• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

İzmir Antik Kentleri (Ege Bölgesi)

  • Konuyu açan Konuyu açan ZeyNoO
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
İzmir Antik Kentleri (Ege Bölgesi)

Ephesos (Efes)
İzmir İli Selçuk İlçesi sınırları içindeki antik Efes kenti'nin ilk kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına, Neolitik Dönem olarak adlandırılan Cilalı Taş Devri'ne kadar inmektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalar ve kazılarda Efes çevresindeki höyükler (tarih öncesi tepe yerleşimleri) ve kalenin bulunduğu Ayasuluk Tepesi'nde Tunç çağları ve Hittitler'e ait yerleşimler saptanmıştır. Hititler Dönemi'nde kentin adı Apasas'tır. M.Ö. 1050 yıllarında Yunanistan'dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, M.Ö. 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise, Büyük İskender'in generallerinden Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur. Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Asya eyaletinin başkenti ve en büyük liman kenti olarak 200.000 kişilik nüfusa sahipti.
Efes, Bizans Çağında tekrar yer değiştirmiş ve ilk kez kurulduğu Selçuk'taki Ayasuluk Tepesi'ne gelmiştir. 1330 yılında Türkler tarafından alınan ve Aydınoğulları'nın merkezi olan Ayasuluk, 16.Yüzyıl'dan itibaren giderek küçülmeye başlamış, 1923 yılında Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra Selçuk adını almış ve bugün 30.000 kişilik nüfusa sahip turistik bir yerdir.

Antik dünyanın en önemli merkezlerinden biri olan Efes, İ.Ö. 4.bine dek giden tarihi boyunca uygarlık, bilim, kültür ve sanat alanlarında her zaman önemli rol oynamıştır.

Doğu ile Batı (Asya ve Avrupa) arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes'in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır.
Ancak, Efes antik çağdaki önemini yalnızca büyük bir ticaret merkezi olarak gelişmesini ve başkent oluşuna borçlu değildir. Anadolu'nun eski anatanrıça (Kybele) geleneğine dayalı Artemis kültünün en büyük tapınağı da Efes'de yer alır. Bu tapınak dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilir.

Efes tarihi boyunca birçok kez yer değiştirdiğinden kalıntıları geniş bir alana yayılır. Yaklaşık 8 km²lik bir alana yayılan bu kalıntılar içinde kazı-restorasyon ve düzenleme çalışmaları yapılmış, ziyarete açık olan bölümlerdir.

1- Ayasuluk Tepesi (İ.Ö. 3. bine tarihlenen en erken yerleşim ile Bizans Devrine ait, Hıristiyanlık dünyası için büyük önem taşıyan St. Jean Kilisesi),

2- Artemision (İ.Ö. 9-4. yüzyıllara ait önemli bir dini merkez; dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı)

3- Efes (Arkaik-Klasik-Hellenistik-Roma ve Bizans Devri yerleşimi),

4- Selçuk (Selçuklu, Osmanlı Dönemi yerleşimi ve bu yerleşimi barındıran, bugün önemli bir turizm merkezi olan modern kent),

Antik Çağda önemli bir uygarlık merkezi olan Efes bugün de yılda ortalama 1,5 milyon kişinin ziyaret ettiği önemli bir turizm merkezidir. Efes'teki ilk arkeolojik kazılar British Museum adına J.T. Wood tarafından 1869 yılında başlamıştır. Wood'un ünlü Artemis Tapınağını bulmaya yönelik bu çalışmalarına 1904 yılından sonra D.G. Hogarth devam etmiştir. Bugün de çalışmalarını sürdüren Avusturyalıların Efes'teki kazıları ilk olarak 1895 yılında Otto Benndorf tarafından başlatılmıştır. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nün 1. ve 2. Dünya Savaşları sırasında kesintiye uğrayan çalışmaları 1954 yılından sonra aralıksız devam etmiştir.

Efes'te Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nün çalışmalarının yanı sıra 1954 yılından itibaren Efes Müzesi de T.C. Kültür Bakanlığı adına kazı, restorasyon ve düzenleme çalışmalarını sürdürmektedir.

EFEST'TEKİ ANTİK YERLER:

ST.JEAN BAZİLİKASI

Bizans İmparatoru Justinyen'in MS.6.yy.'da St.Jean adına yaptırdığı bazilika,Ayasuluk Tepesi'nde yer almaktadır. 40X110 metre boyutlarındadır.Batıdan girilen yapının planı bir haç'ı andırır.

Kilise kısmı kalın fil ayakların taşıdığı altı büyük kubbe ile örtülü olan bazilike ve Nartex bir kubbe ile örtülüdür.

Bazilika'nın ortasında kubbe altında ve zemin seviyesi altında olan St.Jean Mezarı'nın doğu tarafında rahiplerin oturdukları kısımlar bulunur.Bu yapılar kiliseden yarım daire biçiminde ayrılır.Mezar alanının kuzeyinde aziz resimlerden oluşan fresklerin bulunduğu kilisenin restore edilen sütun başlıkları üzerinde İmparator Justinyen ile karısı Theodora'nın monogramları vardır.

ARTEMİS TAPINAĞI
Efes'lilerin ilk yerleşimlerinin bu tapınağın olduğu yerde bulunduğu bilinmektedir.Daha sonra bir depremle tapınağın yıkılması üzerine Roma İmparatorluğu'nun yardımı ile Efes'liler tapınağı yeniden ve daha gösterişli bir biçimde inşaa etmişlerdir.Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen Efes Artemis Tapınağı'nın bugün sadece temel kalıntıları bulunmakatdır.

Selçuk'tan Kuşadası Yolu'na girişte sağda bu görkemli tapınağın kalıntıları ile karşılaşılır.Bakir Doğa Tanrıçası Artemis inancının köken itibarı ile bir Anadolu inanışı olduğu ve kaynağının Hititlerin ana tanrıçası Kibele'ye dayandığı bilinmektedir. Efes'te bu iki ana tanrıça bolluk ve bereket timsali olarak anılmakta ve İlyada Destanları'nda da doğum yeri olarak eski Yunancada bıldırcın anlamına gelen " Ortyge " olduğu bildirilmektedir.Ortyge'nin bugün Efes'te kurulduğu yer olan Bülbül Dağı'ı olduğu kaynaklarda yer almaktadır. Artemis Tapınağı 127 sütunlu olup cephedeki 36 sütunu kabartmalıdır. Tapınağın 125 metre uzunluğu,60 metre genişliği ve 25 metre yüksekliği olabileceği düşünülmektedir.Tapınağın en eski kalıntılarının MÖ.6 yüzyıla kadar tarihlendiği,tapınağın ikinci kez yapılışında ölçülerin 105 metre uzunluk,55 metre genişlik,25 metre yükseklik ile 600 metrekarelik bir alana yayıldığı bilinmektedir.

En son olarak MS.263 yılında Got'lar tarafından saldırıya uğrayan tapınak yıkılmış ve yağma edilmiştir.1869 yılında İngiliz Wood tarafından bulunan Artemis Tapınağı'nda 1904'de yine İngiliz olan Hogart kazılarını sürdürmüştür.Bugün Ören yerindeki kazılar Avusturya'lılar tarafından yapılmaktadır.

YEDİ UYURLAR
İzmir ili Selçuk ilçesinde Yedi Uyurlar Mağarası bulunmaktadır. Yedi Uyurlar yüzyıllar boyunca Anadolu'da yaşayan ve din kitaplarına da girmiş bir öyküdür. Yedi Uyurlarla ilgili Selçuk'taki mağaranın yanı sıra Anadolu'da, Diyarbakır Lice ilçesine 15 km. uzaklıktaki İnceburun Dağları'nda da aynı isimli bir mağara bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Yedi Uyurların Afşin-Elbistan, Eskişehir ve Tarsus'ta da makamları vardır.

Yedi Uyurlar tarihi çağlarda yaşamış, Yamliha, Mekselina, Meslina, Mernuş, Debernuş, Saznuş ve çoban Kefeştatyus isimli yedi gencin başından geçen mucizevî bir olaydır. Bu olay kutsal kitaplarda ve tarihi kaynaklarda da yer almış, çeşitli el yazmalarına da konu olmuştur. Yedi Uyurlar mucizesi Kuran'ın 110 ayetten meydana gelen Kehf Suresinde (18.sure) 8 ile 25. ayetleri arasında anlatılmıştır.

