's Day) tatildir. Genelde çoğu okulun sömestr tatili de bu döneme denk gelir.

Tüm dünyanın kutladığı yeni yıl'da da herkes evini ışıklarla donatır ve her şehirde gece tam 12:00'de muhteşem havai fişek gösterileri yapılır. Yeni yıl günü her yer tatildir ve tam ertesi günü her yerde büyük indirimler olur.

Martin Luther King Günü

Her yıl ocak ayının üçüncü pazartesi günü siyah nüfusun haklarını korumak ve kazanmak için çalışmış olan Martin Luther King'i anma günü olarak ilan edilmiştir.


Valentine's Day


14 Şubat'ta kutlanan 'Sevgililer Günü'dür. Bu günde gelenek insanların sevdiklerine kutlama kartları atıp hediyeler vermesidir.


St. Patrick's Day


Amerika'da yaşayan İrlandalı'ların kutladığı özel gündür. Her yıl mart ayının 17'sinde kutlanır. Bu günün özelliği yeşil rengin hakim olduğu kıyafetler giyip İrlanda biraları içmektir.

Spring Break

Amerika'da öğrencilere hitap eden bir tatildir. Bahar tatili denilen bu bayramda okullar bir hafta tatil edilir. Bu tatilin tarihi her okula göre değişir ama genelde mart - nisan aylarındadır.

Easter

Paskalya bayramı olarak bilinen bu bayramın tarihi her yıl değişir. Genel olarak bahar mevsiminde bir pazara denk gelir. Hristiyan dünyası için Hazreti İsa'nın yeniden dirilişi manasını taşıyan bu özel günde yine aileler bir araya gelir ve yemek yiyip, dua ederler. Bu özel gün baharın gelişini de simgeler.

Memorial Day


Mayıs ayının son pazartesi günü kutlanan bu özel gün Amerikan şehitlerini anma günüdür.

Fourth of July

Amerikan bayramları arasında en önemlisi olan bu bayram, Amerika'nın bağımsızlığının ilan edilişinin yıldönümü olarak her yıl adından da anlaşılacağı gibi 4 Temmuz'da kutlanır. Tüm ülke çapında bu tarihte her yer tatil edilir. 4 Temmuz gecesi her şehirde havai fişekler atılır, kutlamalar yapılır.
 
Geri
Top