Mersin Antik Kentleri (Akdeniz Bölgesi)

Vj6iE.webpJüstinianus Köprüsü (Baç Köprüsü)

Adana-Ankara karayolunun Tarsus girişinin kuzeyinde, Berdan (Tarsus) Çayı üzerinde bulunan bu köprüyü MS.VI.yüzyılda Bizans imparatoru Iustinianus (MÖ.527-565) yaptırmıştır. Bundan sonraki dönemlerde onarılmış ve en son olarak da 1978 yılında restore edilmiştir.

Osmanlı döneminde bu köprüden geçiş ücret karşılığı olduğundan, halk arasında Baç Köprüsü ismi ile anılmıştır. Kesme taştan yapılmış olan köprünün ortasında yuvarlak kemerli geniş bir gözü bulunmaktadır.


Ayasofya Kilisesi

Çarşıbaşı'nda bulunan bu kilisenin St.Paul Katedrali olarak 1102 yılında yapıldığı ileri sürülmüştür. Bazı kaynaklarda Tarsus'ta Orta Çağ'ın ilk yıllarında bir Ayasofya Kilisesi yapıldığından söz edilmektedir. Bu kilisede Papanın elçisi Mainz Piskoposu Konrad Von Wittelsbach 6 Ocak 1198'de I.Leon'u Ermeni kralı olarak ilan ederek taç giydirmiştir. Bunun yanı sıra P.Lucas 1704'te Tarsus'a gelmiş ve Tarsus'taki bir kiliseden söz etmiştir. Bu kilise ile Ayasofya Kilisesi'nin aynı yapı olup olmadığı kesinlik kazanamamıştır.

Günümüze cami olarak gelen bu yapının Roma üslubunda kalın ve yüksek duvarları, iç kısımları geniş, dışa yönelik kısımları oldukça derin pencereleri ve kalın sütunları bulunmaktadır. Yapının bahçesine batısında bulunan ve cephesi oldukça süslü bir kapıdan girilmektedir. Bunun içerisindeki yapı 460 m2'lik bir alanı kaplamaktadır. İbadet mekânı 19.30x17.50 m. ölçüsünde, dikdörtgen planlıdır. Girişin sağ ve solunda birer yarım sütun ve bu sütunların doğrultusunda da mekân ikişer sıra halinde dörder sütunla üç nefe ayrılmıştır. Gri renkte olan bu sütunlar antik çağ yapılarından buraya getirilmiştir. Orta mekânın genişliği 12.60 m. olup, üzeri tonozla örtülmüştür. Orta bölüme ortada İsa olmak üzere doğuda Yuhannes, Matteios; batıda Marcos ve Lucas'ın freskleri yapılmıştır. Kilisenin kuzeybatı köşesine ise çan kulesi yerleştirilmiştir.

Kilise yakın tarihlerde restore edilmiştir.


Rum Ortodoks Kilisesi

Cumhuriyet Mahallesi'nde bulunan Rum Ortadoks Kilisesi Rum cemaati tarafından 1850 yılında yaptırılmıştır.

Kilise dikdörtgen planlı olup, kesme taştandır. Kilisenin batısında üç sivri kemerli girişi bulunmaktadır. Bunun yanında haç şeklinde odalar yer almaktadır. Girişin karşısında, iki yanında ikişer penceresi olan apsis vardır. Apsis yarım kubbesinde günümüze iyi bir durumda gelmiş freskler bulunmaktadır. Kilisenin ortasındaki iç mekânda bulunan freskler kısmen bozulmuştur.

Kilisenin üzeri iki yönlü çatı ile örtülmüştür. Kuzeydoğu köşesine çatının yüksekliğini aşmayacak şekilde dört yuvarlak sütunlu çan kulesi eklenmiştir.


St Paulus Kilisesi

Aziz Paulus'un adına yaptırılmış olan kilisenin temel kalıntıları, duvarlarından bazı bölümler ile taban mozaikleri bulunmaktadır.

