Mersin Antik Kentleri (Akdeniz Bölgesi)

Olba, Ura Antik Kenti

X0fo1.webpGünümüzde Ura olarak tanınan Olba kenti, Diokaisareia (Uzuncaburç)'nın 4 km.doğusundaki bir tapınak kentidir. Romalılar yöreye egemen olduktan sonra İ.S. I. yüzyılın sonlarına doğru Zeus Tapınağı'nın bulunduğu yere özel önem vererek, burasını Olba'dan ayırıp Diakaiseria adıyla bağımsız bir site haline getirmişlerdir. Nitekim burada Zeus Tapınağı ile kent burcu dışında kalan bütün mimari yapılar, Roma dönemine aittir. Bizans döneminde de burası yerleşim yeri olarak kullanılmıştır.

Antik çağda etrafı surlarla çevrilmiş Olba üzerinde taş döşemeli bir yolla Kızkalesi'ne (Korykos) bağlı olan Diokaiseria tapınak ve diğer kalıntıları ile yörenin en önemli yapılarındandır. Bugün de kalıntıları bulunmaktadır. Bu tapınakta saygı gören tanrı Zeus çeşitlemesi, Olbios (Olbalı) diye anılıyor, dolayısı ile tapınak Xeus Olbois Tapınağı olarak biliniyordu. Asıl olba kenti sönükleştikten sonra, tapınağın bulunduğu yerdeki Prakana, Diokaisareia'nın Olba diye anılması büyük olasılıkla bundan kaynaklanmaktadır.

Rahip hanedanlık sülalesi Teukridler yöreyi İ. Ö.III. ve II. yüzyılda yönetmişler ve Eliaiussa ve Korykos Antik Kentleri civarında da denizle bağlantı oluşturmuşlardır. İ. Ö. II. yüzyıldan itibaren zaman zaman tiranlar tarafından sıkışırılan Teukrid hanedanlığı M. Antonius ve Augustus dönemlerinde de hükmünü sürdürmüştür. Zeus tapınağı, kule ve piramidal mezar buradaki Hellenistik dönem yapılarıdır.

Olba antik kentinden günümüze kadar gelebilmiş kalıntılar arsında çeşme binası, su kemeri, evler, tiyatro ve nekropol bulunmaktadır. Buradaki en önemli yapıtlardan biri olan çeşme binası Septimus Severus (İ.S. 193 - 211) zamanında yaptırılmıştır. Lamus Deresi'nden alınan su kanal, tünel ve akuadüklerle bu çeşmeye akıtılıyordu. Çeşmenin yanında bulunan tiyatro binasından bazı oturma basamakları ile sahnenin bir bölümü günümüze gelebilmiştir. Ayrıca oldukça geniş olan nekropol sahasında kaya mezarları ve lahitler görülebilir.

Diğer bir önemli eser ise nekropolün bulunduğu vadi üzerine kurulmuş, 150 m uzunluğunda, 25 m yüksekliğinde dört kemerli akuadüktür. Bu su kemerinin korunması ve çevrenin gözetlenmesi için kuleler inşa edilmiş olması yapının önemini göstermektedir. Antik çeşme ile aynı dönemde yapılmış olan su kemeri, Bizans İmparatoru II. Justin yönetimi sırasında, 566 yılında onarım görmüştür.

Gazi Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Emel Erten başkanlığında bir ekip tarafından Olba'da bu yıl araştırmalar, 1 Temmuz 20 Temmuz 2008 tarihleri arasında yapılmıştır.

Arkeologların çalışmalarının yanı sıra Olba ve çevresinde jeolog bilim adamları da ekip üyeleri olarak kendi alanlarında yayın için araştırmalarını sürdürmektedir. Olba 2008 yılında Ankara'da yapılan Kültür ve Turizm Bakanlığı 26. Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'nda bir arkeoloji iki de jeoloji alanındaki bilimsel sunumla temsil edildi.

TC Kültür Bakanlığı izni ile yapılacak Olba Arkeolojik Yüzey Araştırması'na başkan Doç. Dr. Emel Erten ile birlikte Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Latince Okutmanı Murat Özyıldırım (ma), Arkeologlar Derneği Mersin Şubesi Başkanı Tuna Akçay (ma), Sanat Tarihçi Yard. Doç. Dr. Sibel Ünalan, Hacettepe Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Candan Gökçeoğlu, Mersin Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Yard. Dr. Kıvanç Zorlu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi olarak Cenap Işık katılmıştır.
 
Holmoie (Taşucu) Antik Kenti

Antik yazar Stabon'un eserinde, Seleukeia'nın kurulması sırasında Seleukos I. Nikator'un (İ. Ö.312-281) Holmoi halkını Seleukeia'ya yerleştirildiği belirtilir. Ancak Holmoi kenti İ.Ö.7. yüzyılda Yunanlı kolonistler tarafında kurulmuş bir yerleşim yeriydi. Halkın Seleukeia'ya taşınmasından sonra bugünkü Taşucu'nun bulunduğu kentlimanı Seleukeia için işlevini sürdürür ve erken Bizans dönemine kadar Holmoi ismini korur.
Kıbrıs ve Seleukeia arasındaki gemi trafiği için demir atma yeri olan limankenti ayrıca hırıstiyanlık döneminde Ayatekla'ya olan haç trafiği için de kullanılmış olmalıdır.

Ortaçağda Holmoi limanı zaman zaman boş kalmıştır. Yeni adı Santodaro, ilk kez 1400 yılında belgelenmiştir. Pirireis'in 1521 yılından yelkenli elkitabında yakındaki yeni Türk komşu limanı Ak Liman, Aya Todora Limanı ismini alır.

Yerleşim Yeri polis Holmoi tahminen kıyı şeridinden (bugün Taşucu'nun kuzeybatısında) kuzey batıya hafif şekilde kireç tepeliğinin ucunda yer alıyordu. Aynı yerde daha 19 yüzyılda kaya mezarları varlığından bahsedillmektedir.

Roma-Erken Bizans liman alanı herhalde Kalık burnunun altlarına kadar yayılmış olmalıdır (bugün Taşucu merkezi). Uzakta güneyde kıyıya yakın tahmin edilen yerleşim çekirdeğinin dışarısında Roma döneminden, işlevi belli olmayan yapı kalıntısı bulunmaktadır. Erken ve yeni dönem yerleşim yerleri ortasında, 13./14.yüzyıldan yaklaşık 8 m uzunluğunda bir ortaçağ kilisesinin apsisi ayakta durmaktadır.
 
