• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Muğla Antik Kentleri (Ege Bölgesi)

Karmylessos (Kaya Köyü) Antik Kenti

ktIdW.webpKarmylessos Fehiye'nin 8 km. güney-batısında, Kaya Köyü'nün bulunduğu yerde olduğu sanılıyor. Kelime olarak Hellen dilinde Doruktaki Değirmen Kenti anlamına gelmektedir.
Tarihi kaynaklardan kent ile ilgili bilgiye rastlanmamaktadır. Yalnızca Strabon dar ve derin bir derede iskân edilmiş bulunan Karmylessos... diye Pınara'ya giden yolu anlatırken sadece sözünü eder.

Günümüze bir kalıntı ulaşamamıştır .Belki de tam bunun üzerine çok sonra kurulan bir Rum köyü olan ve 1922'de terk edilen Kaya köyü mevcut kalıntıları kendisinin yapılaşmasında kullanmış olabilir.
 
Xanthos (Ksantos) Antik Kenti

gGfgs.webpXanthos,Yakınındaki yerleşimin adıyla, Kınık olarak da anılan Xanthos (Arnna), Fethiye-Kaş yolu üzerinde, Fethiye'ye 46 km. uzaklıkta, Kınık köyünün yakınındaki Eşen çayının ayırdığı Muğla-Antalya il sınırındadır.
Kent, Likya bölgesinin (Teke Yarımadası) idarî ve dinî merkeziydi. Tarihi İ.Ö.VIII.yüzyıla kadar geri giden Xanthos, İ.Ö. 545 yılındaki Pers istilasına kadar bağımsız bir şehir devletiydi.

Kent İ.Ö. 475-450 yılları arasında büyük bir yangın geçirmiş, eserleri de bu olay sırasında önemli ölçüde zarar görmüştür. İ.Ö. 429-410'daki Peloponez Savaşı'nda, bağımsızlıklarını koruyabilmek için önceleri iyi ilişkiler içinde bulundukları Atinalılarla savaşmışlar ve bu tarihten sonra Atina ile ilişkileri sona ermiştir. İ.Ö.333 yılında Büyük İskender'in bölgeye gelmesinden sonra büyük ölçüde Helenleşmişlerdi. Bu dönemi, İ.Ö. 309'daki Ptolemaiosların egemenliği izlemiştir. Sonraları, İ.Ö. 197'de Suriye Kralı III. Antiochus'un eline geçen kent parlak bir dönem yaşamıştır. İ.Ö. II. yüzyılda Xanthos, Likya Birliği'nin başkentidir. İ.Ö. 167'de bağımsızlığına kavuşan Xanthos, İ.Ö.42 yılında Romalılar tarafından işgal edilmiş, kentin batısındaki Likya Akropolisi yıkılmış, kent halkı kılıçtan geçirilmiştir. Bu olaydan bir yıl sonra, Roma İmparatoru Markus Aurelius kenti yeni baştan imar etmiştir. Bizans döneminde piskoposluk merkezi olan Xanthos, yöreye Arap akınlarının başlamasıyla I.S.VII. yüzyılda terk edilmiştir.


Xanthos'taki Kalıntılar ve Araştırmalar

Kentin kalıntıları ilk olarak 1838 yılında Charles Fellows tarafından incelenmiştir. Fellows çalışmaları sırasında elde ettiği tüm kabartmaları ve mimarî buluntuların önemli bölümünü Londra'ya götürmüştür. Bu eserlerin tümü günümüzde Londra'daki British Museum'un Likya Eserleri Seksiyonunda sergilenmektedir.

1950'den başlayarak, başta Pierre Demargne, Pierre Devambez ve Henri Metzger olmak üzere Fransız arkeologlar tarafından kazılar yapılmıştır.Günümüzde kazıları Christian Le Roy sürdürmektedir.

Kentin ilk kapısı Helenistik Döneme aittir. Bu kapı, batı kesimdeki Akropolise açılmaktaydı. Güneydeki ana kapı ise Roma İmparatoru Vespasianus (İ.S. 69-79) tarafından yaptırılmıştır; saçaklığında kentin ana tanrı ve tanrıçalarından Apollon, Artemis ve Leto'nun kabartmalarıyla süslü metoplar bulunmaktaydı; bunlardan ikisi British Museum'dadır. Anıtsal bir heroon (anıt yapı) olan ve günümüze yalnız bir bölümü ulaşabilmiş ünlü Nereidler Anıtı, ana kapının kuzeydoğusunda yer almaktadır.

Pers sanatının etkisinin görüldüğü İ.Ö.IV. yüzyılda yapılmış anıt, kalkerden yüksek çift kaidenin üzerindeki İon tapınaklarını anımsatacak mermerden bir mezar yapısı ile taçlanır. İon düzenindeki sütunlar arasında 12 Nereid heykeli vardır. Hükümdarın zaferlerini, avlarının kutlanmasını, kurban ve yemek sahneleri gibi konuları içeren kabartmaları ile birlikte üst bölümü British Museum'da bulunan anıtın yalnız temelleri yerinde durmaktadır. Anıtın kuzeyinde ve doğusunda, Bizans döneminde değişikliğe uğramış iki Bazilika dikkati çeker. Doğuda, av ve savaş sahnelerinin yanı sıra, dansözlerin betimlendiği kabartmalarla süslü İ.Ö.IV. yüzyıl ortalarına ait bir Lâhit vardır.

Güneyde, kentin Helenistik döneme ait surlarının kalıntıları görülür. Kuzeybatıda, Akropolisin dışında doğuda, İ.Ö.IV. yüzyıla tarihlenen çokgen sur kalıntısı bulunur. Batıda da, surların bir bölümü algılanabilmektedir. Kuzeybatıdaki çokgen surun kuzeyinde, 4,35 m. yüksekliğe kadar olan bölümü ayakta bulunan Likya Mezar Anıtı yer alır. Özgününde Akropoliste konumlandığı anlaşılan Mezar yapısının, Tiyatro inşa edilirken bugünkü yerine taşındığı belirtilir.

Akropolisin dışında, kuzeyde yer alan Tiyatro, Romalılar zamanında İ.S.II. yüzyılda yapılmıştır. İki yandaki tonozlu girişlerinin yanı sıra, yarım yuvarlak orkestrası, oturma basamakları (cavea) ve sahne binası (skene) ile iyi durumdadır. Hemen batısında, İ.S. 1. yüzyıla, Romalılar zamanına ait Kule Mezar kalıntısı görülür. Kuzeyinde ise, İ.Ö.IV. yüzyıla, tarihlenen Likya Mezar Anıtı bulunur. Diğer mezar anıtlarından farklı olarak, 8,59 m. yüksekliğindeki eserin 3,37 m. yüksekliğindeki kaidesi büyük blok taşlarla örülmüş, üzerine 3,56 m. yüksekliğindeki sivri kemerli lâhit yerleştirilmiştir. Kaidenin içindeki İ.Ö. 540-530'lara tarihlenen Güreşenler kabartması İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.

