• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

berna'ca&

Hiç gereği yokken hayatına giren insanLar..
Hiç gereği yokken karşına çıkarLar.....
Hiç gereği yokken gününü haftanı ayını beLkide yıLLarını aLırLar..
Hiç gereği yokken gece-gündüz akLından geçen her düşünceye buLaşırLar..
Hiç gereği yokken seni istemediğin kadar mutlu ederLer..
...SONRA Hiç gereği yokken hayatından çıkıp giderLer.
Anladımki meğer gerçek dost aşk Mevlaymış...
ne beni unuttu nede bıraktı.
 
BİZİM YOLUMUZ AŞK !!!!( AYŞE DİRİKMAN)


İşte bu yüzden evlerimiz açık. Yüreklerimiz gibi.




Bu yüzden her günle yeniden uyanışlarımız.




Tüm olumsuz gibi görünen şeyleri hayra yormalarımız.




Bu yüzden anne gibi şefkatimiz, doğuramasak da bazen.




Bu yüzden kollarımız açık.




Bazen unutsak da onları açmayı, ya da kırılsak, ya da üzülsek, gönül koysak bir “an” için bile, “şuraya kadar geldi de, bir uğramadan gitti” desek de, yine de “anda olma”yı hatırlayıp, “bir” olduğumuzu yeniden bilip yeniden açıyoruz kollarımızı. Bu kez sarmalamak için bize gönül koyanları, bir gönül penceresi daha açıyoruz.




Pencereden görünen, alabildiğine uzanan çayır çimen, bazen papatya-gelincik bazen de da yosun-taş aşkı sarmış her yanı, bazen hepsi birbirine karışmış. Yollar var yürünmekle, geçilmekle görünür olmuş. Bazı otların, hayvanların ya da insanların, yerkürenin üzerinde, onun güzel teninde gezinmeleriyle oluşmuş. Çok sevdiğimiz hayıtlar açmış, uzakta lavantalar uçuşuyor. Bilge bir keçiboynuzu ağacı var, haşmetli dalları önce yere sonra göğe uzanıyor. İşte orada, o ağacın gölgesinde, sonbahar ışığının altından daha güzel renklerinin şahitliğinde biz, birbirimize sarılıyoruz. Sarılmak her şeyi iyileştiriyor.



Kucaklaşıyoruz ve yüreklerimiz yan yana geliyor yeniden.




Bu hayal gerçek olsun istiyoruz artık. Vakti geldi; hissediyoruz.




Bizim yolumuz aşk.




Kızmıyoruz, terk etmiyoruz, bir anlık bir gafletle kızmış olsak bile kızmaktan vazgeçiyoruz. Koşulsuz seviyoruz. Sevmişiz bir kere, sevmekten vazgeçmiyoruz ama.




Bu yüzden unutuşlarımız, affetmelerimiz, sıfırlamalarımız.




Bizim yolumuz aşk.




Azim… Sabır… Tevazu… Terk-i terk…




Şefkat ve sabırla bekliyoruz.




Hatta beklemeyip bir adım atıyoruz.




Kibirden sakınarak, haddini bilerek. Sabırla sevmeye devam ederek. Kendin bilerek. Bazen de özür dileyerek, bilmeden kırdıysak diye…




Yolda kendini feda etmiş canlılara saygıyla, yolda yürüyenlere saygıyla, yolu gösterenlere saygıyla, yolu açanlara saygıyla, yürüyeceğimiz yoldaki engelleri kaldıranlara saygıyla. Varlıklarına şükranla.




Biz onları kalbimizde saklıyoruz, dualarımızı yolluyoruz. Yeniden, yüreklerimizin birbirine değdiği anlardaki gibi heyecanı özlüyoruz.




“Gel yüzünü dön bana arkadaşım, can dostum, gel kucaklaşalım yeniden, sen de ben de iyileşelim” diyoruz. Onlarsız hep bir eksik, hep bir buruk kalmışız çünkü.




İlk görüşte âşık olmuştuk biz birbirimize. Bunu hep yüreğimizde yaşatıyoruz. Hani şarkıda der ya: “Unutmamalı o güzel günleri!” Hiç unutmadık ki biz. O güzel gülüşleri hep hatırlıyoruz…




“Hatırlamalı, sevgiyle anmalı!”




Anılarla avunmaktan yorulduk, kırgınlıktan da…




Seviyoruz ve özlüyoruz işte…




Şimdi yeniden bir olalım istiyoruz.




Sarılırsak akacak her şey, başkalarına verdiğimiz tüm o öğütler kendimizde düğümlenmeyecek artık.




“Ha gayret, çok az kaldı arkadaşım! Küssek barışalım, kırgınsak buluşalım, uzaksak yakınlaşalım.”




Aşk yolu bu, bu yolda hep… Aşk olsun!
 
TATLI BİR HÜZÜNDÜR MERAK -ORHAN AFACAN

Bir metre kareye altı bin mermi
Çanakkale Olmak böyle bedel mi?
Üç bin mermiyle zırh giymiş her beden
Türklük ve Müslümanlık tek bir neden.

Gökten, yerden, dört yandan bir afat
Savaş yeri değil sanki Arafat.
Yedi ülke düşman, Mehmet bir ülke
Dünyaya yeter Mehmet teki ilke&

Yürekler bir top, bakışlar süngü
Düşmanın kudret, kısır bir döngü
Alçak gibi, kalleş gibi geldiler
İnsanlığı, mertliği öğrendiler&

Çanakkale sen Uhut'sun, Bedir'sin.
İstanbul için tarihi kilitsin.
İstanbul yönünde Çan'ın ibresi
Ne müthiştir Muhammed'in hadisi..

Farklı yerden gelmiş her birisi
Kimi efendi, kimi sömürgesi.
Kol yerinden, baş gövdeden kopacak
Taşı sıksan su değil, kan akacak.

Bekir Çavuş, Bekir Çavuş olacak
Gözcü Baba'ya top mermi yığacak.
Şahadet şerbeti tasla içilmez&.
Çanakkale asla,asla geçilmez..
 
+akşam yemeğine gitmek istermisin ?
-kadınlar kendilerine soru sorulmasından hoşlanmazlar .
+Akşam yemeğinde bana katıl
-fazla iddalı
+akşam yemeğine gidiyorum canın isterse gelirsin.
-=BB





the tourist
 
Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı.

Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi;

“Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.

Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!

Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı kadın.

“Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:

“Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda kaldım.

Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye cevapladı beni.

“Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım:

“Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!”

Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:

“Henüz değil!”

“Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek”

Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum:

“Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!”

“Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve “Daha değil!” diyordu.

“Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.

“Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum.

“Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun cevabı ise aynıydı: “Henüz değil!”

“Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. “Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım.

Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. “Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.

“Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi:

“Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?”

Ona “Evet” dedim.

Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.”

“Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin.

Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.

Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın.

Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.

Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.

Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.

Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.”



Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:

“Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet!

Bana zarar vereceğini düşündüm.

Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim.

Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum.

Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim…

Teşekkür ederim.”


Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı da ki hikmeti görelim.

Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…
 
Geri
Top