TÜRKİYE VE OSMANLI DEVLETİNDE İKTİSAT TARİHİ

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Osmanlı Ekonomisi Tarihi

Osmanlı İmparatorluğunun Son Yıllarında Ekonomik Durum

Osmanlı Toplumu 19. yüzyılın ikinci yarısına dek iktisat bilimine ve çağın gelişmelerine uzak kalmıştır Azınlıklardan Sehak Efendi devrin padişahına hediye olarak, Litografya ile basılmış kitabını (İlmi Tedbiri
Menzil), 1859 yılında vermiştir. Kitap Fransız iktisatçı J.B. Say (1767-1832)'ın görüşlerini içermekteydi.
Bilindiği gibi Avrupa'da matbaanın icadından tam 277 yıl sonra, Osmanlı Devleti müslümanların matbaa kurması ve kitap basmasına 1727 yılında izin verdi. Macar asıllı İbrahim Müteferrika 1729 yılında ilk kitabı bastı. Ancak dini kitap basmak yasaktı. Oysa ülkede yaşayan Museviler 1494'ten beri İbranice kitap basıyorlardı. Ardından Osmanlı vatandaşı Ermeni ve Rumlar da kendi matbaalarını kurup ana dillerinde kitap bastılar.
Türk ve Müslüman halk "Şeriata aykırı" diye benzer haklardan yararlandırılmıyorlardı. Bu yasak ancak
Cumhuriyet döneminde kaldırıldı.
Ahmet Mithat (Gazeteci, yazar) iktisadi konularda yazdığı yazılarını "Ekonomik Politik" başlığı altında (1879) toplamış ve kitap halinde yayınlanmıştır. Yazılarında azınlıkların denetiminde Osmanlı Ekonomisinin nasıl yağma edildiğini, müslümanların nasıl ekonomi yönetimi dışına itildiğini anlatmaya çalışmıştır.
İlk iktisat kitabının yazılması ve basılması 1881 'de Ohannes Efendi tarafından gerçekleştirildi. Yazar bu
kitabını hocalık yaptığı (1859'da İstanbul'da faaliyete geçen, 1935'te Siyasal Bilgiler O-kulu adını alan ve 1936'da Ankara'ya taşınan) Mekteb-i Mülki-ye'de okutmuştur. Kitap büyük ölçüde Adam Smith'in görüşlerini tekrarlayan ve savunan bir nitelik taşıyordu. Sakızlı Ohannes E-fendi ve Portakal Mikail Paşa, Mektebi Mülkiye'de verdikleri derslerde Osmanlı Devleti için sanayileşmeyi kaynak israfı sayıyorlardı.
Yüzyılın sonunda M. Cavit Bey "İktisat ilkelerine ters düşen bir sanayileşme ülkeyi yoksullaştıracaktır" diyordu.
Bu görüşlere ilk karşı çıkan ve F. List'in "himayecilik" ve "bebek endüstriler" gibi ilkelerini savunan Musa
Akyiğitzade ol-muştu.Kazanlı bir göçmen olan Akyiğitzade Harbiye'de "İlm-i Servet" okutuyordu.
V.Eldem'in değerlendirmelerine göre 20. yüzyılın başlarında, Batı Avrupa'da kişi başına ortalama gelir 170
dolar iken, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaklaşık 44 dolar idi. Ancak bu miktar İstanbul'da 66 dolara yükselirken, Irak'ta 35 dolara düşüyordu. (İktisat Tarihi) Cumhuriyet öncesi Osmanlı İmparatorluğunun sosyoekonomik yapısı hakkında elimizde tutarlı ve yeterli bilgiler yoktur. Bunun başlıca nedeni bu döneme ait devlet arşivlerinin tasnif edilmemiş ve araştırmacılara yeterince açılmamış olmasıdır. Eldeki bilgiler dağınık ve eksiktir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında toplam nüfus ve nüfusun diğer özellikleri hakkında elimizde güvenilir veriler yoktur. Kullanacağımız veriler genellikle bazı araştırıcıların yaptığı kestirmelerdir. 1919 yılında Millî Misak'ın çizdiği sınırlar içinde kalan Osmanlı Devleti'nin nüfusunu kestirmek için elimizde güvenilir bir kaynak
vardır. Bu kaynak 14 Nisan 1919 tarihinde yayınlanmış bir belgedir Bu kaynaktan elde edilen bilgilerle çeşitli düzeltmeler yapıldıktan sonra İmparatorluğun büyük kentlerinin nüfuslarını hesaplamak mümkün olmuştur.
Vedat Eldem'in tespitlerine göre 1914 yılı başında Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzölçümü 1.937 bin km" ve
nüfusu da 26,3 milyon civarındadır. Toplam nüfusun %80'ini Türkler ve Araplar oluşturmaktaydı. Balkanlar'daki Osmanlı Devleti Avrupa'daki topraklarını kaybettikçe yüzölçümü ve nüfusu azalmıştı.
Ayrıca ardarda gelen yenilgiler sonrasında Müslüman nüfusun önemli kısmı Ortodoks Kilisesi'nin ve yerel
milliyetçi güçlerin baskısından kaçıp Anadolu'ya gelip yerleşmişlerdi. 1914 yılı sonuna göre başlıca büyük kentlerin nüfusları şöyledir: İstanbul 1.122.000, İzmir 198.000, Bursa 76.000, Adana 64.000, Konya 49.000 ve Ankara 27.000... Görülüyor ki İmparatorluğun bugünkü anlamda tek büyük kendi vardı o da İstanbul idi. Bu kentin özelliği devletin başkenti olması yanında dış ticaretin de merkezi olması idi. İkinci sırada yer alan İzmir ise daha küçük çapta olmak üzere ithalat ve ihracatın yapıldığı ikinci büyük liman kent özelliğini taşımaktaydı. Diğer bir deyişle ülkenin Avrupa'ya açılan kıyıları kentleşmiş ve gelişmiş iken, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bu sürecin dışında kalmıştı. Batı Avrupa'da kentleşmeyi belirleyen olgu sanayi yatırımlarının başlaması ile ortaya çıkan işgücü talebidir. Oysa Osmanlı Devleti çağdaş sanayileşme süreci dışında kaldığından İstanbul ve İzmir'de görülen kentleşme iç ve dış ticaret yanında kamu hizmetlerinin yoğunlaşması ile oluşmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasında bu kentlerin nüfusları tahmin edebileceğimiz nedenlerle çok azalmıştı.
 