Bu anıtın hemen kuzeyindeki Harpiler Anıtı 8,87 m., yekpare kaidesi 5,43 m. yüksekliğindedir. Nereidler Anıtı gibi, Pers sanatının etkilerini yansıtan anıtın mezar odası olan gövdesi, çocuklarının ve ailesinin diğer üyelerinin kurbanlarını kabul eden hükümdar ve eşini betimleyen mermer kabartmalarla süslüydü. British Museum'a götürülen özgün parçaların yerine 1957 yılında alçı mulajları yapılmıştır. Ayrıca, ölülerin ruhlarını simgeleyen kadın figürlerini taşıyan sirenler de tasvir edilmiştir. Kabartmaların üslubuna göre, Mezar Anıtı İ.Ö. 480-470'lere yerleştirilmektedir. Kuzeyindeki kare plânlı Agora, Romalılar zamanında, İ.S.II.-III. yüzyıllarda yapılmış olmalıdır. Sütunlu dört holü ile kapıları görülebilmektedir.

Doğudaki ana girişin yanında Bouleterion (meclis binası) bulunur. Agora'nın kuzeydoğusundaki yaklaşık 11 m. yüksekliğindeki Yazıtlı Stel, iki basamaklı krepis (mezar odası) üzerinde yükselen dört tarafı yazıtlı kaide, dışa taşkın düz çatı ve aslanlı kaide üzerinde oturan hükümdar heykelinden oluşmaktaydı. Üstteki heykel dışında, diğer kısımları büyük ölçüde korunabilmiştir. Kaidenin üzerinde yer alan mezar odasındaki hükümdarın zaferlerini betimleyen kabartmaların bir bölümü British Museum'da, geri kalanları ise İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde bulunmaktadır.

Kentin kuzeydoğusunda, surların yakınındaki Aslanlı Mezarın kaidesi yerde durmakta, İ.Ö. 550-540'lara tarihlenen kabartmalarıyla mezar odası British Museum'da yer almaktadır. Bu eser, Xanthos'taki bilinen en erken tarihli mezar yapısıdır. Aslında Aslanlı Mezarın kuzeybatısında, Roma Akropolisinde kaidesi görülen ve İ.Ö.IV. yüzyıla yerleştirilen Payava Mezar Anıtı da British Museum'da bulunmaktadır. Yine Roma Akropolis'inde konumlanmış Kule Mezar İ.Ö. IV. yüzyıla aittir.

Kuzeyde Nekropolis'teki kayaya oyulmuş mezarların ve lâhitlerin farklı dönemlere ait olduğu belirtilmektedir.

Bunlardan, boğaya saldıran aslanların betimlendiği Lâhit, İ.Ö.V. yüzyıl ortalarına tarihlenmektedir. Surlarla kuşatılmış Akropolisin içinde, kuzeydoğuda ise Bizans Kilisesi yer alır. Batı kesiminde, yalnız kaidesi günümüze gelebilmiş Artemis Tapınağı, doğusunda Bizans Sarnıcı ile bir ev kalıntısı görülür. Kentin güneydoğu köşesinde de, doğrudan sert toprağa oturan ve birkaç odadan oluşmuş evler dikkati çeker.
 
Letoon (Bozoluk-Kumluova)

M0A4d.webpKsanthos Çayının karşısında, denizden 3,2 km. uzaklıktaki Letoon kutsal alanı Ksanthos'a 5 km. mesafededir. Strabon Letoon'un yerini şöyle anlatır:
..ondan sonra,eski zamanlarda insanların Sirbis olarak adlandırdığı Ksanthos nehrine gelinir. Bu nehirden yukarıya doğru kayıkla on stadia çıkılınca Letoon'a ulaşılır; ve tapınağın gerisinde altmış stadia ilerleyince Lykia'nın en büyük kenti olan Ksanthos'a gelinir...

Burası bir kent değil kutsal alandır. 23 kentten oluşan Lykia Birliği her sene sonbahar aylarında Letoon'da toplanırlardı. M.Ö. VIII.yüzyılın sonları ile VII.yüzyılın başlarından itibaren var olduğu anlaşılan bu kutsal alanın adı, Apollon ve Artemis'in annesi Tanrıça Leto'dan gelmektedir. Buradaki kazılara 1962 yılında Prof. Dr. H.Metzger tarafından başlanmış sonra çalışmalara Christian Le Roy tarafından devam edilmiştir.

Başlangıçta Leto kutsal alanı kırsal bir kült yeriydi, Ksanthos halicinin bataklıkları arasındaki bir düzlüğün ortasındaki bir tepecikten fışkıran bir su kaynağı olan Elyana'lar kültünün merkeziydi. Burası M.Ö. V.yüzyılın sonunda , Arbinas Hanedanı döneminde önem kazanmaya başlar ve bu devrede Leto, Artemis ve Apollon'a atanan üç tapınak yapılır.

Hellenistik döneme gelindiğinde burası en ihtişamlı dönemini yaşamaya başlar, kutsal alanı çevreleyen büyük portikolar ile M.Ö. II.yüzyıla ait bir tiyatro yapılır. Roma döneminde ise Lykia'nın eyalet olarak küçülmesine karşın burası dini niteliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Bu devirde Tanrılaştırılmış Roma İmparatorları kültü için bir salon ve İmparator Hadrianus'a atanan büyük anıtsal bir çeşme yapılmıştır. Hıristiyanlığın yayılmasıyla VI.yüzyılda bir de kilise ilave edilmiştir. Yalnız bu kilisenin yapımında antik eserlerin yıkılmış parçaları kullanılmıştır. Daha sonra da bu kutsal alan terk edilmiştir.

Yunan mitolojisindeki Leto kültünün Lycia'da Yunan döneminden de önce saygı gördüğü ve bu nedenle de Likçedeki kadın veya eş anlamına gelen Lada ile bağdaşabileceği de iddia edilmiştir.

