Muğla Antik Kentleri (Ege Bölgesi)

Kyllandos Antik Kenti

Kyllandos, Muğla'nın ilçesi Ula'nın batısında, Okkataş denilen tepenin üzerindedir.
Kyllandos sözcüğünün Hellen dilinde anlamı yoktur. Ayrıca kentin tarihi ve kuruluşu ile ilgili hemen hemen hiçbir bilgi de bulunmamaktadır. Yalnızca Byzantion'lu Stephanos isminden söz etmiştir.
Kentin bulunduğu yerde herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Bugün akropol olarak nitelenen tepenin üzerinde mabet olması ihtimalinde temel kalıntıları, sarnıç ve biraz da sur duvarlarına ait kalıntılar vardır
 
Kyon Antik Kenti

Kyon, Muğla'nın Yatağan ilçesi Kavaklıdere bucağına bağlı Bellibal köyündedir (Çamyayla).
Kyon , Hellen dilinde “Köpek Mezarı” anlamında bir sözcüktür. Bizans döneminde ise burası “Paliapolis” olarak biliniyordu. Strabon ve Byzantionlu Stephanos'un yalnızca ismini vermekle yetindiği bu kent ile ilgili bilgi pek yoktur. Yörede arkeolojik araştırma da yapılmamıştır.

Roma döneminde sikke basan kentten günümüze yalnızca Roma dönemine ait tiyatronun Cavea'sı gelebilmiştir. Onun yanı sıra Bellibal köyü'nün içerisinde Roma çağına ait bazı mimari parçalar ile sunak kalıntıları gelebilmiştir.
 
Larymna Antik Kenti

Larymna, Marmaris'de Bozburun'un kuzey-doğusundaki Asar Tepe'nin üzerindedir.
Larymna, Luwi veya Karia dilinden gelen bir sözcük olup “Kum Halkı” anlamındadır.
Bu kentte yeterli bir araştırma yapılmadığından, kentin tarihi konusundaki bilgiler yetersizdir. Bununla beraber Akropol'ün üzerindeki ve yamaçlarında Eskiçağ'a ait kalıntılar bulunmaktadır. Bunlara dayanarak kentin geçmişini M.Ö. 2000 yıllarına tarihlendirenler olmuştur.

Larymna'dan günümüze bazı duvar kalıntıları ile temel izleri gelmişse de bunlar yeterli bilgi vermekten çok uzaktır. Ancak deniz kıyısında Akropol'e çıkışta yamaçta surlara ait olduğu sanılan Leleg üslûbunda yapılmış duvarlar ve dikdörtgen plânlı burç kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Bunun yanı sıra Turgutlu'da düzgün mimari parçalarına da rastlanmıştır.
 
Latmos Herakleiası Antik Kenti

mPMs5.webp
Latmos Herakleiası, Bafa gölünün kuzey-doğu kıyısında Milas’a 39 km. uzaklıktaki Latmos dağlarının eteklerindeki Kapıkırı Köyü’nün bulunduğu yerdedir.
Eski Çağda Latmos dağları olarak bilinen Beşparmak dağları sarp ve ormanlarla kaplı olup Latmos körfezini(Latmikos Kolpos) çevirmektedir. Doğal güzelliği ile tanınan bu antik kente aynı zamanda Latmos veya Latmia ismi de yakıştırılmıştır. Nitekim Strabon ,çevresindeki dağlardan dolayı kentin Latmos ismini aldığını da özellikle belirtmiştir.

Latmos, Hellen dilinde değiştirilmiş bir sözcüktür. Antik çağlarda bu bölge Ana Tanrıça Lada’dan ötürü bu isimle tanınıyordu. Hellenler Lada ismini Latmos olarak değiştirerek kente de bu ismi vermişlerdir.

Herakleia isminin nereden geldiği konusunda kesin olmamakla birlikte M.Ö. IV.yüzyılda Mausolos bir hileyle ele geçirdiği kenti Hellen doğrultusunda yeniden kurmaya çalıştı ve Latmos adını da Herakleia’ya çevirdiği ileri sürülür. Mausolos’un ölümünden sonra M.Ö. III.yüzyıl başlarında on yıl kadar Ptolemaios sülâlesinden Pleistarkhos’un yönetiminde kalan kent bu devrede “Pleistarkheia” diye, daha sonra da Lysimakhos tarafından” Latmos kıyısındaki Aleksandreia” diye isimlendirilmişse de bunlar kalıcı olmamıştır. Daha sonra Anadolu’da aynı adı taşıyan başka kentler de olduğundan , bunu diğerlerinden ayırmak için Latmos Herakleia’sı denilmiştir.