Aziz Paulus Tarsus'ta MS.10 yılında dünyaya gelmiş ve Roma'da 66-67 yılında öldürülmüştür. Yahudiliğin Hıristiyanlığa ulusal bir din niteliği kazandırmak isteyen egemenliğe karşı çıkmıştır. Hıristiyanlığın evrensel bir din olmasına çalışmış, Helenistik Yahudi felsefesini Hıristiyanlık ile birleştirmeyi amaçlamıştır. Şam, Kudüs, Hatay, Kıbrıs, Makedonya ve Yunanistan'a geziler yapmıştır. Bir süre Korent Başpiskoposu olmuştur. Hıristiyanlığın amaçlarını açıklayan mektuplarından 14'ü günümüze kadar gelebilmiştir.

Paulus'a göre Tanrı yoktan var edici ve yaratıcıdır. Tanrı olmadan insanların başarıya ulaşması da söz konusu değildir. İnsana düşünme, yargılama gücünü veren Tanrı'dır.

St Paulus Müzesi'nde MS.I.yüzyıla tarihlenen döşeme mozaikleri geometrik ve bitkisel motifler halindedir. Günümüzde Tarsus Müzesi yönetiminde St.Paulus Müzesi'dir.



St.Paulus Kuyusu

St.Paulus MS. 3. yılında Tarsus'ta doğmuş ve babasının mesleği olan çadır bezi dokumacılığı yapmıştır.

Musevi Roma vatandaşı olan Aziz daha sonra İsa'nın Havarisi olmuştur.

Tarsus'ta S.Paulus'un doğduğu ve yaşadığı ev olarak bilinen yapı kalıntısının ortasında bulunan kuyunun suyu, halk arasında şifalı olarak bilinir.


Eshab-ı Kehf ( Yedi Uyurlar Mağarası )

Tarsus'un kuzeybatısında, ilçe merkezine 14 km. uzaklıktaki Dedeler Köyü'nde Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası bulunmaktadır. Yedi Uyurlar'ın öyküsü Anadolu'ya özgü olup, yedi gencin başından geçen mucizevî olaylar anlatılmaktadır. Bu olay Müslüman ve Hıristiyanlar tarafından da kutsal sayılmış, din kitaplarında ve tarihi kaynaklarda da yer almıştır.

Kehf sözcüğü Arapçada büyük mağara anlamındadır. Eshab-ı Kehf ise sözcük olarak mağara dostları anlamına gelmektedir.

Anadolu'da Eshab-ı Kehf'in bulunduğu başka mağaralar da vardır. Bunların başında Diyarbakır Lice ilçesinin 15 km. güneybatısında Derkam Köyü'nde, Efes'te, Elbistan ilçesi yakınlarındaki Afşin'de ve Eskişehir'deki mağaralar gelmektedir. Ayrıca Anadolu dışında İspanya'da; Kurtuba şehri civarında bulunan Cinanu'l verd'de, Şam civarında Belka'da da Eshab-ı Kehf mağaraları olduğu iddia edilmiştir. Ancak, gerçek Eshab-ı Kehf'in Tarsus'ta olduğu konusunda araştırmacıların çoğu birleşmiştir.

Kuran'ın 17.suresinde bu olay kıssa olarak anlatılmaktadır. Çok tanrılı inanışın gücünü yitirdiği dönemlerde bu gençler tek Tanrı'ya inandıklarından eziyet görmüş ve çareyi kaçmakta bulmuşlardır. Kendilerine karşı yapılan baskılara direnerek putperestliğe dönmeyi kabul etmemişlerdir. Bunun üzerine hükümdar Dakyanus'un huzuruna çıkarılmışlar, putperestliğe dönmedikleri takdirde öldürülecekleri söylenmiş ve bunun için de birkaç günlük süre verilmiştir. Gençler kraldan ve putperest toplumdan, onların sapkınlıklarından kaçarak bir mağaraya sığınmış ve 309 sene orada uyumuş ve sonra da uyanmışlardır. Ancak bu olayın nerede ve hangi devirde geçtiği konusunda bilimsel veri bulunmamaktadır.

Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernuş, Debernuş, Şâzenuş, Kefeştatayyuş isimli gençler ve köpekleri Kıtmîr ile birlikte uyandıklarında aradan geçen sürenin farkında değillerdir. Acıktıklarından içlerinden birini yiyecek almak üzere şehre göndermişlerdir. Çarşıda 300 yıl önceki parayı vererek alış veriş eden gencin define bulduğu sanılmış ve tutuklanmıştır. Bundan sonra zamanın hükümdarı tarafından sorgulanmış ve başlarından geçenleri anlatmıştır. Bunun üzerine mağaraya gelenler içeride altı kişinin namaz kıldığını görmüşler ancak, gelenlerin mağaraya girmesiyle, Yedi Uyurlar'ın hepsi birden görünmez olmuştur. Mağarada yedi yavru kuşun bulunduğu kuş yuvasından başka bir şey yokmuş. Bu nedenle de mağara, halk arasında Yedi Uyurlar Mağarası olarak isimlendirilmiştir.

Tarsus'taki Eshab-ı Kehf Mağarası Müslümanlar ve Hıristiyanlar tarafından kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul edilmiştir. Mağara, kayalar içerisine oyulmuş, içerisine 15-20 basamaklı bir merdivenle inilmektedir. Mağara 300 m2 büyüklüğünde ve 10 m. yüksekliğindedir. İçerisinde üç ayrı bölüm bulunmaktadır. Kayalık olan bölümlerden birindeki kaya kütlesi bir deveye benzetilmektedir.

Sultan Abdülaziz 1873 yılında bu mağaranın yanına bir cami ile üç şerefeli minare eklemiştir.


Astım (Dilek) Mağarası

Tarsus ilçesinde jeolojik çöküntü alanının 300 m. güneybatısında Astım Mağarası bulunmaktadır.

Mağaranın uzunluğu 200 m.'yi bulan galeri şeklindedir. İçerisinde değişik şekiller gösteren ve oldukça büyük boyutta sarkıt ve dikitler bulunmaktadır. Mağaranın sıcaklık ortalaması 15 Co olup, nem oranı da yaz aylarında % 85, kış aylarında ise % 95'e ulaşmaktadır.

Mağaranın astım hastalığına iyi geldiğine inanılmış, ayrıca içerisinde de dilek tutulması yaygın bir inançtır. Bu yüzden mağaraya astım hastaları ile dilek tutmak isteyenler ziyarete gelmektedir.

Günümüzde mağaranın içerisine helezonik şekilde bir merdivenle inilmektedir. İçerisi yerel belediye tarafından aydınlatılmıştır.

Mağara dışındaki Roma dönemine ait büyük blok taşlardan yapılmış duvar kalıntıları o dönemde mağara çevresinde bir yerleşim olduğuna da işaret etmektedir.


Tarsus Şelalesi

Tarsus ilçesinin kuzeyinde Berdan (Kydnos) Çayı üzerindeki şelale, Berdan Nehri'nin 4-5 m. yükseklikten dökülmesi ile meydana gelmiştir. Şelalenin bulunduğu alan jeolojik olarak konalemera yapısına sahip olduğundan buradaki kayalar kolayca oyulmaktadır.

Roma döneminde şelalenin bulunduğu alan mezarlık olarak kullanılmıştır. Bu mezarlar nehrin zaman zaman alçalan suları sırasında ortaya çıkmış ve çoğu da tahrip olmuştur.

