• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Muğla Antik Kentleri (Ege Bölgesi)

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Muğla Antik Kentleri (Ege Bölgesi)

Euromos (Ayaklı) Antik Kenti

frCnf.webpKaria bölgesinin antik kentlerinden Euromos, Bafa gölü ile Milas arasında ve Milas'a 12 km. uzaklıktadır.
Euromos ismi Karia'yı içeren kaynaklarda çok sık geçmiş olup çevresinde de Amyzun, Heraklia ve Khalkedon gibi kentler bulunuyordu.

Euromosdan Plinius Eurorome diye bahseder. M.Ö.VIII.yüzyıldan beri yerleşimi olan kent, denizden oldukça uzak olmasına rağmen Atina'nın önderliğindeki Attika-Delos deniz birliğine Hyromos ve Kyromos adıyla kayıtlıydı. Antik dil bilimcileri bu Kyromos adına bir anlam verememişlerdir.

Bilge Umar bu ismin Yüce Ana veya Yüce Tanrıça'nın halkı anlamına gelen Karama sözcüğünden türetildiğini ileri sürmektedir.

Euromos'da yapılan kazı ve araştırmalarda bulunan mimari parçalar,keramikler antik yerleşimin VI.yüzyılda var olduğunu göstermiştir. Bu arada Tribut listelerinde ismi geçen Hyromos unda Euromos olduğu sanılmaktadır. Helenistik çağ öncesi kentin tarihi ile ilgili bilgiler çok yetersizdir.

Kent M.Ö.201-196 yıllarında Makedonya Kralı Büyük İskender'in işgaline uğramıştır. Ancak Apameia Barışı (M.Ö.188) ile Rodos'dan Karia'ya gelen kuvvetlerin sayesinde özgürlüğüne kavuşmuşsa da Mylasa ile ittifak yapmak zorunda kalmıştır. Bu anlaşmadan rahatsızlık duyan komşusu Herakleia'nın saldırısına uğramış ve bütün mallarına el konulmuştur. Bu yüzyıla tarihlenen iki emirnamede Euromos'un Mylasa ile birleştirildiği yazılıdır. Kent Roma İmparatorluğu döneminde eski önemini kazanmış ve günümüze ulaşan yapılarla bezenmiştir. Bu arada bastırdığı ve üzerinde Zeus'un resmi olan sikkelerle kent ismini yaygın biçimde duyurmuştur.

Euromos'un günümüze ulaşan en ünlü yapısı Tanrı Zeus'a adanmış, Zeus Lersyonos mabedidir. Roma İmparatoru Hadrianus zamanında (M.S.117-138) antik kentin dışında, Kızılbayır denen tepenin eteğinde yapılan mabedin mimari yönden pek çok özellikleri vardır. Sütunlarının büyük bir kısmının sağlam olarak günümüze gelmesinden dolayı halk buraya Ayaklı adını vermiştir.

Anadolu'nun en iyi korunmuş tapınaklarından olan Korent nizamındaki bu yapı kısa kenarında 6 ,uzun kenarında 11 ince ve narin sütunu olup, 14.40 x 26.80 m. ölçüsünde peripteros plânlıdır. Sütun gövdeleri kaideleriyle birlikte kare plânlı plinthosların üzerine oturur. Her sütunun ayrı bir kişi tarafından yaptırılıp dikilmiş olduğunu, sütunların üzerindeki kare çerçeveler içindeki yaptıranların isimlerini yazan yazıtlardan öğrenmekteyiz. Örneğin o çağın ünlü hekimlerinden Menekrates'in kızı Tryhaina birlikte buraya beş sütun bağışlamıştır. Bunun yanı sıra Leo Quints isimli bir devlet adamı da yedi sütun yaptırmıştır. Son derece itinalı bir taş işçiliği olan yapıda blok taşlar harçsız olarak üst üste kendi ağırlıklarıyla oturtulmuştur. Cella'nın arkası kapalı olup,önünde çok fazla derinliği olmayan bir Pronaos'u vardır. Üç kademeli ve silmeli arşitrav ,kuzey ve batıdaki sütunların üzerinde boydan boya uzanmaktadır.

Tapınak Zeus Labrayndios'a atanmıştır, diğer bir deyimle Baltalı Zeus. Simge olarak kullanılan çift ağızlı balta kabartmaları bu bölgede sıkça karşımıza çıkmaktadır. Tapınağın güney tarafındaki dış yüzünde de çifte ağızlı balta kabartması vardır.

Euromos'un bastırdığı sikkelerde Tapınaktaki Zeus heykelini gösteren kabartmalar vardır. Burada Zeus'un gögsünde tıpkı Selçuk Müzesi'ndeki Artemis heykeline benzeyen, bereket sembolü olan memeler bulunmaktadır . Bu görünümü simgeliyen bir başka parça da Yunanistanda bulunan bir adak stelidir. Şimdi British Museum'da bulunan bu stelde de Zeus'un göğsünde memeler bulunmaktadır.

Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu ve Prof. Dr.Mükerrem Anabolu burada araştırmalar yaparak anıtın bugünkü restorasyonunu sağlamışlardır. Tapınağın arkasındaki tepede Euromos'u kuşatan ,Helenistik ve Roma dönemine ait epeyce büyük bir sahayı kaplayan surlar bulunmaktadır. Bu sur aşağı yukarı tapınaktan 100 yarda ötede hafif bir yükseltinin üzerinde özenle yapılmış şehir suruna bağlanan yuvarlak bir burç vardır.

Kentin suru yamacın üzerinden kuzeye doğru ilerler,aralarda aralıklı olarak burç harabeleri vardır. Duvar kuzeyde bir düzlüğe doğru iner,bir sırtı geçer ve yola doğru devam eder. Güney yönüne geldiğinde yola paralel olarak devam ettikten sonra başlangıçtaki yuvarlak kule ile bağlanır. Sur duvarlarının içi moloz taşla doldurulmuş olup üzerleri kesme taş kaplamalıdır. Bu tür duvarlar M.Ö.III yy.a tarihlenir.

Kuzey-doğuda halkın Çevrek diye isimlendirdiği zeytinlikte,biraz yukarıda yamaçtaki bir girintide yer alan Euromos tiyatrosu bulunmaktadır. Bugün oldukça tahrip görmüş olan bu tiyatronun oturma kademelerinden sadece beş sıra kalmıştır. Sahne binasının alt yapısından da bir köşe mevcuttur.

Tiyatro ile bugünkü karayolu arasında Stoa ve onun çevrelediği Agora dan parçalar vardır. Agora kareye yakın bir plân düzeninde olup birbirine bitişik dükkanların önünde,bazıları duran dor nizamında sütun dizisi bulunmaktadır. Stoa daki sütunlardan birinin üzerinde,okunması güç,oldukça uzun bir kitabe vardır. Burada, Kallisthenos isimli bir kişinin şehire yaptığı mali yardımlar ve İasos kentiyle yapılan dostluk anlaşması yazılıdır.

Batıya doğru ikinci bir Stoa'nın varlığını da yerde gelişi güzel duran sütun parçalarından anlamaktayız. Karayoluna yakın,geniş şekilsiz bir harabe de muhtemelen Hamam olmalıdır.

Kentin nekropolü yoldan tapınağa giden patikanın kenarında surların dışında kalan alana yayılmıştır. Burada Karia tipi mezarlar ve gömü çukurları bulunmaktadır.
 
Mylasa (Milas) Antik Kenti

1sOIh.webpKaria'nın batı kesimindeki antik Mylasa kenti Muğla iline bağlı bir ilçedir. Doğusunda Yatağan, Güneyinde Gökova körfezi, güney-batısında Halikarnassos (Bodrum), batısında Güllük Körfezi, kuzeyinde de Tralles (Aydın) bulunmaktadır. Yörenin yerli halkını Karlar oluşturmuştur. Çevresinde de Euromos,Herakleia,Latmos, İassos,
Labranda, Keramos gibi kentler bulunuyordu.
Byzantiuon'lu Stephanos, Mylasa'nın mitolojik kahramanı Mylasos tarafından kurulduğunu ve kentin isminin de buradan kaynaklandığını ileri sürmüştür. Tarihçi Plutarkhos ise M.Ö.680 yılında Arselis'in Lydia kralı olabilmek için Mermnad sülâlesi kurucusu Kral Giges'e yardım ettiğini ileri sürmüştür. Bütün bunlar kent ile ilgili bilinen en eski bilgilerdir.

Mylasa'nın en eski halkı Karia'lılardar. M.Ö. 545'de Akhaimenid ( Perslerin) sülâlesinin eline geçen kent M.Ö.450-440 yılları arasında Eurymedon savaşından sonra bağımsızlığını kazanarak Attika-Delos Deniz Birliğine katılmışsa da bir süre sonra birlikten çıkarılmıştır. Bu arada Perslere karşı ayaklanırlar ancak bu ayaklanma kısa sürede bastırılarak M.Ö. 440'da tekrar Pers egemenliğine boyun eğmek zorunda kalırlar.

