• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Muğla Antik Kentleri (Ege Bölgesi)

Thyssanos Antik Kenti

Thyssanos, Bodrum Bozburun yarımadasında bir kıyı kentidir. Bozburun'a 15 km. uzaklıktaki Söğüt köyünün güney-batı yamacındadır.
Thyssanus sözcüğünün Luwi veya Karia dilinden geldiği ve Helen dilinde çarpıtıldığı sanılmaktadır.Prof. Bilge Umar'a göre “saçaklı” veya “püsküllü” anlamındadır.

Kentin tarihi ve kuruluşu ile ilgili bilgiler çok yetersizdir. Bazı yazıtlarda ismi geçerse de 1950'den sonra Batı Anadolu'da uygulanan yol çalışmalarında kentle ilgili kalıntılar ortadan kaldırılmıştır.

Günümüze birkaç duvar kalıntısı ve temel izlerinden başka bir şey gelememiştir. Bununla beraber yörede kazılar yapılmadığından kentle ilgili kalıntı veya buluntuların toprak altında kalmış olabilecekleri de düşünülmelidir.
 
Uda (Ydai, Hydai) Antik Kenti

Uda, Milas yakınındaki Karaoğlan Dağı'nın vadiye uzanan Damlıboğaz Köyü'nün bulunduğu yerde idi. Uda,Luwi dilinde “duvar” anlamına gelen bir sözcük olup anlamı anlaşılamamıştır.
Kentin tarihi ile ilgili bilgilerimiz hemen hemen hiç yoktur. Atina yazıtlarında M.Ö. V.yüzyılda Atine-Delos Deniz Birliğine girdiği M.S. II.yüzyılda ise sikke bastığı bilinmektedir.

Yörede arkeolojik bir araştırma yapılmamıştır. Yalnızca M.Ö. 2500 yıllarına tarihlenen gaga ağızlı bir kabın bulunuşu kentin M.Ö. 3000 yıllarının sonlarında var olabileceği kanısını vermektedir. Bununla beraber Damlıköy evlerinin duvarları arasında antik taşlarla karşılaşılmamış oluşunun yanı sıra 1970'li yıllarda çevrede başlayan yapılanmanın kalıntıları yok etmiş olabileceği de düşünülmelidir.
 
Halikarnassos (Bodrum) Antik Kenti

r8hhU.webpAntik çağda Karya bölgesinin ünlü kentlerinden Halikarnassos'a (Bodrum) İzmir-Söke-Milas karayolundan ulaşılmaktadır. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde bulunan eserler yöredeki yerleşimin M.Ö 5000 yıllarına kadar indiğini göstermektedir.Ayrıca buradaki buluntular, yörenin yüzyıllar boyunca Ege adalarından kaynaklanan çeşitli istilalara uğradığını, farklı uygarlıkların da birbirini izlediğini işaret etmektedir. Bunun yanı sıra son yıllarda Bodrum'a çok yakın olan Çömlekçi, yalıkavak ve Müskebi'de ortaya çıkarılan mezarlar ve onlara ait buluntular Myken'lerin de burada yaşamış olduklarına işaret etmiştir.

Halikarnassos'lu Tarihçi Heredotos (M.Ö.484-425) Karyalılar anakaraya adalardan gelmiştir diyerek kentin kuruluşunu İon kolonistlere bağlamıştır. Heredotos, Mora Yarımadası'nın (Peleponnesos) doğusundan, Trozien'den gelen Dorlar tarafından kurulduğunu söyleyerek ilk gelenlerin bugünkü Bodrum Kalesi'nin olduğu yerde batı rüzgârı anlamındaki Zephyros Adası'na yerleştiklerini, kıyı boyunda tutunduklarını sözlerine eklemiştir. Yörede yaşayan gerçek halk, karyalılar ile leleglerdir.

Homeros da İlyada destanında, yörenin yerli halkı olan Karyalıların Troialı'lar ile birlikte Yunanistan'dan gelenlere karşı savunduklarını dile getirmiştir.

Halikarnassos Dor Kolonistleri'nin kurduğu Dor Birliği'nin, Knidos, Kos, Lindos, Kmiros ve İasos'dan sonra altıncı üyesidir. Ancak birliğin merkezi olan Knidos'ta Apollon onuruna düzenlenen oyunlarda kazandıkları üç ayaklı bronz kazanı tapınağa sunmadıklarından, Tanrı Apollon'a yapılan bir saygısızlık sayılmış ve birlikten çıkarılmıştır. Bunun üzerine Halikarnassos İonlara daha yakın olmuş ve M.Ö.V.yüzyılda siyasal ve ekonomik yönden bir İon kenti görünümünü almıştır.

M.Ö.VI.yüzyılın başlarında Karya'nın tümünde olduğu gibi Halikarnassos da Lydialıların egemenliğini tanımak zorunda kalmıştır. Bunu izleyen yüzyılda ise Karialılar, Lydialılar ve Mysialılar birbirlerini kardeş kavim saymışlardır. Perslerin Lydiayı ele geçirmesi üzerine diğer batı Anadolu kentleri gibi Halikarnassos da onların egemenliğini kabul etmiştir. Persler Anadolu'da egemenlikleri altına aldıkları kentlerde kendilerine bağlı hükümdar sülalelerini Tiran ismi altında yönetime getirmişlerdir. M.Ö.V.yüzyılın sonlarında Pers Kralı Kserkes'in yanında Halikarnassos tiranı Ligdamis'in kızı Kraliçe I.Artemisia da yer almıştı. Bu sefere Koslular, Nisyroslular ve Kalydonoslular da katılmıştı. Bu arada I.Artemisia, pers kralına Yunanistan'a karşı bir deniz savaşı yapmasını öğütlemişti. Onun bu isteği yerine getirilmiş ve kraliçenin kendisi de bu safere katılmıştır.