Mitolojide Letoon'un kendine özgü bir yeri vardır. Buna göre Titanlardan Koios ile Phoibe'nin kızı Leto, en büyük tanrı Zeus'tan hamile kalmıştır. Ne var ki, kıskançlığı ile ün yapmış olan Zeus'un eşi Hera'nın gazabından korkarak kaçmıştır. Çocuğunu doğuracağı bir yer aramış ve sonunda denizin sert rüzgarlarına açık, ekime elverişsiz bir ada olan Delos'u bulmuştur. Çaresizlik içerisindeki Leto, üzerinde ot bitmeyen Delos adasında yalvarmıştır:

Ey ada..;Bana acı, çocuğumu dünyaya getirmek için bana küçük bir yer ver. Şimdiye kadar hiçbir canlı yaratık senin kıyılarına ayak basmamış ve senden hiçbir şey istememiştir. Hiçbir koyun, hiçbir sığır sende koparacak bir ot bile bulamamıştır. Eğer sen benim oğlumu göğsüne basar, kayalarının arasında barındırırsan o büyüdüğü zaman sana öyle bir tapınak yaptıracaktır ki, bütün geçimini dünyanın dört bucağından gelecek kişilerden çıkaracaksın. Ondan sonra ada şenlenecek, zenginleşecektir. Şu anda karnımda taşıdığım tanrı için halk buraya akın edecek, kurbanlar kesilecektir.

Leto'nun bu sözlerine delos Adası karşılıksız kalamamış ve hemen esen rüzgârın yardımıyla yanıt vermiştir:

"Saygıdeğer Leto; için rahat etsin. Oğlunu burada doğuracaksın. Ancak sen de doğacak çocuğunun burada kalması için bana söz ver.

Delos Adası'nın bu sözlerine yemin ederek söz veren Leto, dokuz gün, dokuz gece doğum sancıları çekmiş, bundan dolayı Olympos'un bütün tanrıçaları Leto'nun başında toplanmışlardır. Hera kıskançlık krizleri içerisindedir. Doğum başladığında önce Artemis ve ondan bir gün sonra da Apollon dünyaya gelmiştir.

Yunan mitolojisindeki bir diğer mythe göre Leto, Hera'nın öfkesinden kaçarak Lycia'ya gelmiştir. Burada Eşen Ovası'nın doğusundaki Patara Kenti yakınlarında yorgunluktan bir ağaca yaslanan ve su içmeye çalışan Leto'yu çobanlar kovmuşlar, Ancak çevredeki kurtlar Leto'ya yol göstermişler, Ksanthos Çayı kenarında çocuklarını doğurmasını, susuzluğunu gidermesini sağlamışlardır. Bundan sonra Leto tanrı anası olduğundan , geriye dönüp kendisini kovan çobanları kurbağaya çevirmiştir.

Günümüzde Letoon kutsal alanında çok sayıda kurbağa ile karşılaşmak mümkündür. Lycialıların Leto'yu kovdukları inancı halen sürmektedir. Bu olaydan sonra ülkenin ismi Termilis'den Yunanca'da kurt anlamına gelen Lycia'ya çevrilmiştir.

Yaygın bir başka mithe göre de Seyesse isimli yaşlı bir kadın leto'yu evinde ağırlayarak ona doğumunda yardımcı olmuştur. Lycia'da kayaların içerisinde kaynayan Ksantos Çayı Apollon ile Artemis'in doğum sonrası yıkandığı yer olarak nitelendiğinden yöre halkınca kutsal sayılmıştır. Leto çocuklarını burada büyütmüş ve bir tanrıça gibi yaşamıştır. Ardından Lycia Birliği'nin kutsal yeri olarak nitelenen Ksantos'a 4 km. uzaklıktaki alana yanyana üç tapınak yapılmıştır. Letoon olarak isimlendirilen bu kutsal alanın ortasındaki (Artemis'e ait olduğu sanılan) küçük tapınak M.Ö.IV.yüzyıla tarihlendirilmiştir.

Artemis Tapınağı'nın batısındaki İon üslubundaki diğer tapınak M.Ö.III.yüzyıla tarihlendirilmiştir. Tapınağın Cellasında bulunan yazıttan Leto'nun onuruna yapıldığı anlaşılmaktadır. Hellenistik devir özelliklerini yansıtan bu tapınağın derin bir Pronaosu, dikdörtgen biçiminde Cellası ve yalancı bir Opisthomosu bulunmaktadır.Ayrıca 6x11 sütunlu Peristylos tipindeki tapınağın Cella duvarlarında da yarım sütunlara yer verilmiştir.

Kayalık sırta yönelik üçüncü tapınak M.Ö.II.yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilmiştir. Dor üslubundaki bu tapınak da Pronaos, cella ve Opisthodomos'dan oluşmuştur.
Leto'ya adanan tapınakların yanındaki diğer iki tapınağın Arthemis ile Apollon'a aittir.
M.Ö.358'de III.Artaxerxes'e ait bir yazıt, tapınağın doğusundaki kaya tabakası altında bulunmuştur. Burada Kaunoslu tanrı Basileus için Ksantos'da kurulan bir kültten söz edilmektedir. Roma dönemine kadar süren bu kültle ilgili olarak yazıtta aylık ve yıllık kurbanlardan söz edildiği gibi kurallara karşı çıkanların Leto ve çocukları önünde suçlu sayılacağı belirtilmiştir. Bu yazıt, kutsal alanın Leto ve çocukları Apollon ile Arthemis'e ait olduğunun bir kanıtıdır.

Tapınaklaraın kuzeyindeki alanda Hellenistik dönemde yapılmış bir stoa ile onun batısında diğer bir başka stoa daha ortaya çıkarılmıştır. Buradaki buluntu ve kalıntılara, keramiklere dayanılarak M.Ö.VIII.yüzyılda yapıldığı söylenmişse de bu kesinleşmemiştir. Kutsal alanın güney-batısında, günümüze çok iyi bir durumda gelebilmiş Nymphaion, yarım daire şeklindeki sütunlu portik ile bir havuz ortaya çıkarılmıştır. İnsitu durumundaki bir yazıt, Nymphaion, portik ve havuzun İmparator Hadrianus döneminde (M.S.117-138) yapıldığını açıklamaktadır.

Kutsal alanın yanında, tapınaklara çok yakın bir tepenin yamacında tiyatro bulunmakyadır. Hellenistik dönemde yapılan ve Roma döneminde yeniden düzenlenen tiyatronun Caveası alışılagelen yarım daireden daha büyüktür.
Kutsal alanın kuzey-doğu girişi yakınında bir nekropolle karşılaşılmıştır. Toprağa gömülü nekropol kapısı oldukça güzel yaprak motiflerle bezenmiştir.

Ayrıca 1950 yılından bu yana yapılan kazılarda Nymphaion'un doğusunda, M.S.IV.yüzyıla tarihlenen manastır kalıntıları, İon ve Dor üslubunda Hellenistik, Roma dönemlerinin portik kalıntıları, Lycia dönemine tarihlenen duvarlar, Roma heykelleri ve yazıtlar vardır. Kutsal alanın batısında Pydnai veya Kydna olarak isimlendirilen küçük bir yerleşim alanı ile karşılaşılmıştır. Bugün Gavur Ağlı olarak isimlendirilen bu yerde bir kale kalıntısı da dikkati çekmektedir.