M.Ö. 395- 360 arasında burada kurulan Pers satraplığının merkezi durumuna geçti ve idare yerli bir sülalenin yönetimine verilen kent, Kral Mausollos zamanında önemli imar çalışmalarına sahne olmuştur. M.Ö.334'de Büyük İskender tarafından ele geçirilen kent onun ölümünden sonra Seleukos kralı II.Ptolemaios ile Suriye kralı II.Antiochos'un idaresine girer. M.Ö. 190'da Kral Antiochos'un Sipylos Magnesia'sında Romalılara yenilmesi ve bunun sonucunda imzalanan Apameia barışı ile tekrar bağımsızlığına kavuşur. M.Ö. 129'da ise Roma'nın Asia eyaleti başkenti olan Rodos'un yönetimine bırakılan kent, bu olayı içlerine sindiremeyerek yeniden ayaklanırlar ve özgürlüklerini elde ederler. Fakat bu da çok kısa bir süre sürer Roma'ya direndikleri için kentleri yakılıp yıkılır. Mylasa Roma'nın egemenliğini kayıtsız şartsız kabul ettikten sonra ,Otonom (özgür kent) statüsünü alır ve bundan sonra da halkı refaha kavuşur. Bizans döneminde Kibyraioton Theması'nın sınırları içerisinde kalan Mylasa Aphrodisias metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olur.

Mylasa en görkemli dönemini M.Ö. IV.yüzyılda Karia kralı Hekatomnos oğulları zamanında yaşamıştır. Mausollos'un kurduğu devletin başkenti oluşundan ötürü de daha gelişmiştir.

Prof. Cook eski Mylasa'nın Peçin köyünde (Mutluca köyü) Peçin Kale tepesinde iken Mausollos tarafından bugünkü Milas'ın olduğu yerde yeniden kurulduğunu ileri sürmüştür. Mausollos'un Halikarnassos'u başkent yapmasından sonra da kent önemini korumuştur.

Mylasa'da ilk araştırmayı Bernault ve Du Bois başkanlığında Fransız arkeoloji ekibi 1880'li yıllarda yapmış,bazı yazıtlar ile tiyatro maskları bulmuşlardır. Bu arada XVII.yüzyılda G.Wheler'in burada görmüş olduğu yapıların çizimlerini yaparak, krokilerini çizmişlerdir. Ne var ki G.Wheler'in belirttiği Augustos mabedinin o zamana gelemediğini de tespit etmişlerdir. Onların ardından İsviçre arkeoloji ekibi M.Ö.1100 tarihlerine ait kalıntıları ortaya çıkarmıştır. M.Ö. 2000 yıllarına ait ev temellerinin yanı sıra küp şeklindeki mezarlar ile Helenistik döneme tarihlenen bir mabedin kalıntıları, Sodra dağının etekleri ile Hıdırlık yamaçlarında Roma dönemi mezarlarının yoğun olduğu da ortaya çıkarılmıştır.

Mylasa, antik çağın diğer kentlerinden farklı olarak akropol üzerinde olmayıp dağın eteklerinde kurulmuştur. Kaliteli beyaz mermerleri ile ünlü olan bu ocakları Strabon Şöyle anlatır:

...Mylasa'ya gelince: o son derece verimli bir ovadır ve ovanın yukarısında kule gibi bir tepe ve en iyi beyaz mermer ocağı bulunan dağ yükselir. Şimdi bu ocak büyük yarar sağlamaktadır,çünkü burası yapılar,özellikle tapınakların yapımı ve diğer genel yapıtlar için bol miktarda ve kolay çıkartılabilen bir taş kaynağıdır. Bu nedenle kent diğerlerinden fazla olarak her şekilde portiklerle ve tapınaklarla süslenmiştir.

Grion ( Sodra) dağının beyaz-gri mermerinden yararlanılan kentteki yapıların en önemlileri arasında Zeus Osogoa ve Zeus Labrandis Tapınakları, Gümüşkesen mezar anıtı, Baltalı kapı, su kemerleri, tiyatro, Augustos tapınağı, Gymnasium'un yapıldığını açık olarak yine Strabon'dan öğreniyoruz. Zeus Osogoa tapınağı Sodra dağının yamacında idi. XVIII-XIX. yüzyıllarda Milas'a gelen gezginlere göre tapınak stoalarla çevrilmişti. M.S.II.yüzyılda yaşamış olan Pausanius tapınağın içerisinde tuzlu bir su kaynağı olduğunu belirtmiştir. İon üslubundaki sütunların dışında kalan kalıntılar günümüze ulaşamamıştır. Hisar başında Zeus Karias isimli bir diğer tapınağın varlığı bilinirse de onunla ilgili olarak Uzun Yuva diye isimlendirilen bir sütun dışında hiçbir kalıntı günümüze gelememiştir.

Sodra Dağının doğu eteklerindeki mezar anıtı gri-beyaz mermerden yapılmıştır. Arazi konumundan ötürü önü duvarlarla teras haline getirilmiştir. Terasın üzerinde yükselen mezar anıtı peristilli olup üzeri piramit şeklinde bir çatı ile örtülmüştür. M.S.nci yy.ın ortalarına tarihlenen anıtta kalıntıları günümüze gelmemekle beraber bir heykel grubunun olduğu sanılmaktadır.

Mylasa'da bir başka önemli kalıntı da Baltalı Kapı'dır. Bu kapı Sodra Dağının mermerlerinden yapılmış olup, akanthus yaprakları ile bezenmiş ve kilit taşının üzerinde de çift ağızlı Labrandis baltası yerleştirilmiştir.

Mylasa'nın doğusunda kalan ovada 2 500 m. uzunluğundaki su kemerleri oldukça iyi korunmuştur. M.S. II.yy.a tarihlenen bu kemerlerde devşirme taşlar kullanılmıştır. Topbaşı tepesinin ovaya bakan yamaçlarında olduğu söylenen tiyatrodan hiçbir kalıntı günümüze ulaşamamıştır.

Mylasa kent surlarından hiçbir iz günümüze gelememiştir. Kentin içinde ise Halikarnassos'daki Mausolun'un küçük bir benzeri olarak kabul edilen Gümüşkesen anıtı vardır. M.Ö. I.yüzyıla tarihlenen bu anıt dikdörtgen bir mezar odası ile onun üzerindeki paye ve sütunların taşıdığı piramit çatılı bölümlerinin son derece ilginç bir görünümü vardır. Buradaki payelerle sütunların 2/3 ü yivli olup korinth başlıklı üçlü bir arşitravı taşımaktadır. Piramit çatı içten bindirme tekniğinde yalancı kubbe görünümündedir. Ayrıca üst örtü içten geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiştir.

Milas'ın 3 km. güneyinde, kayalara oyulmuş mezarlarla karşılaşılmıştır.Bunlardan büyük olanının ön cephesi mabet görünümündedir. Kentin 14 km.güney-doğusunda Yukarı Kınalıgöl köyünde de dağların arasında Karia tanrılarından Sinuri'ye ait, duvarlarla desteklenmiş bir mabet kalıntısı daha bulunmaktadır.

M.Ö. IV. yüzyılda yapılmış olan Gymnasium'a ait üzeri yazılı bir sütun gövdesi ile bir heykel kaidesi ,Milas Müzesi'nin Şevketiye mahallesinde yapmış olduğu kurtarma kazısında ortaya çıkarılmıştır. Böylece Gymnasium'un bulunduğu yer kesinlik kazanmıştır. Diğer taraftan Labranda yolu üzerindeki nekropol alanı üzerindeki mezarlar da klasik çağ ile Helenistik devire tarihlendirilir. Hıdırlık tepesi ile Sodra Dağının eteklerinden aşağıya kadar uzanan nekropol alanında ortaya çıkan mezarlar ölü gömme geleneğini en güzel biçimde yansıtmaktadır. Ayrıca Mylasa'nın batısındaki Hıdırlık tepesinde sur kalıntıları ile Sodra Dağında kale izlerine rastlanmıştır. Milas ovasının doğusundaki Yusufça köyü üzerinde de Geç Klâsik Çağ'a tarihlenen Kuyruklu Kale bulunmaktadır.
 
Labranda Antik Kenti

fa8jP.webpZeus Labraundos'un kutsal alanı olan Labranda, eski Karia'da (Güneybatı Anadolu), bağlı olduğu Mylasa (Milas) şehrinin 14 km. kuzey doğusunda yer almaktadır.