Kanytella, Canytelis (Kanlıdivane) Antik Kenti

Mersin-Silifke karayolunun 50. km'sinde, Ayaş mevkiinin 3 km kuzeyinde yer alan Kanyteleis ören yeri, ilk defa KrhiM.webp19. yüzyılın ortalarında Langlois tarafından keşfedilmiştir.
Geniş bir obruğun çevresinde Antik Olba Krallığı'nın kutsal bir yerleşimi olarak kurulan ve antik adı Kanyteleis olan yerleşim hakkındaki en eski belgeler MÖ 3. yüzyıla ait bazı yazıtlardır.

Bizans imparatoru II.Theodosius (408-450), Hellenistik çağ kentlerinden ve Olba Kraliçesi Aba'ya ait bu eski yerleşimin bulunduğu alanda yeniden kutsal bir Hristiyanlık merkezi kurdu. En parlak dönemini MS 4. yüzyılda yaşamıştır. Bu dönemde adı Neapolis olarak değiştirilen kentte, geniş bir obruğun etrafında kesme taştan inşa edilmiş bazilikalar, sarnıçlar, caddeler, kaya mezarları, anıt mezarlar, kaya kabartmaları ve Semerdam lahit kapakları bulunmaktadır.

Obruğun güneybatı kenarında yükselen Hellenistik kulenin batı duvarındaki kitabede, kulenin rahip krallardan Olbalı Tarkyaris'in oğlu Teukros tarafından Zeus için yaptırıldığı belirtilmektedir. Tapınağın doğu ve güney duvarlarının birleştiği köşenin orta yerinde bulunan kitabede, Olba Krallığı'na ait sikkelerde görülen Triskeles (Üç ayak) kabartması vardır.

Bazilikalar Bizans dönemine aittir, l nolu bazilika, obruğun güneybatısındadır. Doğu cephesi ayaktadır. Sütun başlıkları korint üslubundadır. II Nolu bazilika, l nolu bazilikanın kuzeyinde yeralır, günümüzde oldukça harap durumdadır. Kapının profili söveleri ve lentosu ayaktadır. III nolu bazilika ise obruğun kuzeydoğu köşesindedir. Güney duvarları yıkılmıştır. Üç kemerli narteksin önündeki mahzenin kemeri ve ağzı görülmektedir.

Batısı, avluya iki sütunlu üç kemerle açılmaktadır. Etrafında atrium vardır. Narteksin üzerinde ahşap bir kat olduğu, kilisenin batı duvarında sıralanan bir sıra taş konsoldan anlaşılmaktadır. Papylas adındaki bir kişinin bu bazilikayı, bir adak borcunu ödemek için yaptırdığı, le-tonun üzerindeki kitabede yazılıdır. Diğer iki bazilika çok harap durumdadır.

Üç ayrı yerde nekropol bulunmaktadır. Güneyden çıkan ana yolun iki tarafında kayalara oyulmuş oda mezarlar görülür. Batı nekropoldeki mezarlar genellikle kayalara oyulmuştur.

Kaya mezarlarının menfezlerinin üzerinde kabartma kadın ve erkek figürler işlenmiştir.

Figürlerde asker kıyafetinde iki erkek, kline üzerine uzanmış bir kadın vardır. Kuzeydeki nekropolün en yüksek yerinde Kraliçe Aba, kocası ve iki oğlu için yaptırdığı anıtsal mezar, Kanyteleis'in en ilginç yapısıdır. Kare planlı mezara yuvarlak kemerli bir kapıdan girilir. Anıt mezarın doğusundaki mezarlar lahit şeklindedir.

Mezarların yanında kayalara oyulmuş üzüm sıkma presleri ve dikdörtgen planlı, beşik tonozla örtülü sarnıçlar bulunmaktadır. Kanyteleis'teki obruğun içine merdivenlerle inilmekteydi.

Günümüzde bu merdivenlerin bir kısmı yıkılmıştır. Roma çağlarında kentin içindeki bu büyük ve derin obrukta suçlular, vahşi hayvanlara parçalanmaktaydı. Bu nedenle kentin adı halk arasında Kanlıdivane olarak da anılır.
 
Korykos (Kız Kalesi) Antik Kenti

PgUQ5.webpMersin-Erdemli-Sİlifke karayolunun 60. km'sinde Kızkalesi beldesindedir. Roma ve Bizans dönemlerinde yoğun olmak üzere, Islami devirlerde de iskan görmüştür. Nekropol alanından çıkarılan eserlerden burada ilk yerleşimin MÖ 4. yüzyıla ait olduğu anlaşılmıştır. MÖ l. yüzyılda kendi adına sikke darbettirmiştir. Herodot bu kenti Gorges adında Kıbrıslı bir prensin kurduğunu yazar.
Korykos, Kilikya bölgesinin bir liman kenti olduğundan çok el değiştirmiştir. MÖ 4. yüzyılın sonunda Seleukhos Nikator Silifke kentini kurduğunda, Korykos'u yönetimi altına almıştır. Kent, MS 72 yılında Roma egemenliğine girmiş ve 450 yıl Roma yönetimine bağlı kalmış, bu dönemde tarım alanında büyük bir gelişme göstererek zeytinyağı ihraç merkezi olmuştur. Bizanslılar zamanında Arap istilalarına karşı etrafı kuvvetli surlarla çevrilmiştir.

13. yüzyılda Kilikya Ermeni Krallıkları döneminde önemli bir ticaret limanı olmuş, Ceneviz ve Venedik gemilerinin uğrak limanı durumuna gelmiştir. Korykos 1448 yılında Karamanoğlu ibrahim Bey tarafından ele geçirilerek, yeniden imar edilmiştir.
Örenyerinde iç ve dış kale kiliseler, sarnıçlar, su kemerleri, kaya mezarları, lahitler ve taş döşemeli Roma yolları kısmen ayaktadır.

Adını, adadaki kaleden almaktadır. Kare planlı kale, içiçe iki sıra surdan oluşmaktadır. Etrafı hendekle çevrilmiştir. Kaleye giriş bugün mevcut olmayan hareketli bir köprüyle sağlanmakta idi. Bugünkü, haliyle kale, tipik Orta Çağ mimari özelliklerini yansıtmaktadır.

Korykos kıyı kalesinin 200 m açığındaki küçük adacık üzerindeki kaleye Kızkalesi denilmektedir. Büyük bölümü ayakta olan Kızkalesi'nin kuzey ve güney uçları sekiz kuleyle korunmuştur. Kalenin dış çevre uzunluğu 192 m dir.