Romalılar döneminde çay kentin ortasından geçmekte, şelalenin bulunduğu alan ise nekropol (mezarlık) olarak kullanılmaktaydı. Buradaki doğal konglomera yapısı, birçok yerde oyularak kaya mezarları haline getirilmişti. Ancak 6. yüzyılda Bizans imparatoru Justinianus zamanında akarsu yatağının değiştirilmesi ile mezarların bulunduğu alan su altında kalmıştır. Suların yaz aylarında azaldığı dönemlerde şelalenin altındaki mezarlar görülebilmektedir.
 
Yumuktepe Höyüğü Antik Kenti

Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Yumuktepe'de, arkeolojik kazılar İngiliz John Garstang başkanlığında 1936-1937 yıllarında yapılmıştır. II. Dünya Savaşı'nın başlaması nedeniyle ara verilen kazılar 1946'da yeniden başlanıp 1947'de sonuçlanmıştır. 1992 yılında İstanbul Üniversitesi ve Roma Üniversitesi işbirliği ile hazırlanan "Yumuktepe Arkeolojik Kazısı" 1993 yılında uygulanmaya başlanmıştır.

Yumuktepe'de Prehistorik Çağlara ait yerleşim ile karşılaşılmıştır. J.Garstang'ın 1937-1940 yılları arasında yapmış olduğu arkeolojik kazılarda, Erken Yeni Taş Çağı'na kadar inen, kesintisiz yerleşimlere ait tabakaları ortaya çıkarmıştır. Ardından 1947-1948 yıllarında kazı çalışmalarına tekrar devam edilmiş, 1993 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden Prof.Dr.Veli Sevin başkanlığında Roma Üniversitesi'nden Isabella Caneva ve çeşitli dallardan oluşan bilim heyeti, kazı çalışmalarını sürdürmüşlerdir.

Yumuktepe Höyüğü katmanları arasında, Erken Yeni Taş Çağı kültürlerine ait konutlar, el yapımı siyah ve gri renkli, tırnak izi süslemeli çanak çömlekler ve çeşitli el aletleri bulunmuştur. Bu ilk yerleşim katmanlarının üstündeki yapıların inşaatında taşın kullanılması, yeni bir gelişmenin işareti idi. Burada bulunan bazı çömlekler, killi yaş halde iken çizilerek, içlerinin beyaz bir madde ile doldurulmasıyla incrustation denilen yöntemle süslenmiş, ayrıca monocrom denilen tek renkle boyanmış çanak çömlekler, volkan camı ve çakmak taşından yapılmış aletler ve silahlar da ele geçirilmiştir. Burada ele geçen çok sayıda ve çeşitte bulunan alet ve silahların hammaddesi olan volkan camı (Obsidien), Torosların kuzey gerisinde üçüncü zamanda oluşan Erciyes, Hasan ve Melendiz volkanik dağlarının çevresinde bulunmaktaydı. Böylesine erken dönemlerde kıyı yerleşimlerinin ihtiyaçları nedeniyle, dağ aşırı bölgelerarası alışveriş ilişkilerine girmeleri, Anadolu kültürünü zenginleştiren çok önemli bir gelişme olduğunu göstermiştir.

Yumuktepe'de ilk yerleşme Neolitik dönemde başlamış ve kesintisiz olarak kalkolitik, Tunç, Hitit, Bizans-Roma ve İslami devirlerde de devam etmiştir. 33-25 katmanlar Neolitik döneme aittir. Bu dönemde taş temelli evler, yün eğirmeye yarayan kirmenler, bakır oltalar, obsidyen ve akmak taşından yapılmış araçlar, taş mühür, ok uçları, dokumacılıkta kullanılan ağırsak, çanak, çömlekler bulunmuştur. 29-13 katmanlar ise Kalkolitik dönemi kapsar. Yapı tipleri taş temelli evler ile yuvarlak temelli silolardır. Son Kalkolitik dönemde savunma duvarlarıyla çevrili köy tipi yerleşime geçilmiştir. Askerlerin oturduğu sura bitişik evlerde fırın, yerel kaplar, temellerin altında seramik ve özel eşyalı mezarlar vardır. Orta Tunç çağı ise 12-9. katmanları kapsar ve İÖ 2000-1500'e tarihlenir. Bıçak, mızrak, mühür, kadın heykelciği, ayaklı kadeh ve gaga ağızlı testicikler bulunmuştur. Hitit dönemi ise 7-5. Katmanlar arasında ve İÖ 1500-1200'e tarihlenir. Sur duvarları testere biçimindedir. Evler Sokaklar vardır. En üst katlar Grik, Bizans ve İslami dönemi kapsar. Grek katmanında Kıbrıs tipi seramik Bizans ve İslami katmanda ise sırlı seramik bulunmuştur.