Labraynda, Pers Valisi Mousolos tarafından Tanrı Zeus adına yaptırılan kutsal bir yerdi. MÖ 6. yüzyılda Persler tüm Anadolu'yu ve Ege adalarını işgal etmiş ve buralara kendi yöneticilerini getirmişlerdi. MÖ 499'da Daurises komutasındaki Pers ordusu İon kentlerinin ayaklanmasını destekleyen Karyalıları bastırmak için güneye doğru ilerlemiş ve Karyalılara büyük kayıplar verdirmişti. Bunun üzerine Labraynda'ya sığınan Karyalılar burada Perslere karşı boyun eğmemeye karar verip yeniden savaştılar ve tekrar büyük bir yenilgiye uğradılar. Tüm Karya ile Labraynda da Perslerin eline geçti. Perslerin bölge yönetimini bıraktığı Mausolos ve İdrieus kardeşler Pers inançları yerine Zeus Stradios ya da Labrayndos tapınağını benimseyip Labraynda'yı birbirinden güzel yapılarla donattılar.
Labraynda, Milas ovasını çevreleyen dağlar üzerinde yer almaktaydı. Yılda bir kez çok büyük şenlikler düzenlenirdi. İlkbaharda bembeyaz papatyalarla kaplanan, zeytin, incir, nar, çam ve çınar ağaçlarıyla kaplı kıvrıla kıvrıla yükselen bir yolla ulaşılırdı ünlü kutsal yere. Labraynda Kutsal Merkezi çok eski dönemlerden beri, kendisine en yakın kent olan Mylasa'nın (Milas) yönetimi altındaydı. Kent ile kutsal yer arasında bağlantıyı sağlayan 13 kilometrelik Kutsal Yol, şenlik sırasında gösteri alayı tarafından kullanılıyordu.

Roma yöntemlerine aykırı biçimde uzun taş blokların çaprazlama konulması ile döşenmişti. 7.62 metre genişliğindeki yol boyunca küçük kulübeler inşa edilmişti. Buralarda, sıcakta susayan yolcular için toprak testilerde buz gibi Labraynda suyu dururdu. Günümüzde Kutsal Yol'un uzantıları birkaç yerde korunabilmiştir.

Labraynda'da yerleşim çok sarp olan alanın taraçalandırılmasıyla sağlanabilmiştir. Taraçalarda, büyük bir tapınak, kapılar, merdivenler, şölen evleri yapılmıştır. Yapılarda bir çeşit granit olan yerel malzeme kullanılmıştır. Burada, tanrıların tanrısı Zeus'a adanan görkemli törenler yapılırdı. Güneşin altında altın gibi parlayan merdivenlerden ulaşılırdı tapınağa... Halikarnasos, Heraklia-Latmos, Mylasa ve diğer kentlerden gelen binlerce insan sıra beklerdi tapınağa girmek, ona adaklar sunmak için; keçiler, inekler, boğalar kurban edilirdi baş tanrı Zeus'a. Testilerde şarap, zeytin, sepetler dolusu meyva ve erzak getirilirdi hayvanların sırtında. İlahi söylerlerdi genç tapınak rahibeleri. Andronlarda (yalnızca soylu erkeklerin girebildiği şölen odalarında) soylular için kurulan zengin sofralarda yemekler sunulur, diğer konuklar için meydanlarda kurulan mutfaklarda lezzetli yemekler pişirilirdi. Şölen sırasında en ilgi gören olay ise Labraynda'da bulunan durgun havuzda altın gerdanlık ve küpelerle süslenmiş kahin yılan balıklarından Zeus tanrının mesajlarının alınmasıydı. Bu kahin balıklara gelecekle ilgili konularda sorulan soruların cevabı, uzatılan yiyecekler balık tarafından insan elinden yenilirse olumlu olarak anlaşılıyordu. Ayrıca, Labraynda Zeus Tapınağı'nın rahipleri de kehanetlerde bulunurlardı. Önceleri ölünceye kadar kahinlik yapan rahipler, daha sonraları birer yıl için görevlendirilmeye başlandı.

Labraynda yakınına gömülme, Karya halkı için çok önem taşımaktaydı. Törenler sırasında daha önceleri buraya gömülmüş kişiler hatırlanır, yakınları tarafından ayrıca küçük merasimler yapılırdı.Labraynda'da kutsal törenlerin yanı sıra çeşitli yarışmaların da yapıldığı sanılmaktadır. İsveçli bilim adamlarınca yapılan kazılar sırasında ortaya çıkarılan büyük bir stadyumun varlığı bu düşünceyi doğrulamaktadır.Kutsal tören günlerinde gün boyu sessiz, sakin görünümünden çıkan Labraynda, gece olunca sabaha kadar sönmeyen ateşlerle aydınlatılır, müthiş bir doğa şenliğine sahne olurdu. Aşağıda bereketli Mylasa ovası görülür, Labraynda'nın Karya ülkesindeki kutsal hakimiyeti onaylanırdı.

En eski buluntular yaklaşık İ.Ö. 600 yılına aittir. 6. ve 5. asırlarda kutsal alan, sonradan tapınak terası olarak kullanılan alan tek küçük suni bir düzeltiden oluşuyordu. 497'de kutsal alanda bir savaş yapılmış ve Karia ordusu müttefikleri Miletlilerle beraber Pers ordusuna yenilmiştir.

İ.Ö.4. yy. tapınağın en önemli devridir. Mausolos (İ.Ö.377-352) ve İdrieus (İ.Ö. 351-344) adlı satraplar zamanında burası yeni bir görünüm kazanmıştır. 355'de Labranda'daki yıllık kurban şöleninde Mausolos kendisine yönelik bir suikastten son anda kurtulmuştur. Burada yer alan bir dizi suni teras, bir veya iki giriş binası, küçük bir Dor binası (olasılıkla çeşme binasıdır), anıtsal merdiven, iki geniş ziyafet salonu (andronlar), sundurmalı yapı (oikoi diye adlandırılır), Stoa ve etrafı sütunlu Zeus Mabedi gibi yapılar bu olaydan sonra yapılmış olsa gerekir. 344'de İdrieus'un ölümüyle bu tür çalışmalara son verilmiştir. İ.S. 4. yüzyılda meydana gelen büyük bir yangın felaketi nedeniyle kutsal alan kült yeri olmaktan çıkmıştır.

Buradaki kazı çalışmaları 1948 yılında Uppsala Üniversitesi'nden A.W. Persson tarafından başlatılmıştır ve o zamandan beri aralıklarla devam etmektedir. Şimdiki kazılar P. Hellström tarafından yürütülmektedir. Mylasa'dan kutsal alana 8 m. genişliğinde olan kutsal yol ile ulaşılırdı. Bu yolun üzerindeki döşeme izleri bugün bile görülebilmektedir. Alana iki giriş binasından (propylon) biriyle geçilirdi. Bunlar Milas mermerinden yapılmış, iki sütunlu, her iki cephede İon alınlıkları taşıyan etkileyici geçit kapılarıydı.

"Dor Binası" diye adlandırılan yapı, dikdörtgene yakın düzensiz oluşumuyla güney propylon binasının hemen doğusunda yer almaktadır. Kuzeye dönük, dört sütunlu, ön avlulu mermer cepheli, Dor düzeninde bir yapıdır. Muhakkak ki bir çeşme binası işlevindeydi. Roma Devrinde bu küçük bina hamam külliyesine dahil edilmiştir. Kutsal alanın 200 m. batısında, arkası istinat duvarıyla sağlamlaştırılmış stadyum bulunmaktadır. Yarışların başlama ve bitiş taşları her iki uçta da hâlâ mevcuttur.
 
Loryma (Bozuk Kale) Antik Kenti

zHZSa.webpLoryma, Marmaris yakınındaki Bozburun Yarımadası'nın güneyindeki Bozuk körfezi kıyısındadır.

Loryma sözcüğü Luwi ve Karyia dilinden gelmiş bir sözcük olup Hellen dilinde anlamı bulunmamaktadır. Kentin tarihi ve kuruluşu ile ilgili tarihi bilgiler yetersizdir. Thoukydides ve bazı ilk Çağ yazarlarında, Rodos'un karşısında karşı yaka ülkesi olarak ismi geçmektedir. Strabon da buradan Karia'da Physkos'dan sonra gelen engebeli bir kıyı şeridi olarak söz etmiştir. Byzantionlu Stephanos da Rodos'da aynı ismi taşıyan bir liman olduğunu söylemektedir.

Loryme,antik çağlarda hiçbir zaman önemli bir kent olamamıştır. Atina donanması M.Ö. 412'de Samos (Sisam) adasından Syme adasından (Sömbeki) geri dönerken bir süre burada konaklamıştır. Ayrıca Antigonos'un donanması da Rodos'a yaptığı başarısız savaş sonrası burada toplanmıştır.

Loryma'da yeterli bir yüzey araştırması yapılmamıştır. Günümüze kentten arta kalan mimari yapılarda kullanılmış taşlar dağınık biçimde gelmiştir. Yalnızca körfez girişindeki kalenin bazı bölümleri sağlam kalabilmiştir. Yaklaşık 120 m. uzunluğunda, 10 m. genişliğindeki kalenin duvarları 3 m. kalınlığındadır. Burçlar yıkılmış olmasına rağmen dokuz burçtan köşelerdekilerin yuvarlak plân düzeninde oldukları anlaşılmaktadır.