Halikarnassos'un başına I.Artemisia'dan sonra oğlu Psindalis, ardından da onun oğlu Ligdamis tiran olmuştur. Bu tiranlar tarihte pek ismi geçmeyen silik kişilerdir. II.Ligdamus'un tiranlığında ise Halikarnassos'lular zor günler geçirmişler, baskıcı yönetim altında ezilmişlerdir. Bu arada Heredetos da onun zulmünden bezerek doğduğu yeri terk etmiş, bir süre sonra dönmüştür.

Halikarnassos, İonia ihtilaline katılmış M.Ö.468'de Attika-Delos Deniz Birliği'ne üye olmuştur. Tarihi kaynaklardan Halikarnassos'un birlik üyeleri Termera ve Pedesa'dan birliğe daha az ödeme yaptığını öğreniyoruz.M.Ö.V.Yüzyılın başlarında Perslerin bölgeye yeniden egemen oluşundan sonra Anadolu'nun bazı bölümleri Spartalılara ayrılmış, karya bölgesi de Mylasa'da yaşayan Hekatomnos sülalesinin yönetimine bırakılmıştır.
Hekatomnos'un ölümünden sonra da yerine geçen Maussolos, Karya satraplığının merkezini M.Ö.367'li yıllarda Halikarnassos'a taşımıştır. Halikarnassos'un savunmasının kolaylığı, ticarete ve denizciliğe elverişli konumu etkisini göstermiş ve kısa zamanda gelişmesine neden olmuştur. Bu arasa Maussollos, çevredeki sekiz Leleg kentinde yaşayanları Halikarnassos'ta oturmaya zorunlu kılmış, Rodos ve Kos'u ele geçirmiş, Lykia'ya egemen olarak vergiye bağlanmıştır. Gelişen ve zenginleşen kenti daha güzelleştirmek amacıyla çağın ünlü mimar ve heykeltıraşlarını Halikarnassos'ta toplamıştır.

Maussollos'un kenti korumak amacı ile yaptırdığı 7km. uzunluğundaki Sur Duvarları, limanın etrafında anfitiyatro şeklinde yayılan şehri çepeçevre kuşatmış. Önceleri bir ada iken sonradan anakaraya bağlanan Zephyria denen bölgede kurulmuş olan Kraliyet Sarayı tüm şehri kontrol edecek şekilde yerleştirilmiş. M.Ö. 353'de Maussollos'un ölümünden sonra Halikarnassos, öz kız kardeşi ve aynı zamanda karısı olan Artemisia II tarafindan yönetilmiş.

Artemisia'nın kocası Mausollos anısına yaptırdığı 49m. yüksekliğindeki mezar Mausuleum şehrin ortasında ihtişamla yükselmiş ve antik çağın 7 harikasından biri sayılmış. II.Artemisia'nın ölümünden sonra yerine kız kardeşi Ada ile evlenen İderus geçmiş, onun da ölümünden sonra eşi Ada satrap olmuş, ancak daha sonra küçük kardeşi Piksadoros tarafından Halikarnassos'dan sürülmüştür. Daha sonra Pers'li Satrap Othontopates'in yönetimine giren Halikarnassos M.Ö. 334 yılında İskender'in Karia'ya gelmesi ile yerle bir olmuş. Büyük İskender, 334'te şehri ele geçirdiğinde ada'yı şehri yönetmek üzere yeniden çağırmıştır. Bundan sonra şehir M.Ö.129'a kadar bağımsız kalmış daha sonra da M.S. 133 'de Roma'nın Asya Eyaletine bağlı küçük bir kentolarak varlığını sürdürmüştür.

Ardından da Bizans ve Selçuklu Devletlerinin bir parçası olan Halikarnassos, 1405'te Rodoslu St. John Şövalyelerinin egemenliğine geçmiş. Zephyria'da St. Peter adına yapımına başlanan Kale , 1522'de Osmanlı Devletinin yönetimi sırasında zindan olarak kullanılmış. Halikarnassos 1523 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos seferi sırasında Osmanlı İmparatorluğuna bağlanmıştır.

Antik Halikarnassos, iki limanın ortasında olan ve bugünkü kalenin bulunduğu alan ile onun arkasındaki Göktepe'nin çevresinde kurulmuştur. Nitekim burada yapılan araştırma ve temel kazıları antik kentle ilgili birçok buluntuyu ortaya çıkarmıştır. Vitrivirus, Halikarnasso'un topografik bir tanıtımını yaparken kenti tiyatro caveasına benzetmiştir. Bu arada kentin sağındaki tepe üzerinde Afrodit ile Hermes Tapınağı'ndan söz etmiştir.

Günümüzde bu yer limanın batısındaki Cafer Paşa Türbesi ile Türk mezarlığının olduğu yerdir. Kentin doğusunda Maussollos'un sarayı bulunmaktadır.

Bugünkü Tepecik Camisi'nin yakınında iç limanın bulunduğu sanılmaktadır. Maussollos'un sarayından gizli bir dehlizle ulaşılan gizli limanın yeri bugün tartışmalıdır. Tepecik Camisinin arkasındaki tepede ise Savaş Tanrısı Mars'ın (Ares) kutsal alanı, tapınağı ve Timetos'un yaptırdığı Mars'ın anıtsal heykeli vardı. Bunlardan günümüze hiçbir kalıntı ve buluntu gelememiştir.

