Günün Başarı Taktiği [Güncellenecektir]

Başkalarının gayretlerini, bilgilerini, tecrübelerini, fikirlerini kendi gayret, bilgi, tecrübe ve fikirlerimize katma faaliyeti olan danışma, yakın dostlarımızdan biri olarak yanımızdan hiç ayrılmamalıdır.
 
Eğer, bir çocuk

Eğer, bir çocuk sürekli eleştirilmişse;
Kınamayı ve ayıplamayı öğrenir.

Eğer, bir çocuk kin ortamında büyümüşse;
Kavga etmeyi öğrenir.

Eğer, bir çocuk alay edilip aşağılanmışsa;
Sıkılıp, utanmayı öğrenir.

Eğer, bir çocuk sürekli utanç duygusuyla eğitilmişse;
Kendini suçlamayı öğrenir.

Eğer, bir çocuk hoşgörüyle yetiştirilmişse;
Sabırlı olmayı öğrenir.

Eğer, bir çocuk desteklenip, yüreklendirilmişse;
Kendine güven duymayı öğrenir.

Eğer, bir çocuk övülmüş ve beğenilmişse;
Takdir etmeyi öğrenir.

Eğer, bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse;
Adil olmayı öğrenir.

Eğer, bir çocuk güven ortamı içinde yetişmişse;
İnançlı olmayı öğrenir.

Eğer, bir çocuk kabul ve onay görmüşse;
Kendini sevmeyi öğrenir.

Eğer, bir çocuk aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse;
Bu dünyada mutlu olmayı öğrenir.

Dorothy Law Nolte
 
Hayatın Eşsiz Merhemi: UMUT

Hayat sahnesine çıktığımız andan itibaren, ne zaman sonlanacağını bile bilmediğimiz oyun süresince, biçilen rollere ve oynamak zorunda bırakılan “hayat” oyununa tahammül edebilmek için, yaratılmış en anlamlı bahanedir; umut.

Acının dişli çarkları arasında öğütülürken bile insan, ruhunu taşıyan cılız varlığından vazgeçmeye razı olmaz; acının onlarca çeşit işkencesine katlanmaya razı olurken. Stoalı filozof Antishenes ile Diogenes arasında geçen şu diyalog , bu duruma örnek teşkil eden bir unsur niteliğini taşır: Filozof Antishenes acının demir parmaklıklarıyla örülü, hasta yatağında çektiği ızdıraplardan kendisini kurtaracak birini istediğinde, ziyaretine gelen Diogenes ona bir hançer uzatarak acılarından hemen kurtulabileceğini söylemiştir. İçinde yaşanılan tüm olumsuzluklara rağmen hayata bağlılığın önemli bir göstergesini taşıyan Antishenes’ in Diogenes’ e yanıtı; “Hayatımdan değil, acılarımdan kim kurtaracak?” olmuştur.

Böylesine umutsuzluklar silsilesinin pençesine düşmüş bir haldeyken bile, akıl almaz bir biçimde hala umudu düşlemek, henüz gerçekleşmediğine kanaat getirilen o gerçekleşme istencindeki inançta saklıdır; William Faulkner’ın da söylediği gibi, “Acılı bir hayatla hayatsızlık arasında bir seçim yapmamı söyleseler, hiç duraksamadan acılı hayatı seçerim. İnsanlar hayatın ne kadar kötü olduğunu söylerse söylesinler, ben umudumu asla kaybetmedim. Henüz nasıl umut kaybedileceğini öğrenmedim.” İşte bu yüzdendir ki, acılarla bezenmiş olan umutsuzluk resmini seyrederken bile insan uzun uzadıya, karartıların arasına gizlenmiş olabileceğine inandığı umut ışığını arar ölesiye, hiç yitirmediği inancıyla birlikte. Ne zaman ki aradığı o ışığı bulur, işte o zaman bir kat daha artmış olan gücüyle meydan okumaya devam eder, kaldığı yerden.

Son gibi görünen ve aslında sonsuzluğun başlangıcına doğru yapmakta olduğumuz yolculukta ki, tüm yolların dikenlerinden arınmış bir gül bahçesine çıkacağına inanma fikri, kendimizi bile asla inandıramayacak olduğumuz, kötü bir yalan olurdu herhalde. Ki; yaptığı hatalarla edindiği deneyimleri sayesinde, hayatın mutluluğa ve acıya, sevince ve üzüntüye, korkuya ve güvene… eşit değer biçtiğini bilen insan; nasıl olur da acıdan ve üzüntüden kaynaklanan olumsuzlukların hayatına hükmettiği süreçlerde, takındığı ümitsizlik prangalarıyla amaçsız bir bekleyiş içinde zamanını doldurmayı tercih eder, sessizce? Oysa ki “ümitsizlik” olarak nitelendirilen mevcut durumlar, aşılması zor ve imkansız güçlüklerden değil; olumsuzlukların ve sınırlılıkların hapsettiği zihnin ürünlerinden kaynaklanır. “Yaşamda ümitsiz durumlar yoktur, ümitsizlik besleyen insanlar vardır yalnızca” diyen Clara Booth’ da bu olguya işaret etmiştir.