Kayalara oyulmuş yazıtlardan kentin Rodos'a has bir tanrı olan Zeus Atabyrios'a adandığı öğrenilirse de mabedinin olup olmadığı da bilinmemektedir. Körfeze hakim tepe üzerinde de bazı duvarları ayakta kalabilmiş bir kale kalıntısı dikkati çekmektedir.
 
Mandasa Antik Kenti

eFLbU.webpBodrum'da Türkbükü koyu ile Gölköy sırtlarındaki kalıntıların bir Leleg kenti olan Madnasa olduğu sanılmaktadır. Madnasa Luwi dilinden türetilmiş bir sözcük olup Ma ülkesinin kenti anlamına gelmektedir.
Kentin tarihi ile ilgili bilgiler çok sınırlıdır. Plinius ile Byzantion'lu Stephanos'un yalnızca ismine değindiği kent M.Ö.V.yüzyılda Atina-Delos Deniz Birliğine 2 talent gider katkısı ödemesinin dışında kaynaklarda başka bir bilgiye rastlayamıyoruz. Burada yaşayan insanlar Mausallos döneminde Halikarnassos'a göçe zorlanmış ve bu nedenle de kent terkedilmiştir.

Madnasa'da yeterli bir araştırma yapılmamıştır. Bununla beraber akropol olarak nitelenen tepede az da olsa sur kalıntıları dikkati çekmektedir. Duvarlar işlenmemiş kırık taşlardan 1.5 m. kalınlığındadır. Çevrede kayalara oyulmuş mezarların dışında başka bir kalıntıya rastlanmamıştır.
 
Lagina Antik Kenti

TeIQc.webpLagina Hekate kutsal alanı, Muğla İli'nin, Yatağan İlçesi'ne bağlı Turgut Beldesi sınırları içerisinde yer alır. Yatağan- Milas karayolu üzerindeki Termik santralin yanından sağa ayrılan asfalt yoldan 9 km. gidilerek Lagina harabelerine varılır. Karialıların önemli kült merkezi olan Lagina kutsal alanının ünü zamanımıza kadar gelmiş olup bu yöre halen Leyne ismi ile de tanınır.
Son yapılan araştırmalar, yörenin eski Tunç Çağından (İ.Ö. 3000) günümüze kadar kesintisiz bir iskâna sahip olduğunu göstermektedir. Seleukos kralları büyük imar çalışmaları ile Lagina kutsal alanını dini merkez ve buraya 11 km. uzaklıktaki Stratonikeia kentini de bölgenin siyasi merkezi yapmışlardır.

Lagina'da ve Stratonikeia bouleuterionu duvarlarında halen mevcut olan yazıtlardan öğrendiğimize göre, bu iki kent birbirlerine kutsal bir yol ile bağlanmıştır.
Lagina kutsal alanında propylon (anıtsal giriş kapısı), kutsal yol, altar (kurban ve sunak yeri), peribolos (kutsal alanı çevreleyen duvar), Dorik Stoalar ve Hekate tapınağı bulunmaktadır.

Kutsal alan, aynı zamanda Stoaların arka duvarını oluşturan iki metre yüksekliğe kadar ayakta kalmış duvarlarla çevrilidir. Üç girişli olan ve batı ucunda dört adet İon sütunu ile taşınan apsisi bulunan anıtsal giriş yapısı Stoaya da bir kapı ile bağlanmıştır.

Anıtsal giriş kapısından altar'a giden taş döşeli yola bağlanan 10 adet merdiven sırası vardır. Beş merdiven sırası ile çevrili olan ve üzerinde Attik İon kaideli, Korinth başlıklı tek sıra sütun bulunan bir platform üzerine oturan tapınak, kutsal alanın tam ortasındadır. Tapınak pseudo dipteros planlı, 8x11 sütunlu, korinth düzeninde inşa edilmiştir. Pronaos kısmında iki adet İon sütunu yer alır.

Lagina kutsal alanında yapılan arkeolojik kazılar, Türk bilim adamları tarafından yürütülen ilk kazılar olması açısından önem taşımaktadır. Bu kazıları Osman Hamdi Bey ve Halit Ethem Bey yürütmüştür. 1993 yılında arkeolojik kazı ve restorasyon çalışmaları Muğla Müzesi Müdürlüğü başkanlığında, Mimar Arkeolog Ahmet Tırpan'ın bilimsel danışmanlığında tekrar başlatılmıştır.

Tapınağın frizleri Osman Hamdi Bey tarafından İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne götürülmüştür ve şimdi aynı müzede sergilenmektedir.

Frizlerde dört ayrı konu işlenmiştir. Doğuda; Zeus'un yaşamı ile ilgili sahneler; batıda tanrılar ile gigantların savaşı; güneyde Karia tanrılar toplantısı; kuzeyde Amazonların savaşı.
 
Stratonikeia Antik Kenti

BuFa0.webpStratonikeia, Muğla'nın Yatağan İlçesine bağlı Eskihisar köyündedir. Günümüzde Yatağan Termik santralının burada kurulması yöreyi olumsuz etkilemiş, çıkan zehirli gaz ,vs. dolayısıyla köy terk edilmiştir.
Antik çağ yazarlarının Karia'da bir kent olarak isminden söz ettiği Stratonikeia Eskihisar köyü ile iç içedir. Pluturcharkhos'un belirttiği gibi kent ismini, yaygın bir mitolojik öyküye göre genç ve güzel bir kadın ile onun coşkulu aşkından almıştır.

Karia'nın bu antik kentinde Stratonikeia isimli, güzelliğiyle ün yapmış bir kız yaşarmış, Kral Seleukos Nikator'un karısı ölünce kendine yeni bir eş aramış ve sonunda Stratonikeia'yı görmüş ve onunla evlenmeyi istemiş. Bu sırada kız, Seleukos'un oğlu Antiochos ile çılgın bir aşk yaşıyormuş. Buna rağmen kral ile evlenmek zorunda kalmış. Ancak Seleukos oğlunun sevgilisi ile evlendiğini bilmiyormuş. Düğünün hemen ardından Antiochos hastalanmış, yataklara düşmüş, hastalığına hiçbir hekim çare bulamamış. O sırada Karia'da bulunan ünlü bir Mısırlı hekim olan Herostratos saraya çağırılmış, hastayı bir de onun görmesi istenmiş.

Mısırlı hekim de günlerce uğraşmış ama hastanın tedavisini o da yapamamış.Bir gün Stratonikeia hastanın odasına girmiş ve o anda Antiochos'un yüzü kızarmış, kalbi daha hızlı atmaya başlamış. Bu durumu gören, iki sevgilinin bakışlarından bir şeyler sezinleyen hekim Stratonikeia odadan çıkar çıkmaz Antiochos'u sıkıştırmış ve gerçeği öğrenmiş.

Ama bu durumu krala nasıl söyleyecektir? Hekim uzun uzadıya düşünmüş ve Seleukos'un huzuruna çıkmış, ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
Kral Hazretleri, oğlunuzun hastalığının ne olduğunu anladım. Oğlunuz benim karıma aşık ve o yüzden de yataklara düşmüştür.
Bunun üzerine kral :
Benim sevgili oğlumdan karını esirgeyecek misin? Oğlumu kurtarmalıyız.
Deyince hekim düşünmüş ve sonra yanıtını vermiş:
Kralım siz kendinizi benim yerime koyun. Siz benim yerimde olsaydınız ne yapardınız?
Oğlum, benim karımı sevmiş olsaydı hiç düşünmez verirdim. Çünkü Antiochos benim her şeyimdir.
Hekim de zaten böyle bir anı kollamaktaymış. Hemen yanıtını vermiş;
-O halde size gerçeği söylemeliyim. Oğlunuz kraliçe Strtonikeia'ya aşıktır. Siz onunla evlenmeden önce de birlikte büyük bir aşk yaşamışlar.
Kral son derece şaşkındır.
Peki o halde evlensinler. Demiş.

Bundan sonra Stronikeia ile Antiochos evlenmişler ve kısa bir süre sonra da kral tahtını oğluna bırakmış. İşte Antiochos uğruna babasını kaybettiği güzeller güzeli sevgilisi Strotonikeia''ın adına bu kenti kurmuş. Bu olaya değinen Byzantion'lu Stephanos M.Ö.281-261 yılları arasında kentin kurulduğunu söyler.

Plutarchos de Kral Seleukos'un karısı Stratonikeia ile oğlu Antiochos'un yaşadıkları aşka değinmiş ve: Baba kral , genç karısı ile oğlu arasında geçen gizli aşkı öğrenince M.Ö.294'de karısından ayrılmış ve her ikisini de ülkenin kuzeyine göndermiştir demiştir. Öte yandan antik yazarlardan Appian da kenti bu tarihte Seleukos'un genç karısı adına kurduğunu ileri sürmüştür.