Kentin ne zaman kurulduğu kesinlik kazanamamakla beraber tarihte isminden en çok M.Ö. II.yüzyılda Miletos-Magnesia savaşında bahsedilmiştir. Roma devrinde kente bağımsızlık verilerek önemi ortaya çıkmıştır. M.Ö. I.yüzyıldan itibaren kıyısında bulunduğu körfezin ağzı alüvyonlarla dolmaya başlayınca önemini yitirmeye başlar. Ancak karadan ulaşımın çok güç oluşu kente doğal bir korunma verdiğinden Hıristiyanlığın yayılmasıyla Bizans döneminde yeniden canlanır. VII-IX.yüzyıllarda piskoposluk merkezi olarak birçok kilise ve manastır inşa edilir.

Latmos Herakleia’sı en parlak devrini Helenistik dönemde yaşamıştır. Özellikle deniz ticareti sayesinde çok zenginleşmiştir. Antik döneme tarihlenen kalıntıları Latmos Dağı’nın Bafa Gölü’ne uzantılarının bulunduğu yerdeki Kapıkırı köyü ile iç içedir. Gerçekte, eski kent bugünkü Herakleia’nın doğusunda dik bir yamaçta kurulmuştur. Kentin sur duvarları M.Ö.287’de Lysimachos tarafından genişletilmiş,uzunluğu 6.5 km.ye ulaşmıştır. Surlar 65 kule ile takviye edilmiştir. Sonraki yıllarda bilinmeyen bir nedenle sur duvarları küçültülmüş ve 4,5 km.ye indirilmiştir.

Latmos Herakleia’sı Hippodamos plân düzeni anlayışında yapılmış olup, sokaklar birbirini kuzey-güney, doğu-batı doğrultusunda kesmiştir. Aralardaki parsellere kentin dinsel ve devlet yapıları ile evler yerleştirilmiştir. Kente egemen yüksek bir tepe üzerinde oldukça büyük bir mabet kalıntısı dikkati çekmektedir. Burada ele geçen bir yazıttan Athena’ya ait olduğu anlaşılan, birbirine eşit büyüklükte bir pronaos ve Naos’dan meydana gelen Templum ın antis plânındaki bu Athena mabedinin yanı sıra bir başka mabet kalıntısı daha bulunmaktadır. Kutsal alanda Pronaos ve Naos’dan oluşan bu mabedin kime ithaf edilmiş olduğu kesinlik kazanamamıştır. Prof.Dr.Ekrem Akurgal bu kalıntının Ay Tanrıçası Selena’ya ait olabileceğini ileri sürmüştür.

Helenistik dönemde çok sevilen bir Mitos’a göre, Ay Tanrıçası Selene, Latmos dağındaki bir mağarada uykuya yatmış olan genç ve güzel çoban olan Endymion’a aşık olur. Kavalından başka hiçbir şeyi olmayan çoban geceleri uyurken Tanrıça Selena onun üzerine eğilir ve gümüş ışığıyla onu sararmış. Zeus onların bu sevgisinden çok hoşlanmış ve ona bir armağan vermek istemiş Endymion’da ondan ölümsüz bir uykuyla uyumayı dilemiş. İşte Beşparmak dağlarında Çobanın kavalı her gece duyulur Selena’nın da ışıkları onu hep sararmış.

Athena tapınağının doğusunda kentin agora’sı yer alır. Güney tarafı meyilli ve iki katlı olan agora’nın birinci kat duvarları ile dükkanları sağlam durumdadır. Güneydeki duvar ise o dönem taş işçiliğini en iyi biçimde yansıtmaktadır. M.Ö. II.yüzyıla tarihlenen Bouleterion yıkılmış olup mimari parçaları çevreye dağılmıştır. Bu parçaların incelenmesinden yapı duvarlarının üst kısmının dor üslûbunda yarım sütunlarla hareketli bir görünüm kazandırıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca duvarlar üzerindeki triglif frizleri ,diş kesimleri ile tamamlandığı architrav ve alınlık parçalarından anlaşılmaktadır.

Herakleia Bouleterion’u mimari düzen olarak Milet Bouleterion’u örnek alınarak yapılmıştır. Nitekim duvarlara paralel U şeklinde taş oturma sıraları ve sütunlarla hareketlendirilmiş mimari bu benzerliğin en açık kanıtıdır. Roma döneminde yapılmış Tiyatrodan sadece Scene bölümüne ait mimari parçalar vardır, Cavea’dan ve oturma kademelerinden herhangi bir kalıntıya rastlanmamıştır. Nymphaion ve Hamamlardan ise günümüze çok az mimari parça gelebilmiştir.