Osmanlıda Dış Ticaret
Alman sermayesi, demiryolu dışında Konya ve Adana ovalarının sulama projeleriyle ilgilenmiştir. Özellikle tahıl ve pamuk üretiminde verimi artırmayı öngören projeler, I. Dünya Savaşı nedeniyle uygulanamamıştır.
Savaş sonrası dönemde Ankara Hükümeti, emekli Amiral Colby M. Chester'in başında bulunduğu bir Amerikan şirketine, Nisan 1923'te beşbin km.lik demiryolu ve maden imtiyazı vermiştir. Cumhuriyet yönetimine hazırlanan Ankara Hükümeti ABD ile yakınlaşmayı askerî ve siyasî yönden uygun görmüştür.
 
Osmanlı Devletinde Para ve Banka, Osmanlıda Para
Orhan Bey zamanında (1327) kestirilen ilk para "gümüş akçe", Fatih dönemine kadar (1479) gelmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, döneminin ihtişamını yansıtmak için ilk Osmanlı altın lirası olan "Sw/tara'"leri bastırtmıştır. Böylece o tarihten itibaren piyasada çift metal para sistemine geçilmiştir. 9 Ocak 1881 tarihli yasayla Osmanlı Lirası para birimi olmuş ve böylece altın esası yasallaşmıştır.
1897 tarihli Osmanlı İstatistik Yıllığı'na dayanarak Prof. Dr. Tevfik Güran'ın aktardığı verilere göre; 1844-1897 döneminde Osmanlı devleti toplam 47,4 milyon Osmanlı lirası kadar madeni para basmıştı. Bunun %71,8'i altm, %21,6'sı gümüş ve %66'sı da bakır para idi.
Avrupa'da devlet desteğiyle üretilmiş malların, Osmanlı piyasalarını işgal etmesiyle dış ticaret açığı hızla büyüyünce, 17. yüzyıldan itibaren paranın tağşişi (ayarın düşürülmesi) uygulamasına gidilmiştir. Böylece arta kamu harcamalarını, para miktarını artırarak karşılamak yoluna gidiliyordu.
Temel ödeme aracı durumunda olan "akçe"ler'm değerlerine bağlı olarak, zaman zaman tedavülden çekilmesi karşısında, para arzını arttırmak için piyasaya yeni bir araç "para" çıkarıldı. Osmanlı-Rus Savaşı'nın finansmanında kullanılmak üzere (1809), "Beşlik" ve "Altılık" diye adlandırılan yeni para çeşitleri piyasaya sürüldü.
 
