“Susacak var” adlı son kitabını okuyucuyla buluşturan Kahraman Tazeoğlu ile yazma geleneğini elden hiç bırakmadık. Hatta röportaj tarihi konusunda ettiğimiz sevimli kavgalar dahi “yazı” dahilinde oldu...
Kahraman Tazeoğlu bir edebiyatçı mıdır, radyo program yapımcısı ve sunucusu mudur?
Kahraman Tazeoğlu, her şeyden önce bir eğitim gönüllüsü. Tabii bu benim bilinmeyen yada görünmeyen yüzüm. Dünyanın eğitimden başka hiçbir şeyle düzelemeyeceğini bilen ve bu yüzden sınırları Kuzey Kore’ye kadar uzanan bir dizi çalışmanın öncülüğünü yapmış ve yapmakta olan bir eğitim gönüllüsü. Ama bunları yapabilmem için de sesimi duyurabileceğim bir mecra bulmam gerekiyordu kendime. Bu da radyo oldu. Üstelik işime aşığım. Tüm bunlar içinde edebiyat son sırada geliyor. Kitapları çok satan biri olsam da asla yazar olmak gibi bir düşüncem yoktu. Bu yüzden kendime edebiyatçı diyemem. Yazdıklarım da zaten sadece dinleyici kitlem tarafından tüketilen eserler. Farklı kesimlere açılmak gibi bir kaygım yok.
Radyo programlarınız hangi radyoda? Program içeriği nedir?
1993 yılında başlamıştım radyoculuğa. Son altı yıldır bana istediğim programı yapabilme özgürlüğünü tanıyan Radyo7’deyim. Piyasa radyolarının “programcı”dan çok “maymun” aradığı şu dönemde, benim için büyük bir şans oldu radyo7. Pazar hariç her gece 22.00-01.00 saatleri arasında “mavi ada” ismini taşıyan, yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendiğim bir program sunuyorum. Dinleyici kitlem 17-25 yaş arası okuyan ve aydın bir kitle. Kültür-edebiyat ağırlıklı bir program sunuyorum. Haftada 3 gün konuklarım oluyor. Bu konuklar eğitimci, akademisyen ve sanatçılardan oluşuyor. Daha çok rock müzik yapan genç yetenekleri ağırlıyorum. Popüler müzik yayınlamıyorum. Özellikle rock, protest ve alternatif müzik üretenlere yer veriyorum. Daha çok şiir yorumculuğumla tanınıyorum
Bu, ilk kitabınız değil...
Toplam 6 kitabım var. İlk kitabım şiirlerimi derleyip topladığım “seni içimden terk ediyorum” adlı şiir kitabımdı. Hemen arkasından “ölü bir kentin morg alfabesi” adlı deneme-şiir, onun ardından da “araz” adlı ilk romanım çıktı. Şimdi de “susacak var” adlı son romanım piyasada. Bunların haricinde, Türkiye’nin muhtelif cezaevlerinde yatan düşünce suçlularının bana yazdığı mektupları derlediğim “tutsak mektuplar” ve “mavi ada mektupları” isimli iki derlemem var.
Şiir klibi deneyiminiz bile var?
Aslında o klibin bir çekilme hikayesi var. Son 10 yıldır dinleyicilerim benden şiir albümü yapmamı ısrarla istiyordu. On sene karşı çıkabildim. Sonunda yapımcım Tayfur Esen beni ikna etti ve kendi şiirlerimi bir albümde toplayarak seslendirdim. Müzikleri değerli müzik adamı Uğur Varol yaptı. Sakin sakin şiirleri okuduk. Bence iddiasızlık gibi bir iddiası olan güzel bir albüm oldu. Fakat bu albümü dağıtım şirketlerine verebilmemiz için klip çekmemiz gerekiyormuş. Klibi olmayan albümler dağıtılmıyormuş.Ulusal bir radyodan insanlara seslendiğim için doğal olarak Edirne’den Kars’a kadar, hatta yurt dışına bile gönderilmesi gerekiyordu albümün. “mecburen” klip çektik. Çok zor şartlar altında ve bütçesiz bir klipti. Yönetmenim Mustafa Aktürk, bir inanılmazı başararak ortaya çok kaliteli bir iş koydu.
Şiir yazmak ile roman yazmak arsındaki fark sizce nedir? Edecek çok cümlesi olan mı roman yazar? Şiir yazmanızın roman yazmaya verdiği kolaylıklar oldu mu?