Yedi Uyurlar öyküsüne göre, çok tanrılı dinin hüküm sürdüğü kentte yedi genç adam Hıristiyanlığa ve tek tanrıya inanmışlardı. O sırada yöreyi yöneten kral zalim olduğu kadar koyu bir pagan idi. Tebaasının tüm dinsel özgürlüğünü sıkı kontrol altına almıştı. Bu baskıdan kurtulmak için çare arayan gençler bir mağaraya sığınmışlardır. Bu olay aynı zamanda da Taberi'nin yazmış olduğu Tafsir-ül Menakip Tercümetu'l Mevait isimli eserinde de anlatılmıştır:

“Efsus, Dekianus'un darül mülkü olup, ahalisini putperestliğe teklif edip itaat eden, halâs etmeyen katlolurdu. Kişizadelerden hüdaperest genç altı kimse ile bir güşede bu cabbaranın fitnesinden halas için dua ile meşgul idiler. Bu hallerinde iken Dekiyanus'a haber verilip anleri ihsar ve tehdidi besiar eyledi. Anler tariki tevhitte sebat gösterüp şirki kabul etmediler. Dekianus anlerin cemi mâlini ahs ile siz civanlarsınız, size 2-3 gün mühlet veririm, halas vaktinizi fikredin deyup kendisi bir gayri şehre gitti. Ol civanlar fırsatı ganimet bilup, ba'delmüşavere firara karar kıldılar. Yolda giderken bir çobana rast gelup, anların dinine muvafakat eyledi. Çobanın kelbi Kıtmir dahi bunlara tabi olup, akeplerince giderdi. Her ne kadar menettilerse mümkün olmayup ahirkâr Haktaâla ol kelbe lisan kerem edüp benden korkmayın ben Allahu teâla'nın ve sizin dostunuzum. Siz uykuda iken ben size pâsbanlık ederim dedi. Dağa yakın geldiler çoban bunlara ben bu dağda bir mağara bilirim, ol mağarada gizlenmek mümkündür deyu ittifakla ol mağaraya müteveccih oldular ve girdiler.”

Gençler bu olayın ardından orada uykuya daldılar ve 309 yıl uyudular. Bu bölüm Kuran'da da anlatılmıştır:

”Baksaydın güneşin mağaranın sağından doğarak solundan battığını, onların da mağaranın içinde olduğunu görürdün. Bu Allah'ın mucizelerindendir. Onları mağarada uykuya daldırdık ve yıllarca hiçbir şey hissetmediler. Uyanık sanırdın onları. Oysa uyuyorlardı. Sağa sola döndürdük onları köpekleri de uzatmıştı kollarını eşiğe. Görseydin eğer içine bir ürküntü dolarak geri döner, hemen kaçardın.”

Bu olay sırasında Pagan kral gençlerin peşini bırakmamış, askerleri mağarayı bulmuşsa da içeriye girmeleri mümkün olmamıştır. Bunun üzerine kral gençleri açlık ve susuzluğa mahkûm ederek mağaranın ağzını bir duvar ile ördürmüştür. Aradan yıllar geçmiş bu olay unutulmuş. Bazı hayvan sahipleri mağaranın ağzındaki duvarı yıkarak içerisini ağıl olarak kullanmışlardır. Ancak içeride uyuyanları görememişlerdir.

Uzun bir uyku döneminden sonra gençler uyanmış ve 300 yıldan fazla uyuduklarını bir türlü anlamamışlardır. Uyandıktan sonra birbirlerine içeride ne kadar uyuduklarını sormuşlar bir veya yarım gün uyuduklarını sanmışlardır. Karınları acıkmış, içlerinden birisinin çarşıya giderek yiyecek almasını istemişlerdir. Bu gençlerden Yemliha gümüş bir sikke ile kente gitmiş, ekmek almak üzere fırına girmiş. Elindeki parayı fırıncıya verince fırıncı paranın geçerli olmayıp, çok eski yıllara ait olduğunu görünce, ondan şüphelenmiş ve ihbar etmiş. Genç, dönemin kralının huzuruna çıkarılmıştır. Ancak Hıristiyanlık kabul edilmiş paganlık sona ermiştir. Gencin söylediklerine önce inanmak istememişler, sonra da bir mucize ile karşı karşıya olduklarını anlamışlardır. Bunun üzerine devrin Başpiskoposu bu gençle konuşmuş ve genç mağaraya geri dönmüştür. Arkadaşlarına 300 yıldan fazla uyuduklarını anlatmış. Sonra tekrar uyumuşlar ve bir daha da uyanmamışlardır. Bu olaydan sonra gençlerin ebedi uykularına yattıkları bu yere bir kilise yapılmıştır.

Günümüzde yedi gencin mezarı Efes antik kentinin dışında Vedius Gymnasium'un yanından doğuya doğru sapan yolun sonundadır. Bu mezarları Avusturya Arkeoloji Enstitüsü ekibi 1927–1928 yıllarında ortaya çıkarmıştır. Burada yedi mezardan daha çok mezarla karşılaşılmıştır. Mezarların bazıları mahzen mezar (kripta), bazısı mezar odası, bazısı da colonbariumları andıran bölmeler halindedir. Yapımlarında bazılarında kayalar oyulmuş, bazılarında moloz taş ve tuğlalar kullanılmıştır.

Günümüzde bazıları yıkık bazıları harap olan bu mezarların ve şapelin duvarlarında freskolar bulunmaktadır. Bezemelerde Helenistik Çağ süsleme sanatının unsurları, daha geç devirde kullanılan çiçek bezemeleri ve girlantlar görülmektedir. Büyük olasılıkla bu resimler MÖ. V.-IV. Yüzyılları yansıtmaktadır.
 
EFES'TE GÜNÜMÜZE GELEN KALINTILAR

VEDIUS GYMNASIUM

MS. 2.yy.’da Vedius Antonius adına zengin bir Efes’li tarafından yaptırılan yapı simetrik bir plana sahiptir.Doğuda avlusu,ortada yer alan tören salonu,soyunma odası ve hamamları ile dönemin özelliklerini karekterize deden sportif ve kültürel eğitimin yapıldığı görkemli bir mekandır.

STADYUM

Vedius Gymnasium’dan sonra harabelere doğru sol tarafta stadyum vardır.230X40 metre boyutlarında olan stadyum,Panayır Dağı’nın kuzey yamaçlarına kurulmuş ve sağ cephesi doğal kayalara oturtulmuştur.

Roma İmparatoru Neron döneminde ( MS. 54-68 ) yapıldığı ileri sürülen stadyumun doğu bölümünde glatyatör oyunları için bir bölme ve yine hayvanlar için de bir kısım bulunmaktadır.Sportif tüm yarışların, oyunların, olimpiyat düzenlemelerinin,araba yarışlarının yapıldığı stadyumun, döneminin sportif ve kültürel tüm gereksinimini karşıladığı sanılmaktadır.

AKROPOL

Stadyumun karşısında bulunan tepede kurulu Akropol’ün MÖ.6 yy.’da yapıldığı sanılmaktadır. Tepenin kuzey batısında MÖ.350 yıllarına ait bir tapınak bulunmaktadır.

BİZANS HAMAMLARI

İzmir ili Selçuk ilçesi, Ephesos antik kentinin kuzey yönündeki meydan ortasında bulunan bu hamam karmaşık bir plan düzeni göstermektedir. Büyük olasılıkla MS. VI. yüzyılda yapılmıştır.

Kesme taş ve mermerden yapılan hamamın batı cephesini boydan boya kaplayan büyük bir salon bulunmaktadır. Bu salonun dinlenme amaçlı yapıldığı sanılmaktadır. Bunun doğu yönünde, cadde üzerinde birbirlerinden ayrı iki yapı daha dikkati çekmektedir. Bunlardan güneydekinin ortasında yarım yuvarlak olan bölümün ne amaçla kullanıldığı bilinmemekle birlikte bir salon görünümündedir. Buradan doğu ve batıya açılan kapılarla da daha küçük salonlara geçilmektedir. Diğer yapı daha karmaşık bir plan düzeni göstermektedir. Bu yapının ortasındaki üzeri tonozla örtülü olduğu sanılan hamamın sıcaklık kısmı ile doğusunda da küçük yıkanma yerleri bulunmaktadır. Hamamda yapılan kazı çalışmaları sırasında çok sayıda küp ile karşılaşılmıştır.