Kolay değildir elbette, umutla beslenen zorlu bekleyişlerin sürekliliğini sağlamak, hayatın sürpriz getirilerine rağmen. Hiç kuşkusuz ki, bu uzun bekleyişler sabırlı ve inatçı olmayı da zorunlu kılacaktır, beraberinde. Gösterilen kararlılık süresi ölçüsünde, gerçeğe dönüştürülmüş umutlarla biten bir bekleyiş, yerini yeni umutlara ve başka bekleyişlere bırakacaktır, bir kısır döngü gibi.

Hayatınızı renklendiren umut ışığının, her daim parlaması dileğiyle…
 
Yaşama Dair Satır Araları


Yaşamda bir kez gitti mi dönmeyen üç değer:
Zaman, sözcükler, fırsat...

Yaşamda hiç bir zaman yitirilmemesi gereken üç deger:
Barış, umut, dürüstlük...

Yaşamda, üzerinde yüksenilen üç dayanak:
Sevgi, kendine güven, dostluklar...

Yaşamda sürekliliğine güvenilmeyen üç deger:
Başarı, sağlik, zenginlik...

Yaşamda kişiyi geliştiren üç deger:
Çok çalışma, içtenlik, azim...

Yaşamda kişiyi körelten üç öğe:
Cesaretsizlik, gurur, öfke....

Yaşamda önemli altı sözcük:
"Ben hatalıydım, bu gerçeği kabul ediyorum"

Yaşamda önemli beş sözcük:
"Gerçekten harika bir iş başardın"

Yaşamda önemli dört sözcük:
"Bu konuda ne düşünüyorsun?"

Yaşamda önemli üç sözcük:
"Sana yardımcı olayım."

Yaşamda önemli iki sözcük:
"Teşekkür ederim."

Yaşamda en az önemli tek sözcük:
"Ben"
 
Başarı hakkında neye inanırsan onu yaşarsın!

Hepimiz başarı hakkındaki fikirlerimizin sonuçlarını hayatımızda yaşarız. Kendinizi ve hayatı nasıl tanımlarsanız, öyle yaşarsınız. Beyinin kendini gerçekleştiren kehanetler kurma gücü çok yüksektir. Dr.Davit J.Schwartz’a göre: “Bir şeyin imkansız olduğuna inanırsanız aklınız bunun neden imkansız olduğunu ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyin yapılabileceğine inandığınızda, gerçekten inandığınızda aklınız onu yapmak üzere çözüm bulmanıza yardım etmek için çalışmaya başlar” Madem düşüncelerimizin "kurbanıyız", o zaman bizi başarıya götüren düşüncelerle beynimizi beslemeliyiz.
 
Görebilmek​

Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa :

- Buraların yabancısıyım demiş. Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler.

Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra :

- Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.

Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez:

- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz, diye gülümsemiş çocuk. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.

- İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?

- Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.

Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde farketmiş çocuğun kör olduğunu.

Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini farkettiğini. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:

- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?

Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:

- Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.

Gösterdim. Gördü anlamına gelmez.

Söyledim. Duydu anlamına gelmez.

Duydu. doğru anladı anlamına gelmez

Anladı. Hak verdi anlamına gelmez.

Hak verdi. İnandı anlamına gelmez.

İnandı. Uyguladı anlamına gelmez.

Uyguladı. Sürdürecek anlamına gelmez.

Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda sorunun bizde olduğu gerçeğine vakıf olduğumuz gün her şey çok değişecek ve bu sorunun tek kaynağı kendimiziz.
 
cok guzel bır yazı bazen gozlerımızı kapamak veya hayata oldugu gıbı bakmak ne cok sey farkettırıyor
 


Bilinen bir kuraldır: Kullanılmayan organ körelir! Kullanılan organ da gelişir. Sürekli TV seyrederek beyninizi “düşük viteste” çalıştırmayın. Beyninizin sınırlarını zorlamayan etkinlikler, beyninizi geliştirmez. Beyin “garbage in, garbage out” ilkesine göre çalışır. Bu kuralın Türkçe meali şudur: “Beyninize çöp girerse, beyninizden çöp çıkar.” Beyninize ne verirseniz, onu size verir. Beyininizi birinci sınıf kaliteli bilgiyle besleyin!
 
Geri
Top