Höyüğün 2.5 m. derinliğinde bulunan bir kale harabesi Boğazköy'de bulunan kale harabesinin küçük bir örneği olup, Poligonal tarzda inşa edilmiştir. Yumuktepe Höyüğünde ele geçen buluntular Mersin Müzesinde sergilenmektedir.

Yumuktepe ve Gözlükule'de MÖ 4000-3000 arasında tarihlenen Bakır Taş Çağı'na ait arkeolojik buluntularda, bakır madeninin çok yoğun biçimde kullanıldığı ortaya çıkmıştır.

Yörede yapılan kazılarda Anadolu'da, hatta yalnız Anadolu'da değil tüm dünyada, ilk defa bakır izabesinin ve maden dökümcülüğünün Yumuktepe'de gerçekleştiği görülmüştür. Ayrıca tabanı yuvarlak taşlarla döşenmiş büyük tahıl depolarının varlığı, tarım ekonomisinde, tüketimden artırmaya geçildiğini göstermiştir.

Yumuktepe'de yapılan arkeolojik kazılarda, IX. katmanda Hitit Kralı I. Mursilis'in Kizzuwatna seferinden kalma Hitit silahları bulunmuştur. Bunlar Tarsus, Çukurova ve Toroslar'ın bir bölümünü içine alan dağlık bölgedeki yerel Kizzuvvatna Krallığı'nın, MÖ.XVII. Yüzyılda Hitit işgaline uğradığını göstermektedir.

Ek Bilgi:

Mersin'de, Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden Yumuktepe Höyüğü'ndeki kazı çalışmaları sürüyor. Kazılar, İtalya'nın Lecce Üniversitesinden Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Isabella Caneva başkanlığında, aralarında öğrenci ve işçilerin de bulunduğu yaklaşık 30 kişilik ekiple yürütülüyor.

Prof. Dr. Caneva, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl 15'incisi gerçekleştirilen ve 30 Temmuzda başlayan kazılarda değişik evrelerde çalıştıklarını söyledi.

Çalışmalarının klasik kazılardan oldukça farklı olduğunu ve milattan önce 7 binli yıllara kadar uzandığını ifade eden Caneva, "burada heykel, sütun gibi şeyler aramıyoruz. Bulduğumuz çeşitli dönemlere ilişkin kalıntıları yaptığımız restorasyon çalışmalarının ardından birleştirerek, deyim yerindeyse Anadolu'nun tarihini çıkarıyoruz" dedi.

Yumuktepe'de bu yıl iki ayrı alanda kazı yürütüldüğüne işaret eden Caneva, şöyle devam etti: "Şu anda aşağıdaki alanlarda erken neolitik döneme ait 6500-7000'li yılların tabakalarında çalışıyoruz. Alanda neolitik erken dönemine ait saz ve çamurdan oluşan yapıya ulaştık. Bir hafta içinde bunun nasıl bir yapı katı olduğunu ortaya çıkaracağız. Ayrıca geçen yıl bu alanda bulduğumuz silolar vardı, burada da daha aşağıya inmeyi amaçlıyoruz.

Üstteki alanda ise kalkolitik dönemde milattan önce 4500-5000 arasında çalışıyoruz. Sağlam bir sur ile düşmüş kerpiç duvar tespit ettik. Burada da her iki yapıyı tamamen ortaya çıkarmak için çalışmaları sürdürüyoruz."