Bizans döneminde Herakleia surlarından yararlanılarak akropol eteklerine bir kale yapılmıştır. Kalenin arkasında oldukça geniş bir nekropol alanı bulunmaktadır. Yan yana dizilmiş mezarların büyük bölümü kayaların içerisine oyulmuş olup,her birinin üzeri kapaklarla örtülmüştür. Mezarların bazıları ise gölün kıyıya yakın suları altında kalmıştır.

Herakleia’nın tamamen terk edildiği yıllardan bir süre sonra M.S.VIII.yüzyılın ilk yarısında Sina yarımadasından,Yemen’den gelen Hıristiyan papazları burada bir takım manastır ve kiliseler yapmışlardır. Bu manastır ve kiliseler Latmos dağlarından başlayarak körfeze ve Bafa gölü üzerindeki adacıklara yayılmıştır. Ele geçen bir belgeye dayanılarak Latmos Herakleia’sında on üç manastır olduğu öğrenilmişse de bunlardan pek azı günümüze ulaşabilmiştir. Çoğunlukla M.S.VIII.yüzyılın sonu ile IX.yüzyılın başlarına tarihlenen bu manastırların hemen hemen hepsi dışarıdan gelebilecek saldırılara önlem olmak üzere surlarla, kalelerle korunmaya çalışılmıştır. Bunlardan Herakleia adasındaki manastırın ve adanın etrafı surlarla çevrilmiş, batı yönüne de oldukça uzun bir bazilika yapılmıştır. Bugün bu bazilikanın büyük bir bölümü suların altındadır. Bunun yanı sıra adanın ortasında yontma taştan bir başka kilise de yapılmıştır. Batı yönündeki oldukça uzun, çift sıra tuğladan bir başka bazilika da yine sular altında kalmıştır.

Herakleia antik kentinin güneydoğusunda Latmos dağları üzerinde iki kilise, bir şapel, keşiş hücreleri ve sarnıçtan oluşmuş Kellibaro manastırı (Yediler Manastırı) bulunmaktadır. Manastırın ilginç tarafı şemsiye şeklindeki bir kayanın içerisine oyularak yapılması ve avlusundaki zeytin ağaçlarının arasından küçük bir akarsuyun geçmesidir. X.yüzyıldan biraz daha önceki yıllarda yapıldığı sanılan, içerisi fresklerle süslü manastırı çeviren surlar ve kale birbirleriyle merdivenlerle bağlantılı iki bölümden meydana gelmiştir. Bu kalelerden altta olanın içerisinde duvarları aynı zamanda sur görevini de üstlenen iki küçük kilise daha bulunmaktadır. Güney-batıdaki küçük kilise son derece mükemmel duvar örgüsüyle diğerlerinden ayrılmaktadır. Ayrıca üst örtülerde,tonozlarda Meryem ve çocuk İsa’nın resmedildiği fresk izleri vardır. Üst kalenin oldukça iyi korunmuş savunma kapısı ayakta durduğu gibi Palaiologoslar devrine (1261-1453) özgü duvar teknikleri dikkati çekmektedir.

İki küçük kayalık adadan oluştuğundan ötürü İkiz Ada denilen adada bazı temel kalıntıları da bulunmaktadır. Surlarla çevrili olan adanın sur duvarlarından bir bölümünü yine kilisenin duvarı sağlamıştır. Hz.Meryem’e atanan kilisenin yapımında bazı düzensizlikler olduğu görülen bu kilise de çift haç ve hayat ağacı motiflerinin yanı sıra bazı takdis şiirlerine de duvarlarda yer verilmiştir.

Kahve Asar adasındaki duvarların büyük bölümü yıkılmış olmasına karşılık kıyıda,suyun içerisindeki duvarın kalıntıları dikkati çekmektedir.

Latmos bölgesindeki kiliselerin en büyüklerinden biri olduğu sanılan buradaki kilise kapalı yunan haçı plânında olup kubbesinin içerisinde aziz tasvirlerini içeren fresk kalıntıları bulunmaktadır.

Bafa Gölünün doğu kenarındaki Herakleia adasının çevresinde kargaların dolaşmasından ötürü halk tarafından KARGA asar adası ismi yakıştırılmıştır. Adanın ortasında kiboryon mekanlı bir kilise ile iki şapeli bulunmaktadır. Buradaki dini yapılar da surlarla çevrilmiştir.Gölün kuzeyindeki Menet adasında yonca plânlı kilise ile iki küçük manastır ve derviş hücreleri vardır.