Antik çağ tarihçilerinden Pausanios ile Stephanos aynı yerde bulunan Khrysaonis ve İdrias isimli iki kentten söz etmişlerdir. Ancak bu iki ismin kentten çok bölge ismi olması da olasıdır. Nitekim İdrios ismiyle bilinen bölgede bir konfederasyon kurulduğu; Zeus Khrysaoraus'un burada önemli bir mabet olduğu antik tarihlerde yazılıdır. Ayrıca Khrysaonis ismi de bazen Karia birliği ile eş tutulmuştur.

Bir görüşe göre de Lykialılar tarafından kurulan ilk kenttir. Buradaki ilk antik yerleşim Akdağ ve Kurukümes tepelerinin kesiştiği noktada, Kadıkulesi'nin kuzey yamaçlarında kurulmuştur. Bu tepenin güney-doğusu sarp ve kayalık olup mahalli halk tarafından Karşıyaka ismiyle anılır. İşte burası topografik yapısından ötürü savunmaya son derece elverişli olduğundan ilk yerleşimin surları buradadır. M.Ö. IV.yüzyıla ait olan bu sur aşağı yukarı 3500 m. uzunluğunda olup, iki taraftan tiyatronun arka hizasında birleşir. Aşağıdaki şehir kurulduktan sonra burası da M.Ö. III.yüzyıla ait bir sur duvarı ile çevrilmiştir. Yukarıdaki şehir Zeus Khrysaoreus'a (altın kılıçlı Zeus) ait bir kült merkezidir.

M.Ö. VI.yüzyılda Lydia krallığı bölgeye egemen olmuşsa da Persler M.Ö.546'da buna son vermişlerdi. Bu durum Büyük İskender'in Batı Anadolu'ya gelişine kadar sürmüştür. İskender'in ölümünden sonra Anadolu'da generaller arasında gelişen savaşlardan ötürü kendilerini korumaya çalışan yöre halkı Stratonikeia'nın olduğu yerdeki kutsal bir alanda toplanmışlar ve kendi aralarında bir birlik kurmuşlardır. Khrysaonis Birliği olarak tarihe geçen bu birliğin konumu henüz anlaşılamamıştır. Seleukoslar Manisa yakınlarında Lysimachos ile yapılan Kurupedion savaşını M.Ö. 281'de kazandıktan sonra tüm yöreye egemen olmuşlardır. Kral Seleukos'un aynı yıl ölmesi üzerine, ülkenin yönetimi oğlu Antiochos'a geçmiştir. Bu devirde kent gelişmiş ve görkemli yapılarla bezenmiştir. Makedonya'dan getirilen göçmenlerle de nüfusun artması sağlanmıştır.

Bundan sonra Stratonikeia birkaç kez Rodos'un eline geçmiştir. Tarihçi Titus Livius Rodosluların M.Ö.201'de ellerinden kaçırırlar fakat M.Ö.197'de kent tekrar Rodos Pareasının eline geçer. M.Ö. 167'de Rodos elçisi Roma senatosuna giderek bu kentin kendilerine verilmesini istemiştir. Pontus kralı Mithridates Roma bağımlısı olan Stratonikeia'yı M.Ö. 88'de ele geçirmesinin ardından kent Sulla tarafından geri alınır. Romalılar Pontuslulara karşı koyuşlarından dolayı kenti ödüllendirir ve bundan sonra da bağımsız bir kent olur. Stratonikeia Roma egemenliği altında da önemini korumuş, Bizans döneminde Aphrodisias'a bağlı önemli bir piskoposluk merkezi olmuştur. Ancak uğradığı deprem sonunda önemini yitirerek terkedilmiştir.

Stratonikeia'yı ilk kez A.Laumonier 1933'de yayınladığı Notes sur un voyage un Caria isimli kitabında tanıtmıştır. Prof. Dr.Yusuf Boysal 1967 yılında burada kazılara başlamış ve bu çalışması halen de sürmektedir. Bu kazılarda çıkan kitabelerden kentin bütün tarihçesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca Roma dönemine ait olan birçok yapıları da ortaya çıkarmıştır.

A.Laumonier'in sözünü ettiği kentin ünlü mabedinin tiyatronun bulunduğu terasın altında olduğu da kazılar sonunda ortaya çıkmıştır. Ancak bu mabedin kimin tarafından ve hangi tanrıya saygı duyulması için yapıldığı aydınlanamamıştır.

George E.Bean'in Serapis Mabedi olarak isimlendirdiği bu mabedi Haufmann ve Prof.Ekrem Akurgal Bouleterion olduğunu iddia etmiştir. Ancak yapılan araştırmalar bu yapının geç Helenistik veya erken Roma döneminde yapıldığı da ileri sürülmüşse de bu da açıklık kazanamamıştır. Yapının içerisindeki oturma kademelerine güney ve kuzeydeki merdivenlerle çıkılmaktadır. Oldukça yüksek duvarları son derece ince bir taş işçiliği ile yapılmıştır.

Kuzey duvarının dış yüzünün tamamı ile iç yüzünün bazı kısımlarında Grekçe ve Latince kitabeler ile kaplanmıştır. Bu yazıtlarda savaşın önlenmesi ve uzak denizleri bağışlaması için Helios,Zeus ve Serapis'e sunulan adaklardan söz edilmektedir. Ayrıca diğer bir yazıtta ise bir yılın aylarını simgeleyen on iki dize bulunmaktadır. Ekim ayı ile başlayan dizelerin sağında Grek sayıları ile belirtilen ayın günleri yer almaktadır. Akrostiş oluşturacak biçimdeki dizelerin ilk harflerinden yazarın Menippos isimli bir kişi olduğu anlaşılmaktadır. Burada Menippos, iyi eğitim görmemiş kentli dostlarının akıllarını güçlendirmeyi amaçladığını yazmaktadır.

Stratonikeia'nın akropolü bugünkü köyün güneyindedir. Akropolü kuşatan surların pek azı günümüze gelebilmiştir. Ancak günümüze ulaşan kalıntılardan taşların oldukça geniş ve ince bir işçiliği olduğu dikkati çekmektedir. Kapı kemerinin bir bölümü ile önündeki Korinth düzenindeki yivsiz sütun günümüze ulaşabilmiştir.

Çevresinde Roma ve geç Antik döneme tarihlenen birçok heykeltraşi eser bulunmuştur. Üzerinde bir araba yarışının da tasvir edildiği bu anıtsalkapı Lagina'ya kadar uzanan kutsal yolun başlangıcıdır. Mimari elemanların üzerinde görülen bezemeler.özellikle korinth başlıkları bu kapının M.S.II.yy.ın ortalarında yapıldığına işaret etmektedir. Bunun yanı sıra yerleşim alanının kuzey-doğusunda bir kalenin kalıntıları ile karşılaşılmıştır.

Bouleterion'un batısındaki agora son kazılarda ortaya çıkmıştır. Agoradan günümüze yalnızca mermer duvarları çok iyi bir durumda gelebilmiştir. Agora duvarlarının kalıntıları köyün sokaklarından birinde boylu boyunca uzanır. Bu duvarın kuzeyinde Yusuf Boysal'ın 1980' deki kazısında çıkardığı yuvarlak yapı da Agora'ya bağlı bir ünitedir.

Kentin güneyindeki dağın eteğine yaslanmış olan tiyatro oldukça iyi korunmuştur. Oturma kademelerinden 10.000 kişilik bir tiyatro olduğu anlaşılmaktadır. Cavea, orijinal konumunu korumuş olup Mimar Vitrius'un koyduğu kurala uygun olarak kuzeye bakar ve merdivenlerle dokuz künei'ye ayrılır.Scene Roma devrinde yeniden yapılmıştır.

Yusuf Boysal'ın 1985'de yaptığı kazıda ortaya çıkardığı Tiyatro'nun Roma İmparatoru Augustos zamanında yenilendiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde Hellenistik devirde yapılmış olan Scene'nin yerine üç katlı bir scene inşa edilmiştir. Diazoma ve sahne binası halen toprak altındadır. Mimari üslubundan Helenistik dönemde yapıldığı ve Roma zamanında da bazı eklemelerin yapıldığı anlaşılmaktadır. Bölgede görülen depremlerden tiyatro binası çarpılmıştır. Batı Paradosunun yeri belli olmasına karşılık doğu girişi belirsizdir.

Heredotos'un Karia'ya gelenlerin toplandığı ve önemli kararların alındığını söylediği Augustos mabedi Tiyatro'nun cavea'sının hemen arkasında oluşturulmuş bir teras üzerinde yer alır ve kente hakim bir konumdadır.. Tapınağın tiyatro caveasının arkasında ve orkestra aksında yer alması Anadolu'nun hiçbir yerinde rastlanmamıştır.