Halikarnassos'un surları Maussollos zamanında (M.Ö.377-353) yapılmıştır.
Kumbahçe denilen yerde hiçbir taşın kalmamasına karşılık bugünkü askeri tesislerin arkasındaki tepede Saint Jean şövalyelerinden kalan gözetleme kulesi oldukça iyi durumdadır.


Kale

Günümüzde Bodrum'un simgesi konumundaki kale, iki liman arasında üç tarafı denizle çevrili kayalık bir yarımada üzerinde yer almaktadır.

Bodrum'un 1402'de Rodos Şövalyeleri tarafından ele geçirilişinden hemen sonra başlanan kalenin ilk duvarlarını Alman Mimar Heinrich Sclegelhold (1415-1437) yapmış, onu izleyen yıllarda ise kale yenilenmiştir.

Halikarnassos'ta bir deprem sonucunda yıkılan Maussollos'un mezar anıtının taş blokları, heykelleri, kabartmaları, mimari parçaları bu kalenin yapımında kullanılmıştır.

Kareye yakın bir plân düzenindeki kale, yaklaşık 180x185 ölçüsünde olup, en yüksek yeri deniz seviyesinden 47.50 m. yükseklikteki Fransız Kulesidir. Bu kulenin yanı sıra 1480'de John Candali İngiliz Kulesi'ni, Angelo Musvettola 1436'da İtalyan kulesini yapmış, onları Alman ve Yılanlı Kule izlemiştir.

Burada yaşayan Saint Jean Şövalyeleri deniz yönünden gelecek bir hücuma karşı kendilerini güçlü kılmak için kara yönünü çift taraflı kalın duvarlarla takviye etmişlerdir. Kaledeki son değişikliği de Grand Master Pierre d'Aubusson 1476-1503'te yapmıştır.

Bodrum Kalesi 1964'te Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi adı ile ziyarete açılmıştır. Sualtı arkeoloji ve araştırmalarında ele geçen eserlerin oluşturduğu zengin bir müzedir.

M.Ö.IV.-III.yüzyıllara tarihlendirilen Knidos, Rodos, istanköy amforaları, Serçe Limanı kazısında çıkarılan Bizans batığı (m.S. XI.yüzyıl), Loryma antik kenti yakınlarında bulunan Cam batığı (M.S.XI.yüzyıl), Yassıada batıkları (M.Ö.XIV-M.S.XI.yüzyıl), M.S.VII.yüzyıl batığı, sikke ve mücevher örnekleri, geç miken devri eserleri ile camlar müzedeki belli başlı eserlerdir.



Maussoleum

Karya satrabı Maussollos'un ölümü üzerine (M.Ö.353) eşi Artemisia , bir anıt mezar yaptırmak istemiş, bu nedenle de çağın ünlü mimar ve heykeltraşlarından Skopas, Pityos, Timetheus, priaxıs, leochares'i Halikarnassos'a çağırmıştır.

Antik çağın bu ünlü sanatçılarının el birliğiyle yaptığı çalışmalar sonunda, Pilinius'un da belirttiği gibi dünyanın yedi harikasından biri olarak tanımlanan Mausolleum meydana gelmiştir. Artemisia bu anıtın tamamlanışını göremeden, eşinin ardından (M.Ö.351) ölmüştür.

Maussolleum'un yapımından Vitrivius, Pilinius gibi tarihçiler de söz etmişlerdir. Priene Athena Tapınağı'nın mimarı Pytheos bu anıtın yapımını üstlenmiştir. Ayrıca anıtı süsleyen kabartmalar ve heykelleri çağın ünlü sanatçıları olan Leochares, Bryaxis, Skopas ve Timotheos tarafından yapılmıştır. Anıtın tepesinde yer alan dört atlı arabayı da mimar Pytheos yapmıştır. Massollous anıtı dikdörtgen pl3an düzeninde üst üste dört bölümden yapılmıştır.

B.İskender Halikarnassos'u ele geçirdiğinde bu anıt karşısında hayran kalmış, tüm kenti yakıp yıktığı halde onun korunmasını istemiştir. B.İskender'de n yıllarca sonra 1402'de Halikarnassos'a gelen Rodos şövalyeleri bu görkemli anıtı yıkarak mermerlerinden, heykellerinden, mimari parçalarından yararlanarak Bodrum Kalesini yapmışlardır. Bu yıkımdan arta kalanları ise şiddetli bir deprem yok etmiştir.. Geriye kalan taşlar da yine kalede onarım için kullanılmıştır.

Danimarkalı Prof.Kristiyan Jeppesen 1966'dan beri Mausolleum anıtının bulunduğu yerde bilimsel kazıları sürdürmekte, ortaya çıkan buluntuları aynı yerde sergilemektedir. Kalıntı ve buluntular, antik çağ tarihçilerini doğrulamaktadır. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne bağlı bir birim olarak işlevini sürdüren bu yer günümüzde bir açık hava müzesidir.


Tiyatro

Halikarnassos'un tiyatrosu Göktepe'nin güney yamacında, karayolunun kenarındadır. Anadolu'nun en eski tiyatrolarından biri olan bu tiyatro, Maussollos döneminde, yumuşak ana kaya oyularak yamaca yaslandırılmıştır. Cavea'nın ortasından geçen diazoma oturma kademelerini ikiye ayırmış, bunlardan altta kalan kısım günümüze oldukça iyi durumda gelebilmiştir. Oturma kademeleri üzerinde görülen isimler tiyatronun yapımında katkısı olan kişileri tanıtmaktadır.

Orkestra'da oturma sıraları önünde bulunan sunağın, oyunlardan önce Dionysos'a kurban kesildiğini göstermektedir. İnce uzun, dikdörtgen planlı Skene (sahne binası) değişikliğe uğramasına karşın, günümüze yine de iyi durumda gelebilmiştir.
 