Letoon'daki arkeolojik araştırmalara 1950 yılında Henri Metzger yönetimindeki Fransız araştırma gurubunca başlanmış olup, halen Chrystian Le Roy tarafından sürdürülmektedir.
 
Lidai Antik Kenti

Lidai, Fethiye körfezinin güney-batı ucunda Kurdoğlu Burnu yakınındaki Kapıkargın köyünün yanı başındaki tepe üzerindedir. Lidai'nin kökeni açıklık kazanamamakla beraber Hellenceye uydurulmuş,”Lidaililer Kenti “ anlamın gelen bir sözcük olmalıdır.
Antik tarihçilerin sözünü etmediği kentin tarihi de karanlıktır. M.Ö. IV.yüzyıla ait bir sikke en eski tarihini vermektedir. Yalnız bu sikkede atribü yoktur ismin ilk iki harfi kazınmıştır. Daha sonraki dönemlere ait bir sikke henüz bulunamamıştır.

Günümüze yalnızca Roma döneminden iki mezar anıtı gelebilmiştir. Bunlardan kuzeydeki 9,5 x 8.5 m. ebadındadır ve basamaklarla çıkılmaktadır. Çevresinde dağınık olarak bir heykele ait parçalar, Korint sütunlu tamburlar gördüğünü George Bean söyler. Anıt mezara giriş doğudan olup büyük tahribat görmüştür. İç kısımdaki mezar odasında üç duvarı çevreleyen alçak taş sedirler yer almaktadır, sedirin üzerinde üç büyük kemerli niş vardır. Kuzey duvarının dışında ana mezar odasından alt kısmındaki küçük odalara açılan iki kapı vardır. Bu odacıklarda da taş sedirler mevcuttur.

Güneydeki ikinci mezar daha büyüktür Yüksekliği 6.5 m. olup doğu ve kuzey duvarları çökmüştür. Giriş batıdandır. Güney duvarda diğer anıt mezarda olduğu gibi alttaki küçük odalara açılan iki kapı daha vardır.

Kentin ortasında tiyatronun cavea'sına ait olduğunu sandığımız bir duvar parçası gözlemlenmektedir. Tiyatro ile mezar anıtları arasında bir Gymnasion'un olduğu sanılırsa da onunla da ilgili bir ize rastlanmamıştır. Şehrin güneyindeki dik bir tepenin üzerinde sağlam bir duvar işçiliğine sahip olan bir kale yer almaktadır.
 
Patara (Ovagelmiş) Antik Kenti

mZN6h.webpPatara, Fethiye ile Finike arasında, Xanthos Çayının (Eşen çayı) ağzında ve Xanthos antik kentinin bulunduğu tepenin eteklerindeki düzlüktedir. Patara Luwi dilinden bir sözcük olup, Prof. Bilge Umar’a göre “büyük suyu olan” anlamına gelmektedir. Prof. Fahri Işık ise Hititlerin “Patar” daha sonra Lykler’in “Pttara” ve “Pttareze” Hellenlerin de “Patara “ diye adlandırdıklarını söyler.
Lykia bölgesinin en eski ve en önemli kentlerinden biri olmasının bir sebebi de tanrı Apollon’un burada doğduğuna inanılmasıdır. Kentin kuruluşu kesinlik kazanamamakla beraber Hitit Kralı IV. Tudhaliya (M.Ö.1250-1220) Lukka seferi sırasında buradaki Patar dağının karşısında adaklar sunmuş, steller diktirmiş bununla da yetinmeyerek kutsal alanlar yaptırmıştır.

Herodotos kentle ilgili bilgi vermemesine karşılık Pataros isimli bir kahramanın kentin kurucusu olduğundan söz etmiştir. Bu kahraman Tanrı Apollon’un, Lykia nymphesinden olan oğludur. Bir başka öyküye göre de Pataros Lapeon’un oğlu ve Ksanthos’un erkek kardeşidir.

Başka bir mitolojik hikayede ise kahramandan değil “kutu” anlamında “Patara “ sözcüğü kullanılır. O da şöyledir: Yunanistan’dan Lykia’ya içinde lir, yay ve ok şeklinde, Apollon için adak kurabiyeleri bulunan bir kutuyu taşıyan bir kız varmış. Yolculuğu sırasında kutuyu yanına koyarak uykuya dalar, o sırada çıkan kuvvetli bir rüzgar kutuyu denize uçurur. Uyandığında kutuyu bulamayan kız gözyaşları içinde evine döner, fakat kutu dalgalarla Lykia kıyılarına ulaşır. Kutuyu bulan biri kızın adağını yerine getirir. İşte kutunun sahile çıktığı yer Patara’dır.Tanrı Apollon’dan ötürü kehanet merkezi oluşundan dolayı bütün Antik Çağ boyunca kendinden bahsettirmiştir.

Patara , Ksanthos’un denize açılan tek limanı oluşundan önem kazanmıştır. Kentin kuruluş tarihi M.Ö.VII.yüzyıla kadar iner. Prof.Fahri Işık’ın 1988’de Akropol’de başlattığı kazılarda bulduğu geometrik desenli çanak-çömlek ve arkaik parçalar bu yy.a aittir. Patara tarihinde önemli olaylar dizisi Büyük İskender zamanında başlar. M.Ö.333’de kent savaşmadan İskender’e kapılarını açmış ve bu yüzden de zarar görmemiştir. İskender’in Atinalı general Phoikon’a gelir kaynağı olarak sunduğu 4 şehir içinde Patara da vardır. Fakat general bu öneriyi geri çevirir. İskender’in ölümünde sonra önce M.Ö.315’de Antigonos’un, 304’de de Demetrius’un işgaline uğramıştır. Bunun ardından bölgedeki diğer kentlerde olduğu gibi II.Ptolemaios Philadelphos ile Mısır’ın boyunduruğuna girdi.

Strabon , Ptolemaios’un kenti imar ettiğini ve karısı Arsione’nin adını vererek ismini değiştirdiğini yazmaktadır. Ne var ki bu isim benimsenmemiş ve kısa bir süre sonra terk edilmiştir. M.Ö. 196’da III. Antiokhos’un egemenliğine girer ve bu M.Ö.189’daki Apameia Antlaşmasına kadar sürer. Kent Roma’nın Doğu eyaletleri ile bağlantısını sağladığı bir liman şehri olmasından ötürü önemini korumuştur. Bu dönemde Anadolu’dan gelen hububatın Roma’ya nakledildiği önemli bir güzergahın son durağıydı. İmparator Hadrianus, Andreake’de olduğu gibi burada da büyük tahıl ambarları (Granarium) yaptırmıştır. Hadrianus zaman zaman buraya eşi Sabine ile gelerek dinlenmiştir. Bu dönemde Lykia ve Pamphylia eyaletlerinin başkenti olmuştur.