Tapınağın ebadı dıştan 7,15 x 11.11 m.dir. Yivli sütunlar attik ion kaide üzerinde üç tamburun üzerinde yükselir. Yerel olarak tuz taşı diye adlandırılan beyaz mermerler çok ince bir işçilikle işlenmiştir. Mimari elemanlarından ve çeşitli motiflerin stillerinden Augustos tapınağıdır M.S. I.yüzyılın ilk çeyreğinde inşa edilmiş olduğunu gösterir.

Kentin önemli yapılarından biri de kuzey-batıdaki Gymnasion'dur. Kazılarda ortaya çıkarılan 105 x 180 m. ölçüsündeki kuzey duvarı boyunca yapılan çalışmalarda Gymnasium'un dikdörtgen plânlı ve oldukça büyük ölçülerde bir yapı olduğu anlaşılmıştır. Helenistik Çağda Miletos'da yapılan Gymnasium ile arasında oldukça büyük bir benzerlik vardır.

Kuzey duvarının ortasında yarım daire plânlı bir eksedra ve bunun iki yanında da yine dikdörtgen plânlı ikişer büyük oda bulunmaktadır. İtinalı bir işçiliği olan bu odaların mermer duvarlarının büyük bir bölümü ayaktadır.

Kentin batısındaki nekropol alanının ortasından geçen kutsal yol 1985 ve 1986 yıllarında buradan kömür çıkarılmasından ötürü ortadan kalkmış mezarların çoğu kömür yığınlarının altında kalmıştır. Burada rastlantı sonucu ortaya çıkan mezarlardan birisinde bulunan bir cam şişe bugün Bodrum Arkeoloji Müzesi'ndedir. Ampboriskos denilen bu şişe bugüne kadar ele geçen tek örnektir. Parfüm şişesi olduğu sanılan bu ampboriskosun üzerinde kabartma olarak Troia savaşından sonrası resmedilmiştir.

Bugün kazı evinin hemen yanı başında Gladyatör mezarları bulunmuştur. Bu mezarların taşları Muğla Müzesi'nde sergilenmektedir.

Evlerin duvarlarında antik parçalar bolca kullanılmıştır. Hatta bunlardan birinin pencere sövesinde Çift Ağızlı Labrandis baltası motifinin işlendiği parça da vardır.

Ek Bilgi:

Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı Eskihisar köyündeki Dünya'nın en büyük antik mermer kenti Stratonekeia'da kazı çalışmaları sırasında bin yıllık olduğu tahmin edilen iskelet kalıntıları bulundu. Mezardaki iki iskeletin Bizans dönemine ait olduğu açıklandı.

Eskihisar köyündeki Startonekeia'nın kuzey kapısında devam eden çalışmalarda mezardan çıkarılan bin yıllık mezarın yanı başındaki mezarda da küçük bir kız çocuğu mezarının bulunduğu ve mezardan küçük bir küpe çıkarıldığı açıklandı. Yatağan'a bağlı eskihisar köyündeki Stratonekeia'da kazı çalışmalarında şuanda 25 işçi, 5 arkeolog ve 2 stajyer öğrenci olmak üzere toplam 32 kişi çalışıyor.

Stratonekeai'nın her yerinin tarihi eser olduğunu ifade eden kazı heyeti başkanı Doç Dr. Bilal Söğüt, Stratonekeia'daki çalışmalarımız yoğun bir şekilde devam ediyor. Şu anda burada çalışan arkadaşlarımız Stratonekeia'nın kuzey kapısında çalışmalarını sürdürüyorlar. Amacımız bu tarihi yerleri en kısa zamanda gün ışığına çıkarıp, ülke turizmine kazandırmak. Çalışmalarımız esnasında bir mezar içinde tahmini bin yıllık olduğunu saptadığımız bir iskelet çıktı dedi.
 
Kaunos Antik Kenti

Few6W.webpKaunos, Muğla'nın Köyceğiz ilçesinin güneyindeki Dalyan'ın yakınındadır. Strabon kentin bir yarımada üzerinde kurulduğunu fakat sonra alüvyonlarla dolarak içeride kaldığını söyler. Gerçekten de bu gün Kaunos denizden 3 km. kadar içeridedir. Yine Strabon'un bahsettiği Kaunia gölünün denize bakan ayağı bugün Sülüklü adıyla anılan bir bataklığa dönüşmüştür.
Kaunos Hellen dilinde anlamı olmayan bir sözcüktür. Lykçe yazıtlarda Ksibde olarak geçen bu kent Rodos Pereia'sı içinde büyük bir yerleşim yeridir. Yunan mitolojisine göre Miletos'un oğlu Kaunos, kendisine aşık olan Byblis'e karşılık vermemiş o da üzüntüsünden canına kıymıştı. Bunun üzerine Kaunos da Miletos'u terk ederek bu kenti kurduğunu Ovidius da anlatmıştır.

Kaunos'un ne zaman kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Homeros kitabında açıkça buradaki sekene için şöyle yazar:

Kaunos'lular bana kalırsa, buranın yerlisidir; ama kendileri Girit'ten gelme olduklarını söylerler. Dillerinde Karia etkisi vardır ya da Karia dilinde onların etkisi.

Nitekim Kaunosluların Karia'lılardan farklı 30 harfli bir alfabe kullandıkları bugün anlaşılmıştır. Ayrıca Lykia kültürünün de etkili olduğu günümüze gelen eserlerden anlaşılmaktadır.

Kaunosda, M.Ö.VIII yüzyıldan beri yaşamın olduğu bilinirse de tarihte ilk kez adları M.Ö.545'de Pers generali Harpagos'a karşı gösterdikleri direniş ile geçmektedir. Herodotos Harpagos'un İonia'yı yönetimi altına aldıktan sonra Karialı'ların, Kaunos'luların ve Lykia'lıların üzerine yürüdüğünü söylemektedir. Bu sözler Pers istilâsı sırasında Kaunos'un önemli bir kent olduğunu göstermektedir. Onurlarına ve özgürlüklerine düşkün olan Kaunos'lular Harpagos'a karşı koymalarına rağmen yenilgiden kurtulamadılar. Harpagos Kaunoslulara karşı, kendisine direnç gösterdikleri için çok zalimce hareket etti. Hellenlerin Persleri Anadolu'dan atmak için giriştikleri mücadelede Kaunos'da yerini aldı ve Attika-Delos Deniz birliğine girdi. Peleponnes savaşı sırasında kentin limanı her iki tarafça zaman zaman kullanılmıştır.

Kent M.Ö. 377'de Karia Satrabı Mausolos'un idaresine girdi ve bu dönemde şehirde büyük imar faaliyetleri başladı. Bu dönemde ilk defa sikke basan şehir M.Ö.334'de Büyük İskender tarafından Mausolos'un kız kardeşi Prenses Ada'ya verildi. İskender'in ölümünden sonra generalleri arasında çıkan savaşlar sırasında sık sık el değiştiren kent, bir ara Ptolemaios ve Seleukosların da idaresine girmiştir.

M.Ö. II.yüzyılda Bergama krallığından vasiyet yoluyla Roma tarafından Rodos eyaletine bağlanan kent M.Ö.129'da Roma'nın Asya eyaleti sınırları içine alındıysa da özgür kent statüsünü korudu. Bizans devrinde ise Myra metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur.

Zamanla Dalyan çayının taşıdığı alüvyonlar ve gel-git olayları denizi sığlaştırmış ve kent en büyük özelliği olan limanını yitirmiştir. Bunun yarı sıra bataklıktan dolayı sivrisinekler azmış ve halkı sıtma kırıp geçirmeye başlamıştır. Bu duruma fazla direnemeyen halk doğa ile baş edemeyince, kenti terk etmek zorunda kalmıştır.

Bir zamanlar Attika-Delos Deniz Birliğine 10 talent gibi yüklü bir para ödeyen, Perslere direnen insanların yenemediği Kaunos'u sıtma yenmiş ve halkını kentlerini terke mecbur bırakmıştır.

Yaşam tarzları ve inançları komşularından farklı olan Kaunosluları Homeros şöyle anlatır:

...görenekleri bakımında,.ötekilerden olduğu kadar Karialılardan da uzaktırlar. Bunlarda içki âlemi tertiplemek geleneği vardı,ancak bunu yaparken erkek,kadın,çocuk ve ayrıca yaş ve arkadaşlık ilişkileri de dikkate alınırdı. Kendilerine yabancı olan tanrılar için bir din uyarlamışlar,ama sonradan vazgeçmişler,yalnız babalarının tanıdıkları tanrılara tapmayı kararlaştırmışlardır; bunun üzerine ülkenin gençleri silâhlanmışlar, bu tanrıları,havaya kılıç sallıyarak Kalynda sınırına kadar kovalamışlardır; bunu yabancı tanrıları işte böyle kovaladık,diye anlatırlar. Bu ulusun gelenekleri böyledir.