Sidyma Antik Kenti

geYSm.webpSidyma, Fethiye-Kaş karayolu üzerindeki Eşen sapağına 17 km. uzaklıktaki Dodurga köyü yakınındadır. Sidyma sözcüğünün anlamı anlaşılamamıştır. Ayrıca kentin kuruluşu ile ilgili bilgiler de kesinleşememiştir.
Yörede yeterince yüzey araştırması ve Arkeolojik kazının yapılmayışı da bazı noktaları karanlıkta bırakmıştır. Günümüze ulaşan kalıntılar Roma dönemine aittir. Ancak buradaki yazıtlar ve ele geçen sikkeler kentin tarihini M.Ö. I.yüzyıldan daha eskiye indirmektedir.M.Ö.168/67 deki büyük Lykia birliğindeki 23 kentin içinde ismi geçmektedir. Daha sonra kurulmuş olan 36 kentin dahil olduğu Koinon'a da katılmıştır. Sidyma Roma çağında büyük bir gelişim göstermiş ve bu durum Bizans döneminde de sürmüştür.

Sidyma'nın ismi tarihte Roma İmparatoru Marcus Aurelius'un (450-457) İmparator olmadan önce Perslerle yapılan savaşta Lykia'da hastalanmasıyla duyulmuştur. Romalılar ,Marcus Aurelius'u Sidyma'daki bir ailenin yanına bırakmışlardır. Evlerinde kaldığı kişiler bir gün ona Eğer İmparator olursan bize nasıl bir iyilik yapardın? diye sormuşlar. Marcus Aurelius'da Bu imkansız ama olursa sizi şehrinizin en önde gelen kişisi yaparım diye yanıtlamıştı. İmparator II.Theodosius'un ölümü üzerine tahta geçince de sözünde durmuş, onları yüksek bir makama getirdiği gibi Sidyma'ya da önem vermiştir.

Sidyma akropolü Eşen Köyü'nün kuzeyinde olup iki bölümlü bir tepededir. Tepenin güney-doğusunda 365 m. uzunluğunda ve yerin konumuna göre 3 m.ye yükselen duvarlarla akropol çevrilmiştir. Doğuda polygonal biçimde bir kapı ile gözetleme kulesi dikkati çekmektedir. Bunun biraz ilerisinde de geç dönemde yapılmış bir tiyatro bulunmaktadır. Büyük bir bölümü toprak altında olan tiyatronun oturma sıralarından altısı görülmektedir. Akropolün kuzey eteğindeki kalıntıların ne olduğu anlaşılamamakla beraber büyük olasılıkla Lykia tipi mezar anıtlarıdır.

Köyün ortasında olan bugün çok iyi durumda olan ve sütunları ayakta duran Stoa İmparator Claudius zamanında (M.S.41-54) yapılmıştır. Onun hemen yanı başındaki 9 m. uzunluğunda Artemis Mabedi de yine aynı döneme tarihlenmektedir. Köyün girişinde,yalnızca kemerleri ayakta kalmış hamam ve kilise kalıntıları da dikkati çekmektedir. Köyün kuzeyindeki bir evin içerisinde de Roma çağı mozaiklerle karşılaşılmıştır.

Sidyma'nın nekropol alanı hem çok geniş ,hem de çok dağınıktır. Buradaki mezar anıtları M.S.I-III.yüzyıllara tarihlendirilmiştir. Ayrıca iki tepe arasındaki çok sayıda mezarlar Ksanthos ile Pınara'dakilerle yakın benzerlikleri vardır. Bunların yanı-sıra Pınara'da benzerleri görülen, güvercin yuvası şeklindeki kaya mezarlarının yanı sıra ev veya lahit şekillerindeki mezarlar da kentin sembolü konumundadır.
 
Keramos (Ören) Antik Kenti

VyKUv.webpMilas ilçenin 40 km. güneyinde Gökova Körfezinin Kuzey sahilinde yer alan bugünkü Ören Beldesi Antik Keramos kentinin üzerine kurulmuştur.

Mitolojide Dionysos'la Ariadne'nin oğlu ve çömlekçilik sanatının kurucusu sayılan Keramos'un adını taşıyan kentin harabeleri bugün modern belde yerleşiminin içinde hala ayakta kalabilmiştir. Strabon'a göre Keramos M.Ö.1.yüzyılın sonlarında bağımsız olmayan küçük şehirlerden birisidir. Bizans döneminde bir psikoposluk merkezi olmuştur.

Keramos Yunancada çömlekçilik anlamına gelmektedir. Keramos'un arkaik çağdan başlayarak o zaman Akdeniz'den etkili Helenleşme sürecinin dışında kalmamış olduğunu, Helenleşme sürecinin M.Ö. 7-6. Yüzyıllarda başlamış olabileceği, ele geçen Yunan tipi Arkaik yontularda görülmektedir. Helenistik döneminde deniz aşırı ülkelerle örneğin, Mısır ile de doğrudan ve dolaylı ilişkiler kurduğunu özelliklede Romus dönemindede adını Asia eyaletinde duyurmuştur.

Keramos kenti M.Ö.5 yüzyılda üyesi olduğu Attika-Delos deniz birliğine 1,5 talant vergi ödüyordu. Daha sonra Khrysaor birliğine bağlanan şehir arazi ve köylerinin çokluğundan yararlanarak etkin bir konuma gelmeyi başarmıştır.