Yumuktepe'nin çok uzun kesintisiz bir yerleşim yeri olması nedeniyle diğer kazı alanlarından farklı olduğunu vurgulayan Caneva, "milattan önce yaklaşık 7000'li yıllarda başlayan ve milattan sonra 1100 yılına kadar, yani Orta Çağ'a kadar devam eden kesintisiz bir yerleşme, Yumuktepe'yi ender yerleşmelerden biri haline getiriyor. Çünkü, yüzlerce yıllık siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel ve teknolojik gelişmeler bu tepede saklı" diye konuştu.

Bizans dönemine ait açmalarda yürütülen çalışmalar

Mimar Sinan Güzel Sanat Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Gülgün Köroğlu tarafından Suna ve İnan Kıraç Vakfı Akdeniz Araştırmaları Enstitüsünün (AKMED) desteği ile yürütülen höyüğün üst kısmındaki Bizans dönemine ait açmalardaki kazılarda ise önemli buluntulara ulaşıldı.

Doç. Dr. Köroğlu, bu yıl 17 Temmuzda başladıkları çalışmada, höyüğün batı kısmındaki konut olarak kullanılmış mekanları kazdıklarını, daha önceki açmalarda ise restorasyon çalışması yaptıklarını söyledi.

Bu alanda genel olarak 11. yüzyıl mimarisinin egemen olduğunu, 12'nci yüzyılda buranın büyük bir çiftlik haline dönüştüğünü belirlediklerini ifade eden Köroğlu, "Bu yılki kazılarda üzerinde Eros ve Aris tanrılarının kabartmaları olan lahit parçası ile bazı sütun parçaları elde ettik. Söz konusu parçaların, buradaki daha eski Roma yapı katından geldiğini ya da o dönemde kent merkezinden buraya getirilmiş olduğunu tahmin ediyoruz. Yıllar önce burada bu lahdin diğer parçasına daha
rastlamıştık" dedi.

Ortaya çıkarılan parçaların kazılar tamamlandıktan sonra envanterlenip Mersin Müzesi'ne verileceğini anlatan Köroğlu, şöyle konuştu:

"Bu yıl küçük eserler anlamında iyi buluntulara ulaşmaya başladık. Akdeniz'in değişik yerlerinde üretilmiş Bizans dönemi seramikleri ile karşılaşıyoruz. Üzerinde tavşan betimi bulunan oyma tekniğinde Ege'de üretilmiş olduğunu bildiğimiz çanak parçası elde ettik. Bizans dönemine ait sırlı seramik çanak ve kaplar, kandil parçaları ve sikkeler bulduk. Ayrıca, Suriye ve Irak'ta üretilmiş değişik İslami döneme ait seramik parçaları da ele geçti."
 
Zephyrium, Zephyrion (Mersin) Antik Kenti

99GCT.webpDağlık Kilikia ile Ovalık Kilikia sınırında bulunan antik kent Zephyrion bugünkü Mersin ilinin olduğu yerdir.

Mersin'de geniş çapta yapılan arkeoloji araştırmalarında il merkezinin 3 km. kuzeybatısındaki Yumuktepe'de Prehistorik Çağlara ait yerleşim ile karşılaşılmıştır. J.Garstang'ın 1937-1940 yılları arasında yapmış olduğu arkeolojik kazılarda, Erken Yeni Taş Çağı'na kadar inen, kesintisiz yerleşimlere ait tabakaları ortaya çıkarmıştır. Ardından 1947-1948 yıllarında kazı çalışmalarına tekrar devam edilmiş, 1993 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden Prof.Dr.Veli Sevin başkanlığında Roma Üniversitesi'nden Isabella Caneva ve çeşitli dallardan oluşan bilim heyeti, kazı çalışmalarını sürdürmüşlerdir.