ÇİFTE KİLİSELER ( Konsül Kilisesi )

İzmir Selçuk ilçesinde, antik Ephesos kentinin sınırları içerisinde, Bizans hamamlarının karşısında bulunan bu kilise, antik kentin güney kapısından girildikten sonra batıya uzanan yol üzerinde yer almaktadır. Kilise büyük olasılıkla MS. II. Yüzyılda İmparator Hadrianus (117–138) devrinde yapılmış Roma dönemine ait bir yapının üzerine Bizans döneminde bazilika olarak yapılmıştır. Bu dönemde Meryem Ana’ya adanan yapıda 431–438 yıllarında konsül toplantıları yapılmıştır. Bu kilisede 431.Konsil toplanmış ve Hz. Meryem’in Tanrı anası olduğu kabul edilmiştir.

Bu yapıyı J.Keil, Mousion olarak tanımlamış, E.Reisch bu yapının borsa binası (Deigma) olduğunu iddia etmiştir. Bu kalıntı üzerine yapılan kilise Aziz Markus adına izafe edilmiştir. Burada yapılan kazılarda 1904 yılında ortaya çıkarılan bir kitabede de kilisenin Hz. Meryem için yapıldığı belirtilmiştir. Bu bakımdan yapının kimin adına yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır.

Kilisenin ilk yapımında üç nefli olduğu, daha sonra yapılan ilavelerle beş nefe çevrildiği sanılmaktadır. Kilise 26.50x29.50 m. ölçüsündedir. MS. VII. Kilisenin apsidine açılan bir kapı ile geçilen ikinci bir kilise yanına yapılmış ve böylece kilisenin adı Çifte Kiliseler’e dönüşmüştür. Bunun yanına da papazların yaşadığı bölümler eklenmiştir.

Yapı kesme taştan dikdörtgen planlı olup, önünde sütunlu bir girişi bulunmaktadır. Kilisenin narteksi taban mozaikli olup, ayrıca vaftiz yerinin ortasına da vaftiz havuzu yapılmış ve bu bölümün duvarlarına kabartma haç motifleri yerleştirilmiştir.

LİMAN HAMAMLARI

İzmir ili Selçuk ilçesi, Ephesos antik kentinde Liman ile Gymnasion arasında Liman Hamamı bulunmaktadır. Hamam MS.II. yüzyılda yapılmış ve İmparator II.Constantinus (337-361) zamanında onarılmıştır.

Ephesos’un en büyük yapılarından biri olan hamam kuzey-güney yönünde, 160x170 m. ölçüsünde ve 28 m. yüksekliğindedir. Roma dönemi hamamlarında olduğu gibi doğusunda yapının bütününü kapsayan uzun bir salona yer verilmiştir. Bunun ortasında frigidarium (sıcaklık), iki yanında da soyunma odaları bulunmaktadır. Frigidariumun ortasında 30 m. uzunluğunda elips şeklinde büyük bir havuz vardır. Bu bölüm duvarlara dayalı olarak 11 m. yüksekliğinde pembe ve gri granit sütunlarla çepeçevre kuşatılmıştır. Sütunların başlıkları mermerden kompozit üsluptadır. Bunlar tuğladan yapılmış tonozlu çatıyı taşımaktadır. Soyunma yerleri büyük blok taşlardan yapılmış olup, oldukça kalın payelerle birbirlerinden ayrılmıştır. Her bölümün içerisine geniş nişler yerleştirilmiştir. Kazılarda rastlanılan heykellerin bu nişlere yerleştirildiği anlaşılmaktadır.

Hamamın sıcaklığı olan calderium frigidariumun batısında geniş ve yüksek bir salon görünümündedir.

ARKADİANA ( Liman Caddesi )

Efes’teki harebeleri gezmek için hamamların karşısında bulunan ve limana kadar uzanan mermer döşeli görkemli bir caddeye çıkılır.Bu caddeye çıkarken izlenen yolun sonunda ,çok az kalıntıları mevcut olan ve MS. 2 yy.’a tarihlenen Tiyatro Gymnasium’ u yer alır.Sağ tarafta ise Liman Gymnasium’u ve hamamı görülür.Limandan tiyatroya kadar uzanan cadde,gerçekte hellenistik dönemde yapılmış olmakla beraber,İmparator Arkadianus tarafından onartıldığından onun adını izafeten " Arkadiane " olarak bilinir.11 metre genişliğinde 350 metre uzunluğunda olan görkemli caddenin iki yanında yer alan mermer sütunlar bugün de ayaktadır.Bu cadde aşağıda limana,gerçekten sanat abidesi bir kapı ile açılır.Yan taraflarda ise dükkanlar sıralıdır.Dükkanların altında su yolu ortaya çıkarılmıştır.

Şehrin sularının kesilmesi durumunda bu su yollarından geçen kaynak sularının devreye girdiği anlaşılmaktadır.Tümüyle mermer döşeli olan Arkadiane’nin zemin döşemesi altında limana kadar uzanan bir kanalizasyon vardır.Şehrin en önemli caddesi olan bu cadde daha çok törenlerin,şenliklerin ve önemli geçitlerin yapıldığı bir caddedir.Karalların karşılandığı bir çok önemli gösterinin ve dini törenin yapıldığı bu cadde aynı zamanda limana gelen ve giden tüm mal ve servetin aktığı yol olduğundan " Liman Caddesi " olarak anılır.Kral Yolu’da denilen bu caddenin bu denli çeşitli isimlerle anılması önemli bir cadde olduğunu göstermektedir.


TİYATRO GYMNASIUMU

Arkadiane’nin sağ tarafında yer alan MS.2 yy.’a tarihlenen Tiyatro Gymnasium’undan günümüze çok az kalıntı gelebilmiştir.Planlı bir yapı olan eserde atletizm oyunlarının yapıldığı bilinmekte ve yarışmaların yapıldığı bir avlu ve bu avluyu çevreleyen portiko halen gözlenebilmektedir.


TİYATRO

Efes Harabeleri’nin en güzel yapılarından biri olan tiyatro oldukça sağlam kalmış ve restorasyonlarlabugün de Efes Festivali gibi şenliklerde rahatlıkla kullanılmaktadır.Bu güzel ve 25.000 kişi kapasiteli büyük bir tiyatronun kuzey batısında 2 ionik sütunlu hellenistik bir çeşme yerleştirilmiştir.

Tiyatronun ilk kez hellenistik dönemde yapıldığı bilinmekte ise de bugüne gelen tiyatronun İmparator Cladius zamanında yeniden inşaasına başlatıldığı,İmparator Trianus (98-117) döneminde tamamlandığı bilinmektedir.Tiyatronun ön kısmında oldukça sağlam ve iri taşlardan yapılmış soyunma yerleri belirgin şekilde görülmektedir.Bu mekanlar günümüzde " Efes Festivali " için sanatçıların soyunma yerleri olarak kullanımaktadır.İlk döneminde 3 katlı olan tiyatro her biri 22’şer basamaklı üç bölümden oluşur.Sahne binası 18 metre yüksekliğindedir.

MS. 54 yıllarında St.Paul ’un bu tiyatrodan Efes’e seslendiği ve büyük tepkiyle karşılandığı rivayet edilir.25X40 ebatlarındaki sahnenin arka duvarları son derece süslü ve nişler içinde heykellerin bulunduğu bir görünüm taşımaktadır.Akustiğin çok iyi olduğu tiyatroda,sahnenin görünmesini sağlamak açısından tribün çok dik inşaa edilmiştir.

TİCARET AGORASI

Tiyatronun karşısında yer aşlan ünlü ticaret agorası giriş kapıları ve agora alanını çevreleyen sutünları ile dikkat çeker.Esas yapı hellenistik olmakla beraber,bugün kalıntıları görülen Agora,İmparator Agustus döneminde yenilenmiştir.Dört tarafı stoa ile çevrili olan Agora 2 katlı,çift kolonlu ve dorik üslupludur.

MERMER CADDE

Efes’in güneydoğusunda bulunan Magnesia kapısından kuzeybatıda Koresos kapısına kadar uzanan yaklaşık 400 metrelik mermer cadde MS.5. yy.’da yeniden yapılmıştır.Altından geçen kanalizasyon sistemi denize kadar uzanır.Caddenin batı kanalı İmparator Neron tarafından ( MS. 54-68 ) yılları arasında yapılmıştır.Cadde seviyesinde yüksekte bulunan portikoya tivcari agoranın iki katı açılır.Mermer Caddesi ile Celsus Kütüphanesi arasındaki açık alanda Auditorium’un bulunduğu,burada konuşmaların yapılıp,şiirler okunarak söylevler verildiği bilinmektedir.