M.Ö.188'deki Apameia barışı sonucu tüm Karya ile birlikte Keramos'da Rhodos'a verilmiştir. Bu tarihten sonra Keramos'un diğer bir kent (Muhtemelen Stratonikeia) ile Sympoliteia anlaşması yaptığını ele geçen bir yazıtta ifade edilmektedir. Ancak bu durumdan hoşnut olmayan kent Rhodos'tan yardım istemek zorunda kalmıştır. Bu yardımı isteyen ve gerçekleştiren kişide söz konusu yazıtta onurlandırılmıştır.

M.Ö. 167-133 Yılları arasında Rodos ile ittifak yapan Keramos M.Ö. 129'da bütün Kayra ile birlikte Romanın Asya Eyaleti sınırlarına dahil edilmiştir. Romalıların M.Ö. 81'de Potnus Kralı Mithridiates ile yaptıkları savaşta Mithridiates'in tarafını tutan kent Roma'nın zaferi üzerine Stratonikeia'nin egemenliğine bırakılarak cezalandırılmıştır. Örende bulunan tarihi eser ve kalıntılar genellikle Karya ve Roma dönemine ait çok sayıda yazıtlar çıkması Roma hakimiyetini kanıtlamaktadır.


Ek Bilgi:

Milas'ta antik kent bulundu


Muğla'nın Milas ilçesine bağlı Karacaağaç köyündeki Erendağı'nın 670 metre yükseklikteki zirvesinde antik köy yerleşimi tespit edildi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Muğla Üniversitesi işbirliğinde 2006 yılından bu yana Ören beldesi (Antik Keramos) çevresinde yürütülen yüzey araştırmaları sürüyor. 10 gün önce başlayan 2008 yılı yüzey araştırmalarında Milas'a bağlı Karacaağaç köyündeki Erendağı'nın zirvesinde antik döneme ait köy kalıntıları tespit edildi. Muğla Üniversitesi'nde görevli Yrd. Doç. Dr. Abuzer Kızıl'ın başkanlığını yürüttüğü yüzey araştırmalarında Antik Keramos kentine bağlı bir köy yerleşimi bulundu. Antik döneme ait olduğu belirlenen köyün, daha çok yoksul kesim tarafından kullanıldığı belirtildi.

Abuzer Kızıl, arkeoloji kaynaklarında Keramos'a ait birçok köy bulunduğunu, araştırmalarla da bunun kanıtlandığını belirterek; "En çok antik köyü olan kent Keramos. Neredeyse her tepenin civarında bir köy var. Bunlar arasında etrafı savunmasız olanlar surlarla çevrili. Oldukça sakin bir yaşam var burada. Kaba seramik parçaları kullanılmış. Mekanlar kireç taşlarıyla inşa edilmiş. Bunların çoğu yıkılmış. Sur duvarları da leleg tarzı dediğimiz harç kullanılmadan yapılmış. Yeni yerler keşfediyoruz. Önemli verilere ulaşıyoruz. Kaliteli seramik parçalarına çok az rastladık. Köylerin isimlerini tam olarak belirleyemedik. Araştırmalarımız devam ediyor. Yüzey araştırmalarında birçok antik köy yerleşimi bulduk ancak buralarda yazılı bir belgeye ulaşamadık. Burada yaşanların sanattan yoksul yaşadığı anlaşılıyor. Günlük yaşamda kaba seramik kullanılması söz konusu" dedi.

"TALAN EDİLEN ALANLAR VAR"

Kızıl, yaptıkları çalışmalarda tarihi alanların kaçak kazı yapanlar tarafından talan edildiğini söyledi. Kızıl sözlerine şöyle devam etti:

"Keramos'un güney kemsinden başlayarak araştırmalarımızı Milas istikametinde devam ettiriyoruz. Şu andaki çalışmalarımız Karacaağaç, Sekköy, Yoğunoluk köylerinde devam ediyor. Keramos oldukça zengin bir arkeolojik geçmişe sahip. Strabon'un bahsettiği gibi Keramos oldukça fazla köyü olan bir kent. Arkeoloji adına yeni yerler keşfediyoruz. Önemli verilere ulaşıyoruz. Yine gittiğimiz her yerde mezar yapıları, kale yapıları, keşfediyoruz. Köy yerleşik alanlarıyla ilgili çalışmalarımızı yapıyoruz. Aynı zamanda tarihi alan olmasına karşın sit alanı olmamış yerlerin fişlerini hazırlayarak Anıtlar Kurulu'na sunuyoruz" dedi.

Köylü vatandaşların arkeolojik alanlara sahip çıkmalarını isteyen Kızıl, "Çalışmalarımız sadece arkeolojik değil. Köy kahvelerinde vatandaşlarla sohbetler ederek arkeolojik alanların korunmasına yönelik çalışmalar yapıyoruz ve vatandaşları bilinçlendiriyoruz. Biliyoruz ki buraların asıl sahipleri onlar. Biz gelip geçiciyiz. Yaptığımız yüzey araştırmalarında gittiğimiz her yerde son derece kötü manzaralarla karşılaştık. Her taraf kaçak kazıcılar tarafından talan edilmiş. Yıkılıp darmadağın edilmiş. Üzüntü verici bir durum. Çalışmalarımız başarılı bir şekilde devam ediyor" diye konuştu.

Yüzey araştırmasında, Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi Denizli Müze Müdürlüğü yetkilisi Aylin Akışık, Selçuk Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü yetkilisi Arkeolog İsmail Ernur Öztekin, Araştırma Görevlisi Selçuk Çaprak, Arkeolog Halime Arslan ve İbrahim Karaoğlan görev alıyor.


Keramos buluntuları Sergileniyor

Muğla'nın Milas ilçesine bağlı Ören Beldesindeki Antik Keramos kentinde yapılan kazı çalışmalarında gün ışığa çıkarılmasına rağmen 10 yıl boyunca sergilenemeyen buluntular, Ören Belediyesi hizmet binası önünde sergilenmeye başladı.