Kaunos'un varlığını ilk kez 1842'de fark edilmiş bilimsel kazılara da 1967'den itibaren Prof. Baki Öğün başlamıştır. Buradaki araştırma ve kazılar kentin tarihini Arkaik döneme kadar indirmiştir. Onu Helenistik, Roma ve Bizans dönemleri izlemiştir. Kent başlıca iki kısımdan meydana gelir 1- Akropol 2-Aşağı şehir. Kuzeydeki oldukça sarp kayalıklara oyularak yapılan kaya mezarlarının tahmini sayısı 150 kadardır. Bunlardan 20 tanesinin cephesi İon nizamında bir tapınağın cephesine benzer.

Bu mezarların büyük bir kısmı M.Ö. IV.yüzyıla aittir. Büyük İskender'in istilası yüzünden bir kısmı tamamlanamamıştır. Mezar odalarının içerisindeki kline , hediye koymaya yarayan sekiler bulunmaktadır. Ayrıca güvercin yuvası şeklinde mezarların yanı sıra kare veya dikdörtgen mezar çukurları ile de karşılaşılmıştır.

Kayalara oyulmuş, üstü kapaklı sanduka tipi mezarlar ve lahitler de dikkati çekmektedir. Bunlar büyük bir olasılıkla kaya mezarlarından daha önceki bir tarihe aittirler.

Kentin akropolü yaklaşık 150 m. yüksekliğinde olup, ovanın ortasında yükseliyordu. Güney yamaçları sarp kayalık olduğundan kuzey ve batı kesimleri Orta çağda yapılmış kulelerle desteklenen surlarla çevrilmiştir. Dikdörtgen, prizma biçiminde kesilmiş taşlardan oluşan surlar eski limanın batısından başlayarak yukarıdaki sırtları da içerisine almıştır. Bu uzun sur, büyük bir olasılıkla Kral Mausolos tarafından yaptırılmıştır.

Prof.Dr. Baki Öğün ile birlikte kazılarda çalışan Alman Prof. B.Schmaltz burada yoğunlaştırdığı çalışmalarında kule ve duvarların eski devirlere ait toplama taşlardan yapıldığını ileri sürmektedir. Bu sur duvarında Klasik Çağ'a ait üzerinde sanatçının imzası da bulunan muhtemelen bir adak steline ait bir kitabe parçası bulunmuştur. Batı kulesinde ise nekropolden gelmiş, eski bir mezar epigramı parçası ile beyaz zeminli bir leyktos parçası bulunmuştur. Prof. Schmaltz M.Ö.227-26'da Rodos ve çevresini etkileyen depremin Kaunos'u da etkilediğini, bu duvarlar ile Küçük Kale üzerindeki surların büyük çoğunluğunun bu depremden sonra inşa edildiğini ileri sürmektedir.

Akropolün doğusunda yer alan, güneyi kayalara oyulmuş, diğer kısımları beşik tonozlar üzerine oturan tiyatro, günümüze çok iyi bir durumda gelebilmiştir. Prof. Dr. Baki Öğün'ün 1982'deki çalışmalarında Cavea ve Scena temizlenmiş, proscene'nin büyük bir kısmı ortaya çıkarılmış, sahne binasını taşıyan payeler arasında Milo Aphroditi kopyası, bir torso ve üç büst bulunmuştur. Cavea ve diazomanın yanı sıra altta 18 üstte de 16 oturma sırasının bulunduğu tiyatro Helenistik Çağ izlerinin görülmesiyle birlikte büyük bir kısmının Roma devrinde yapılmış olmalıdır.

Tiyatronun kuzey-batısındaki bayırda üç yapıdan oluşan bir mimari dizi dikkati çekmektedir. Bunlardan ilkinin Bazilika tipinde bir kilise olduğu anlaşılmıştır. Kesme taşlardan yapılmış Apsis'i ile üç nefli bir erken Bizans kilisesidir. Diğeri Roma devrine ait bir hamamdır. Üçüncü yapının ne olduğu kesinlik kazanamamıştır. Bunun mabet veya kitaplık olduğu düşünülürse de kesin bir söz söyleyebilmek biraz zordur.

Bununla beraber megaron şeklindeki bu yapının Dionysos'a ait olması da olasıdır. Hamamın güneyinde Vespasianus çeşmesi ile Stoa yer almaktadır. Aynı zamanda eski limanın kuzeyindeki stoa Helenistik Çağ'da yapılmış, Roma döneminde de bazı ilaveler eklenmiştir. M.Ö.II. yüzyıla tarihlenen Stoa 94 m. uzunluğunda, tek yönlü bir yapı olup iki katlıdır. Alt katın Dor nizamında olmasına karşılık yıkıldığından dolayı ikinci kat hakkında bir bilgi yoktur. Stoa'nın hemen yanı başındaki Nymphaion in antis planındadır ve restore edilmiştir. Prof. Baki Öğün'ün burada yapmış olduğu çalışmalar sonunda taşlarının büyük bir kısmı yenilenmiştir. Ayrıca çok sayıda kitabe limana bakan yüzünde ortaya çıkarılmıştır.

Agora bütünüyle 2 m.ye ulaşan toprak tabakası altında kalmış ve 1981 yılında temizlenmesine başlanmıştır. Agora'yı çeviren revakların kalıntılarının yanı sıra bezemeli mimari parçalar da bulunmuştur. Agora'nın içindeki çeşmenin restitüsyonu da bu çalışmalar sırasında yapılmıştır.

Kaunos'da ele geçen yazıtlardan kent içerisinde birçok mabedin olduğu anlaşılmıştır. Çalışmaların bu bölgede yoğunlaşmasına karşılık bunların hangi tanrılara ait oldukları kesinlik kazanamamıştır.

Agora'nın kuzey-doğusundaki suni bir teras üzerinde Stoa ile Hamam arasında bulunan mabet Dor nizamındadır ve M.Ö. I.yüzyıla ait olmalıdır. Büyük bir olasılıkla Zeuss'a atanmış olmalıdır. Mabed'in çevresinde 30'a yakın mezarla karşılaşılmıştır. Erken Bizans dönemine tarihlenen bu mezarların çevresinde çok sayıda mimari parça ile karşılaşılmıştır. Bu buluntulara dayanılarak bu mabed Helenistik döneme tarihlendirilmiştir. Burada kalp şeklindeki portikonun başlıkları ile karşılaşılması oldukça ilginçtir.

Limanda, Agora'nın doğusundaki Korint nizamındaki mabet de mimarisine bakılarak M.S.II.yüzyıla tarihlendirilmiştir. Ayrıca Büyük limanın yakınında Prostylos plânlı, kuzey-güney doğrultusunda, Cella duvarlarının büyük bir bölümü ayakta olan bir başka mabet daha bulunmaktadır.
 
Amos, Asarcık (Hisarönü-Turunç) Antik kenti

Amos, Marmaris'in güneyindeki Hisarburnu tepesindedir. Bilge Umar, Amos'un Hellen dilinde bazı anlamları olduğunu belirtir. Ona göre Amos'un bir kent ismi olarak seçilmesi olanaksız olup M.Ö. 2000'de Luwi veya Karia dillerinden gelen bir sözcüktür. Ana Tanrıça tapınağından türetildiği sanılır.
Antik tarihçilerin değinmediği bu kentin ne zaman kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber Hisarburnu'nu oluşturan tepelerde kentin kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Kuzeydoğu'da, oturma kademeleri günümüze kadar ulaşan tiyatronun kalıntıları görülmektedir. Ayrıca Cavea'nın 6 m.ye yükselen duvarları da ayaktadır.

Kenti kuşatan surlar 2 m. genişliğinde olup yükseklikleri bazı yerlerde 3-4 m.ye ulaşmaktadır. Surlar yer yer burçlarla takviye edilmiş olup kuzeyde ana giriş kapısı oldukça iyi durumda günümüze ulaşmıştır. Kuzeybatıdaki surların dışında, yamaçlardan aşağıya doğru nekropol alanı dikkati çekmektedir. Buradaki mezarlar Karia tipinde olup çoğu da gömü çukurları konumundadır.
 