Yumuktepe Höyüğü katmanları arasında, Erken Yeni Taş Çağı kültürlerine ait konutlar, el yapımı siyah ve gri renkli, tırnak izi süslemeli çanak çömlekler ve çeşitli el aletleri bulunmuştur. Bu ilk yerleşim katmanlarının üstündeki yapıların inşaatında taşın kullanılması, yeni bir gelişmenin işareti idi. Burada bulunan bazı çömlekler, killi yaş halde iken çizilerek, içlerinin beyaz bir madde ile doldurulmasıyla incrustation denilen yöntemle süslenmiş, ayrıca monocrom denilen tek renkle boyanmış çanak çömlekler, volkan camı ve çakmak taşından yapılmış aletler ve silahlar da ele geçirilmiştir. Burada ele geçen çok sayıda ve çeşitte bulunan alet ve silahların hammaddesi olan volkan camı (Obsidien), Torosların kuzey gerisinde üçüncü zamanda oluşan Erciyes, Hasan ve Melendiz volkanik dağlarının çevresinde bulunmaktaydı. Böylesine erken dönemlerde kıyı yerleşimlerinin ihtiyaçları nedeniyle, dağ aşırı bölgelerarası alışveriş ilişkilerine girmeleri, Anadolu kültürünü zenginleştiren çok önemli bir gelişme olduğunu göstermiştir.

Yumuktepe ve Gözlükule'de MÖ 4000-3000 arasında tarihlenen Bakır Taş Çağı'na ait arkeolojik buluntularda, bakır madeninin çok yoğun biçimde kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Yörede yapılan kazılarda Anadolu'da, hatta yalnız Anadolu'da değil tüm dünyada, ilk defa bakır izabesinin ve maden dökümcülüğünün Yumuktepe'de gerçekleştiği görülmüştür. Ayrıca tabanı yuvarlak taşlarla döşenmiş büyük tahıl depolarının varlığı, tarım ekonomisinde, tüketimden artırmaya geçildiğini göstermiştir.

Gözlükule'de MÖ 3000-2750 arasında tarihlenen Erken Tunç Çağı yerleşimine ait arkeolojik buluntularla karşılaşılmıştır. Burada yerli Akad tipi ve Suriye kökenli seramiklerin bulunması, Yumuktepe'de olduğu gibi, Gözlükule'nin de doğu ile daha yakın İlişkide olduğunu göstermektedir. Tunç Çağlarının sonlarına doğru, Anadolu'daki yerel beylik ve krallıklar üzerinde siyasi egemenlik sağlayan Hitit Devleti'nin ortaya çıkışı da aynı zamana rastlamaktadır.

Yumuktepe'de yapılan arkeolojik kazılarda, IX. katmanda Hitit Kralı I. Mursilis'in Kizzuwatna seferinden kalma Hitit silahları bulunmuştur. Bunlar Tarsus, Çukurova ve Toroslar'ın bir bölümünü içine alan dağlık bölgedeki yerel Kizzuvvatna Krallığı'nın, MÖ.XVII. yüzyılda Hitit işgaline uğradığını göstermektedir.

Antik Çağdaki Zephyrion kenti bugünkü Mersin ilinin bulunduğu yerde idi. Antik Çağ coğrafyacısı Strabon, Zephyrion'dan Soloi ve Mallos arasındaki bir kent olarak söz etmiştir.
M.S. 260'da Zephyrion, Kral Shapur'un tahribine uğramıştır.Antik Çağ tarihçilerinden Hiorekles, burasını M.S.V.yüzyılda, Tarsus'a bağlı Kilikia'nın şehirleri arasında saymıştır. Zephyrium kentine ait bilgiler çok azdır. Eski Halkevi binası (Günümüzdeki Kültür Merkezi) civarında yapılan temel kazılarında ve Çavuşlu Mahallesi'nde elde edilen bazı buluntular, eski Vilayet Konağının (Günümüzde Sağlık Müdürlüğü) yapımı sırasında ortaya çıkan horasan duvarlar, mermerden yapılmış sütun ve sütun başlıkları, Mersin Müzesi'nde bulunan mermer Aslan başı ile devşirilmiş bazı mimari yapı elemanları, antik Zephyrium kentine ait arkeolojik kalıntıları oluşturmaktadır.