Osmanlı Devletinde Para
Osmanlı Devleti'nde ilk kağıt para uygulaması, yani "Kaime" (Kaime-i Mutebere-i Nakdiye) 1840 yılında gerçekleşti. Devletin piyasaya sunduğu bu Kaime'ler %12,5 faizli ve 8 yıl vadeli idi. Böylece çıkarılan kaimeler ile daha çok devlet tahvilleri yerine kağıt paranın kullanıldığı bir çeşit iç borçlanma yolu açılmıştı. Bir çeşit borçlanma aracı durumundaydı. Kaime'ler altın ve gümüş paralara ilişkili değildi. İlk on yıl içinde miktar sınırlı tutulduğu halde, daha sonra miktar önemli oranda arttı. Ard arda gelen savaşlar nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük mali sıkıntı içine girmesiyle, "kötü para iyi parayı kovar" kuralına uygun olarak "Akçe"ler piyasadan çekildi. "Kaime"ler egemen oldu. Ülke I. Dünya Savaşı'na girdiğinde tedavülde egemen para "kaime" idi. Savaş yıllarında Almanya ve Macaristan'dan sağlanan altın karşılığı kredi Düyunu Umumiye îdaresi'ne devredilmiş ve İdare'nin garantisi altında 6,5 milyon liralık
kaime piyasaya sürülmüştü. Savaş yılları boyunca altın sikkeler piyasaya çıkmadı.
Toplam para hacmi 5-6 milyar kuruş civarındaydı. Ayrıca iddihar edilmiş altın 2-3 milyon kuruş değerindeydi. 1 Altın lira 100 kuruş, 4,3 Dolar, 18 Mark idi. İstanbul'dan uzak illerde ulusal para yanında yabancı paralar da kullanılıyordu. Örneğin Hicaz'da Riyal, Trabzon'da Ruble, Doğu illerinde İran Parası tedavül ediyordu. (Türkiye Ekonomi Tarihi) Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nun para sistemi üç farklı para biriminden
oluşuyordu. Altın ve gümüş sikkeler ile konvertibl banknotlar dolaşımdaydı. Osmanlı Banka-sı'nın çıkardığı banknotlar yardımcı para niteliğindeydi. İlk kağıt para 1915'te tedavüle çıktı. Hükümet Osmanlı Bankası'nın karşılıksız kağıt para basmaması için, Düyunu Umumiye İdaresi ile anlaştı. Savaş yıllarında halk altın ve gümüş paraları piyasadan çekti. Ülkenin her yerinde ufak para sıkıntısı doğdu. 29 Aralık 1915'te çıkarılan yasa ile "bir liralık kağıttan paralar ortalarından ikiye bölündü ve her biri yarım lira sayıldı. Sorun çözülmeyince, 8 Nisan 1916'da "Tevhidi Meskukât Kanunu çıkarılarak yeniden altın para sistemine" dönüldü. Bu Kanunla bir altın lira (100 kuruş) 7,216 gr altına eşit sayıldı. Ayrıca yasa gümüş
paralara ufaklık para işlevi verdi. Savaş sona erinceye dek, Hükümet Almanya'dan aldığı borçları, Düyunu Umumiye İdaresine aktararak kağıt para basmaya devam etti. 1918'de mütareke imzalandığında 1 altın lira 333 kuruş idi. Kurtuluş Savaşı sonunda 625 kuruş oldu. 1930 yılında 1567 sayılı yasa yürürlüğe girdiğinde kur 930 kuruş civarındaydı.
 