Şiirden romana geçiş yapan biri için roman yazmak daha kolay ama daha sıkıntılı. İşin matematiğidir bu anlamda yazarı sıkan. Roman yalandır. Şiir gerçek. Şairlerse palavra ustalarıdır. Elbette oldu. Hatta ben şiirsel roman yazdığımdan, bu daha da avantajlı oldu benim için. Aslında her ikisinin de kendi içinde birtakım zorlukları var.
İkinci romanınızın adı “Susacak var...” Kim bu susacak olan?
Sesli kelimelerin kendini susması; yani kelimelerin intiharından ortaya çıkan bir suskunluktur bu… susacakları bitmez insanların…
Susacak var diyorsunuz ama sürekli birbirini, kendini anlatan karakterler var. Mesela Kayra hiç susmuyor. Akın da gereğinden çok konuşuyor... Susan, susmayı öğrenecek olan mı?
Aslında “susacak var”dan önceki araz romanımı okuyanlar, bu kitapta ne demek istediğimi daha iyi anlıyorlar. Araz’da şöyle bir şey demişim mesela “susmak insanın içiyle konuşmasıdır” e hal böyle olunca susanların içi konuşmaya devam ediyor. Kelimeler intihar ettikçe içimizdeki çokluk çokça konuşmaya başlıyor. Susmayan bir içimiz var. Ve dilimiz susunca başlıyor konuşmaya. Tıpkı “bana bir kere susma hakkı verseydin, sana neler söylemeyecektim” dediğim gibi… romanda Kayra çok konuşur evet. Ama susmaktan kaçışın bir ifadesidir bu… susunca da içi konuşur durmadan… onu rahatsız eder bu iç konuşmalar… ki roman’ın büyük bölümünde içseldir konuşmalar. Yani susacak vardır artık çokça…
Kitabınızın konusu, herkesin rahatlıkla ya kendi hayatında yaşadığı ya da çevresindeki birilerinin yaşamış olduğu türden. Yani “biz bu filmi daha önce görmüştük” diyesimiz geliyor. Yaşamın içindekini yazmak kurgulamaktan daha mı zor?
Klasik olanı klasik değilmiş gibi işlemek, ya da farklı bakış açılarıyla ortaya koymaktır zor olan. Edebiyatın gücü bu noktada girer devreye. Ütopik ve insandan uzak şeyleri denemek bana göre değil. Hüznü ağırlaştırmadan ve arabeskleştirmeden sunabilmek farklı olmaya yetiyor. “biz bu filmi görmüştük” yada “biz bu şarkıyı ezberledik artık” diyebilirsiniz. Haklısınız. Müzikte 8 nota var ama milyonlarca şarkı üretildi ve hala üretilebiliyor. Yapılan o şarkılar arasında kendinize uygun olanı yakalayabilirsiniz her zaman.
Roman kriterleri açısından “kurmaca değer” ve “yan olay örgü”leri açısından yeterli doyuma ulaştınız mı?
Hayır ulaşamadım. Bir buçuk yılda tamamladım romanı. Fakat çıkarmak zorunda kaldığım yerler oldu. Çıkarmasaydım çok daha kalın bir kitap olacaktı. Bu da okuyucuyu sıkabilirdi. Şu anda başlamak üzere olduğum yeni romanımda bu doyuma ulaşabileceğime inanıyorum. Üstelik bu sefer gerçekten yaşanmış bir olaydan yola çıkıyorum.
“Metaforik başarı” kaygılarını taşıdığınızı düşünüyorum.
Eğretileme benim şiirimde çokça kullandığım, başvurduğum, medet umduğum bir yöntemdir. Türk Edebiyatında metaforik başarıyı önceleyen pek çok eser var. Herkes kadar bende yaşadım o kaygıyı.
İçsel dünya yoğunluğu fazla olmasına karşın kitapta hayatın tümü yok. Mesela kitap kahramanının maddi açıdan hayatını nasıl sürdürdüğünü bilmiyoruz. Okula devamlılığı olmadığı halde okulu bitirdiğini sonradan öğreniveriyoruz. Hatta yaşanan yoğun bir aşk ilişkisinin içinde cinsellik de yok. Cinselliğin kitapta olmamasının nedeni çalıştığınız radyo kanalından bir okur çevresine sahip olmanız mı oldu?