23 kentten oluşan Likya Birliğine giren kent, üç oy hakkına sahipti ve M.Ö.167-68 de ilk birlik sikkelerini basan 24 kent arasında da yerini alıyordu. Birlik toplantıları çoğu kez Patara’da yapılıyordu. Aynı zamanda kent Roma valiliği ve Birlik arşivinin de korunduğu yer olarak önem kazandı. Bu arşiv muhtemelen Apollon tapınağında saklanıyordu. Daha sonra kent metropol unvanını alır ve M.S.IV.yy.da da Myra piskoposu Nicholaos’un doğum yeri olmasından ötürü Hıristiyan çevrelerinde büyük bir onur kazanır. Bizans döneminde Myra metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi idi. M.S.325’deki Nikaia konsilinde Patara piskoposu Eudemos’un Lykia’nın tek imza yetkilisi din adamı oluşu kentin devrindeki önemini yansıtır.

Zamanla 1600 m. uzunluğunda ve 400 m. genişliğinde olan limanı doğal koşullar nedeniyle kumlarla dolmaya ve bataklığa dönüşmeye başlayıp sivrisinekler de burayı istila edince önemini yitirmiş ve terk edilmiştir. Kumlar zamanla kenti örtmüş ve yapılar kumların altında kalmıştır.


Patara’da Yapılan Araştırmalar ve Yapılar

Patara’ya ilk gelenlerden Ch. Texier 1836’da buraya gelmiş ve bazı yapıların resimlerini çizmiştir. Uzun bir aradan sonra, Akdeniz Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Fahri Işık 1989’da burada kazılara başlayarak kumlar altında kalan bu kenti gün ışığına çıkarmaya başlamıştır. Fahri Işık ve ekibi öncelikle kentin topoğrafik bir haritasını çıkararak kazılacak yapıların yerlerini tespit etmiştir. Öncelikle Doğucasarı tepesindeki savunma ve gözetleme tesislerinin ve dini mimarinin üzerine eğilmiştir.

Patara’nın en ünlü yapısı limana giden yol üzerindeki, Roma’nın Lykia-Pamphilya valisi Mettius Modestus’un M.S. 100 yıllarında yaptırmış olduğu zafer takıdır. Bu tak aynı zamanda Patara’ya su getiren su kanalları içinde kullanılmıştır. Takın her iki yüzünde heykellerin konulduğu boşluklar dikkati çekmektedir. Büyük olasılıkla buralara valinin, ailesinin veya kent yöneticilerinin büstleri konulmuştur. Kuzey cephesindeki bir yazıtta:“Lykialıların metropolü Patara’nın halkı tarafından..” inşa edildiğini ifade eder.

Zafer takının üzerinde, kazılarda ele geçen bir Apollon başı, hâlâ bulunamamış olan Apollon Mabedinin belki de burada olduğunu göstermektedir. Apollon Kehanet Merkezi Roma İmparatorluğunun buradaki hakimiyeti sırasında eski önemini yitirmiştir. Zeus ile Leto’nun oğlu olan Apollon’un doğum yeri olarak birçok yer gösterilirse de onun Patara’da doğduğu kabul edilir. Bir Anadolu Tanrısı olan Apollon’dan İliada’da ışıklı anlamına gelen “Phoibos” ve “Ün salmış okçu Lykialı Apollon” diye bahsedilir. Işık soylu olarak betimlenen Apollon’dan dolayı bütün Antik Çağ boyunca Lykia “Işık Ülkesi” olarak simgelenmiştir.

Prof.Dr.Fahri Işık’ın çalışmalarında, sular altında kalmış üç nefli bir Bizans kilisesi, Lahitler, Vespasianus hamamı, Korinth Mabedi, Tiyatrı,Granerium (Hububat Deposu), Arslanlı Mezar, Tepecik Nekropolü, Doğu Nekropolü, su yolları dağıtım şebekesi, Hurmalık Hamamı, Ana Cadde, Kent Bazilikası, Kısık Köprüsü, set duvarları, surlar, İustinianus suru, Doğucasarı Akropolü, Ambar yanı, Tepecik, Tepecik Hyposorion yer altı mezarları, çömlek fırını, Doğucasarı taş ocağı ve Kutsal Alan ortaya çıkarılmıştır.

Küçük Hamamın 300 m. güney-doğusundaki hamamı İmparator Vespasianus (M.S.69-79) yaptırmıştır. Yaklaşık 105 x 48 m. ölçüsünde, birbirleriyle kapılarla birleşen beş bölümden meydana gelmiştir. Burada bulunan bir yazıttan öğrendiğimize göre Vespasianus’un “yüzme havuzları ve ek dekorasyonları ile birlikte” bu amaç için ayırdığı para ile Birlik tarafından yapılan bağışlarla inşa edilmiştir.

Hamamın yanında Patara’nın mermer döşeli, 12,5 m. genişliğinde Anadolu’daki antik kentlerin en geniş caddesi bulunur. Ayrıca birçok yollara ayrılan bu caddenin altında kanalizasyon sistemi de yapılmıştır.

Bir yamacın eteğine kurulmuş olan tiyatronun 34 oturma sırası vardır. Orkestra yaklaşık 30 m. büyüklüğünde olup tek diazomalıdır.Sahne binasının alt katından beş kapı ile sahneye geçilir. Sahne binasının dış duvarındaki bir yazıtta,M.S.147’de Patara vatandaşlarından Vilia Procula proskene binası ile heykelleri ve mermer kaplı sahne binasını babasının yaptırıp İmparator Antonius Pius ve şehrin tanrılarına adadığı yazılıdır. Bir başka yazıtta ise Tiberius döneminde (M.S. 14-37) Apollon’un rahibi olan bir Polyperkhon tarafından yapılan onarımlardan söz etmektedir.
Bizans döneminden kalan kalenin doğusunda muntazam taşlardan yapılmış M.S. II.nci yy.a ait mimari bezemeleri ile dikkati çakan Korint Mabedi bulunmaktadır. İn antis plânlı olan bu mabet 13 x11 m. ebadındadır.

Patara’da kazılar devam etmekte olup, Lykia tipi mezar anıtları ve kentin diğer yapıları da ortaya çıkarılmaktadır.
 