Osmanlılarda Para
Batı Avrupa Devletlerinde ticaret ve sanayiin gelişmesini izleyen ve destekleyen bir süreç içerisinde bankacılık sisteminin o-luştuğunu görmek mümkündür. Özellikle büyük sınai yatırımlarının ve uluslararası ticaretin finansmanında bankalar büyük ve başarılı hizmetler vermiştir. İngiltere örneğinde olduğu gibi ticaret, sanayi, taşımacılık ve bankacılık sektörlerinin tam bir işbirliği içine girmesi "sanayi devriminin" başarılmasında belirleyici olmuştur.
Tanzimat Dönemi yenilikleri arasında bir yabancı sermayeli banka kurulması önem kazanmıştı. Biri İtalyan diğeri Fransız iki bankerin 1845'de kurduğu İstanbul Bankası ülkede kurulmuş ilk yabancı sermayeli ticaret bankası idi. Ancak yönetimin başarılı olmaması bankanın 1850'de kapanmasına yol açmıştı.
Osmanlı Devleti, Batı Avrupa'da yaşanan gelişme, sanayileşme ve dışa açılma sürecini yaşamadığı için,
benzer bir bankacılık sistemine ihtiyaç duymamış ve teşvik de etmemiştir. Sadece Hazi-ne'nin iç ve dış borçlanmasını kolaylaştırmak ve sürdürmek yönünde, özellikle yabancı bankaların hizmetine ihtiyaç duyulmuştur.
Kırım Savaşı'ndan sonra Tanzimat Fermanı'na ek olarak çıkarılan 18 Şubat 1856 tarihli "Hattı Hümayun "da, ekonomik ve mali sistemi yönlendirmek ve canlandırmak için bir banka kurulmasının önemine yer verilmişti. Bu kararın ilanından çok kısa bir süre sonra bir İngiliz sermaye gurubuna 500 bin İngiliz Lirası sermayeli ve Bank-ı Osmani (Ottoman Bank) adını taşıyan bir banka kurma izni verildi. Kuruluşundan 7 yıl sonra 1863 yılında Banka, Bank-ı Osmani-i Şahane'ye katılarak faaliyetine son verdi. Günümüze Osmanlı Bankası olarak gelen bu banka, (Fransız-İngiliz ortak sermayesi başlangıçta ve 30 yıl süreyle imtiyaz
almıştı. Ancak bu imtiyaz süresi dönem dönem uzatılmıştır.
Bankaya Hazine işlemleri yapma ve banknot çıkarma yetkisi verildi. Ayrıca tüm ticari bankacılık işlemleri yapma hakkı verilirken her türlü vergi ve resimden muaf tutuldu. Banka 1863-1914 arasında altın karşılıklı konvertibl banknotlar çıkarmıştı. İlk iki yılda "ankes oranı %50 idi. Anlaşma değiştirilerek bu oran %33'e indirildi. Banka çıkardığı banknotları sadece İstanbul'da altına çevirmekteydi. Savaş koşullarında zorunlu tedavül kaçınılmaz hale gelmişti.
 
Osmanlı Devletinde Kamu Maliyesi, Osmanlı Maliye
Osmanlı Devleti bir İslam devleti olduğundan, Devletin yönetiminde dinî kurum ve kurallar egemendi. Bu özelliğe uygun olarak Devletin temel gelir ve kaynağı şer'i vergilerdi. Ancak, zaman içinde örfi vergilere de yer verilmiştir. Ülke'de "Tek Hazine", "Tek Bütçe" ilkeleri 1856 yılından itibaren yürürlüğe kondu. 1876 Meşrutiyet Anayasası ile vergilemenin kanuna dayalı olması ilkesi getirildi.
Osmanlılar'da devletin "Batı" anlamında bütçe hazırlaması 1909'dan sonra olmuştur. Gelir-gider tahminlerinde büyük yanılmalar olduğundan devlet yönetimi büyük zorluklarla hatta krizle karşı karşıya kalıyordu. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı yıllarında bu tahminlerdeki büyük dalgalanmalar ve büyük bütçe açıkları Devlet'i borçlanmaya, ne pahasına olursa olsun borç bulmaya zorlamıştı.
Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında Osmanlı Devleti içine düştüğü mali krizi aşmak için ilk kez dış borçlanmaya gitmek zorunda kaldı. Padişah Abdülmecit 4 Ağustos 1854'te hükümete beş milyon İngiliz Lirası kadar borçlanma yetkisi verdi. Hükümet Mısır Eyaleti'nin vergi gelirlerini karşılık göstererek İngiliz ve Fransız piyasalarına tahvil ihraç etti. Böylece 1854'de başlayan dış borçlanma hemen her yıl yeni borçlanmalarla devam etti ve Nisan 1876'da "moratoryum" ilanına kadar geldi.
Alacaklı ülkelerin özellikle İngiltere ve Fransa'nın baskısına dayanamayan Osmanlı Maliyesi 1881 yılında yürürlüğe giren "Muharrem Kararnamesi" ile Düyun-u Umumiye İdaresi'nin denetimine girmişti. 1876-1909 Yılları arasında Osmanlı Devleti'ni yöneten Abdülhamit'in bu kararnameyi imzalamasıyla ülkenin yarı-sömürge haline gelmiş olduğu söylenebilir.
 