CELSUS KİTAPLIĞI

Agora’nın güney yanında yer alan Celsus Kitaplığı,MS.135 yıllarında Asya Konsülü Julius Celsus Halemaeanus adına oğlu Julius Agiula tarafından Romalı Mimar Vitruoya’ya yaptırılmıştır. 60.92x16.72 metre ebatlarındaki dıştan iki katlı içten 15 metre yüksekliğinde tek bir salondan oluşur.Salonu çevreleyen 3 katlı galerilerden duvarlara serpiştirilmiş pencerelerden ışık süzülür,arka duvardaki bir kapıdan Celsus’un mezarına geçilir.Celsus’un burada bulunan heykeli bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Roma Mimarı özelliklerini tümüyle yansıtan yapının ön cephesinin dekorasyonu devrin en güzel örnekleri arasında yer alır.Ön cephe kolonları arasında yer alan 4 kadın heykeli " Akıl ", " Kader ",İlim " ve " Erdem " öğelerini sembolize eder.Bu heykellerin orijinalleri bugün Viyana Müzesi’nde bulunmaktadır.Parşömen ruloların,kitaplıkta nemden etkilenmemesi için iki tarafı tuğladan örülmüş kapalı raflarda korundukları belirlenmiştir.Bu kitaplık kendi döneminde dünyanın sayılı bilim adamı ve düşünürünün yetişmesine aracı olmuştur.

AŞK EVİ

Mermer Cadddeden yukarı doğru çıkıldığında Kuretler Caddesi ile kesişen noktada " Aşk Evi " bulunur.Mermer yolda mermer üzerine kazılmış sol ayak ve bir kadın başı görülür.Bu dünyanın ilk reklam panosu olarak değerlendirilmektedir.Az ileride kadın bulunabileceğini haber vermektedir.MS. 1 yy.’la tarihlenen bu ilginç ev,ana bir hol ve bu hole açılan bir çok odadan oluşmaktadır.Eşk Evi’nde bulunan mozaik kız portrelerinin bu evde çalışan kızlara ait olduğu sanılmaktadır.

SKOLASTİKA HAMAMI

İzmir ili Selçuk ilçesi, Ephesos antik kentinde, Kuretler Caddesi’nin kuzeyinde, Traian Çeşmesi ile Hadrianus Mabedi arasında yer almaktadır. Efes’teki yapıların en büyüklerinden biri olan bu hamam üç katlı olarak yapılmıştır. Skolastikia Hamamı MS. I. yüzyılda yapılmış ve IV. Yüzyılın sonuna kadar çeşitli dönemlerde onarılmıştır.

Roma İmparatorluk döneminde hamamların kendine özgü kuralları vardı. Bunlardan zengin ve yoksul tüm şehir halkı yararlanırdı. Fakirlerden ücret alınmaz, zenginler ise daha çok öğleden sonra hizmetkârları ile birlikte hamamlara gider ve burada uzun süre kalırlardı. Roma hamamlarında önce apoditerium (soyunmalık)denilen bölümde soyunulur, sudotoriumda terlenir, calderiumda da yıkanılırdı. Yıkanmadan sonra da tepidariumda diğer kişilerle sohbet edilir, siyaset yapılırdı. Son olarak da frigidarium denilen soğuk havuza girilirdi.

Skolastikia Hamamı’nın iki ayrı girişi vardır. Bunlardan bir tanesi Kuretler Caddesi’nde, diğeri de doğudaki sokak içerisindendir. Bunlardan her iki kapı da apoditeriuma açılırdı. Son derece büyük ölçüdeki bu salonun içerisinde de nişler bulunuyordu. Bu nişlerden biri içerisinde MS. IV. yüzyılda hamamı son kez onartan Christian Skolastika’nın heykeli bulunmuştur.

Apoditeriumun batısında frigidarium bulunmaktadır. Bunun ortasında elips planlı soğuk su havuzu vardır. Apoditeriumun kuzeyindeki kemerli bir kapıdan hamamın ılıklığı olan tepidariuma geçilmektedir. Bu bölümün duvarlarında ve zemininin altında sıcak hava dolaşımını sağlayan künklere yer verilmiştir. Bu bölümün doğu duvarı kenarında rastlanan renkli küçük mermerlerden mozaik parçası hamamın orijinal tabanının mozaiklerle kaplı olduğuna işaret etmektedir. MS. IV. yüzyılda yapılan onarım sırasında bunun üzerine mermer kaplamalar yerleştirilmiştir. Tepidariumdan küçük ve dar bir kapı ile calderiuma girilir. Günümüze iyi bir durumda gelmiş olan bu bölümün duvarları çeşitli dönemlerde yapılmış mermer ve tuğla levhalarla kaplanmıştır. Ayrıca zemine de pişmiş topraktan sıcak havayı dolaştıran kanallar yapılmıştır. Sıcak havanın sağlandığı külhan (hippocaus) bu bölümün batısında bulunmaktadır.


HADRİYAN TAPINAĞI

Kuretler Caddesinde en güzel yapılardan birisi de Hadrian Tapınağı’dır.Bu tapınağın geriye cephe alanlığı kalmamıştır.

Tapınak Korint üsluplu olup, girişte ortada iki yuvarlak sütun ile yanlarda dikdörtgen birer paye yer almaktadır. Alınlıktaki temel üzerinde " Hadrian " adı zafer tanrıçası " Tyche " kabartması görülür.

YAMAÇ EVLER

Celsus Kütüphanesi’nden Kuretler Caddesine dönüşte sağ tarafta Bülbül Dağı’nın yamaçlarında Efes’li zenginlerin ikamet ettikleri belirtilen evler vardır.Yakın dönemde restore edilerek orijinal durumlarına biraz daha yaklaşanbu evler geniş merdivenlerle caddeye dikey olarak açılmakta,duvarlarında fresk ve mozaiklerle süslü mermer kaplamalar bulunmaktadır.

TRAİAN ÇEŞMESİ

Hadrian Tapınağı’nı geçtikten sonra biraz ileride solda Trainan Çeşmesi yer alır.Çeşme 5.20x11.09 metre ebadındadır.

İmparator Trainan’ın o zamanki dönemde kolosal heykelinin iki kat boyunca yükseldiği ve altından suların aktığı havuz çeşmenin önünde yer alır.

Bu iki katlı çeşmenin katlarını süsleyen heykellerden bazıları bugün Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.Çeşme MS.11yüzyılda yapılmıştır.

DOMİTİAN TAPINAĞI

Traian Çeşmesi’nin karşısında Domitian Tapınağı bulunur.MS.1 yy.’da Efes’liler ilk kez Roma İmparatoru Domitia adına bir tapınak dikmişler ve bununla da Roma ile iyi ilişkiler geliştirmek istemişler.Domitian Heykeli bugün İzmir Arkeoloji Müzesi’nde tapınağın giriş altarı ise Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.50X10 metre ölçülerindeki tapınağın önünde sunak bulunmaktadır.

DEVLET AGORASI

Sütunların süslendiği Kuret Caddesi’nde ilerlenerek iki Herakles kabartmasınında yer aldığı zafer takından Devlet Agorası denen alana ulaşırız.160x73 metre boyutlarındaki Devlet Agorası’nın altında eski çağlara ait kalıntılarda bulunmuştur. MS.1. yüzyılda devlet kontrolünde ticaretin yapıldığı dini ve resmi törenlerin düzenlendiği agoranın yanında dört basamakla çıkılan yer Efes’in ticaret borsası gibi bir işlevi olan bazilikasıdır.Bazilika 165 metre uzunluğunda olup MS. 1 yy.’da Romalılarca yapılmıştır.Doğu kısmında ise Bizans Dönemi’nde yapıldığı sanılan Stoa’sı bulunmaktadır.

BELEDİYE SARAYI

Efes’in kutsal mekanı sayılan Meclis Sarayı’nın sağ tarafında Hestia Sunağı bulunmaktadır.Bu sunakta sürekli olarak bir kutsal ateş yakıldığı belirlenmiştir.İki Efes Artemis’ininde Belediye Sarayı’nda bulunmuş olması buranın dini açıdan da son derece önemli bir mekan olduğunun kanıtı olarak kabul edilmektedir.