Pınara (Minare Köyü) Antik Kenti

M5fNq.webpPınara, Fethiye'nin Eşen bucağına bağlı Minare köyünün 3 km. batısında son derece dik biri büyük diğeri küçük iki tepenin yamaçları üzerinde kurulmuştur. Halk buraya Delik Asar adını takmıştır. Minare köyü harabelere aşağı yukarı yarım saat uzaklıktadır.
Lykçe'de Pinale yuvarlak anlamına gelir. Bu ismi, üzerinde oturduğu yuvarlak kayadan almış olmalıdır. Hititçe'de de Pina isimli bir sözcük vardır.Büyük bir olasılıkla Pınara da bu sözcüklerden türetilmiştir.

Mitolojik olarak kentin kuruluş öyküsüne göre Ksanthos nehri yakınında yaşayan Tremiles'in Tloos, Ksanthos,Kragos ve Pandaros isimli dört oğlu Lykialıların kökenini meydana getirmişlerdir. Okçu Pandaros ise Troia savaşında, Sarpedon'un yanında kahramanca çarpışmış bir kahramandır. M.Ö.IV.yüzyılda Ksanthos'lu tarihçi Menekrates kuruluş öyküsünde, Ksanthos'un nüfusunun çok artmasından dolayı yaşlılarının üç gruba bölündüğünü,bunlardan birinin Kragos Dağı'na giderek zirveye yakın yere yerleşip, kenti kurduklarını anlatır.

Strabon .Buranın önemli bir Lykia kenti olduğundan bahsederken şu sözleri de yazar:

...Kragos'un eteğinde, iç kısımda, Lykia'nın en büyük kentlerinden olan Pinara uzanır. Pandaros burada saygıyla anılır ve o,olasılıkla şairin söylediği gibi Troialı kahramanla özdeşleştirilmiştir, Pandaros'un kızı,yeşil ormanın bülbülü, çünkü Pandaros'un Lykialı olduğu söylenirdi.

M.Ö. IV.yüzyılda Karia Satrabı Piksodaros'un denetiminde bulunan kent M.Ö.334'de sadece Lykia'da 30 kadar yerleşim yerini ele geçiren Büyük İskender'e hiç direnmeden teslim olmuştur. Onun ölümünden sonra Pergamon Krallığına bağlanmıştır. M.Ö. 168-67 de Lykia Birliğinin en kuvvetli altı üyesinden biri olan Pinara birlikte üç oy ile temsil ediliyordu. Daha sonra Eyalet Birliğine (Koinon)'a bağlanmıştır.

Pinara, Roma döneminde en parlak günlerini yaşamıştır, bu dönemde üzerlerinde Pınareon yazılı sikke bastırmıştır. Byzantion'lu tarihçi Stephanos ise Pınara'nın Lykia'nın en önemli kentlerinden olduğunu belirtmiştir. M.Ö.141 ve 5 Agustos 240 depremlerinde kent çok kötü etkilenmiş ve eski önemini kaybetmeğe başlamıştır. Bizans devrinde Myra metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur. IX.yy. da ise kent terk edilmiştir. 1957'deki depremden burası çok etkilenmiş ve ayakta kalan yapılar büyük zarar görmüştür.

Pınara antik kentinin kalıntıları günümüze geçirdiği depremlere rağmen nispeten iyi bir durumda gelebilmiştir. Halkın delikli Asar dediği düzlüğün kuzey yönündeki sur kalıntıları iyi durumdadır.Ancak tepenin çok sarp olan kısımlarına sur duvarları yapılmasına gerek duyulmamıştır. Sarp bir kayalığın üzerinde olan akropolün çevresi de surlarla çevrilidir. Buraya güneyden oyulmuş merdivenlerle çıkılmaktadır. Daha sonraki bir devirde ,doğuda vadiden yükselen alçak bir tepe üzerine ikinci bir akropol daha yapılmıştır. Surlarla çevrili olan bu akropol Bizans devrinde de kullanılmıştır Akropolün eteklerinde ise ne olduğu pek anlaşılamayan mimari parçalar dağınık bir halde durmaktadır.Buradaki kayaların da yardımıyla yer-yer teras duvarları yapılarak surlarla korunmuş platformlar oluşturulmuştur.

Kentin sivil yerleşimini, güney-doğudaki vadide Kraliyet Mezarlığı" denilen bölümdeki bir kaya mezarının giriş holünün her iki duvarına çizilmiş şehir plânından anlamaktayız. Burada evler.sokaklar ve binalar adeta bir minyatür gibi işlenmiştir. Kayaların üzerleri, kerpiç evlerin evlerin yapılabilmesi için düzeltilmiştir. Evler Roma'da görüldüğü gibi dışa kapalı avlulu tiptedir. Dikdörtgen bir oda önündeki bir terasa açılır oradan da doğrudan bir küçük avluya çıkılır. Evlerin arasında da sarnıçlar yapılmıştır.Tepenin kuzey-doğusunda Roma dönemine ait bir tarafında 6 yanlarda ise 8'er sütunu olan bir tapınak vardır. Buradaki kalp şeklindeki sütunlar ve bunların aralarında görülen erkeklik uzvu, Aphrodite adına yapıldığını düşündürmektedir.

Kentin tiyatrosu, küçük tepenin kuzey-batısına yerleştirilmiştir. M.Ö. II.yüzyılda yapıldığı sanılan , Hellenistik dönem tiyatrolarının bir benzeri olan 3.000 kişilik bu yapıda 27 oturma sırası ve bunları 9 bölüme ayıran 10 merdiven yolu vardır. Sahne binasının duvarlarının bir bölümü ayaktadır. Güney kanadındaki biri paradosda diğeri ise binanın yan tarafında yer alan iki kapı ana mekana açılmaktadır. Proskene duvarı her iki uçta geniş bir açı yaparak arkaya doğru kıvrılır ve analemna ile bir parados oluşturur. Cavea yarım daireden biraz daha büyüktür. Tiyatro M.S. II. inci yy.da yenilenmiştir.

Akropolün güneyinde sadece kapısı ayakta kalmış olan binayı, şehir plânına göre değerlendirirsek Odeon olması büyük olasılıktır. Buradaki iki kaya arasındaki düzlüğe oturtulmuş duvarlarla desteklenmiş terasların kapladığı alana Agora yerleştirilmiştir.

Pinara'nın en büyük özelliği de kent yaşamı ile mezarların içiçe oluşudur. Burası Lykia mezar mimarisinin en güzel örneklerinin toplandığı kenttir. Lykia mimarisinde mezara bu kadar çok önem verilmesinin nedenini inançlarında aramak lazımdır.