Kızkalesi ile kıyıdaki kale denizden bir yolla bağlanmış, denizden gelecek saldırılara karşı önlem alınmıştır. Karamanoğlu ibrahim Bey tarafından 1448 yılında onarılan Kızkalesi bugün Mersin turizminin sembolü haline gelmiştir. Turistlerin yoğun ilgisini çeken kaleye, kıyıdan balıkçı motorları ile geçilmektedir.
 
Kelenderis, Kilindere (Aydıncık) Antik Kenti

YwLa8.webpKelenderis, Anamur, Silifke ana yolu üzerindeAydıncık'ın yayıldığıyerde, küçük bir koyun batı yanındaki yarımadacıktır. ilçesinde,Kent, Senir dağlarının Akdeniz'e iyice uzantı yaparak oluşturduğu Karabıyık burnu ile doğuda, Susuz Dağın uzantısı olan Davulcu tepelerin uç noktası olan Sancak burnu arasında kalan koyun güneybatısında, doğuya doğru uzanan bir yarımadanın batısına, denizden çok az bir eğimle yükselen alana kurulmuştur.

Yarımadanın güneyi denizden 20 m. kadar yükselir ve sarp yamaçlarıyla doğal bir koruma oluşturur. Buradaki kent, İ.Ö. 600 dolaylarında yöreye gelen Samos/Sisam'lı göçmenlerce Hellenleştirilmiştir. Roma egemenliği döneminde, üzerinde Kelenderiton (Kelenderislilerin) yazısı bulunan paralar basılmıştır.

İ.Ö. 6.yüzyıldan dan itibaren Kelenderisin tarihi aydınlanmaya baslar. Bu yüzyılda Kelenderis'i Yeni Babil kaynaklarında sözü edilen Pirindu bölgesinin sınırları içerisinde görürüz. İ.Ö.5 ve 4. yüzyıllarda Pers egemenliğine ragmen, Kelenderis tarihinin bildiğimiz en parlak ve aktif dönemi başlar. 5.yüzyıl başlarında, Aegina standartlarında basılan ilk drachmilerin ardından 450 den itibaren Pers standartlarında ancak Grek karakterinde basılmış gümüş straterler, tetroboller ve oboller bilinmektedir.

Aegina standartlarından Pers standartlarına geçişin Kelenderis'in Attik-Delos deniz birliği üyeliğinin bitmesi, birbaşka deyişle, Perslere bağımlılığın artması şeklinde değerlendirilebilinir.

Hellenistik çağ başlarında straterler kaybomuş, bu safhada kentin bağımsız olup olmadığını, yani Seleukosların yada Ptolemaiosların egemenliğine girdiğini gösteren belge ve bilgi bulunmamaktadır. Ancak, Mısırlıların Akdeniz ticaretini uzun süre kontrolleri altında tuttukları bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, Mısırlıların Orta Dağlık Kilikia'yı işgal etmekten çok buralarda sonradan kentleşen üsler kurdukları bilinmektedir.

Kelenderis İ.Ö. 2.yüzyılda da kendi sikkelerini basmaya devam etmiştir. Erken Roma İmparatorluk Çağından, Domitian zamanına kadar kent hakkında ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Bir ara, bölgenin Kommageneli IV. Antiochos'a (İ.S. 38-72) verilmesi sırasında kralın portresi bulunan bronz sikkeler basılmıştır. Kelenderis darplı Roma sikkeleri ise Domitian zamanında başlar ve aralıklarla Trajan Decius zamanına kadar devam eder.

İlkçağ kentinden günümüze ulaşan kalıntılardan bazıları şunlardır:

Kemerler üzerine oturtulmuş piramit biçiminde çatısı olan, görkemli anıt mezar, diğer anıtsal mezarların kalıntıları ve lahitler; Bizans dönemine ait bir hamam kalıntısı, bunların dışında da sütun başlığı gibi bazı kalıntı parçaları bulunmaktadır.

Kentteki, Pramidal çatılı mezar anıtının büyük bir olasılıkla İ.S. 2.yüzyıl sonlarına ait olduğu sanılmaktadır.

Limanın 50 m. batısında bulunan hamam, biraz daha geç bir tarihte yapılmıştır. Bunun gibi, limanın güneyindeki yarımadanın bir kısmını cevreleyen surlar, birkaç sarnıç, su yolu, theatron, gibi kalıntılar da geç Roma çağına ait yapılardır.

Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Levent Zoroğlu'nun başkanlığında yürütülen Kelenderis kazıları çerçevesinde, 2005 yılında Aydıncık ilçesi balıkçı barınağında taş bloklar görülmüş ve 2006 yılında ise yapılan sualtı kazısında, iskelesinin güney zemininde, yaklaşık 25m uzunluk ve 5m genişlikte antik Kelenderis iskelesinin temelini oluşturan bir yapı kalıntısı ortaya çıkarılmıştır.

Levent Zoroğlu yaptığı açıklamada, 1987 yılından itibaren yürütülen Kelenderis antik kentindeki kazılarda, bugüne kadar Akropol, Agora ve tiyatro gibi kalıntıların ortaya çıkarıldığını, alandaki en önemli bulgunun ise 1989′da ortaya çıkarılan Kelenderis Mozaiği olduğunu söyledi.

Mozaiğin üzerinde Kelenderis Antik Kentinin resmedildiğini ve dünyada bir eşinin daha bulunmadığını anlatan Zoroğlu, Mozaiğin, bin 500 yıl önce yapıldığını tahmin ediyoruz. Han yıkığı diye adlandırılan Kelenderis mozaiği dünyanın en önemli mozaikleri arasında bulunuyor. Çünkü mozaiğin üzerinde bugüne kadar bulunan mozaiklerde olmayan manzara var. Bu resmin, Aydıncık'taki antik kent olduğunu savunuyoruz dedi.

Yaklaşık 12 metre uzunluğunda, 3.20 metre genişliğindeki zemin mozaiğinin 3×3 metrelik panosunda, Kelenderis'in kent manzarası ile içinde iki yelkenlinin bulunduğu limanın betimlemesi bulunduğunu vurgulayan Zoroğlu, panoda ayrıca Roma hamamı, çeşitli antrepolar, limana bakan tarafında ise başka yapıların yer aldığını söyledi.

Mozaiğin diğer kalıntıların ortaya çıkarılmasında da kılavuzluk yaptığını belirten Zoroğlu, Mozaik üzerinde bulunan resimlerden yola çıkarak, limanın bulunduğu yerde bir yarım ada, bir tersane kalıntısı ve bir de kemerli yapı bulduk. Mozaiği inceleyerek, antik kentteki kalıntıları ortaya çıkarmaya çalışıyoruz dedi.