Bu bölgenin en eski yazılı tarihi, Luvi, Kizzuwatna, Hitit, Asur ve Babil krallıklarının tarihleri ile iç içedir. Yerel krallık Kizzuwatna M.Ö.XVII. yüzyılda Hititlerin daha sonraları da Urartular, Asurlular, Babiller, Lidyalılar, Persler, Seleukoslar ve Romalılar yörede egemenlik kurmuşlardır. Bu arada Aiollar ve İonlar bölgenin çeşitli noktalarında ticaret iskeleleri ile yerleşim birimleri kurmuşlardır.

M.Ö. 333' de Büyük İskender'in İssos' ta Persleri yenilgiye uğratmasından sonra Kilikya, Makedonya İmparatorluğunun sınırları içerisine girmiştir. İskender' in ölümünden sonra yöre, komutanlarından Seleukos Nicator' un eline geçmiş ve Mersin yöresi Seleukoslar krallığının bir parçası olmuştur.

Seleukos kralı III. Antiochos döneminde Kilikya, sanat ve kentleşmede yüksek bir düzeye ulaşmıştır. MÖ 190 yılında Manisa yakınlarında Romalılara karşı yapılan savaşta yenilen Seleukosların toprakları Romalıların eline geçmiştir. Bu arada Mersin yöresi bölgedeki otorite boşluğundan yararlanan korsanların ve dağlık kesimlerde yaşayan İsaurialıların sürekli akınlarına uğramıştır. M.Ö. 67' de Romalı komutan Pompeius buralara gelerek korsan faaliyetlerine son vermiş, İsaurialıların akınları ise, aralıklarla M.S. 491 yılında Bizanslılar tarafından kesin yenilgiye uğratılmalarına kadar sürmüştür.

Romalılar döneminde, ünlü hatip Cicero, Prokonsül sıfatıyla Kilikya' ya vali olarak atanmıştır. Julius Caesar Tarsus' a gelmiş ve M.Ö. 58 yılında Kıbrıs'ı Kilikya bölgesine bağlamıştır. J. Caesar' dan sonra, doğu bölgesinin yönetimini üstlenen Marcus Antonius, Tarsus' ta Mısır Kraliçesi Kleopatra ile buluşmuştur. Kleopatra'nın gemisiyle Tarsus'a gelişi ve burada Antonius' la yaşadığı beraberlik Antik Çağ tarihinin en çok ilgi çeken olaylarından biri olmuştur.

İmparator Hadrianus zamanında, 137 yılında yollar yeniden inşa edilmiş, yöredeki şehirler birbirine bağlanmış ve yeni mimari eserler yapılmıştır. Bundan sonra da bölgeye Cilicia, Isauria et Lycaonia ismi verilmiştir. Bu dönemde Kilikya ve Mersin'in ekonomisi çok daha canlanmış vergilerde önemli indirimler yapılmıştır.

Hıristiyanlığın Kilikya' da hızlı bir şekilde yayılmasından sonra yöreye hakim olan Bizanslılar döneminde Kilikya ve Mersin çevresinde manastırlar ve kiliseler yapılmıştır. Ayrıca burada yaşamış azizler için dini şehitlikler yapılmıştır.

Havarilerden Aziz Pavlus'un Tarsuslu oluşu bölgenin önemini daha da arttırmıştır. Ancak ticaretin İstanbul'a kaymasından ötürü, sermayenin büyük bir bölümü ve tüccarlar oraya doğru yönelmişler, limanlar ve bu yöreler yavaş yavaş eski canlılıklarını kaybetmiştir.
 
Geri
Top