ODEON

MS. 2.YY.’da Efes’li zenginlerden Vedius Antonius tarafından yaptırılan Odeon’un zamanında üstünün ahşap kaplama olduğu kabul edilmektedir.Yaklaşık 1450 oturma yerine sahip olan Odeon resmi toplantıların yapıldığı bir yer olmakla beraber konserlerinde verildiği bir bölümdü.Odeon’un karşısında Cadde üzerinde bulunan su deposu Odeon’un önündeki bazilikanın ileri ucunda da Vedius Hamamları bulunur.Belediye Sarayı’nın olduğu alandan Domitianus Meydanı’nın doğusundaki binalardan sonra güneyinde Pollio Çeşmesi görülür.Abidevi kemerli çeşme MS. 93 yıllarında Pollio adına inşaa ettirilmiştir.Burada bulunan heykeller bugün Efes Müzesi Salonları’nda sergilenmektedir.Meryem Ana’ya giden asfalt yolun üzerinde Magnesia kapısı görülür.Mermer Caddenin bu kapıya kadar geldiği bilinmektedir.Efes Harabeleri bu noktada sona erer.

MERYEM ANA EVİ

İzmir ili Selçuk ilçesine 9 km. uzaklıkta, 420 m. yükseklikteki Bülbül Dağı üzerinde bulunan Meryem Ana Kilisesi ve Evi Hıristiyan inancına göre kutsal sayılmaktadır. Panaya Kapulu olarak isimlendirilen bu yere Hz. İsa’nın ölümünden sonra Aziz Jean tarafından Hz. Meryem’in getirildiğine inanılmıştır. Bu olaydan 431 yıl sonra düzenlenen konsil tutanaklarında da bu konuya geniş yer verilmiştir.

Buna tutanaklara göre; Aziz Jean Hz. Meryem’i burada hazırlattığı eve götürmüştür. Clement Brentano 1878’de Meryem Ana’nın hayatı ile ilgili incelemeler yaparken bu evi de araştırmıştır. Bunun ardından İzmir Koleji Müdürü Lazarist ve rahip Eugene Poulin Brentano’nun yazdıklarının doğruluk derecesini araştırmışlardır. Bu nedenle de Efes’in güneyindeki dağlarda uzun süre dolaşmışlar ve sonunda bugün Meryem Ana Evi olarak bilinen Panaya Kapulu’daki evi bulmuşlardır. Bulunan ev Katherina Emmeric (1774–1824) ve Clement Brentano’nun söylediklerine aynen uyuyordu. Bundan sonra toplanan Hıristiyan din adamları Hz. İsa’nın ölümünden sonra Hz. Meryem’in Panaya Kapulu’da yaşadığı görüşünü benimsemişlerdir. Monsenyör Timoni 1892’de burada dini bir tören yapılmasına izin vermiştir. Katolik Kilisesi bu konu üzerinde önceleri çekimser kalmış ve Papa 23.Johannes 1961 yılında bu tartışmalara son vererek burasını bir haç yeri olarak ilan etmiştir.

Günümüzde Ephesos Magnesia kapısından Bülbül Dağı’na uzanan yol Panaya Kapulu’ya gelmektedir. Buradaki küçük bir meydanda evin yanında yuvarlak sarnıç, tepenin çevresinde kemerli duvarlar görülmektedir. Ayrıca burada yapılan kazılarda da pişmiş topraktan iki lahit ve bazı mezar hediyeleri ile karşılaşılmıştır.

Hıristiyanların kutsal olarak nitelendirdiği suyun bulunduğu sarnıcın yanındaki yolun sonunda haç planlı, üzeri küçük kubbe ile örtülmüş bir kilise bulunmaktadır. Moloz taş ve tuğladan yapılmış olan bu kilise VII.-VIII. yüzyılda yapılmıştır. Meryem Ana Evi’nin kutsal haç yeri ilan edilmesinden sonra buradaki Meryem Ana Evi’nin kalıntıları üzerine küçük bir şapel yapılmıştır. Eski yapı ile sonradan yapılan şapelin duvarlarının birbirinden ayrılması için her ikisi arasına kırmızı renkte boya ile bir çizgi çekilmiştir. İki tarafında nişler bulunan kemerli bir girişten sonra tonozlu bir sahanlığa gelinmektedir. Buradaki apsiste Hz. Meryem’in heykeli bulunmaktadır. Bu heykelin XIX. yüzyılda buraya konulduğu sanılmaktadır. Bunun önünde gri renkli taban mermerlerinden ayrılan bölümün ocak olduğu saptanmıştır. Nitekim burada yapılan kazılarda MS. I. yüzyıla tarihlendirilen ev temellerinin kalıntıları ile kömür parçaları bulunmuştur. Bu bölümün güneyindeki küçük odanın doğusunda bir niş bulunmaktadır. Bu odada Müslümanlar tarafından namaz kılınmaktadır. Duvarlarında Kuran’da ismi geçen Meryem Ana ile ilgili surelere yer verilmiştir. Bazı araştırmacılar tarafından bu odanın Meryem Ana’ya ait yatak odası olduğu iddia edilmiştir.

Bu şapeli Papa VI.Paulus 1967’de Papa II.Johannes Paulus 1979’da ziyaret etmişlerdir.

İSA BEY CAMİSİ

İzmir ili Selçuk ilçesinde, Ayasuluk Kalesi ile St. John Kilisesi’nin bulunduğu tepenin batı yamacında olan bu cami, kapı üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre h.776 (1375) tarihinde Aydınoğlu İsa Bey tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Ali Bin Müşeymeş ed-Dımışki’dir. Aydınoğlu İsa Bey’in vakfiyesi günümüze gelemediğinden bu cami ile ilgili bilgiler eski gezginlerin yazdıklarından öğrenilmektedir. Evliya Çelebi bu yapıdan söz ederken kitabesini de kaydetmiştir.

Kitabe:

“Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla bu mübarek caminin inşa edilmesini büyük sultan, Millet fertlerinin maliki, İslam’ın ve Müslümanların sultanı, Devletin, dinin ve dünyanın medarı iftiharı Aydınoğlu Mehmet oğlu İsa emretti. Tanrı mülkünü ebedi kılsın. Ali İbni Dımışki yaptı ve bunu Şevval ayının 9'unda ve 776 (1375) senesinde yazdı”.

Cami Selçuk’un (Ayasuluk) Osmanlı yönetimine girmesinden sonra önemini yitirmiş ve cami de kendi haline terk edilmiştir. Zamanla harap olan bu yapı XIX. yüzyılın sonlarında çok bakımsız duruma gelmiştir. XIX. yüzyılın sonlarında bir süre kervansaray olarak kullanılmış, bu sırada da yapıda bir takım değişiklikler meydana gelmiştir. Örneğin; güney duvarındaki mihrap sökülmüş ve yerine bir kapı açılmıştır. XIX. yüzyılın sonlarında kırılan, parçalanan mihrabın üst kısmı İzmir Kestanepazarı Camisi’ne götürülmüş ve oradaki mihrabın üzerine yerleştirilmiştir. Mihrap üzerindeki kitabe frizi de yine İzmir’e götürülmüştür. Ayrıca kuzey ve doğu yönlerindeki kapılardan kitabeler başta olmak üzere mimari parçaları da yerlerinden sökülmüştür. Bu kapıların kitabelerin XIX. yüzyılın sonlarında İzmir’e götürüldüğü kaynaklardan öğrenilmektedir. Yalnızca doğu kapısındaki kitabe Çorapkapı Camisi’nin mihrabı üzerine, kuzey kapısı üzerindeki kitabe de Kestanepazarı Camisi’nin son cemaat yerindeki pencere üzerine yerleştirilmiştir.

İsa Bey Camisi Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün Efes’te yaptığı kazı çalışmaları sırasında G.Niemann 1895’te bu yapıyı da incelemiş ve küçük çapta da olsa düzenleme çalışmaları yapılmıştır. Sonraki yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı ve İzmir Vakıflar Müdürlüğü 1934 yılında ortaklaşa bir restorasyon çalışması yapmıştır. 1988 yılında ise Vakıflar Genel Müdürlüğü yapıyı bir kez daha restore etmiş ve düzenlemiştir.