Knidos Antik Kenti

FMSCQ.webpKnidos, Muğla'nın Datça İlçesi'nde, Reşadiye Yarımadası'nın ucunda bulunmaktadır. Tarihçi Diodoros, Knidos'ta yaşayanların teselya'dan gelen göçmenler olduğunu ileri sürmüştür. Burada yapılan kazılar ise yöredeki yerleşim başlangıcının M.Ö.VII.yüzyıla tarihlendiğini açığa çıkarmıştır.
Knidoslular M.Ö.IV.yüzyılın ortalarına kadar Datça'nın kuzey doğusundaki yarımadada yaşamışlar, sonra da bugünkü yere yerleşmişlerdir. Teselya'dan gelen göçmenler sonraki yıllarda Datça Yarımada'sının güney ucuna taşınarak orada yeniden kurdukları kentte yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Herodot'a göre Spartalı'lar Knidos'u bir koloni kenti olarak kurmuşlardır. Zamanla güçlü bir konuma gelen Knidos, komşu kentleri Lindos, kamiros, İtalyysos, Kos, Halikarnasos ve Delos ile birlikte Dor Hexapolisini oluşturmuşlardır. Fenikeliler ile denizcilikte yarışacacak kadar ilerlemişlerdir. Bunun sonucu olarak da Lipori de kendine ait bir koloni, Miletos'un Nil deltasındaki koloni kenti Naukratis'de de imalathane kurmuşlardır.

Knidoslular gün geçtikçe genişleme politikası güden Lydialılara karşı bir önlem olarak Reşadiye Yarımadası'nı karadan ayıracak kanalın yapımına başlamışlar, ancak M.Ö.546'daki pers saldırısı nedeniyle tamamlayamamışlardır. Persler Knidos'a zarar vermemişler, M.Ö.540'da diğer İon kentleriyle birlikte Delphi'de bir hazine binası (tesarios) yaptırmışlardır. Bu yüzyılda Knidos, şarap ihraç eden önemli bir ticaret merkezi konumuna gelmiştir. İskender'e boyun eğmişler, bundan sonraki dönemlerde de Knidos'un ismi tarihte pek geçmemiştir. Roma imparatorluğu ile Seleukos Kralı III.Antiokhos arasındaki savaşta Roma'nın tarafını tutmuş, bu nedenle de Bergama Krallığı'na katılmıştır. Bizans döneminde sönük bir yerleşim olarak varlığını sürdürmüştür. Bir süre piskoposluk merkezi olmuş, M.S.VII.yüzyılda tamamen terk edilmiştir.

Knidos'da ilk kazılar İngiliz araştırmacı Charles Newton tarafından 1856-1858 yıllarında yapılmıştır.

Knidos, Antik Çağ'ın önemli bir ticaret merkezi olmasının yanı sıra aynı zamanda da bir kültür ve sanat kenti de olmuştur. M.Ö.IV.yüzyılın ünlü heykeltraşı Praxiteles'in Knidos Aphrodite Tapınağı'na yapmış olduğu Knidos Afroditi, arkeoloji yönünden ünlü bir eser olarak tanımlanmıştır.

İon kentlerinin katılmasıyla Knidos'ta yapılan dini festivallerde Aphrodite sanatçılar tarafından sürekli ön planda tutulmuştur. M.Ö.450'de Polynotos'un duvar resimleri da kentin ününü arttırmıştır. Bunların yanı sıra gezegenlerin aynı merkeze bağlı olarak hareket eden yuvarlaklar olduğunu söyleyen ünlü astronom Eudoxos, M.Ö.409-356 yıllarında burada yaşamıştır. İskenderiye Fenerinin mimarı Sastratos da yine Knidoslu bir sanatçıdır.

Strabon, Knidos'un kıyı boyu ile önündeki adada kurulduğunu belirtmektedir. Sonradan ada ile kara parçası arasındaki deniz doldurulmuş, böylece iki ayrı liman elde edilmiştir. Bunlardan, kuzeyde daha küçük olana Kuzey Limanı denmiştir. Bu liman askeri amaçlı kullanılmıştır. Diğer yandaki güney limanı ise ticaret gemilerine ayrılmıştır. Bugün buradaki liman ağzını kapayan mendirek kalıntıları ile kuzey limanındaki kule görülebilir.

Knidos kenti Hippodamos'un ızgara plan düzenine göre kurulmuştur. Bundan dolayı doğu-batı doğrultusunda birbirine paralel dört geniş cadde, kuzey-güney doğrultusundaki dik bir cadde ile kesişmiştir. Arazi konumuna uygun biçimde cadde ve sokaklar bazen merdiven, bazen de dik birbirlerini kesmişlerdir. Kuzey-güney doğrultusundaki ilk caddenin batısında agorası yer alır.Askeri limanın kuzeyindeki agoranın iki tarafına sonraki devirlerde antik taşlardan yararlanılarak büyük iki kilise yapılmıştır.

Kuzeye doğru, Dor Hexapolisine bağlı kentlerin her dört yılda bir festival düzenledikleri Apollon Karneios Tapınağı'na ulaşılır. Dor üslubundaki tapınağın kuzeyinde yapılan kazılarda, dikdörtgen planlı bir sunak bulunmuştur. Sunağın yer aldığı terasın arkasında ise Helenistik duvar işçiliğinin örneğini veren bir başka teras daha yer almaktadır. Oturma kademelerini andıran basamakların da yer aldığı bu alanda 1972 yılında bir tapınak kalıntısı daha ortaya çıkarılmıştı. Aphrodite Euploia'ya adandığı sanılan bu tapınak üzerinde yoğunlaşan kazılar, Knidos antik kenti ile Aphorofite arasındaki ilişkiyi göstermiştir.

Teraslar halinde akropole doğru yükselen Knidos'un kuzeyinde Bizans kilisesi Dionysos Tapınağı üzerine yapılmıştır. Yapılan kazı çalışmalarında bu tapınağa ait bir çok mimari parça ve yazıt bulunmuştur. Bunların hemen üzerinde Dor üslubunda bir stoa vardır. Bu stoa, aynı zamanda üzerindeki yapılara hem destek, hem de teras görevini üstlenmiştir.

Buradaki krepsis üzerinde ise, İmparator Hadrianus döneminde (M.S.117-138) yapılmış korinth üslubunda bir tapınak daha ortaya çıkmıştır. Bu tapınakta yapılan incelemeler sırasında, 1967'de açılan bir çukurda da İmparator Augustos dönemine tarihlenen bir güneş saati ile karşılaşılmıştır. Tapınağın batısında Helenistik devirde yapıldığı sanılan tiyatro yer almaktadır.

Knidos'un kıyıya yakın, terası üzerinde kentin en büyük tiyatrosu görülmektedir. Geç Helenistik dönemde yapılmış olan tiyatro iki diozamalı olup mermerlerle kaplıydı. Yaklaşık 20.000 kişilik olduğu sanılmaktadır. Buradaki mermerler XIX.yüzyılın ikinci yarısında sökülerek İstanbul ve Mısır'a götürülmüştür. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa yaptıracağı sarayın mermerlerini buradan sağlamıştır.

Demeter'in kutsal alanı, tiyatronun hemen yakınında bulunuyordu. M.Ö.IV.yüzyılda ünlü heykeltıraş Proziteles'in yaptığı Demeter heykeli burada bulunmuş, ancak C.Newton tarafından British Museum'a götürülmüştür.

Demeter kutsal alanının batısında kentin üçüncü küçük tiyatrosu bulunuyordu. Yaklaşık 10.000 kişi alabilecek ölçüdeki bu tiyatronun oturma sıraları günümüze pek tahrip olmadan gelebilmiştir.

Iris Cornelia Love, 1969 yılında kentin batı terasında yuvarlak bir yapı ortaya çıkarmıştır. Plinius, Knidos'ta Aphrodite'nin ünlü heykelinin her taraftan görülebilecek kutsal bir alanda bulunduğundan söz etmiş, buna dayanan C.Love ortaya çıkan bu yuvarlak yapının Aphrodite'ye ait olduğunu düşünmüştür. Burada yapılan kazılar geç Roma döneminde yapılmış olan yapının altında ana karaya oturmuş, oldukça büyük bir mekanı daha ortaya çıkarmıştır. Bu mekanın birbirlerinden farklı ölçülerde, perdahlanmış taşlardan oluşan duvarları, Helenistik dönemde yapıldığını göstermektedir.

Knidos surlarının günümüze en iyi biçimde gelebilen örnekleri ticaret limanının iç kısımlarında kalmıştır.

Günümüze oldukça iyi durumda gelebilen, Kerme Körfesi, İstanköy ve Bodrum'un rahatça izlenebildiği akropol surlarının on beş kule ile sağlamlaştırıldığı görülmektedir. Limandan antik bir yol ile ulaşılan akropolün içerisine dört ayrı kapı ile girilmektedir. Buradaki duvarların örgü teknikleri, surların da dört ayrı dönem geçirdiğini ortaya koymaktadır. Yanlızca akropolün batısı 70-80 m. yüksekliğinde duvar benzeri uçurumdan oluştuğundan buraya sur yapılmamıştır.

Knidos'ta bunların dışında, deniz kıyısında 5.000 kişilik bir de Odeon bulunmaktadır. Oldukça iyi durumdaki Odeonun restorasyonu yapılmış, günümüzde bazı gösterilerde yararlanılmaktadır.

Kentin doğusundaki aslanlı anıtın, aslanı ise C.Newton tarafından British Museum'a götürülmüştür
 
Geri
Top