Herakleia’nın kuzeyinde Hz.İsa’ya adanmış, kayalara oyulmuş bir kilise bulunmaktadır. Burada İncil’den alınmış, İsa’nın yaşamıyla ilgili sahnelere yer verilmiştir. Ayrıca kentin kuzeyinde de yine kayalara oyulmuş Pantokrator kilisesinde tahtta oturan dünyanın hâkimi İsa ile dört İncil yazarının freskleri bulunmaktadır.

Bafa gölünün kuzey-doğusunda dik bir yamaçta Stilyos Manastırı dikkati çekmektedir. Çevresindeki üç şapel ile birlikte bu manastır da surlarla çevrilidir.

Ayrıca manastırın kuzeyinde genç Paulos’un Kaya kilisesine yer verilmiştir. Halkın Arap Avlusu dediği bu kilise uçurumdaki bir kayanın içerisine oyularak yapılmıştır. Buradaki fresklerde Hz.İsa’nın yaşamından alınmış sahneler işlenmiştir.
 
Myndos (Gümüşlük) Antik Kenti

Myndos, Bodrum yarımadasının batı ucunda, bugünkü Gümüşlük beldesinin yanındaki Bozdağın üzerinde kurulmuştur.
Myndos sözcüğü etimoloji yönünden incelendiğinde “Ana Tanrıça'ya Tapınma” anlamına gelir. Aynı zamanda Luwi dilinde de buradan “Munda” olarak söz edilir. Ayrıca Herodotos'da da bir ilk çağ kenti olarak ismi geçer. Myndos'un arkasındaki tepelerde, uzun burnun ucunda gümüş ocakları bulunuyordu. Daha sonra buraya verilen Gümüşlük ismi bu maden ocaklarından kaynaklanıyordu.

Tarihçi Pausanias'a göre Halikarnassosla beraber Troizen kökenli göçmenlerce kurulmuştur. Plinius ise Eski Myndos diye adlandırdığı alanda Leleg yerleşimi olduğunu söyler. Aslında Myndos'un ilk sakinleri Leleglerdir. M.Ö.IV.yüzyılda Pers Satrabı Mausollos'un Halikarnassos'a taşımadığı iki Leleg yerleşiminden biridir. Attika-Delos Deniz Birliğinin ilk üyelerinden biri olan bu kent birliğe on ikide bir talent ödeme yapmıştır. Mausollos kenti biraz daha kuzeye taşımış ve adeta yeniden inşa etmiştir.

Herodotos'dan öğrendiğimize göre İonia'lıların Perslere karşı başlattığı ayaklanmaya bir gemi vererek katılmışlardır. Ayrıca Büyük İskender'in ordularına karşı tek başına karşı koymasıyla ünlenmiştir. Büyük İskender Karia'yı ele geçirdikten sonra komutanlarından Ptolemaios ile Asandros M.Ö. 333'de yörenin Pers komutanı Orontabates'i ağır bir yenilgiye uğratmıştı. İskender'in ölümünden sonra generallerinden Ptolemaios'un Mısır'da kurduğu Ptolemais hanedanının egemenliğinde kalmıştır. Roma'nın Burasını ele geçirmesinden sonra M.Ö. 197 de Rodos'un idaresine bırakılmış,ardından da özgürlüğüne kavuşmuştur. Kısa bir süre sonra da kent göçler nedeniyle terkedilmiştir. Kent II.yüzyılın başında kendi adına sikke basmıştır. Hıristiyanlık döneminde “Amyndos” olarak adlandırılan bir piskoposluk merkezi olmuştur.

Mausolos zamanında kurulan Yeni Myndos'un kalıntılarından kaya mezarları, sur duvarları, tiyatro ve stadium'un olduğunu eski kaynaklardan öğreniliyorsa da bunlardan yeterli bir iz günümüze ulaşamamıştır.

Günümüzde Gümüşlük beldesinin altında antik Myndos'un kalıntıları bulunmaktadır. Nitekim Gümüşlük'deki birçok evin duvarlarında Helenistik döneme tarihlenen sütun başlıkları, mimari parçalar kullanılmıştır.