Yapının bulunduğu alanın bir yamaçta olması, kuzey ve doğu cephelerini büyük ölçüde etkilemiştir. Bu nedenle de kuzey ve doğu cephelerinde çok az sayıda pencere açılmıştır. Ancak yapının anıtsal görünümü düz bir arazide bulunan güney ve batı cephelerinde açıkça görülmektedir. Batı cephesinde diğer cephelerdeki kesme taş, kireç taşı ve devşirme malzeme uygulanmamış, bütün yüzey düzgün devşirme bloklarla kaplanmıştır. Bezeme yönünden de bu cephe diğerlerinden daha farklı görünümdedir.

Cami enine gelişen iki nefli bir ibadet mekânı ile buna kuzey yönünde eklenen revaklı bir avludan meydana gelmiştir. Batı cephesinde cami ile avlu duvarlarının birleştiği noktada anıtsal bir giriş kapısı bulunmaktadır. Kapının iki yanında, zemin kısmında sıra halinde nişler görülmektedir. Günümüzde camekânla kapatılan bu nişlerin aslında aptes alma muslukları olarak kullanıldıkları sanılmaktadır. Bu nişlerin üzerinde bulunan pencereler iki sıra halinde tüm cepheyi kaplamaktadır. Böylece yapıya, alt sırada nişler, üst sırada da pencerelerle cephe üçlü bir görünüm verilmiştir. Buradan iki yandaki merdivenlerle çıkılan mermerden bir taç kapı yer almaktadır. Bunun üzerine de günümüzde şerefeden yukarısı yıkılmış olan minare yerleştirilmiştir. Doğu kapısının üzerinde de bu minarenin bir benzerine yer verilmiştir. Ancak bu minare günümüze ulaşamamış, XVII. Yüzyıldaki gravürlerde de görülmemektedir.

Giriş kapısından dikdörtgen planlı, ortasında sekizgen bir havuz olan avluya girilmektedir. Avlunun üç yönden revakla kuşatıldığı günümüze gelebilen izlerden anlaşılmaktadır. Antik yapılardan buraya getirilmiş 12 sütun bu bölümün revaklarla kuşatıldığının kanıtıdır. Geniş kemerlerle birbirine bağlanan bu sütunlar ve duvarlardaki konsollar, tuğla kemer izleri, revaklarının üzerinin örtülü olduğunu da göstermektedir.

Caminin ibadet mekânı 18.00x48.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, ortasındaki sekizer metre aralıklarla dizilmiş dört granit sütunla iki eşit sahna ayrılmıştır. Bunlar mihrap yönünde dik bir sahınla (transept) kesilmiş ve ortaya çıkan birbirine eşit iki mekân yan yana 9.00 m. çapında yüksek kasnaklı birer kubbe ile örtülmüştür. Sekizgen kasnaklı olan bu kubbelerden birincisine Türk üçgenleri ile diğerine de pandantiflerle geçilmiştir. Buradaki büyük sütunların antik limanın yanındaki hamamdan getirildiği sanılmaktadır. Bu kubbelerin dışında kalan bölümler çift meyilli çatılarla örtülmüştür.

İsa Bey Camisi Aydınoğulları dönemini yansıtan mimarisinin yanı sıra bezemeleri ile de dikkati çekmektedir. Batı cephesindeki pencere ve giriş kapısı üzerinde zengin ve renkli taş bezemelerle karşılaşılmaktadır. Ayrıca pencerelerde geçme örnekleri ile düğümlü geçmeler birlikte kullanılmıştır. İbadet mekânında mihrap önü kubbesi mozaik çini tekniğinde yapılmış pandantifleri firuze, kahverengi ve koyu mavi renkte çinilerle kaplanmıştır. Bu çinilerin arasına tuğlaların yardımı ile altı köşeli yıldızlar ve altıgenlerden meydana gelen geometrik bir bezeme meydana getirilmiştir.

AYASULUK KALESİ

İzmir ili Selçuk ilçesinde St. Jean Bazilikası ve İsa Bey Camisi’nin bulunduğu Ayasuluk Tepesi’nde bulunan kale VII.-VIII. yüzyıllarda Arap akınlarının yörede etkili olması üzerine Bizanslılar zamanında yapılmış ve şehir koruma altına alınmıştır. Bu nedenle de St.Jean Kilisesi’nin bulunduğu alanın çevresi 20 kule ve onları birbirine bağlayan surlarla çevrilmiştir. Selçuklular ve Osmanlılar da bu kaleyi onarmış ve daha güçlendirerek kullanmışlardır.

Kesme taş ve moloz taştan yapılan kale ve surların Ephesos antik kentine yönelik bir de görkemli bir kapısı bulunmaktadır. Bu kapıdan içerisine girilen kilisenin duvarlarında ise Troia kahramanlarından Achileus’un yaşamı ile ilgili bir friz bulunuyordu ki bu friz günümüzde Abbey Galeri’sinde bulunmaktadır. Kapıdan sonraki Atrium 34.70x47.00 m. ölçüsünde olup, arazi konumu buradaki duvarların yükseltilmesi ile giderilmiştir.

Kalenin anıtsal giriş kapısı dışında biri güneyde, diğeri de batıda olmak üzere iki giriş kapısı daha bulunuyordu. Kalenin ana giriş kapısı yöredeki Roma yapılarından alınmış taşlarla yapılmıştır. Surlar on beş burçla sağlamlaştırılmış olup, günümüzde büyük bir bölümü restore edilmiştir.
 
Airai (Erai) Antik Kenti

Aira,Teos antik kentinin kuzey limanında,Sığacık körfezinin kuzey kıyısındaki Demircili köyü yakınındadır.
Aira isminin Hellen dilinde bir anlamı yoktur. Thoukydides ile Strabon'un Erai diye sözünü ettiği kentin İlk Çağ tarihi ile ilgili bilgiler yok denecek kadar azdır.Aira sözcüğü Anadolu kökenli bir kelimenin Hellen diline uyarlanmış bir şekli olabilir. Ha-ellen dilindeki karşılığı “Demirci çekici” anlamına gelir.

Thoukydides'den öğrendiğimize göre, Atina-Sparta savaşında Atinalıların yanında yer almış, sonra da onlara baş kaldırmıştır. Çevrede açık hiçbir kalıntıya rastlanmamaktadır. Yalnızca sağda solda sütun parçaları ve bazı evlerin duvarlarında da sütun başlıklarına rastlanmaktadır. Muhtemelen uzun yıllar boyunca bu kentçiğin taşları deniz yoluyla diğer kentlere taşınmıştır. Bazı temel kalıntılarının dışında çok sayıda çanak çömlekle karşılaşılmıştır.
 
Claros (Klaros) Antik Kenti

Claros'un ( Ahmetbeyli ) kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, MÖ.7 ve 6 yy. başında Kolophon'un baş tanrısı Apollo adına inşa ettiği sanılmaktadır.Dor uslübu ile yapılmış olan Apollo Tapınağı gizli güçlere sahip kahinleri ile dünyaca ünlüydü.Claros bağımsız bir kent olmamış, sürekli olarak Kolophon'a bağlı olarak gelişmiştir.MÖ.2 yy.'da yapıldığı sanılan Propylea'dan Apollo Tapınağı'na giden iki taraflı sütunlar ve heykellerle dolu bir kutsal yol bulunur.Propylea'da kâhine danışmaya gidenlerin yazdıkları kitabeler bulunmuştur. Cella'nın üstündeki Apollo Heykeli 7.5 metre yüksekliğindedir.Tapınağın önünde 2.5 metre uzakta anıtsal bir altar bulunmaktadır. Antik çağın ünlü kehanet merkezi olarak nitelenen Claros, XX.yy.ın başından başlayıp günümüze kadar gelen kazılarla tamamen ortaya çıkarılmıştır.

İzmir'in 50 km. güneyinde, Kolophon'un 13 km.güney-doğusunda, Notion'un 3 km.kuzeyinde Ephesos'un da 18 km. batısındadır.
Claros sözcüğü Hellen dilinde kısmet çekimi veya arazi anlamına gelirse de Bilge Umar, asıl kökeninin Luwi dilindeki kıyı veya iskele olan Kalara dan geldiğini belirtir.