Milas'a bağlı Ören beldesindeki antik Keramos kentinde yürütülen kazılarda ortaya çıkarılan buluntular, yenilenen Ören Belediyesi hizmet binası önünde sergilenmeye başladı. Antik kentte ortaya çıkarılan buluntular, yaklaşık 10 yıl boyunca İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından Ören'de bir depoda koruma altına alınmıştı.

Keramos'tan ortaya çıkarılan 56 parça heykel, sütun önceki gün Müze Müdürlüğü ve jandarma ekipleri gözetiminde bir süre önce hizmete giren Ören Belediyesi hizmet binası önüne taşındı. Eserlerin burada sergilenerek belediye tarafından korunacağı belirtildi.
 
Kastabos Antik Kenti

Kastabos, Marmaris-Datça yolundan Bozburun'a girildiğinde karşılaşılan Hisarönü köyü'nün güneyindeki Eren dağı üzerindedir. Yöre halkının Pazarlık veya Gavur Pazarı diye isimlendirdiği düzlükte Kastabos antik mabet-kenti bulunuyordu.
Kastabos, Karia dilinden gelen “Tapınak Düzlüğü” anlamında bir sözcüktür. Aynı isimde Klikia ve Kappadokia'nın yakınındaki Lykaonia civarında iki kent daha bulunmaktadır.

Kastabos'un bulunduğu yöreyi ilk kez 1886'da T.A.B. Spatt araştırmış ve bir mabetle karşılaşmıştır. Spatt bu mabedin Leto'la ait olduğunu ileri sürmüş, Prof. Cook da bu ismi benimsemiştir. Antik kaynaklarda ise Kastabos'un, Artemis mabedinden ötürü isminden söz etmektedir. George Bean'de Gölenye'de (İçmeler) gördüğü yazılı bir taş üzerinde Kastabos ismini okumuştur. Ayrıca Bybassos kentinde de Apollon'a şarkı söyleyen Hemithea'nın ismine rastlanmıştır.

Bybassos da, Kastabos'a 1-2 km. uzaklıktadır. Bu nedenle de Kastabos'taki mabedin kime ait olduğu oldukça tartışmalıdır. Kime ait olduğu kesinleşemeyen bu mabet ,Helenistik çağda İon nizamında yapılmıştır. Uzun kenarlarında 11'er, kısa kenarlarında da 6'şar sütun bulunmaktadır. Büyük bir olasılıkla Kastabos bu tapınaktan ötürü önem kazanmıştır. Onun dışında dikkati çekecek herhangi bir kalıntı ile karşılaşılmamış olması buranın yerleşimden çok bir tapınak yeri olduğunu göstermektedir.
 
Kedrai (Kedreai, Kedreiai, Sedir Adası) Antik Kenti

0ClOy.webpKedrai, Keramos Körfezi (sinus ceramicus)'nin (günümüzde Gökova) doğu kıyısındaki Sedir (Sedre) Adası üzerindedir.
Kedrai'nin en büyük özelliğinin kumları olduğuna işaret etmek gerekir. Bunlar aslında kum olmayıp çökelmiş deniz kabuklarının kimyasal bir reaksiyon geçirmesinden sonra oluşmuştur ve dünyanın 1-2 yerinde daha vardır. Sıcak denizlerin sığ tabanında Kalsyum Karbonatla doygun sularda, kıyı yakınındaki çalkantılı kuşakta gelişim gösterirler. Bunlar bir dolu tanesi gibi kat kat sarılmış kabuklar şeklindedirler, zar inceliğindeki her kabuk, çok sayıda iğne benzeri kalsit (aragonit) kristalinin yan yana dizilmesiyle oluşmuştur.

Kalsiyum bikarbonatlı tatlı yeraltı suyu içinde eriyik halde bulunan ve kireç taşının çözülmesinde rol oynayan karbondioksitin dalga çalkantısı sırasında gaz haline geçip ortamı terk etmesiyle tabanda karbonat çökelmesi gerçekleşir. Su içindeki iğnecikler şeklinde gelişen aragonit kristalleri, kum tanesi üzerine sarılır. Sürtünmeler bu maddeleri cilâlı bir hale koyar. İşte sedir adasının en büyük özelliği olan kuma benzemeyen ,harikulade güzel bu minik bilyelerin meydana gelişi böyledir. Bundan on yıl öncesine kadar bütün sahili hatta içerideki antik yerleşime kadar ulaşan bu nefis oluşum bugün sadece denizin içinde görülebiliyor. Ne yazık ki o bembeyaz köpük gibi sahil bugün toprak haline gelmiş bulunuyor.

Kedrai sözcüğünün Luwi dilinden geldiği sanılmaktadır. Büyük olasılıkla da Hellen dilinde değişerek "Kadra halkının kenti" anlamında Kedrai veya Kadrai olmuştur. Ksenephon'un "yarı Yunanlı yarı Barbar" diye halkını tarif ettiği bu kentin tarihçesi ve kuruluşu ile ilgili bilgiler sınırlıdır.

Miletos'lu Hekataios M.Ö.VI.yüzyılda buradaki yerleşimden bahseder. Kent M.Ö.404-428 de Karia birliğine katılmış sonra Attika Delos Deniz birliğine dahil olarak yıllık 3000 drahmi aidat vermiş, M.Ö. 439'da bu aidat 2000'e düşmüştür. Xenophon M.Ö.405-406 da Atina-Sparta savaşında Spartalı kumandan Lysandros Kedrai'yi kuşatmış, Atinalıların yanında yer alan kenti ele geçirmiştir. Halkını da cezalandırmak için esir pazarında satmıştır. Bu olaydan sonra Kedrai eski parlak günlerine bir daha kavuşamamıştır.