Mausolous'un liman kenti olan Myndos'un liman taşlarından yararlanılarak Romalılar kuzey-batıya askeri bir liman yapmışlardır. Bu limanın yapımında çevreden getirilen topraklarla dolgular yapılmış, üzeri de Koyun Babadan çıkarılan yeşil granitlerle kaplanmıştır. Oldukça kaliteli mermerlerden yapılmış sütun kaideleri bugün de dikkati çekmektedir. Beldenin içerisindeki küçük dalga kıranın bulunduğu adadaki kalıntılar görülebilmektedir. Bunun yanı sıra Gümüşlük'ün kuzeyindeki Dönmez Burnu ile İnce Burun arasında da antik çağın ev kalıntıları dikkati çekmektedir.

Kenti çepeçevre kuşatan surlar yıkılmış olmasına karşılık yine de bazı kalıntıları görülebilmektedir. Bu surları Mausolos'un inşa ettirmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Ayrıca yarımada üzerinde Leleg suru denilen kiklopik teknikte duvarlardan bazı parçalar görülmektedir Antik kentin kalıntıları daha çok Karatoprak (Turgut Reis) ile Gümüşlük arasındaki yolun üzerinde, denize 1 km. uzaklıktaki Bozdağ'ın tepelerinde görülebilmektedir.

Bu kalıntılar dışında yöredeki yüzey araştırmalarında çok yaygın biçimde çanak-çömlek parçalarına rastlanmıştır.
 
Narasa Antik Kenti

Narasa, Milas ile Bafa gölü arasındaki Narhisar isimli bir dağ köyünün bulunduğu yerde idi. Narasa isminin Luwi veya Karia dilinden geldiği sanılırsa da anlamı bilinmemektedir.
Kentin ne zaman kurulduğu bilinmediği gibi tarihte de ismine rastlanmamıştır. Bu bakımdan önemli bir yerleşim olmadığını söyleyebiliriz. Muhtemelen antik devrin köy yerleşimlerinden biri idi.

Bu yörede herhangi bir araştırma yapılmadığı gibi çevrede de herhangi bir buluntu veya kalıntıya rastlanılmamıştır
 
Olympos Antik Kenti

Milas'a 8 km. uzaklıkta, Kafaca köyünün bulunduğu yerdeki kalıntıların Olympos'a ait olduğu sanılmaktadır. W.M.Ramsay, Olympos'un Milas yakınında olduğunu belirtirse de yeri konusunda net bir söz söyleyememektedir.
George Bean ve Aşkıdil Akarca ise kentin Kafaca köyü yakınında olduğunu ileri sürerler. Mylas çevresinde olduğu gibi Kafaca köyünde de yeterli bir araştırma yapılmadığından bu kent ile ilgili yeterli bilgiye ulaşamıyoruz. Bununla beraber bulunan bazı yazıtlarda Olympos isminin okunması konuya biraz açıklık getirmektedir. Delos Deniz Birliğine vergi ödeyenlerin listesinde “Ylimos” adı da geçmektedir. Bu da muhtemelen Olympos'un değiştirilmiş şekli olabilir.

Olympos ismi” Güneş Tanrısının Halkı” anlamında Luwi dilinden gelip Hellenceye uydurulmuş bir sözcüktür.

Olympos M.Ö. II.yüzyılda Mylasa'nın egemenliğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Artemis ile Apollon'un bu kentte saygı gördüğü biliniyorsa da bu tanrılarla ilgili tapınak kalıntılarına da rastlanamamıştır. Yalnız köy çevresinde bazı mimari parçalar varsa da bunlar yeterli bir bilgi vermekten çok uzaktır. Milas Müzesi'nde bulunan bazı yazıtlar kent ile ilgili önemli belgelerdir.
 
Oranion (ouranion) Antik Kenti

Oranion, Bodrum Yalıkavak'ın 3 km. güney-batısındaki Garip köyü ile Sanduma arasında bulunan Sanduma yarımadasında idi. Ayrıca Yalıkavak, Burgaz tepe yamaçlarında bulunan Garip Köyü ile deniz arasındaki alanda da bu kente ait olduğu sanılan kalıntılarla karşılaşılmıştır. Ancak, bunların Oranion'a ait olup olmadıkları da kesinlik kazanamamıştır.
Oranion sözcüğünün anlamı tam bilinmediği gibi hangi dilden geldiği de netleşememiştir.

Antik tarihçilerin bilgi vermediği bu kentin ne zaman kurulduğu da net değildir. Yalnız Sicilyalı tarihçi Diadoros, Troia savaşından sonra Karia'da yaşayan bir kısım halkın Syme (Sömbeki) adasından buraya göç ettiğini yazmıştır. Bunun yanı sıra Oranion'un Atina-Delos Deniz Birliğine de çok az da olsa bir ücret ödediği Atina'da bulunan bazı yazıtlardan öğrenilmiştir.