Kazılar neticesinde yörede 5 bin yıl öncesine dair yaşam izlerinin bulunduğunu anlatan Zoroğlu, mozaik üzerinde bulunan tersanenin ise Anadolu'daki en eski tersanesi olduğunu belirlediklerini söyledi.

Osmanlılar döneminde Kelenderis'ten türetilmiş, Gilindire olarak adlandırılan ve Kıbrıs'a kapı olan kentin, zamanın en işlek liman şehri olduğuna dikkati çeken Zoroğlu, yapılan çalışmalarla ilgili olarak bir kitap, 30′a yakın makale yayınladıklarını, ayrıca yurt içi ve dışında çok sayıda konferanslar düzenlediklerini söyledi.

Levent Zoroğlu, Kelenderis Mozaiğinin bakanlıktan alınan ödenekle üzerinin ahşap korumayla kapatıldığını ve bir bekçi nezaretinde Aydıncık Limanında sergilenmeye başladığını kaydetti.

Zoroğlu, kentin tamamıyla gün yüzüne çıkması, kamulaştırma işlemlerinin tamamlanması ve çevre düzenlemesinin yapılmasıyla Doğu Akdeniz'in turizmine önemli katkı sağlayacağını belirterek, bu yılki çalışmaların ise önümüzdeki günlerde başlayacağını ifade etti.

Çalışmaların daha kapsamlı yürütülebilmesi için sponsor desteği beklediklerini de kaydeden Zoroğlu, çalışmalara katılacak 50 kişilik ekipte, ODTÜ ve Doğu Akdeniz Üniversitesinden su altı araştırma gruplarının bulunduğunu da sözlerine ekledi.
 
Korykos, Korykion - Antron (Cennet - Cehennem) Antik Kenti

SViga.webpSilifke-Mersin karayolunda, Silifke’den 21 km. ileride, Narlıkuyu Köyü’nün ve oradaki körfezin yanındadır.
Körfezin yanında İ.S.4.yüzyıldan kalma bir Roma hamamının mozaikli tabanını koruyup, sergileyen “Narlıkuyu Mozaik Müzesi” bulunmaktadır.

Kuzeyde yer alan Cennet-Cehennem obrukları yöredeki diğer bir çok obruk gibi antik dönemde kutsal konumdadır. Obruklar, doğal çöküntülerle oluşmuş, dik yamaçlı, çok büyük ve derin çukurlardır.

Narlıkuyu’da ana yoldan kuzeye ayrılan kıvrımlı yolun 2 km ötesinde önce antik bir kentin kalıntılarına sonra Zeus Tapınağına ve çok tanrılı inanca göre kutsal sayılan bu iki obruğa ve mağaralara rastlanır.

Bu yöredeki Korykos kenti, adını Korykos Burnundan almıştır.

Kent, Korykos Burnu üzerinde ve anakaranın bitişik yöresine yayıldığından bir kıyı kentidir.

Korykos kentinin kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte hellenistik çağda, bergama krallarından birinin kenti kurduğu sanılmaktadır.

Kent, Roma İmparatorluğunun egemenliği döneminde önem kazanmış, ancak altın çağını erken Hıristiyanlık döneminde (Geç Roma, Erken Bizans) yaşamıştır.

Bu bölgeden günümüze gelebilen kalıntılar şunlardır:

Zeus Tapınağı

Zeus Tapınağı Cennet çöküğünün güney ucunda yer alır. İlk yapı evresi Hellenistik dönemde yapılmış Dor düzeninde, sütunlarla çevrili olmayan bir tapınak niteliğindedir. Bu tapınak Zeus’un Typhon’a karşı kazandığı zaferin bir simgesi olarak onun onuruna yapılmıştır.

Tapınağın kuzey duvarının doğuya bakan düz köşe devşirme taşlara Hellenistik ve Roma dönemlerinde görev yapmış 130 din adamının adları kazınmıştır. Tapınak, hıristiyanlık döneminde bütünüyle yıkılıp yerine bazilika planlı bir kilise yapılmıştır. Bu yeni yapının kuzey duvarı tapınağın kendi duvarının taşlarının yeniden kullanılmasıyla oluşturulmuştur, üstelik yapım sırasında yazılı taşlardan ikisinin baş aşağı konulduğu saptanmıştır.

Tapınağın güney duvarı tümüyle kaldırılmıştır. Kaldırılan bu duvarın taşlarıyla kilisenin batısındaki giriş yerinin üç kapılı iç duvarı yapılmışsa da şimdi burası yıkık durumdadır.


Cennet Çöküğü

Cennet Çöküğü antik çağda Korykos Mağara’sı diye anılan ve her biri kayalık, geniş ve çukurdan oluşan iki doğa harikasından biridir.

Çöküğün doğu kenarında, yaklaşık orta bölümden başlayan bir yolla kayalara gelişi güzel oyulmuş 450 basamakla çöküğün en ucuna kadar gidilebilir. Oval planlı mağara 200X90x70 m. boyutlarındadır.

Mağaranın hemen girişindeki Meryem Ana Kilisesinden sonra çökük, mağaranın içine 200 m. daha girmiştir.


Meryem Ana Kilisesi

Cennet Çöküğünün içerisinde, çok tanrılı dönem tapınma yeri olan mağaranın tam ağzında bir kilise inşa edilmiştir.

Kilisenin giriş kapısı üzerindeki dört satırlık yazıttan, bu kilisenin Paulus adında dindar bir şahıs tarafından Meryem Ana adına yaptırılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Kiliseyi yeterince koruyan üzerindeki kaya uzantısından dolayı yapının çatıya gereksinimi olmamıştır. Bununla birlikte, kilisenin doğusundaki apsis ile buna bitişik iki yan oda birer kubbe ile örtülmüştür. İ.S.12. yy.da apsisin kubbesi ve iç duvarları freskler ile süslenmiştir.

Bugün konusunun ne olduğu açıkça anlaşılamıyacak derecede yıpranmış olan bu fresk aslında İsa’yı ve yanında havarilerini göstermektedir. Yapının kuzey ve güney duvarlarında birer sıra kemerli küçük pencere vardır. Kilise tarih olarak dışarıda bulunan tapınaktan dönme bazilika ile aynı dönemde yani en geç İ.S.5. yüzyılda en erken 6. yüzyıla tarihlenmektedir. Yapının kilise olarak ne zamana kadar kullanıldığı saptanamamıştır.

Cehennem Çöküğü

Cennet Çöküğünün 300 m güneybatısında yer alan 200 m uzunluğundaki mağara sayısız dikit ve sarkıtlarıyla yörenin doğal güzellikleri arasına girmektedir.