Osmanlıda Maliye
1897 tarihli İstatistik Yıllığı'na göre 1881-1897 arasında Osmanlı Devleti'nin borçları 159,9 milyon lira artarak (ana para ve faiz olarak) toplam 184,8 milyon liraya ulaşmıştı. Bu miktar devletin yıllık gelirinin 10 katını aşıyordu.
Düyunu Umumiye İdaresi yabancı alacaklıları temsil eden beş ülke temsilcisi ile yerli alacaklıları ve Galata bankerlerini temsil eden 2 temsilcinin katılmasıyla oluşan 7 üyeden meydana geliyordu. Tarihçiler bu idareyi ikinci bir Maliye Bakanlığı olarak dünyada benzeri az görülebilecek bir uygulama biçiminde nitelemektedirler. Osmanlı Devleti'nin ekonomik ve mali kaynaklarını denetim altına alan İdare, gerek gördüğünde haciz yoluyla tahsilat yapabiliyordu. Zira Devlet çaresizdi. Bağımsız devlet olmanın belki de en önemli unsuru olan vergileme hakkı Devletin elinden alınmıştı. On civarında vergi çeşidinin gelirlerini doğrudan Düyun-u Umumiye İdaresi topluyordu.
1914-1918 arasında savaş nedeniyle anılan İdarede, görev yapan İngiliz, Fransız ve İtalyan delegeler İstanbul'u terk etmişti. Kurul'da Osmanlı, Alman, Avusturya delegeleriyle Osmanlı Bankası temsilcisi görev yapmıştı. İdare savaş yılları içinde olağan görevlerini sürdürebilmişti. Ancak savaş yıllarında idareye ödeme yapılmamıştı.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde "vergilerin %5'i Devletçe doğrudan toplanırken %95'i mültezimler aracılığıyla toplanmaktaydı."
Savaş sonrasında Galip Devletler'in işgaline uğrayan Osmanlı Devleti ikinci bir yabancı yönetimin denetimine girmişti. Ülkeyi parçalanmaktan kurtarmaya girişenlerin başlattığı "Kurtuluş Savaşı" ile Osmanlı topraklarında dört ayrı idare ortaya çıkmıştı. Ekonomik olarak zaten çağın gerisinde kalmış olan Osmanlı Devleti artık Batı Avrupa ülkeleri ve mali kuruluşları tarafından müflis ilan edilmişti. Zira borçların taksit ve faizlerini ödeyemeyen, ekonomik bağımsızlığını kaybetmiş, toprakları paylaşılmış bir Devlet vardı ortada...
1919 yılı Bütçesi Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclis'i toplanamadığı için onaylanmamıştı. Bu yüzden 1918 yılı
Bütçe Kanununun 1919 yılında da uygulanması kararlaştırıldı. 1920 yılı başında toplanan Mebusan ve Ayan Meclisi bütçe çalışmalarını yapmadan İngiliz işgal kuvvetlerince dağıtıldı. Ortaya çıkan yasal ve mali
boşluk "avans kanunları" yoluyla doldurulmaya çalışıldı. Meclis onay görevini ancak 28 Şubat 1921 'de yapabildi. Onaylanan 1920 yılı bütçesi 11,6 milyon lira açıkla kapanmıştı. Açık Osmanlı Ban-kası'ndan alınan avanslar ve Hazine'ye ait taşınmaz malların satışıyla kapatılmıştı. 1920 yılı Bütçe gelirlerinin dağılımı; %30 aşar, %23 gümrük, %11 ağnam, %9 tuz.... vergi gelirleri biçimindeydi.
 
Osmanlı Devletinde Maliye
Osmanlı Devleti 19. Yüzyıl boyunca giderek derinleşen mali krizi aşmak için tağşiş, iltizam, müsadere, kamu üst görev yerlerini satma ve vergi arttırma gibi uygulamalara gitmişti. Ancak bütün bu önlemlere karşın mali darboğaz aşılamayınca dış borçlanmaya gitme zorunluluğu doğmuştu.
Osmanlı Devleti borçlanarak yaşamaya alışmış bir idareye sahipti. Birinci Dünya Savaşı öncesinde devletin birikmiş borç miktarı 180 Milyon Osmanlı Lirası kadardı. 6 Ağustos 1924'te yürürlüğe giren Lozan Antlaşması ile toplam dış borç miktarı 161,3 milyon lira olarak belirlendi. Ancak borcun Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde olup da, Lozan Antlaşması ile ayrılan ve bağımsız hale gelen ülkelerce de ödenmesi kararlaştırıldı. Sonunda Osmanlı borcu olarak Türkiye Cumhuriyeti'ne düşen pay 85 milyon lira oldu. Buna ek olarak 30 milyon kadar faiz hesap edildi, yani toplam 115 milyon lira borç ortaya çıktı.
Cumhuriyet Hükümetleri borcu ödemeyi kabul etmişlerse de zamanı, para cinsi ve taksitleri üzerinde alacaklılarla uzun görüşmeler olmuştur. Kesin çözüme 1931 'de Paris'te varılmıştır. Bu antlaşmaya uygun olarak yapılan ödemeler 1954 yılında sona ermiştir.
 