Kentin bulunduğu sanılan yerde, Alman Arkeoloji ekibi 1970 yıllarında iyi bir işçilik gösteren mezar anıtını restore etmişlerdir. Anıtın çevresinde bazı duvar izleri görülmüşse de bunlarla ilgili yeterli bilgi edinilememiştir.
 
Panamara (Bağyaka) Antik Kenti

Muğla,Yatağan ilçesinin Bağyaka köyü yakınında, Stratonikeia'nın hemen güneyindedir. Burası antik bir kent olmaktan ziyade dini bir yerleşim yeridir. Stratonikeia'ya bağlı olan bu kutsal alan Zeus Panamaros ve eşi Hera ile Artemis ve Serapis'e atanmıştı..Burada kutsana şenliklerin en önemlisi 10 gün süren Panamareia imiş.
Kentin tarihi ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yalnızca Bağyaka köyü yakınındaki Asar Tepe'nin en üst noktasında Augustos dönemine ait bir mabet olduğu kayıtlarda olmasına rağmen kalıntıları günümüze ulaşamamıştır. Ayrıca bu yerleşimle ilgili herhangi bir kalıntıda yoktur. Köy çevresinde ise kaçak kazı yapan köylülerin çıkardıkları geç Roma dönemine ait birkaç yazıt vardır.
 
Pedasa (Pedasos, Bitez) Antik Kenti

cahHe.webp
Pedasa, Bodrum'un 4 km.kuzeyinde, Gökçeler denilen yerde, yarımadanın dağ dizilerinin sona erdiği vadi geçidindedir. Bitez'in (Ağaçlı köyü) yanı başındaki denize dökülen dereden kuzeye doğru gidildiğinde ulaşılan tepede kentin kalıntıları ile karşılaşılmaktadır.
Pedasa sözcüğüne M.Ö. 2000 yıllarında Luwi dilinde rastlanmaktadır.Prof. Bilge Umar, bu sözcüğün suyu bol anlamına geldiğine işaret etmiştir. Troas bölgesinde de aynı ismi taşıyan bir kent olduğu İliada destanından öğrenilmiştir.

Herodotos bu kent ile ilgili bazı bilgiler vermiştir. Buna göre Pedasa'da Athena ile eş tutulan bir tanrıçaya ait mabetteki rahibelerin yüzlerinde sakal çıkması burada yaşayanların kötü bir olayla karşılaşacakları düşüncesini yerleştirmişti. Strabon, Pedasa'da Leleglerin yaşadığını, bunların kısa zamanda çoğalarak Myndos ile Bargylia'ya kadar uzanan toprakları ele geçirmekle yetinmeyip Pisidia'nın da büyük bir parçasını ele geçirdiklerini belirtir. Sonraki yıllarda Karia'lılarla birlikte Yunanistan seferine gittiklerinde orada kalarak yayılmışlar ve soyları da yok olmuştur.

M.Ö. 547'de Persler Lydia krallığına son verdikten sonra Karia üzerine yürümüşler ve burada karşılarına Pedasa'lılar çıkmıştı.Güç olarak üstün olan Perslere karşı sonunda Pedasa'lılar boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Ayrıca M.Ö.V.yüzyılda Pedasa'nın ismi Delos Deniz Birliğine ödenen katkı payları arasında geçmiştir. M.Ö. IV.yüzyılda Mausollos'un Halikarnassos'a göç etmeye zorladığı altı leleg kentinden birisi de Pedasa olmuştur.

Pedasa'nın bulunduğu yerde yapılan yüzey araştırmalarında bulunan çanak-çömlekler bu göçten sonra Pedasa'lıların bir süre daha kentlerini terk etmediğini göstermiştir.

Pedasa'da yeterince arkeolojik bir araştırma yapılmamasına karşılık,buluntular kentin surlarla çevrili yuvarlak bir plân düzeni olduğunu göstermiştir. Bazı kalıntılar arazi konumundan ötürü kentin teras duvarlarıyla desteklendiğini, yamaçlarında Leleg mezarları ile çanak-çömlek parçaları bulunduğuna işaret etmektedir.