Mitolojide, Olympos’lu tanrılar ile Titanlar arasında çıkan savaşta bu devler yenilir ve tanrıların başı Zeus’un buyruğuyla yerin derinliklerinde tutsak edilir. Toprak ana Gaia torunları olan Titanların intikamını Zeus’tan almak için bir ejder doğurur. İşte bu Typhon gövdesi kabuklarla örtülü, her bir gözü ateş püskürten, geçtiği yeri yakıp yıkan bir yaratıktır. Typhon Zeus’la bir savaşa tutuşur ve büyük bir mücadele sonunda Typhon yenilir ve Zeus onu daha sonra Sicilya adasında Etna Yanardağına kapatmadan önce geçici olarak Cehennem kuyusunda tutar.

Cehennem Kuyusu, cehennem ya da Arasat diye adlandırılan bu kuyu Cennet Çöküğünün 75 m kuzeyinde kayaların arasında bulunmaktadır. 128 m derinliğindeki çukura iniş yoktur. Öte yandan mağaranın mitolojide çok önemli yeri olması buranın Typhon’un yatağı olduğuna inanıldığından gelmektedir.
 
Seleukeia ad Kalykadnos (Silifke) Antik Kenti

nvzyY.webpEski bir yerleşim yeri olan Silifke yöresinde Seleukeia, Olba, Holmoie ve Korosion Antik Kentleri bulunmaktadır. Kilikya bölgesinin batı bölümündeki bu yöre Seleukoslar döneminde Anadolu'nun önemli bir kesimi idi.
Silifke yakınındaki bir höyükte MÖ.2000 yıllarına ait yerleşim izlerine rastlanmıştır. Büyük İskender'in komutanlarından ve Suriye Krallığı'nın kurucusu Selefkos Nikator, bugünkü Taşucu'nun olduğu yerde, İon göçü sırasında Holmi' adıyla kurulan koloniyi ele geçirip halkını da kıyıdaki Holmi'den 12 km. içeriye bugünkü Silifke'nin bulunduğu yere yerleştirmiş ve Seleukos'un Şehri anlamına gelen Seleucia kentini kurmuştur.

Halkın Seleukeia'ya taşınmasından sonra bugünkü Taşucu'nun bulunduğu kent limanı Seleukeia için işlevini sürdürmüş ve Erken Bizans dönemine kadar Holmoi ismini korumuştur.

Dağlık Kilikia bölgesindeki en önemli antik kentlerden biri olan Seleukia Toros kabilelerine karşı üs noktası görevini üstlenirken aynı zamanda Roma eyaleti Cilicia da civitas libera foksiyonunu almıştır. Sonradan yerleşmeyle (Metoikismos) kurulan kent Seleukeia, Holmoi'un eski limanını tekrar kullanmaya başlamış ve böylece eski Metoikismos'undan her iki kentin birleşmesi (synoikismos) ortaya çıkmıştır.

Seleukeia, diğer yan adıyla aynı isimli kentlerden ayrılmaktadır. Diğer 260 Kilikia kentiyle birlikte Sasanidler tarafından feth edilmiş, Diokletianus'un İmparatorluk reformları sırasında Seleukeia yeni kurulan eyalet İsauria'nın merkezi (metropolisi) olmuştur. Antiocheia patrikliği döneminde merkez olan Seleukia, belgenebilen 33 antik kentin başını çeker durumdadır: Adrasos, Anemurion, Kragos kenarındaki Antiocheia, Arinoe, Charadros, Dalisandos, Diokaisareia, Dometiupolis, Eirenupolis, Germanikupolis, İotape, İuliosebaste, Kardabunda, Kelenderis, Kestroi, Klaudiupolis, Kodaka, Koropissos-Hierapolis, Kotrada, Lamos, Lauzados, Meloe, , Musbada, Neapolis, Nephelion, Olba, Philadelpheia, Prakana, Sbide, Selinus, Sibyla, Titiupolis, Zenonopolis ).

Roma İmparatoru Diokletianus'un İmparatorluk reformları sırasında Seleukeia yeni kurulan eyalet İsauria'nın merkezi (metropolisi) konumuna getirmiştir. Kenti en parlak devrini Roma imparatorluk döneminde yaşamıştır . Geç Antik dönemde ise, Toros kabilelerinin baskısı artmış, İ.S.IV.yüzyılda İsauralı baskıncılar kenti yağmalamışlardır.

Roma ve Bizans döneminde önemini koruyan bu kent XI. ve XII.yüzyıllarda Ermeniler ile Bizanslılar arasında sürekli el değiştirmiştir. III.Haçlı Seferi sırasında I.Friedrich (Barbarossa) 190 yılında Göksu'yu geçmek isterken burada boğulmuştur.

İlkçağ kenti Seleukeia'dan günümüze gelebilen başlıca kalıntılar, hangi tanrıya ait olduğu bilinmeyen bir tapınak, tapınağın batısında yapılan kazı çalışmaları sonucu ele geçen bir yazıt, Tiyatro ve Roma dönemine ait bir sarnıç (günümüzde yöre halkının Tekir Ambarı adı ile andığı yer), Hititlerden kalma bir kaya kabartmasıdır.
 
Soloi, Pompeiopolis (Viranşehir) Antik Kenti

DxTW0.webpSilifke-Mersin ana yolu üzerinde, Mersin'in 11 km. güneybatısında, Mezitli köyü yakınında, bugün Viranşehir denen yerde bulunan Soloi antik kenti, MÖ 7. yüzyılda Rodoslu koloniciler tarafından kurulmuş, kente güneş anlamına gelen Soloi adı verilmiştir. Darius (MÖ 521 -485) zamanında, Kilikya'yı ele geçiren Persler için, Soloi önemli bir liman kenti olmuş ve adına sikke bastırılmıştır. Pers-Yunan Savaşları sırasında, MÖ 449 yılında Kilikya'yı bir süre işgal eden Atinalılar, Soloi'yi yönetim merkezi yapmışlarsa da, bir yıl sonra yapılan Kilyos Barışı ile burayı Perslere geri vermişlerdir. MÖ 333'de Asya seferine çıkan Alexander, Soloi'yi Pers işgalinden kurtarmıştır.

Filozof Chrysippos ile takım yıldızları ve fenomenler hakkında öğretici şiirler yazan Matematikçi ve Astronom Aratos, MÖ 3. yüzyılda Soloi'de yaşamışlardır.
Soloi, Antik Çağlar'da Kıbrıs adası ve Mısır'a yapılan ticaretle zenginleşmiş, kent Seleukhos Krallığının son yıllarında Kilikya korsanlarının denetiminde kalmıştır. Roma yönetimi Akdeniz'deki korsan faaliyetlerine son vermek amacıyla, MÖ 64 yılında Pompeius'u görevlendirmiş, İtalya'dan başlayarak, Yunanistan ve Kilikya'ya kadar olan bölgelerde korsan faaliyetlerine son vererek Soloi'ye gelerek, burayı da korsanlardan temizlemiştir. Yürüttüğü büyük operasyonun zaferi anısına, kenti yeniden imar ederek, adını Pompeipolis olarak değiştirmiştir.