Xenephon zamanında şehrin eski sakinlerinden başka bir miktar da Karyalı varmış. Kent M.Ö.II.yüzyılda Rodos egemenliğine girer bu durum dini inançta bir değişime neden olur. M.Ö.II-I.yüzyılda iki önemli kült olan Apollon Pythios ve Apollon Kedrieus kültü aynı rahip tarafından idare ediliyordu. M.Ö.170'den sonra Rodos peraiasından önemli bir zat aynı zamanda iki kültü birden idare etti. Roma egemenliğindeki Kedrai İmparator Vespasianus'a şükranlarının bir ifadesi olarak bir şeref payesi de vermişlerdir.

Kedrai'den günümüze Kent surları, Apollon Mabedi, Tiyatro, Agora ve nekropol alanı gelebilmiştir. Bunlardan kent surları, adanın doğusundan başlayarak hemen hemen bütün kıyıyı çevirmektedir. Dikdörtgen prizma şeklindeki sur taşları oldukça iyi durumdadır. Surlar kare planlı burçlarla takviye edilmiştir. Bunlardan adanın güney tarafında dört kademelik bir kaideye oturan Helenistik devrin en güzel işliğini yansıtan anıtsal bir burç, itinalı işçiliği ile diğerlerinden ayrılır. Surların hepsi aynı devirde yapılmış değildir.

Kentin doğusunda, teras duvarlarıyla desteklenen platform üzerindeki Apollon mabedi Dor üslubunda olduğu günümüze iyi durumda gelen temel kalıntıları ile etrafa dağılmış mimari parçalardan anlaşılmaktadır. Bu tapınak bir çevre duvarı ile çevrilen kutsal bir sahanın ortasında yer almaktadır. Bu kutsal sahanın giriş kapılarının eşikleri ve sögelerinin yanında bir takım kaideler de görülmektedir. Kitabeler okunamayacak kadar çok tahrip görmüştür. Silindir biçiminde , iki tanesinin üzerinde girlantlar olan bir tanesinde ise bir yılan kabartması olan 3 adet sunağın izleri görülmektedir. Yılan, mitolojiye göre Apollon ile ilgili bir hayvandır. Buna dayanarak bu mabedin Apollon Kadrieus (Apollon Pythos)'a ithaf edilmiş olduğunu söylenebilir. Erken Bizans döneminde ise mabedin üzerine bazilika plânında bir kilise yapılmıştır. Bu dönemden kalma İsa monogramı ile haç ihtiva eden parçaları görmekteyiz.

Adanın doğusundaki yamaçta günümüze oldukça sağlam gelen tiyatro vardır. Bu binada da diğerlerinde olduğu gibi kalker taşı kullanılmıştır. Cavea kısmı ve oturma kademeleri oldukça iyi durumdadır. Plânı yarım daireden epeyce büyük olan bir at nalı şeklindedir. Burada dikkati çeken husus küçük bir şehir için oldukça büyük olmasıdır. Bundan da burada zaman zaman tertip olunan oyunlara civardan çok sayıda seyirci geldiğini düşünebiliriz. Simetrik olmayan parados duvarları çok itinalı bir işçilikle yapılmıştır. Skene ise tamamen toprak altında kalmıştır.

Agora'nın sahilde olması muhtemeldir; zira burada iyi bir taş işçiliği ile işlenmiş postamentler, İon tarzı sütun kaideleri gibi parçalara rastlanmaktadır. Bir de burada itinalı bir işçilikle yapılmış M.Ö. IV.yüzyıla ait olması muhtemel bir duvar parçası da mevcuttur.

Kentin nekropolü adanın karşısındaki anakara üzerindedir. Bunların büyük çoğunluğunu lahitler teşkil eder . Bunun yanı sıra çukurlar ve mezar odaları da görülmektedir.
 
Kalketor Antik Kenti

Karia bölgesinde kaynaklarda ismine rastlanılan antik kentlerden bazılarının yerleri günümüzde bilinmemektedir. Bunlardan Khalketor'un bulunduğu yer, yakın tarihlerde saptanmıştır. İlk kez sikkeler ve yazıtlar üzerinde dikkati çeken Khalketor'un Milas'ın kuzey-batısındaki Karakuyu köyünün 1 km. batısına rastlayan yerdeki Yaztepe ile onun 500 m. güneyinde Belen Tepesi arasında bu antik kentin olduğu yüzey araştırmaları sonunda anlaşılmıştır.
Khalketor sözcüğü Hellen dilinde “tunçtan” anlamına gelen “Khalkeos” sözcüğünden türemiştir.Prof. Bilge Umar'ın belirttiğine göre bu sözcük taşçı veya yontucuların oyma aracını anlatan “Toros” dan gelmiştir. George Bean ise görünüşte Hellen kökenli bu ismi çok daha eskiye indirerek eski Anadolu kökenli bir isimden bozulmuş olabileceği düşüncesindedir.

Khalketor'un, Batı Anadolu Hellen kültürü vedilinin etkisine girmeden önce M.Ö. V. yüzyılda var olduğu bilinmektedir. Hellen göçünden sonra yazılmış bazı yazıtlarda da bu kentin ismine epigraflar rastlamıştır. Bununla beraber ismi ilk kez Attika-Delos Deniz Birliğine vergi veren kentler arasında geçiştir. Helenistik devirde ise yöresel krallıklardan biri tarafından Euromos'u bağlandığı yazıtlardan öğrenilmiştir. M.Ö. 200 de ise Euromos ve Sympoliteia ile birlikte Mylasa yönetimine girmiştir.