Kurtuluş Savaşı Finansmanı

İç Kaynaklar


Dokuz milyon asker ve otuz milyon sivilin hayatına mal olan, I. Dünya Savaşı'nda Almanya'nın yanında yer alan Osmanlı İmparatorluğu savaşı kaybetmişti. İtilaf Devletleriyle 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzalamak zorunda kalmıştı. Galip devletler, bu antlaşmaya dayanarak 1 Kasım 1918'den itibaren Osmanlı topraklarını işgale giriştiler. Ulaştırma ve haberleşme olanakları işgalcilerin denetimine bırakılmıştı. Böylece Osmanlı Devleti fiilen sona ermiş, Ordu dağıtılmış ve ülke insanlarının ve topraklarının geleceği işgalcilerin insafına terkedilmişti.
Yunan ordularının Ege Bölgesi'nde işgallere devam etmesi karşısında çaresiz kalan Osmanlı Devleti 22 Temmuz 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzaladı. Hükümet Anlaşmayı 10 Ağustos 1920'de onaylayarak (433 maddeden oluşan) galip devletlerin ülkeyi paylaşmalarına izin vermiş oldu. Bu acı olayı Gotthard Jaes "İngiliz Belgeleri"ne dayanarak şöyle değerlendiriyor:
"Olağanüstü sert ve onur kırıcı olan Sevr ve barış koşulları özellikle Lloyd George tarafından Türkiye'nin Almanlar yanında savaşa girmesinin savaşı iki yıl daha uzattığı ve İngiltere'ye büyük can ve mal kaybına neden olduğu gerekçesine dayandırılmıştı".
Savaş yıllarında 3 milyona yakın insan silah altına alınmış, bunun yaklaşık 1,5 milyonu şehit veya esir düşmüş, kaybolmuş veya sakat kalmıştır. Daha da önemlisi sivil halkın açlıktan ve hastalıklardan kırılması önlenememişti. Bulaşıcı hastalıklar özellikle sıtma salgın haldeydi. Bazı bölgelerde frengi ve trahum adeta yerleşmiş hastalıklar idi. Birinci Millet Meclisi "Bulaşıcı Hastalıklarla Mücadele Kanunu" tasarısını ele aldığında bazı hocalar ve şeyhler hastalığın Allah'tan geldiğini ileri sürerek teklif sahibi Dr. Emin Bey'i Meclis ortasında dövmüşlerdi. Savaş sonrasında toplumun 18-35 yaş arasındaki erkek nüfusunda büyük azalma olmuştu. (Ekonomik Tarih)
Mustafa Kemal Paşa, işgal altındaki istanbul'dan ayrılıp Anadolu'ya ayak bastığında 9. Ordu Müfettişi olarak, karşısında, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı nedeniyle çalışma yaşındaki genç nüfusu kırılmış, yoksul ve çaresiz bir halk bulmuştu. Anadolu büyük çapta öztüketime dayalı ve küçük aile işletmelerinden oluşan ilkel bir tarım toplumu özelliklerini taşımaktaydı. İl, ilçe ve köyler arasında iletişim ve ulaştırma ağı bulunmadığı için iç ticaret henüz çok ilkel düzeyde ve sınırlıydı.
Ege Bölgesi'ni işgal eden Yunanlılar, Girit'ten ve Yunan A-daları'ndan getirdikleri, çoğunluğu çiftçi olan 120 bin mülteciyi bölgeye yerleştirmişti. Sadece îzmir bölgesinden Anadolu'nun içlerine 300 bin civarında müslüman göçe zorlanmıştı.
Y.A. Bagidov'un tespitline göre Savaş'ın sonunda Türkiye'de ekonomik yaşam 1914'e göre %2000 oranında
pahalanmıştı. Dolayısıyla tedavüldeki kağıt paranın satın alma gücü hızla düşmüştü.
 