Bizans döneminde, Hristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından, Soloi, piskoposluk merkezi yapılmıştır. Kent 527 yılında meydana gelen büyük bir depremle tamamen yıkılmıştır.Kent yeniden inşa edilmeye çalışılmışsa da, bu yüzyıldan itibaren yoğunlaşan Sasani ve Arap akınları nedeniyle, yeniden eskisi gibi olmamış ve terkedilmiştir. Bu nedenle de günümüze ulaşan kalıntıların bulunduğu yere Viranşehir denilmiştir.
Pompeipolis kentinde liman, sütunlu cadde, tiyatro, Roma hamamı, kent duvarları, nekropol, su kemeri gibi yapılar bulunmaktaydı. Günümüzde dağ kapısından deniz kapısına kadar uzanan korint başlıklı 200 sütunlu yolun yalnızca 41 sütunu ayakta kalmıştır. Bu sütunlardan 33 adedi başlıklı olup, insan, kartal ve aslan kabartmaları ile süslenmiştir. Ayrıca liman, hamam kalıntısı ve bir su kemeri bu güne ulaşabilmiş kalıntılar arasındadır. Mersin Müzesi'nde kente ait eserler sergilenmektedir.

Petersburg Hermitage Müzesi'nde, Bizans dönemine ait bir kiliseden götürüldüğü anlaşılan altın ve gümüş objeler bulunmaktadır.

2003 yılı kazı sezonunda ortaya çıkarılan mermer Dionyzos,pan(satyr) ve leopar üçlü kompozisyon gurup heykeli ve bir başka ikili heykel gurubu ve bir başı olmayan kadın mermer heykel bulunmuş ve Mersin Müzesine nakledilmiştir.


Ek Bilgi:

Mersin'in merkez Mezitli ilçesi Viranşehir Mahallesi'nde bulunan 'Soli Pompeipolis' antik kentinde sürdürülen kazı çalışmalarında Roma dönemine ait 2 bin yıllık bronz heykel bulundu.

Kazı Başkanı Doç. Dr. Remzi Yağcı, bu heykelin, Mersin'in tarihi ve kültürel mirasının ne kadar zengin olduğunu gösteren en önemli buluntulardan biri olduğunu söyledi.

Geçmişi M.Ö. 700 yılına uzanan Soli Pompeipolis antik kentinde 10 yıldır süren kazılar, bu yaz 15 Temmuz'da başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mersin Valiliği ve Mezitli Belediyesi'nin desteği ile sürdürülen kazı çalışmaları bu yıl Soli Höyük ve sütunlu caddede devam etti. 20 Ağustos'ta tamamlanması planlanan kazı çalışmalarına ilk etapta ödenek yetersizliği nedeniyle sadece Soli Höyük'te başlanırken, beklenen ödeneğin Bakanlık tarafından gönderilmesiyle çalışmalar sütunlu caddede de sürdü.

Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Doç. Dr. Remzi Yağcı, arkeoloji bölümü öğrencilerinin gönüllü çalışmasıyla destek verdiği kazı çalışmalarında bu yıl önemli bulgular elde edildiğini söyledi.

Bunlardan bir tanesinin de 615 gram ağırlığında ve 20 santimetre boyundaki 'Apollon' heykeli olduğunu kaydeden Yağcı, bu heykelin sütunlu caddedeki Bizans dükkanları içinde bulunduğunu belirterek, "Bu bronz bir eser. Bu tür eserler sütunlu caddede öteden beri biliniyordu. Burada daha önceden de büyük anıtsal heykeller bulmuştuk. Apollon, şu ana kadar bulduğumuz heykelciklerden en önemlisi. Çok güzel ve müzelik bir eser. Bu bize, Mersin'in tarihi ve kültürel mirasının ne kadar zengin olduğunu gösteren en önemli buluntulardan bir tanesi" dedi.

'Apollon' heykelinin M.S. 3. yüzyıldaki Roma dönemine ait olduğunu kaydeden Yağcı, Soli Pompeipolis kazılarında ilk kez böyle bir heykel bulunduğunu vurguladı. Yağcı, heykelin Mersin Müzesi'ne verileceğini belirtti.

Soli'nin kesintisiz iskan edilmiş bir ören yeri olduğuna işaret eden Yağcı, "Bu bölge ta Neolitik'ten Bizans dönemine kadar bütün arkeolojik tabakaları içeriyor. Anıtsal yüzünü biz görüyoruz, ama göremediğimiz daha eski dönemleri de höyükten çıkan buluntularla ortaya koyuyoruz. Arkeolojik olarak bu bölgenin kesintisiz iskan gördüğünü söyleyebiliriz. Bu yıl daha önce az verilen ödeneğin artırılmasıyla çalışmamız daha da serileşti. Bu sayede bu önemli buluntuları açığa çıkarmayı başardık. Gerçekten verimli çalışmak arkeolojide çok önemli. Bunun için parasal desteğe ve sponsorluğa ihtiyaç var.

Önümüzdeki dönemde bu desteği tam olarak elde edebilirsek, bu tür parlak buluntuları ve zengin müzecilik anlayışını Mersin'e yerleştirebiliriz" diye konuştu.

Bu yılki çalışmaların 2 bölgede, sütunlu cadde ve Soli Höyük'te sürdürüldüğünü hatırlatan Yağcı, şu bilgileri verdi: "Sütunlu caddede deprem sonucu yıkılan mekanları açığa çıkarmaya yönelik olarak çalışma yapıldı. Buradaki çalışmalar özellikle caddenin doğu kenarında yoğunlaştı. Burada heykeller ve çeşitli aksesuarlar ele geçti. Soli Höyük'te de Hitit savunma duvarları ile ilgili mekanları açığa çıkardık. Yine bunun yanında arkaik mekanlarla ilgili mimari çalışmalarımız oldu. Bu yılki çalışmalarımız kısa sürmesine rağmen önemli sonuçlar elde ettik."
 
Gözlükule Höyüğü (Tarsus)

Kentin güneydoğusunda bulunan, bugün ağaçlandırılmış ve park olarak kullanılan 300 m uzunluğunda ve 22 m. yüksekliğinde bir höyüktür.