Ek Bilgi:

Sekiz Leleg kenti içerisinde ulaşılması en kolay olan yerleşim Pedasa antik kentidir. Karialıların Persleri yenilgiye uğratmış oldukları Pedasa kentinin yeri için daha önceden, Judeich tarafından Etrim önerilmiştir. Ancak daha sonra Karacahisar olduğu öne sürülmekle birlikte Paton ve Myres tarafından yapılan çalışmalardan itibaren, Atina Vergi Listelerinin de yardımıyla Bean, Cook ve Radt kentin Bodrum'un yanı başındaki Gökçeler' de yer almakta olduğunu tespit etmişlerdir. Ayrıca 2. km ötede yer alan Bitez Köyü' nün isminin de Pedasa' nın yansıması olarak günümüze ulaşmış olduğu düşünülmektedir .

Pedasa'nın M.Ö. 6.-5. yy.lar içerisinde oldukça söz edilen bir kent olduğu görülmektedir. Herodotos'un aktardığına göre Persler M.Ö. 546 yılında Sardeis'i ele geçirdikten sonra Harpagos yönetimindeki bir orduyu Karia üzerine göndermişler ve sadece Pedasa kentinde direnç ile karşılaşmıştır. M.Ö. 499 yılından sonra İonia ihtilaline katılan Karialıları cezalandırmak için Daurises komutasında sefere çıkan Pers ordusu Labraunda' da Karialıları bozguna uğratmış olmalarına karşın, Pedasa yolunda pusuya düşürülmüşlerdir. M.Ö.494 yılında Miletos'u ele geçirdikten sonra zorluk çıkaran Pedasalıların bir bölümünü yeni kurulan bir kente yerleştirmişler ve bu kent de Pedasa adını almıştır. Kentte, Maussollos zamanından sonrada da yerleşime devam edilmiş olduğunu gösterebilecek verileri göremiyoruz.

Pedasa kentinde yer alan Athena tapınağı ile ilgili ilginç bir öykü anlatılmaktadır. Yine Herodotos tarafından aktarıldığına göre Pedasalıların başına kötü bir şey gelecek olursa Athena rahibesinin sakalı uzamaktadır ve bu olay kentin tarihinde üç kez gerçekleşmiştir. Athena tapınağının ele geçen bir yazıt yardımıyla, Gökçeler kalesinin batı ucundan Bitez'e uzanan vadide yer almakta olduğu önerilmişti . Biz bugün artık bu tapınağın yeri konusunda daha çok şey biliyoruz. Kente girişte akropolisin batı alt yamacında yerleşik dikdörtgen planlı, bosajlı düzgün kesme taşlardan oluşturulmuş yapı kalıntısı büyük olasılıkla bir tapınağa aittir. Kalıtının batı duvarı önünde yatık duran monolit sütün yapının önde sütunlar ile donatıldığını göstermektedir. Pedasa'nın belki de tek ve en önemli bu Tapınağının yakınında 2002 yılında saptadığımız bir kaçak kazı çukuru bu alanın bir tapınak bothrosu (çöplük) olduğunu göstermiştir. Kazı çukurunun çevresine atılmış kırık terrakotta parçalarının birleştirilmesi sonucu gördüğümüz ve olasılıkla Athena'ya ait baş M.Ö Geç Arkaik Erken Klasik Çağ tarihi ile Tapınağın tarihi için de bize ışık tutmaktadır. Bu Pedasa'nın aşağı kentindeki önemli yapısının tasarı ancak kazı çalışmalarından sonra anlaşılabilecektir.

Gökçeler'de iyi korunaklı yüksek bir tepede ise akropol yer alır. Tepeyi kuşatan bir iç sur ve eğimin az olduğu güney yöne doğru ilerleyen kulelerle sağlamlaştırılmış bir diş surdan oluşur. Yerleşim bir Leleg kasabasının tüm özelliklerini yansıtmaktadır. Yaklaşık 200 m. uzunluğundaki ana sur düzensiz bir taş işçiliği ile ve aralara oldukça küçük taşlar eklenerek örülmüştür. Duvar kalınlığı 1.751.50 m arasında değişmektedir. Ana surun özellikle güney ve kuzey bölümünde sur duvarı ile dik birleşen yan duvarlara sahip yan yana sıralanan çok sayıda ve yan yana sıralanan oda grupları yer almaktadır. Boyutları 4 x 5m. ya da daha küçük olan bu odalar ortak duvarlara sahiptirler ve öne bir kapı ile açılırlar. Mekânların önünde ise dar ve uzun sokakların oluştuğu görülmüştür. Bu tür bir yerleşim tasarının Leleg'lere özgü olduğunu söyleyebiliriz.