Tanrı Apollon'un Delphi'den sonra en önemli bilicilik merkezlerinin Anadolu'da olması nedeniyle Hellenistik dönemde (M.Ö.300-M.S.20) de büyük ün yapmış ve bu özelliğini Roma çağında da sürdürmüştür. Claros,Tanrı Apollon'a adanmış Anadolu'daki kutsal bilicilik merkezlerinin en önemlilerinden biridir. Buranın düzlükte kurulmasının nedeni vadideki kutsal su kaynağı ile onun hemen yakınında dişbudak ve defnelerden meydana gelen ormandır. Homeros başta olmak üzere Hellenistik ve Roma Çağı tarihçilerinden öğrenildiğine göre Apollon'un bilicileri mabedin altında bir mağaraya veya yer altı odasına girerek oradaki kutsal suyu içerler ve sonra bu rahipler sorulan soruları Apollon'un cevapladığını söyleyerek soruyu sorana, çoğu kez yoruma çok açık, biraz da anlaşılmaz bir dil ve şiirsel bir ifade ile cevap verirlerdi. Anadolu da Didyma Apollon mabedinden sonra en önemli bilicilik merkezi olan Claros'daki mabedin duvarlarında,sütunlarında uzak kentlerden ve ülkelerden Tanrının tavsiyelerini almaya gelen delegelerin isimleri,onlar için söylenen kehanetler yazılıdır. Ancak buradaki bilicilik Delphi ve Pythia'dan farklı olarak rahibe değil rahip tarafından yapılıyordu. Gelenlerin dileklerini rahibe ileten yazmanların yanı sıra biliciliği yapanlar da her yıl değişiyorlardı.

Claros Kolophon'a bağlı bir kehanet merkezidir. Bu yüzden 12 İon şehri arasında kabul edilmez. Özel bir statüye sahiptir. Antik Çağ ozanları Apollon'un kutsal alanı olarak bilinen bu yeri Işıklı Claros diye tanımlayarak övgü üzerine övgü yazmışlardır. XIX.yy.a kadar Claros'daki Apollon mabedi yalnızca antik çağ ozanlarının şiir dizelerinde yaşamış, nerede olduğunu ise hiç kimse öğrenememişti. Homeros'un anlattıklarından esinlenen K.Schuchhardt ve P.Wolter isimli iki araştırmacı bin bir güçlükle, at sırtında sıcağın kavurduğu İzmir'in güneyindeki Ales (Avcı Çayı) vadisini 1886'da araştırmışlardı. Sık çalılar arasında dolaşırken bir taraftan sürüngenler diğer taraftan böceklerle uğraşmışlar, bu arada Kolophon ve Notion antik kentlerinin duvarlarını, kulelerini içeren haritalar çıkarmışlardır. Ne var ki, bu iki antik kent arasından akan nehir (Avcı Çayı) alüvyonlarıyla Claros'u gizlemiş ve onun bulunmasını güçleştirmiştir.

Türk Müzeciliğini kurma çabaları içerisinde İstanbul Arkeoloji Müzelerinde görev yapan Th.Macridy ile Charles Pıcard, Claros'un Notion'un yakınında olabileceğini düşünmüş ve Ales vadisini araştırmaya karar vermişlerdi. Bu iki araştırmacı 1905'de çalışmalarını sürdürürken bir yandan da köylülerle konuşuyor, onlardan bilgi topluyorlardı. Nihayet bir köylü saban demirinin sürekli bir taşa takıldığını, tarlasını sürerken kendine engel olan bu taşı bir türlü kaldıramadığını onlara söyler. Bu ilginç haberden yararlanan Th.Macridy köylünün söylediği yerde hemen bir sondaj yapmış ve yivli bir sütunun üst kısmı ortaya çıkmıştır. Bu yivli sütunun olduğu yerde kazı alanını daha da genişlettiler. Bulunan bu sütunun Apollon Mabedinin anıtsal girişine (Propylon) ait olduğunu anlamakta gecikmediler. Denizden gelenlerin kutsal alana girişini sağlayan Propylon yaklaşık kare plânlı, dor üslûbunda, üç basamaklı kaidesi olan bir yapı olduğu da böylece ortaya çıktı. Bu sütunların,duvarların iç yüzlerinde M.S.II.yy.da yazılmış kitabeler çalışmalar ilerledikçe çıkmaya başladı, bu arada bir de yalnızca ticari işlevi olan bir girişin kolonları da bulunmuştur.

I.inci Dünya Savaşının başlaması, Claros çalışmalarını engelledi. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra 1950 de Claros yeniden araştırılmaya başlandı. Bu kez kazılara, eski kitabeler uzmanı Louis Robert, Jean Robert, Roland Martin ve Mimar P.Bonnart'dan meydana gelen bir ekip yürüttü. Bu kez kazı çalışmaları propylon'un kuzeyine kaydırıldı ve kutsal yol boyunca sıralanmış bir dizi anıt ortaya çıktı. Roma çağında burada yaşamış valilerle önde gelen yöneticilerin,varlıklı kişilerin heykellerinin kaideleri ile onlardan söz eden kitabeler bu çalışmalarda bulundu. Kutsal yol boyunca kazılar yürütüldü ve Apollon Mabedinin doğu cephesi ortaya çıktı.
Claros kazılarını 1988'de Prof. Dr. Juliette de la Geniere başkanlığındaki Fransız ekibi tamamladı.

Çok eski tarihlerden itibaren Claros'da İonyalıların yaşadığını o zamanlarda burasının kutsal olarak nitelendiği, adaklar yapıldığı biliniyordu. Apollon kültü oldukça hoş gönüllüydü; eğer bir kişi boğa kurban edecek kadar varlıklı değilse pişmiş topraktan bir boğa sembolünü sunduğu da oluyordu. Bu arada Mısır inancının timsah tanrısı Bobek'i simgeleyen altın telkârili mısır pandantifleri, Apollon'un heykelcikleri de kült mahalline bırakılıyordu. Adakların Tanrı Apollon'a layık olabilmesi için M.Ö. VI.yy.ın ortalarında Kral Cresus 12 x 6 m. boyutlarında anıtsal bir sunak yaptırmıştı. M.Ö. III.yy.a kadar Apollon'a yapılan adaklar hep bu arkaik sunak üzerinde yapılmıştır. Sunağın çevresinde biriken adak eşyaları İonyalıların bolluk ve rahat ortamda yaşadıklarını göstermiştir.

M.Ö. III.yy.ın başlarında Kolophon'un yıkılması ,burada yaşayan insanların göç etmelerinin yanı sıra büyük bir olasılıkla Apollon Mabedi de yağmalanmıştır. Bundan sonra Ales vadisinde koşullar değişmiş, bir yanda Kolophon önemini yitirirken büyük İskender de
rüyasında, Pagos dağında uyurken bu çevrenin yakınında Smyrna (İzmir) kentinin kurulmasını başta Apollon olmak üzere Olympos tanrılarının istediğini görmüştür.

Claros'daki Apollon Mabedi uzun kenarında on bir, kısa kenarında altı sütunun bulunduğu beş basamaklı (krepis) bir kaide üzerinde yükselen peripteros tipinde bir yapı idi. Şiddetli depremlerle yıkılan mabedin sütunları, sütun başlıkları çevreye dağılmıştı. Mimari elemanlar mabedin M.Ö.IV.yy. sonunda veya Hellenistik dönemin başında yapıldığını göstermektedir. Arşitrav üzerinde bulunan bir kitabe ise mabedin İmparator Hadrianus (M.S.76-138) tamamlandığına işaret etmektedir. Ancak Cella'daki kalıntılar, aynı yerde daha önceki tarihlerde yapılmış bir başka Apollon mabedinin var olduğunu kanıtlamaktadır. Dor üslûbundaki bu mabet İonia'da Hellenistik dönemde yapılmış tek mabet oluşuyla da ayrı bir önem taşımaktadır. Apollon mabedinin girişinde (pronaos) biri kuzeye diğeri de güneye giden birbirine paralel iki geçit ortaya çıkarılmıştır. Bunlar bir süre sonra dik bir kıvrım yaparak tek bir geçide dönüşür ve sonra yeniden ikiye ayrılarak mabedin kutsal odası (adyton)'na ulaşırlar. Naos'daki Apollon heykelinin altına rastlayan adyton kemerli iki ayrı salondan oluşur ve ilk bakışta burasının özel bir konumu olduğu hemen anlaşılır. Apollon rahiplerinin bilicilik törenlerinde kullandıkları adytonun ilk salonu daha çok bekleme odası niteliğinde olup burada bilici ile yazmanlar oturuyorlardı. Taş oturma sıralarının yanı sıra Apollon'un kutsal taşı amphalus onun tanrısal gücünü yansıtıyordu. Zaman zaman törenlerin yapılıp duaların okunduğu bu yerde ilahiler de söylenirdi. Adytondaki ikinci kapıdan içeriye yalnızca bilicilerin girdiği ve başka bir çıkışı olmayan adytonun ikinci odasına geçiliyordu. Bilici buradaki dikdörtgen kuyudan kutsal kaynak suyunu içerek kendisini arındırır ve sonra sorulanları ezbere şiirsel bir dille yanıtlardı. Louis Robert 1950'li yıllarda mabedin 27 m. doğusunda, kolonilerden gönderilen adakların bulunduğu anıtsal bir başka sunağı ortaya çıkarmıştır. Bu sunakla mabet arasında büyük kurbanların, boğaların törenle kesilebilmesi için o güne kadar rastlanmayan ilginç bir tertibatla karşılaşılmıştır. Burada kurbanların öldürülmeden önce bağlandıkları demir halkalı dört sıra blokla karşılaşılmıştır. Kazılar kurban halkalarının yüzden fazla olduğunu göstermiştir. Araştırmalar daha da derinleştirilmiş ve kuzeye yöneltilmiştir. Bu kez de Artemis mabedi ile karşılaşılmıştır.