Kurtuluş Savaşı başlangıçta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin halktan topladığı ayni ve nakdi yardımlarla finanse edilmişti. Zaman içinde hızla büyüyen "gönüllü milis teşkilatının iaşe, ibate ve silahlandırma" giderlerinin karşılanmasının bir esasa bağlanması Erzurum ve Sivas Kongrelerinde görüşülmüş ve şu kararlar alınmıştır:
— Kazalarda Maliye teşkilatı ve levazım kurulacak ve milis kuvvetlerinin giderleri bu örgütlerce karşılanacak,
— Şahıs ve ailelerden alınacak yardım miktarları mahalle muhtar ve ihtiyar heyeti tarafından verilecek mali belgelere dayandırılacak.
— Yardım yapmaktan kaçınacak kişilere verilecek cezayı ilgili milis komutanı belirleyecek,
— Yüz lira nakdi bedel ödeyenler 3 ay askerlikten muaf tutulacaktı.
Ankara'da Büyük Millet Meclisi Hükümeti kurulduktan sonra, ilk mali karar olarak, Anadolu halkının Osmanlı Hükümeti'ne ödediği vergilere el konulmuştur. Özellikle "Düyun-u Umumiye" ve Tütün Rejisi İdaresi gibi örgütlerin Hükümet'e bağlı yerlerde topladığı devlet gelirlerinin Ankara Hükümeti Hazinesine intikali sağlanmıştır. Bu aşamada, anılan hükümetin henüz bir "devlet bütçesi" yoktu. Yaşanan olağanüstü koşullar içinde gelir ve giderleri tahmin etmek mümkün değildi.
İstanbul'da Ankara Hükümeti hesabına faaliyet gösteren gizli örgütler kurulmuş bu örgütler aracılığıyla Anadolu'ya önemli miktarlarda silah ve mühimmat kaçırılmıştı.
Ankara Hükümeti olağanüstü giderleri karşılamak için önce yürürlükteki vergilerin hasılatını artırıcı genişletmeler yaptı. Sonra yeni vergi yasaları çıkardı. Ancak tehcire uğramış halkın vergi borçları kaldırıldı.
Kurtuluş Savaşı'yla düzenli bir ordunun günü gününe ihtiyaçlarını karşılamak durumunda olan Ankara Hükümeti, aynı zamanda örgütlenme ve yerleşme giderleri için de kaynak bulmak zorunda kalmıştı. 5
Ağustos 1921'de Büyük Millet Meclisi'nin çıkardığı olağanüstü bir yasayla, Mustafa Kemal Paşa'ya Başkomutanlık görevi verilmişti. Aynı yıl içinde Celal Bayar İktisat vekili olmuştu.
Atatürk Nutuk'ta "Ankara'da bulunduğum sürece ordunun insan ve taşıt bakımından gücünün artırılması,
yiyeceğinin ve giyeceğinin sağlanıp yoluna konulması ile ilgili tedbirler almak ve düzenlemekle uğraştım " diyor.
Bu amaçla 7-8 Ağustos 1921 tarihinde yayınladığı (Tekalifi Milliye Emri) emirlerle savaşın gerektirdiği mal ve hizmetlerin teminine çalışmıştır. Bu konuda Nutuk'ta şu bilgileri veriyor:
"1 sayılı buyruğumla her ilçede birer ULUSAL VERGİ KURULU kurdum. Bu kurullarca toplanan şeylerin ordunun çeşitli bölümlerine dağıtımını düzenledim."
"2 sayılı buyruğuma göre yurtta her ev, birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp ulusal Vergi Kuruluna verecekti."
"3 sayılı buyruğumla tüccar ve halk elinde bulunan çamaşırlık, bez, kaput bezi, patiska, kaput, yıkanmış ve
yıkanmamış yün ve tiftik, erkek elbisesi, dikmeye elverişli her türlü yazlık ve kışlık kumaş, kalın bez, kösele, vaketa, taban astarlığı, sarı ve siyah meşin, sahtiyan, dikilmiş ve dikilmemiş çarık, potin, demir, kundura çivisi, tel çivi, kundura ve saraç ipliği, nallık demir ve yapılmış nal, mıh, yem tornası, yuları, belleme, kölen, kaşağı, gebre, semer ve urganlardan %40'ınaparası sonra ödenmek üzere el koydum. "
"4 sayılı buyruğumla eldeki buğday, saman, un, arpa, fasulye, bulgur, nohut, mercimek, kasaplık hayvanları, şeker, gaz, pirinç, sabun, yağ, tuz, zeytin yağı, çay ve mumlarında yine %40 'ına parası sonra ödenmek üzere el koydum. "
"5 sayılı buyruğumla, ordu için halktan alınan taşıtlardan geriye kalanlarının da ayda bir kez ve parasız olarak 100 km.lik bir uzaklığa dek askerî ulaştırma işlerinde çalıştırılmasını zorunlu kıldım."
"6 sayılı buyruğumla ordunun yedirilip giydirilmesine yarayan bütün sahipsiz mallara el koydum."
"7 sayılı buyruğumla halkın elinde bulunan savaşa elverişli bütün silah ve cephanenin üç gün içinde
hükümete verilmesini istedim." –
"8 sayılı buyruğumla benzin, vakum, gres yağı, makina yağı, don yağı, saatçi ve taban yağları, vazelin otomobil ve kamyon lastiği, lastik yapıştırıcı, buji, soğuk tutkal, Fransız tutkalı, telefon makinesi, kablo, pil, çıplak tel, yalıtkan ve bunlara benzer gereçlerin ve gaz yağının % 40 'ına el koydum."
"9 sayılı buyruğumla demirci, marangoz, dokumacı, tesviyeci, saraç ve arabacılarla bunların ilişkilerinin iş çıkarma giderinin; kasatura, kılıç, mızrak, eğer yapabilecek ustaların adlarıyla sayılarının ve durumlarının tespitini sağladım. "
"10 sayılı buyruğumla halkın elinde bulunan dört tekerlekli yaylı araba, dört tekerlekli at ve öküz arabasıyla kağnı arabalarının bütün donatım ve hayvanlarıyla birlikte, binek hayvanları, topçeker hayvanlar, katırlar, yük hayvanlarının, deve ve eşşeklerin %20'sine el koydum. (İktisat Tarihi Ders Notları)
"Baylar buyruklarımın ve bildirimlerimin yerine getirilmesi i-çin kurduğum İstiklal Mahkemelerini
Kastamonu, Samsun, Konya, Eskişehir bölgelerine gönderdim. Ankara 'da da bir mahkeme bulundurdum.
" (s. 425)
 