Burada bilimsel bir araştırma yapılmadığından Khalketor'un arkeolojik kalıntıları ve buluntuları ile ilgili yeterli bilgi edinemiyoruz. Ancak L.Robert'in 1934'de burada gördüğü yazıtlara dayanarak bazı karanlık noktalar az da olsa aydınlanabilmiştir. Zira günümüze ulaşan kalıntıları çok azdır.

Antik çağda burada üç kalenin olduğu, bunlardan Karakuyu köyü üzerindeki kalıntıların Bu kalelerden birisine ait olduğu anlaşılmıştır. Kalıntılara göre kentin tümü surlarla çevrilmemiştir. Kentin savunması üç ayrı kale ile yapılmakta olup içlerinden en önemlisi de Akropol'de “Yaz Tepesi” denilen yerde idi. Blok taşlardan kalın duvarları olan bu kale günümüze oldukça iyi bir durumda gelebilmiştir.
Yaztepe ile Belentepe üzerinde de kentin yapılarının duvarları ve temelleri ile karşılaşılmıştır. Bunlar 4 km.ye yakın bir alana yayılmışlardır. Yıllar önce yapılmış olan köy camiinin avlusunda, köy evlerinin bahçelerinde ve duvarlarında antik çağın mimari parçalarına çok sık rastlanmıştır.

Khalketor kentinde Apollon Apotropaios kültü egemendir. Dorların Peleponnesos'tan getirmiş oldukları bu kült Karia'da yaygınlaşmıştır. Köşk Köyü ile Karakuyu Köyleri arasındaki bir tarlada Apollon mabedine ait birkaç sütun parçası ve dişli friz parçalarına rastlanır. Belen Tepesinin kuzey-doğu eteğinde bazı izler varsa da ne oldukları anlaşılamamıştır. Buradaki antik kentin nekropol alanı, define arayan köylüler tarafından tahrip edildiğinden bu konuda yeterli bilgi edinilememiştir.
 
Kindye Antik Kenti

Kindye, Milas yakınında, Kemikler ve Üçpınar köylerinin arasındaki bir tepededir.
Anadolu'daki Tarihi kent isimlerinin kökeni hakkında çok kapsamlı bir araştırma yapmış olan Prof. Bilge Umar Kindye sözcüğünün kökeni olarak “Kutsal yer “ anlamına gelen Kinduwa olduğunu ileri sürer. Kelimenin, sadece Ana Tanrıça ve Artemis için kullanılan “Kanda-Sanda” ile olan benzerliğini de dikkate alarak , Hitit belgelerinde “Khinduwa” adı ile geçen kentin burası olduğunu ileri sürer. Bu isim daha sonra Helenleştirilerek Kindye adını almıştır.
Bir Artemis Kindyas tapınağı kentçiği olan Kindye ile ilgili bilgiler çok yetersizdir. Herodotos'da göre M.Ö. V.yüzyılın başlarında (M.Ö.499-494) İonia'lırın Perslere karşı ayaklanmalarında, Persler Karia'ya girdiğinde burada Piksodoros egemendi. Herodotos kitabında bu olaydan şöyle bahsetmektedir:

“...Daurises Paisos'dan Parion üzerine yürürken Karia'lıların İonia'lılara uyarak Pers'lere karşı ayaklanmış oldukları haber aldı. Ve Hellespontos'dan geri dönerek Karia'lılar üzerine atıldı. Raslantı öyle getirdi ki onun gelişini Karia'lırak haber aldılar......Marsyas Çayı kıyılarındaki Beyaz Direkler denilen yerde toplandılar. Karia'lılarn kurdukları mecliste birçok görüş ortaya atıldı.....Kilikia kralı Syennesis'in kızlarından biriyle evlenmiş olan Kindye'li Mausolos oğlu Pixodaros'un görüşüydü. Bu adamın düşüncesi Maiandros'u geçmek,sırtını ırmağa vererek,yani Karia'lılara kaçma olanağı bırakmayarak savaşa girmek ve sonuna kadar dayanmaktı. Ama onu dinlemediler.”

Atina'nın önderliğinde kurulmuş olan Attika-Delos Deniz Birliği'ne para ödeyen kentler arasında Kindye'nin de ismi geçmektedir.

Kindye'de yüzey araştırmaları ve kazı çalışmaları yapılmadığından kentle ilgili bilgiler çok yetersizdir. Ancak kalenin batısındaki kalıntılar ve tümülüslerin incelenmesi ile bazı somut verilerin çıkacağı açıktır. Artemis Kindyas tapınağının yerinin Milâs-Bodrum anayolunun yanı başındaki ovada, kentin ise yüksekçe bir tepenin üzerinde olduğunu biliyoruz. Ama kazı çalışmaları yapılmadığından, bu tapınaktan herhangi bir kalıntı günümüze ulaşamamıştır. M.Ö. 300 yıllarında kent, iyice sönükleşmiş ve Bargylia'nın bir mahallesi konumuna gelmiştir.
 
Kildara Antik Kenti

Kıldara'nın Bodrum yarımadasında, Bargylia ile Hydisos antik kentleri arasında, Gümüşlük yakınındaki Kozyaka köyünün güneyinde olduğu sanılmaktadır.
Kildara isminin ne anlama geldiği bilinmemektedir. Attika-Delos Deniz Birliğine giren kentler arasında ismi geçmesine rağmen tarihi ile ilgili hiçbir bilgiye rastlanmamıştır.

Kentin bulunduğu yerde yalnızca kaleye ait olmasını düşündüğümüz duvar kalıntıları ile önemsiz bir nekropol izi dikkati çekmektedir.
 
Geri
Top