Burada 1934-1938 ve 1947 yıllarında Hetty Goldman tarafından yapılan arkeolojik kazılarda, yerleşimin Yeni Taş Çağı'nda başladığı ve islam dönemine kadar kesintisiz devam ettiği anlaşılmıştır.

Gözlükule'de MÖ. 3000-2750 arasında tarihlenen Erken Tunç Çağı yerleşimine ait arkeolojik buluntularla karşılaşılmıştır. Burada yerli Akad tipi ve Suriye kökenli seramiklerin bulunması, Yumuktepe'de olduğu gibi, Gözlükule'nin de doğu ile daha yakın İlişkide olduğunu göstermektedir. Tunç Çağlarının sonlarına doğru, Anadolu'daki yerel beylik ve krallıklar üzerinde siyasi egemenlik sağlayan Hitit Devleti'nin ortaya çıkışı da aynı zamana rastlamaktadır.
Gözlükule'de Yeni Taş Çağı'na ait yapı kalıntıları, obsidien araç ve gereçler, ok uçları, küçük mızraklar, seramikler; Bakır Taş Çağı'na ait ölülerin gömüldüğü küpler, çanak-çömlekler, tabanı yuvarlak taşlarla kaplanmış gıda depoları; Bronz Çağı'na ait silahlar, mühürler, dörtgen planlı taş ve kerpiç evler gibi mimari kalıntılar bulunmuştur. Gözlükule'den çıkarılan eserler, Adana ve Mersin müzelerinde sergilenmektedir.

1918'de Kilikya'yi işgal eden Fransız birliklerinden bir topçu grubunun Gözlükule'de konuşlanması, höyükte büyük tahribata neden olmuştur.
 
Tarsa, Tarsos (Tarsus) Antik Kenti

PWd1D.webpTarsus'un çok eski bir tarihi vardır. Yöredeki Gözlükule'de yapılan kazılar ilk yerleşimin Neolitik Çağda (MÖ.8000-5500) başladığını ve Orta Tunç Çağına kadar kesintisiz devam ettiğini göstermiştir. Arzava'nın doğusunda ve Kizzivatna'nın batısında yer alan Tarsus yöresine MÖ.XVII.yüzyılda Hititler yerleşmiştir. Daha sonra Asurlular buraya egemen olmuş, MÖ.700'ün sonlarında da Kilikya Krallığı'nın merkezi Tarsus'ta kurulmuştur. MÖ.2000 yıllarına ait Hitit tabletlerinde Tarşa ismiyle geçen Tarsus'a Antik Çağda Tarsos, Roma döneminde Latince bir sözcük olan Tarsus denilmiştir.

Tarsus'un ilk kez ne zaman kurulduğu konusunda çeşitli iddialar vardır. Bunlardan en yaygın söylentiye göre, Asur hükümdarı Sardanapal tarafından kurulmuştur. Uzun süre Asurluların egemenliği altında kalan yöreye MÖ.VI. ve VII.yüzyıllarda Yunanlı kolonistler yerleşmiştir.
Büyük İskender MÖ.332'de bütün Kilikya ile birlikte Tarsus'u da ele geçirmiştir. İskender'in ölümünden sonra komutanlarından Seleukos Nikator tarafından yönetilmiş, bir süre Mısırlılar buraya hakim olmuş ve MÖ.66'da da Kilikya Romalıların egemenliğine girmiştir. Kilikya Roma vilayeti olunca Tarsus'ta bu vilayetin merkezi konumuna getirilmiştir.

Tarsus'da Antonius döneminde antik bilim adamlarının yazdıkları büyük kitaplar toplanarak, 200.000 ciltlik, dünyada eşi bulunmayan bir kütüphane oluşturulmuştur. Tarsus'taki üniversitede, Atina ve İskenderiye üniversitelerinden daha da ünlü idi.

Tarsus'ta bulunan yazılı kitabelerde, buranın özgür bir kent olduğu yazılıdır. Tarsus'un özgür kurumlarından, St.Paulos ve birçok filozoflar faydalanmışlardır.

Kozmopolit bir kent olan Tarsus, Roma yasalarına göre yönetilmiştir. Roma döneminde Tarsus Çayı kentin içerisinden geçmekte idi. Mısır Kraliçesi Kleopatra ile Romalı komutan Marcus Antonius bu Çay yolu ile Tarsus'a gelerek buluşmuşlardır.

Tarsus ayrıca Hıristiyan dini yönünden de önem taşımaktadır. Aziz Paulos'un burada doğduğu söylenmektedir. Ünlü coğrafyacı Strabon M.Ö.I.yüzyılda Tarsus' ta dil bilginlerinin filozof ve yazarlarının burada yaşadığını belirtmiştir.


Donuktaş (Dönüktaş)

Mersin Tarsus ilçesi Tekke Mahallesi'nde bulunan Donuktaş Anıtı'nın bir Roma Mabedi olduğu sanılmaktadır.

Bu yapı dikdörtgen planlı iç içe bölümleri olan, 6.60 m. kalınlığında kesme taş duvarlı bir yapıdır. Yapı korinth üslubunda olup, doğu batı yönünde uzanmaktadır. Mabedin çevresinde 6x12'lik sütun dizisi bulunmaktadır. Üst örtüsü günümüze gelememiştir.

Prof.Dr.Nezahat Baydur'un yapmış olduğu kazı çalışmalarında 115.00x43.00 m. ölçüsünde ve 7.00 m. yüksekliğindeki bu yapının bir Roma Mabedi olduğu açıklık kazanmıştır. Bu yapıyı 1545 yılında yazdığı eserde Sefir Barbaro bir saray olarak nitelemiştir. Bunun yanı sıra Holanda'nın Tarsus Konsolosu Barker 1835'te yazmış olduğu Kilikya isimli eserinde Kral ailesine ait mezar olarak nitelemiştir. Bazı arkeoloji kitaplarında da bu yapıdan Jüpiter (Zeus) Mabedi olarak söz edilmiştir. Bazı kaynaklarda da V.yüzyılda kiliseye dönüştürüldüğü yazılıdır.

Donuktaş'ı gezen gezginlerden Sefir Barbaro, 1545 yıllarında yazdığı eserinde buranın bir saray olduğunu yazar, Hollanda'nın Tarsus Konsolosu Barker, 1835'de yazdığı "Kilikya" adlı eserinde "Donuktaş bir kral ailesi mezarıdır. Fakat Serdanapol'ın mezarı değildir. Çünkü Serdanpol Ninova'da yakılmıştır." Demektedir. Donuktaş bazı kitaplarda da Jupiter Mabeti olarak geçmektedir.