Başkomutan M.Kemal Paşa'nın yayınladığı bu emirlerin "kanun kuvvetinde" olduğu hususu Ankara'da 9 Ocak 1920'den itibaren Mustafa Kemal'in isteğiyle çıkan Hakimiyeti Milliye Gazetesi aracılığı ile halka duyuruldu. Birkaç ay sonra 20 Nisan 1920'de Anadolu Ajansı faaliyete başladı. Oysa 28 Şubat 1921'de yürürlüğe konan Osmanlı Hükümeti Bütçe Kanununun 8. maddesi, Ankara Hükümeti'nin halktan "her ne adla olursa olsun" vergi topla-yamayacağını öngörmekteydi.
Osmanlı Devleti'nin ulusal bankası sayılan Ziraat Bankası'nın savaş sonrası kaybedilen topraklar nedeniyle
şube sayısı azalmış, faaliyetleri daralmıştı. Kurtuluş Savaşı başladığında, Ziraat Bankası'nın yönetimi üç parçaya bölünmüştü: Ankara Hükümetine bağlanan, İstanbul'a bağlı kalan ve Yunan işgalinin denetiminde olan şubeler... Yunanlılar yeni bir yönetim oluştururken kadroları yenilediler. Maaşları Drahmi ve Frank üzerinden verdiler.
Birinci Dünya Savaşı'nda yenilen Osmanlı Ordusu, silahsızlandırılmış ve silahlar İstanbul'da iki büyük
depoda kontrol altına alınmıştı. İngiliz ve Fransızlar'in koruması altındaki bu depolardan, Ankara Hükümeti'ne bağlı çalışan "Gizli Örgüt" kaçırdığı silahlan Ankara'ya ulaştırdı.
Mustafa Kemal Paşa yeni bir ordu yaratmak onu silahlandırmak için imalathane ve bakım tesisleri kurmak
zorundaydı. Çıraklıktan yetişmiş imalatı harbiye ustalarından Ahmet Akar önce Eskişehir'de sonra Ankara'da toplara kama üreten atölye kurmuştu. İki uzman subayında katılmasıyla Ankara'daki atölyede (bir süvari kışlası) düzenli şekilde silah üretim ve bakımı yapılmaya başlanmıştı. Atölye mühendisi 25 yaşındaki Veli Bey'di. Bu tarihi değeri çok büyük olan atölye Cumhuriyet döneminde Makine Kimya Endüstrisi Kurumu'nun merkezini oluşturdu.
Kurtuluş Savaşı enflasyonsuz aşıldı. Savaş yıllarında Anadolu'da kullanılan para Osmanlı Kaimeleriydi. Kuvay-ı Milliye para basma yoluna gitmedi. Paranın "sahib-i mülk" sayılan Padişah'a ait olduğu halk arasında kabul görüyordu. Siyasal ve askerî egemenlik alanları farklı olmasına karşın aynı para piyasalarda dolaşımda kalmıştır.
 
Geri
Top