Mitolojilerine göre, ölen insanın ruhu kuşa dönüşüp ve uçup gidermiş vücudu ise kalırmış. Bu inancı, ruhu ölümsüzleştiren kuş ise Phoeniks'dir. Bu kuşun rengarenk tüyleri, altın gibi parlayan kanatları ile hep güneşe doğru uçar, yaklaşınca güneş onu yakar, külleri de yere düşermiş, dökülen küllerden yeniden doğup tekrar güneşe doğru uçarmış. Böylece bu uçuş ölümsüzlüğe doğru sonsuza kadar devam edermiş. İnsanlara görünmeyen Phoeniks ,görünmek istediği zaman bir güvercin olurmuş. Çeşitli renkleri olan bu güvercinler ölen bir insanın ruhuna girer onun mezarına konup orada yaşarmış. Bazen de ölenin evinin damına konarmış. İşte Liykia mezarlarının evlere, saraylara ve kayalara oyulmuş kuş yuvalarına benzemesinde bu inancın büyük bir payı olmalı. Anıt mezarların içinde ölen kişinin eşyalarının konmasının nedeni güvercinin taşıdığı ölenin ruhu, yabancılık çekmesin ,eşyalarını kullansın diye imiş. Bu inanç Lykia, da en çok Pinara'da yaşamaktadır.

Bu bölgedeki ölü gömme törenlerinde cesedin büyük bir törenle yakılıp, küllerinin toplanarak oyuk şeklindeki mezara yerleştirilmesinin nedeni de kuşa dönüşen ruhunun güneşe uçup orada yanıp, küllerinden yeniden doğması ve sonsuza kadar yaşaması içindir.

Kentin üzerine yapıldığı kaya kitlesinin doğu tarafında, güvercin yuvası şeklinde yapılmış dikdörtgen oyuklardan yapılmış olanlar iki yatay gurup şeklinde düzenlenmiş olup, muhtemelen uzun merdivenler ve yukarıdan aşağıya sarkıtılan ipler yardımıyla defin işlemi yapılıyordu. Bu mezar grubu kentin en eski tarihli olanlarıdır. İki Akropolis tepesi arasında genellikle semerdam kapaklı lahitlerden oluşan mezarlar yer alır.Güney-doğu uçtaki bir mezar diğerlerinden çok daha görkemli ve olağanüstü büyük olup adeta bir merkez teşkil etmektedir. Diğer lahitler bunun çevresine dizilmişlerdir.

Tepenin diğer yamacından aşağıya doğru ev tipinde Kral Mezarı olarak adlandırılan bir grup yer almaktadır. Bu anıt-mezarın kapı lentosunda insanların ve atların olduğu kabartmalı bir friz vardır. Alınlıktaki kabartmalar iyice tahrip olduğu için ne olduğu anlaşılamamaktadır.Mezar odasının iç tarafında tek bir sedir vardır. Bu mezarda bir kitabe olmadığı için kime ait olduğu anlaşılamamıştır. Diğer bir ev tipi mezarın alınlığı gotik tarzda olup kemerin en üst noktasına bir çift öküz boynuzu yerleştirilmiştir.
 
Telandros Antik Kenti

Telandros, Fethiye-Çameli yolu üzerindeki İncirköy'ün 4 km. kuzey-batısındadır.
Telandros Hellen dilinde “erkek” anlamında olduğu söylenirse de yine de kesin bir sözcük değildir.
Kentin tarihi ile ilgili hiçbir bilgimiz yoktur. Yalnızca M.Ö. V.yüzyılda Perslere karşı kurulan Delos Deniz Birliğine katıldığı bilinmektedir. Byzantionlu Stephanos Karia kenti olarak Telandros'u tanımlarsa da sınırda bir kenttir burası.

Yörede hiçbir araştırma yapılmamıştır.Yalnızca surlara ait önemsiz yıkıntılar dışında başka bir kalıntı günümüze gelememiştir.
 
Telmessos (Fethiye) Antik Kenti

oDRT7.webpMuğla'nın ilçesi Fethiye Antik çağlarda Telmessos ismi ile tanınan Lykia'nın en eski kentlerinden birisi idi.
Plinius'un Telmisium isimli bir Leleg şehri olarak adlandırdığı Telmessos, Lykia ile Karia'nın arasında bir sınır oluşturur. Livius da, Telmessos körfezinin bir yanının Karia'ya öteki yanının Lykia'ya ait olduğunu yazar.M.Ö. V.yüzyıla ait sikkelerde ise kentin adı Telebehi olarak geçer. Kentin uzun bir geçmişi olduğu bilinirse de kurucularının kimler olduğu açıklık kazanamamıştır. Ayrıca kent, bilici (kâhin) okuluyla da ün yapmıştı. Nitekim Krezüs, Keyhüsrev'e savaş ilan etmeden önce buradaki bilicilere danışmak üzere bir heyet göndermişti. Büyük İskender de buraya geldiğinde aynı davranışta bulunmuştur.

Telmessos isminin Apollon'un oğlu Telmessos'dan kaynaklandığı sanılmaktadır. M.S.VIII. yüzyılda Bizans İmparatoru II.Anastasius'un onuruna kentin ismi Anastasiupolis olarak değiştirilmiş XX.yüzyılın başlarındaki Rum nüfusun yoğunluğu sırasında Makri olarak anılırken 1913'de ilk Osmanlı pilotlarından Fethi Bey'in burada düşerek ölmesi nedeniyle kente Fethiye ismi verilmiştir.

Lykçe yazılmış beş yazıt elimize geçmiş olmasına rağmen Telmessos'un orijini hakkında ne yazık ki bilgilerimiz oldukça kısıtlıdır. M.Ö. V.yüzyılda Lykia'nın bir parçası kabul edilmediğinden Delos Birliğinde Lykia listelerinde görülmez. M.Ö. IV.yüzyılda Lykia'lılar Perikles'in kumandanlığında Telmessos'lularla savaşıp onları yenmeleri ile Telmessos Lykia'ya geçmiştir.

Büyük İskender'in burayı ele geçirmesiyle birlikte Perikles'in egemenliği sona ermiştir. İskender komutanlarından Nearkhos'u buraya genel vali olarak bırakarak Anadolu seferini sürdürmüştür. Ayrıca Telmessos satrabı Antipatrides'i de yerine bırakmıştır. Ne var ki Antipatrides bir süre sonra vali Nearkhos'a karşı koymuştur. Bunu yediremeyen Nearkhos bir kutlama töreninde kente müzisyenler göndermiştir. Bundan kuşkulanmayan Satrap Antipatrides, törenin en coşkulu anında müzik aletleri içerisine silahlarını gizleyen Nearkhos'un adamlarının saldırısına uğramıştır. Böylece kentte egemenlik yeniden Hellenlere geçmiştir.