Bir efsaneye göre de; Donuktaş bir hükümdarın sarayı olup Gözlükule üzerindeymiş, Hükümdar burada kızı ile yaşarmış, zamanın peygamberi bu hükümdara darılarak sarayına tekme vurmuş. Saray ters dönerek yuvarlanmış ve bugün bulunduğu yere düşmüş.


Antik Cadde

1993 yılında Tarsus Belediyesi'nin Cumhuriyet alanında başlattığı temel kazısı ile ortaya çıkmıştır. 1995 yılında yapılan arkeolojik kazılar sonucunda, doğu-batı yönünde bir cadde ile çevresinde çeşitli dönemlere ait yapı kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. 7 m. genişliğinde bazalt taşı ile kaplı cadde, balıksırtı profillidir. Her iki yanında yüzey sularının drenajı için kum taşından yapılmış, iç bükey şeklindeki yağmur kanalları bulunmaktadır.

Caddenin en ilginç özelliği ise, altında 2.20 m yüksekliğinde, 70 cm. genişliğindeki bir ana kanalın bulunmasıdır. Bu büyük kanal, sel sularını çevreye zarar vermeden Rehgrma Lagün gölü yönünde tahliye etmekteydi.

Caddenin iki yanındaki podyum üzerinde 2 m. aralıklarla l .20. m çapında Korint tipi başlıkları olan sütunlar bulunmaktaydı. LZoroğlu'na göre, caddeden daha sonra inşa edilen bu sütunlu revak, büyük olasılıkla Roma imparatoru Hadrianus'un Tarsus'u ziyareti nedeniyle yapılmıştır. Bu çalışmalar kapsamında kazı alanının güneybatısında 2.yüzyılda yapılmış olduğu anlaşılan bir eve ait mozaik avlu bulunmuştur.


Tarsus Kalesi, Kleopatra Kapısı (Deniz Kapısı)

Mersin Tarsus ilçesinde bulunan Tarsus Kalesi'nin yapım tarihi eski çağlara kadar inmektedir. Kale surlarının MÖ.200 yıllarında yapıldığı, daha sonraki dönemde de onarıldığı bilinmektedir. Kalenin dört ayrı girişi olup, bunlardan güneybatı kapısı Kleopatra Kapısı olarak tanınmaktadır. Antik tarihçilere göre Kleopatra Tarsus'a gemi ile gelmiş ve bu kapıdan şehre girmiştir. Kleopatra Romalı General Antonios tarafından buradaki Gözlü Kule'de karşılanmıştır. Kalenin diğer kapıları Dağ Kapısı, Adana Kapısı ve Deniz Kapısı isimleri ile anılıyordu.

Günümüzde ilçe merkezinde bulunan bu kalenin iç ve dış surları bulunuyordu. Kesme taştan yapılmış olan sur duvarları 1832 yılında Tarsus'u işgal eden Mısırlı İbrahim Paşa'nın burada yaptırdığı yapılar için taşları sökülmüş, onu izleyen dönemlerdeki yeni yapılanmalarda da kalenin taşlarından yararlanılmıştır. Bu nedenle de Tarsus Kalesi'nden günümüze Kleopatra Kapısı dışında başka bir iz gelememiştir.

Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde İskele Kapısı ismi ile tanımladığı Kleopatra Kapısının yapımında kesme taş ve horasan harcı kullanılmıştır. Yuvarlak kemerli olan bu kapı 617 m. yüksekliğinde olup, genişliği 6.18 m.dir. İç içe iki surdan oluşan kentte, savaş anında kapılar kapanmaktaydı. Kleopatra kapısı da bu sur kapılarından birisidir.

Mısır'ın ünlü Kraliçesi Kleopatra'nın Romalı General Antonius ile Tarsus'da buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlükule de büyük bir törenle karşılanarak, Deniz kapısından kente geldikleri söylenir. Bu nedenle Deniz kapısına Kleopatra kapısı da denilmektedir. Deniz kapısı daha sonraki yıllarda yıkılmış, yerine devşirme taşlardan bugünkü kapı yapılmıştır. Son yıllarda yapılan restorasyonla kapının orjinal özelliği kalmamıştır.


Roma Hamamı (Altından Geçme)

Kentin merkezinde anıtsal antik bir yapı kalıntısı olarak göze çarpar. Tuğladan örülü, altından motorlu araçların da geçebileceği büyük kemer ve hamam duvarlarının bir kısmı, 19.yüzyıla ait konutların içinde kalmıştır.

Bu kalıntılar, Roma döneminde kente teraziler ve kemerlerle su getirilmesinden sonra inşa edilen hamam kalıntısına aittir.

Hamam moloz taş ve tuğladan yapılmış, horasan harçla birbirlerine bağlanmıştır. Duvarlar oldukça kalın olup, içlerinde baca ve havalandırma künkleri bulunmaktadır. Hamamın doğusundaki duvarlar günümüze iyi bir durumda gelmiştir. Buradaki kubbe ayaklarından anlaşıldığına göre, üzeri kubbe ile örtülmüştür.

Yapının kuzey ve batı bölümleri tamamen yıkılmış, güney duvarında da 3,50 m. genişliğinde, 4.00 m. yüksekliğinde bir delik açılarak yol geçirilmiştir. Bu yüzden de halk tarafından Altından Geçme olarak isimlendirilmiştir.


Eski Hamam

Tarsus, Kızılmurat Mahallesi'nde, Yeni Vakıf İşhanı yanında yer alan Eski Hamam, Roma hamamının temelleri üzerinde Ramazanoğulları tarafından yaptırılmıştır. Kitabesi bulunmadığından kesin yapım tarihi bilinmemektedir. XV-XVI. yüzyılına tarihlenen hamam 1873 yılında onarılmıştır. Vakıf kayıtlarında hamamın Mahmut Paşa vakıfları arasında ismi geçmektedir.

Halk arasındaki söylentiye göre Şahmeran burada öldürülmüş ve kanı hamamın duvarlarına sıçramıştır. Bu yüzden da Şahmeran Hamamı ismi ile de anılmaktadır.

Hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamam moloz taştan yapılmış, dikdörtgen planlıdır. Osmanlı hamam mimarisinde dört eyvanlı hamam mimarisi tipindedir. Soyunmalık bölümü kubbe ile örtülü olup, zamanla orijinalliğinden uzaklaşmıştır. Üzeri kubbeli ılıklıktan geçilen sıcaklık dört eyvanlı, kubbeli olup çevresine 10 ahşap loca yerleştirilmiştir. Hamam günümüzde halen kullanılmaktadır.
 
Geri
Top