Kayra’nın hayatını nasıl idame ettirdiği, aslında kitabın bazı bölümlerinde gözler önüne seriliyor. Aslında çok da haksız sayılmazsınız. Ben Kayra’nın maddi sıkıntılarını sadece Kuzeni Kuzey’in onu götürdüğü restaurant’da aklından geçen cümlenin içine sıkıştırdım. Okuldaki devamsızlığı da okul arkadaşı İmge’nin evinde uyurken ve okula gitmemek için kendine uydurduğu bahanenin içinde saklı. Açık açık yazmaktansa bu tür mesajlarla anlatıp, yorumu okuyucuma bırakmayı tercih ediyorum. “araz”da da bunu yapmıştım. Hatta “susacak var”da dikkat ederseniz bir çok şehrin ismi yoktur. Sadece özellikleri ve sıfatları geçer. Benim okurum çok zeki. Onları bile bulup bana yazmışlar J cinsellik konusunda da bu böyle. Açık açık yazılması gerekmiyor bence. Bir şeyleri okuyucunun hayal gücüne bırakmayı seviyorum. Radyo7’de çalışıyor olmamın bununla hiçbir ilgisi yok. 38 yaşındayım, 17 yaşımdan beri yazıyorum ve hiçbir şiirimde cinsellik yoktur. Cinselliği yazmayı sevmiyorum. Yaşayanlara bırakmak daha doğru. Herkes cinselliği yaşar ama eşit zevk almazlar.
“Etnik” kökenlerden bahsederken, özellikle isim vermekten kaçınılan bir durum var. Bunun sebebi nedir?
Romanımda “Kürt” ifadesini kullanmamamı gerektirecek bir durum olmadı. 204. sayfada bu ifade geçiyor. Keza o sayfaların süreğinde de bu tür bir kaygı taşımadığım açıkça belli. Tam tersi bir aşk romanının içinde, kanamakta olan etnik bir yaraya parmak basıyorum. Tekrara düşmemek için defalarca yazmak yerine, farklı açılar kullanarak aynı şeyi söyledim.
Serim, düğüm ve çözüm zincirleri... Biz tam olarak çözüm bölümüne ulaştık derken bir de bakıyoruz ki kocaman bir düğümümüz oluşmuş. Roman kurallarına uygun olmayan bir durum.
Evet haklısınız. Bir önceki romanı okuyanlar bilirler ve şaşırmazlar. Kahraman Tazeoğlu bunu hep yapıyor. Belirli kalıpların içinde kalmayı sevmiyorum. En çok hoşuma gidense, okuyucuyu şaşırtmak…
Kitap kapağının tasarımında idamda ya da intiharda kullanılan ip var. Neden bu tasarımı uygun buldunuz?
Bir küçük kız- büyük adam aşkında, kelimelerin intiharını resmettiği için bu kapağı seçtim. Kitabım bitince ilk olarak yengem Hatice Ekşi’ye yollarım. Kendisi Türkiye’nin ödüllü sanat yönetmenlerinden biridir. Bana da sadece seçmek kalır. Bakış açımız aynı olduğu için kitaplarımın kapakları konusunda ona her zaman güvenirim.
Okuyucu tepkilerini almaya başladınız mı? Kitap satış oranları nasıl?
Ulusal bir radyoda çalışınca, tepkiler gelmekte gecikmiyor. Binlerce mail aldım. Bu maillerin yüzde doksan dokuzu, kitabı çok beğendiğini anlatıyor. Bu da beni çok mutlu ediyor. Benim yıllardır hitap ettiğim bir takipçi kitlem var. Biz bizeyiz anlayacağınız. Benim kitlem popüler olmamı istemiyor. Saklı kalayım, kendilerine kalayım, yalnızca onlar bilsin istiyor. Ben de buna razıyım zaten. O yüzden satış oranlarıyla ilgilenmiyorum. Ben onlara yazıyorum onlar da bana… İlla bir şey söylemek gerekirse, ilk baskı üç günde bitmişti.
En güzel şiirler aşklara dair yazıldı diyebiliriz. En güzel kitaplar aşkları besledi. Aşkı bize en çok yazanlar ve yazarlar anlattı. Aşk olan, aşık olan ve aşk sizce susar mı?
Sevmek iki insanın birbirine bakması değil; aynı yöne bakmasıdır. Ve bir gün aşk susarsa, bizimde içimizdeki çığlık kuşları susar. Şair Tekin Gönenç’in dediği gibi “aşk konuşur bütün dilleri” yazılanların aksine ben aşkı öğretmeye soyunmadım. Sadece bildiklerimi unutmaya çalışıyorum. Bu yüzden “unutmak için yazdım.” Her şey olacağına varır. Her şeyi değiştiremiyoruz, çünkü insanız; eksiğiz yani. Ve hayat olduğu gibidir; olması gerektiği gibi değil…
Uğrun Dilek Bozbalak/ BirGün Gazetesi