Pedasa akropolisinin merkezine yakın alanda doğal kaya kütlesi üzerinde ise Kalenin en önemli yapısı yerleşiktir. 7x13 m. boyundaki in antis tasarlı olan bu yapı bir tapınak ya da büyük olasılıkla bir yönetici binası olmalıdır. Kalenin ana girişi batı yanda yer alan bugün büyük ölçüde tahrip edilmiş olan 2.50 m. genişliğindeki bir geçitle sağlanmaktadır. Güney yanda da, üzeri düz bir blokla kapatılmış daha küçük bir giriş vardır. Tepenin aynı zamanda en yüksek noktası da olan İç surun güney-doğu ucuna bugün büyük ölçüde tahrip edilmiş olan büyük bir gözetleme kulesi kondurulmuştur.

Kalenin doğu ve güney bölümünde kuru moloz taştan örülme, kalın duvarlardan oluşan büyük bir dış sur bulunmaktadır. Yüzeylerinde çok daha düzenli bir taş işçiliği gösteren ve işlenmiş uzun bloklar ile inşa edilmiş dış sur kulelerle desteklenmiştir. Pedasa akropolisinde yaptığımız yüzey araştırmalarında bulduğumuz çanak çömlek parçaları bize kalenin M.Ö.6. yüzyıl ve daha eski tarihli olduğunu göstermiştir.

Pedasa'nın tüm Leleg yerleşmeleri içinde en önemli yanı çok geniş bir territorium'a sahip olmasıdır. Kuzey-güney yönünde Konacık sırtlarından başlayıp Torba limanına dek uzayan geniş bir alan eski çağdaki kentin yayılma alanıydı. Bu geniş alanda Yuvarlak Yerleşme yerleri, çiftlik binaları, tarım terasları ve özellikle de farklı türlerdeki mezarlar en geniş alanı kapsarlar. Bunlardan kentin güney ve güney doğusundaki sırtlarda Leleg kentlerinin geleneksel mezar tipi olarak kabul edilen oda-tümülüsler sayısal çokluklarının ötesinde boyut ve mimarilerinin görkemli yapılarıyla da en önemlileri olarak ilgi çekerler. Çapları yer yer 20 m. kadar ulaşan yuvarlak planlı bu mezarlar dışta yuvarlak bir çevirme ve bunun sınırladığı alanda genellikle boyutları 4 x 4 m. veya daha küçük üzeri yalancı tonozla kapatılan mezar odasından oluşur. Mezar odasına diş duvardan bağlanan dar bir geçit ile (dromos) ile ulaşılır. Çoğu yağmalanmış mezarların içi bugün boştur. Ancak araştırmalarımız bu mezarlardaki gömü olayının doğrudan pişmiş toprak lahitlere yapıldığını göstermiştir. Mezar buluntularının bizim için en ilginç yanı ithal ve lokal üretim malzemenin bir arada bulunmuş olmasıdır. Son yıllarda yaptığımız araştırmalarda Sivriçam tepesinin doğu ve güneyindeki eski ormanlık alanlarda da benzer çok sayıda tümülüs mezar saptanmıştır. Mezarlarda ele geçen malzeme bunların M.Ö. 700 veya daha önceki bir dönemden itibaren kullanımda olduklarını göstermektedir. Sivriçam Tepesinde Bodrum Müzesi ile ortak yürüttüğümüz bir kurtarma kazısında temizlik sonucu ele geçen malzeme bizi şaşırtıcı derecede erkene; M.Ö geç 2. bin yıla kadar götürmüştür. Aile mezarı özelliğindeki bu mezarlar en az birkaç kuşak kesintisiz kullanılmıştır.

Pedasa'nın farklı tiplerdeki zengin mezarlarla dolu en ilginç bir nekropol alanı ise 2002 yılındaki orman yangınıyla açığa çıkmıştır. Güney nekropolu adı verdiğimiz bu alan Konacık yerleşmesinin hemen kuzeyinde başlar. Ve doğuda Sivriçam Tepesi yamaçlarına dek devam eder. Uzunlukları zaman zaman 20 m.yi bulan ve içlerine taş örgü sandık mezarların inşa edildiği platformlar altta anakaya üzerine oturtulmuştur. Arada yer yer yuvarlak tümülüslerin de görüldüğü bu alanlarda normal gömünün yanı sıra yakma gömüler de tarafımızdan saptanmıştır.

Kentin kuzeydoğusundaki vadide ise compound tümülüsler ve geniş yuvarlak çevirmeler tespit edilmiştir . Bunlar Pedasa'nın değil tüm Leleg yerleşmelerinin en görkemli kalıntıları olarak gösterilebilir.
 
Geri
Top