Büyük İskender'in ölümünden sonra bir süre diğer Lykia kentlerinde olduğu gibi Ptolemaios'lara bağlanmıştır. Romalılar ile Seleukoslar arasında yapılan bir savaştan sonra M.Ö. 188'de Apameia Barışı ile Maiandros (Büyük Menderes) ırmağının güneyinde kaldığından Rodos'a bağlanması gerekirken Pergamon krallığına bağlanmıştır. M.Ö. II. yüzyılın ortalarında Lykia Birliğinin sikke basan üyeleri arasına katıldı. Kral III.Attalos'un ülkesini vasiyyet yoluyla Roma'ya bırakmasının ardından Telmessos yeniden Roma egemenliğine girmiştir. Bu arada Roma bağımlısı Lykia kentlerinin kendi aralarında kurduğu konfederasyona katılmıştır.

Telmessos Bizans döneminde de varlığını korumuş Myra metropolitliğine bağlı piskoposluk merkezi olmuştur. M.S.VII.yüzyılda başlayan Arap akınları halkı bezdirmiş ve kentlerini terk etmelerine yol açmış böylece önemini kaybetmiştir. Osmanlı topraklarına 1429'da katılmıştır.


Telmessos'taki kalıntılar:

Telmessos, ilk kez XIX.yüzyılın ikinci yarısında bölgeye gelen batılı gezginlerin dikkatini çekmiştir. İlk olarak Charles Texier buraya gelmiş, Apollon mabedinin,mezar anıtlarının çizimlerini yapmıştır. Plinius'un Strabon'un sözünü ettiği kentteki yapılar 1856 depreminde büyük zarar görmüş, 1956 depremi de arta kalanları yere indirmiştir. Nitekim George Bean buraya geldiğinde tiyatronun olduğu yerde doğal bir çukurdan başka bir şey yok demekle yetinmiştir.

Günümüzde Fethiye'nin antik dönemi ile ilgili bilgileri Ch.Texier'in çizim ve gravürlerinden öğrenebiliyoruz. Uzun süre kentin tarihi yapıları ile ilgilenilmeyişinin nedeni de depremlerden ötürü ortada gözle görünür bir kalıntı kalmayışıdır. Ayrıca 1950'li yıllarda tiyatronun başta oturma sıraları olmak üzere çeşitli mimari parçaları Fethiye liman inşaatında kullanılmıştır.

Fethiye Müzesi Müdürlüğü 1976 yılında kent merkezinde, Karagözler Mahallesinde kazı yaparak buradaki araştırmalarına başlamıştır. Öncelikle bu alandaki iki katlı ev kamulaştırılmış, 1991-1992 yıllarında da bilimsel kazılara başlanmıştır. M.S.I.yüzyıla tarihlendirilen 5000 kişilik tiyatronun önce caveası ortaya çıkmıştır. Bunu izleyen 1994-1995 yılı kazılarında tiyatro bütünüyle ortaya çıkarılmıştır. M.S. II.yüzyılda heykellerle bezenen tiyatro diazomalı ve dört girişliydi. Üst revakları günümüze ulaşamayan tiyatronun 28 oturma kademesi oldukça iyi durumdadır.

Roma döneminde arenaya dönüştürülmüş ve bu da bazı bölümlerin tahrip olmasına neden olmuştur. Oturma sıraları bozulmuş,plastik eserlerin büyük kısmı kireç ocaklarında eritilmiştir. Bununla beraber Fethiye Müze Müdürlüğünün yaptığı kazılarda scene'nin çeşitli bölümlerinde orijinal heykellere rastlanmıştır.

Telmessos ilk kurulduğu yıllarda kent suru ile çevriliydi. Hellenistik çağda yapılan kale ve surlar Roma döneminde yenilenmiş,ardından kenti denetimlerinde tutan Rodos şövalyeleri tarafından da bazı ekler yapılmıştır. Fethiye depreminde yıkılan surlardan günümüze sadece Roma ve Bizans devrinden arta kalan parçalar gelebilmiştir.

Telmessos'un çevresi de yazıt, kaya mezarları ve lâhitler yönünden oldukça zengindir. Kent merkezinden denize kadar uzanan alanda dikkati çeken lâhitler kabartmalıdır. Tapınak tipi mezarlara bir örnek olan Hermapias'ın oğlu Kral Amyntas'ın İon tarzındaki mezarı adeta bugün Fethiye'nin bir simgesi gibidir.
Ch.Texier 1849 yılında geldiğinde bu mezarın yanına imzasını atmıştır. M.Ö. IV.yüzyıla tarihlenen bu kaya mezarının cephesi sütunları, üçgen arşitravı ile tamamiyle bir İon tapınağı gibidir. Dört basamakla çıkılan sundurmada, duvar çıkıntıları arasında iki sütun yer almaktadır. Sol tarafındaki çıkıntının üzerindeki yazıt bize mezar hakkındaki bilgiyi vermektedir. Mezar odasına açılan kapıda dört panel bunların üzerinde ise demir çivi başı taklitleri yer almaktadır. Odanın tavanı düz ve kaba işlenmiştir. Üç duvarın kenarında birer taş sedir bulunmaktadır. Yörenin yumuşak ve kolay işlenebilen kireç taşından yapılan lahitler Fransız Choisseul tarafından incelenmiş,1840'da buraya incelemeye gelen Ch.Fellows, bazı parçaları Londra British Museum'a götürmüştür. Amyntas'ın mezarının çok yakınında aynen ona benzeyen fakat daha küçük ölçüde ve bir sütunu kırılmış bir anıt mezar daha vardır.

Fethiye'de kent içerisinde Lykia tipi semerdamlı lahitlerle çokça karşılaşılır. Bunları en önemlisi adeta bir dantel gibi işlenmiş olan kabartmaları ile Hükümet Binasının önündeki lahittir.M.Ö. 340 yıllarına ait bu lahdin kapağındaki kabartmalarda dörder savaşçı ellerindeki kalkan ve kılıçlarla savaşmakta,uzun giysili bir adamda koltukta oturarak onları seyretmektedir. Yan taraflarda da figürler vardır. Alt kısımdaki kabartmalar tamamen tahrip oldukları için alt kısmı değerlendiremiyoruz. Fethiye'nin doğusunda Ölü Deniz kavşağındaki dik yamaçlarda kaya mezarları görülmektedir.

Kentin Çarşı caddesinden Kaya Köyü yolu üzerindeki bazı kalıntıların Apollon mabedine ait olduğu sanılıyorsa da bunu kesinleştirecek verilere rastlanamamıştır. Ayrıca nekropol alanında bulunmuş bazı yazıtlarda Artemis Mabedi'nin ismi geçiyorsa da bu mabedin yeri saptanamamıştır.
 
Geri
Top