Claros'da 1961 yılında çalışmalara ara verilmiştir. Bundan sonra çalışmaların yapılıp yapılamayacağı tartışılırken ortaya maddi sorunlar çıkmıştır. Fransız bilim adamlarının çoğu Apollon mabedinin kendisinden beklenen her türlü bilgiyi verdiğini, çalışmalar yeniden başlayacaksa bunun kendilerine bilimsellikten çok maddi yükümlülük getireceğini ileri sürmüşlerdir. Öte yandan Juliette de la Geniere başkanlığındaki bir grup Fransız bilim adamı çalışmaların yeniden başlamasının yararlarını dile getiriyorlardı. Gerçekte ortaya çıkarılan anıtlar yeterince değerlendirilmemiş, mabedin kuruluşundan terk edilişine kadar geçen süre içerisinde yapının topografik gelişimi kesinlik kazanamamıştı. Anıtların birbirinden bazen beş metreye varan yükseklikte alüvyon tepecikleriyle ayrılması ise elde olmaksızın çalışmaları güçleştiriyordu.

Dünyada inşaat malzemelerinin lideri olarak tanınan Lafarge Coppe nin Türkiye'deki kolu sayılan Aslan Çimento Claros kazılarına yalnızca maddi destek sağlamakla yetinmemiş,burada ortaya çıkan eserlerin restorasyon çalışmalarına da bir laboratuar araştırma ekibi ayırmıştır. Çalışmalarda Apollon, Artemis ve Leto heykellerini restore etmek, onların kalıplarını çıkarmak ve yeniden tasarımını yapmak teknolojik yönden oldukça güç bir iştir. Bununla beraber Laferge firmasının ürettiği en yeni maddelerin yardımıyla üçlü heykel grubunun aynı boyutlarda onarımı ile kopyalanması,yeniden hayat bulması dünya çapında büyük bir olay olmuştur. Üçlü heykel grubunda eksik olan bölümler mermer görünümlü parçalarla tamamlanırken bu arada o senelere göre son derece gelişmiş bir restorasyon tekniği de uygulanmıştır. Böylece M.Ö. X.yy.ile M.S.IV.yy. arasındaki on dört yüzyıllık bir dönem mimari ve yontu sanatı yönünden gözler önüne serilmiştir. Bütün bunlar yapılırken Claros mermerleri görüntüsüne en uygun malzeme aranmış ve Darıca Çimento Fabrikasından sağlanan cam lifi harcıyla takviyeli mermer tozu içeren Laferge'nin beyaz çimentosundan yararlanılmıştır.

Laferge Coppee yönetim kurulu başkanı Bertrand Collon, zamanın Kültür Bakanı Timuçin Savaş'ın yardımıyla Claros antik kentinin kazılarında gün ışığına çıkarılan Apollon,Artemis ve Leto'nun görkemli heykellerinin kopyaları aynı boyutlarda İstanbul'daki Aya İrini'de 15 Ekim 1994'de sergilendi. Sergi altı ay süreyle açık kaldı.

Apollon Mabedi'nin 27 m. doğusunda, 9 x 18.45 m. ölçüsünde bir sunak bulunmaktadır. Hellenistik dönemde yapılan bu sunak, kuzey-güney doğrultusundadır. Mabet ile sunak arasında da dört sıra halinde yüz tane kurbanların bağlandığı bloklar (Hekatomb) vardır ve bunların her biri üzerine de demir halkalar yerleştirilmiştir. Mabedin kuzeyinde ona paralel İon üslubunda bir tane daha küçük bir mabet ile sunağı vardır. Bu yörede çok sayıda pişmiş topraktan figürinler, kemik, fildişi, gümüş, bronz, akik gibi değerli taşlardan yapılmış adak eşyaları ele geçmiştir. Günümüzde bu buluntular Efes Müzesi'nde sergilenmektedir.

Apollon kutsal alanının güneyinde yer alan ve Notion'dan girildiği konumdaki Propylon'un M.Ö.II.yy.da yapıldığı sanılmaktadır. Dor üslûbundaki propylon kare plânlı olup buradan üç kapı ile Cella'ya geçilir. Buradaki duvarlarda.sütunlarda Apollon'un bilicisine danışmak üzere gelen delegelerin ve ilahileri söyleyen çocukların isimleri yazılıdır. Ayrıca mabet ile propylon arasında uzanan ve mabedin doğusunda sona eren kutsal yolun her iki yanında Roma dönemi ileri gelenlerinin,Asya valilerinin anıtları da dikkati çekmektedir.
 
Klazomenai Antik Kenti

Klazomenai, İzmir, Çeşme karayolundan ulaşılan Urla İskelesi yanındaki Kilisman'ın (Kızılbahçe) yakınındadır. Kent 9.65 km. uzunluğunda dar bir geçit ile ana karaya bağlanan küçük bir adacığın üzerindedir. Klazomenai ismi Hellen dilinde,bir kehanetle kendilerine yol, çevre gösteren anlamındadır. Luwi/Pelasg dilindeki Kalassumna (İskele Kenti Halkı) ile bağlantılı olduğu sanılmaktadır.

Klazomenai, İon göçünden önce kurulmuştur. Pausinias, İonların buraya gelişinden önce herhangi bir yerleşmenin olmadığını söylerse de, Urla İskelesinin doğusundaki tepede M.Ö. 1200'lerden çok daha öncesine ait çanak çömlek parçaları ile karşılaşılmıştır. İon göçünden sonra bir grup Hellen göçmeni Kolophon antik kentinden kendilerine bir önder alarak Troas bölgesindeki İda dağının eteklerinde kendilerine bir kent kurmuşlardır. Kısa bir süre sonra bu topluluk burasını terk ederek Kolophon'un olduğu yere yerleşmişler ve oraya Klazomenai demişlerdir. Böylece Klazomenai, başlangıçta adada olmayıp karada kurulmuştur. Nitekim Strabon da ana karada bir zamanlar Klazomenai'lilerin yaşadıkları Khytion isimli bir yerden söz etmiştir. Bu yörede yapılan arkeolojik kazılar M.Ö. VI. yy.a tarihlenen oldukça yaygın bir alana dağılmış boyalı pişmiş topraktan lahitleri ortaya çıkarmıştır. Bugün bunlardan birkaç örnek İzmir Arkeoloji Müzesindedir.

Eski Klazomenai'lilerin yerleşmiş oldukları bu eski alanı belirleyen Prof.J.M.Cook ayrıca tepenin 1,5 km. güney-batısında M.Ö.VI.yüzyıl öncesine de tarihlenen keramikleri ortaya çıkarmasına karşılık yapı kalıntıları ile karşılaşmamıştır. Yunanlı Arkeolog G.P.Oikonomos'un aynı yerde 1921-1922'de yaptığı araştırmalarda ise seksene yakın Klazomenai lahitleri ile karşılaşmıştır.
Lydia Krallığı, Batı Anadolu kıyılarındaki İon kentlerini kendileri için tehlikeli görmüş, sürekli onlarla savaşmıştır. M.Ö. 600'de Lydia Kralı Aliattes Klazomenai'yi kuşatmışsa da ele geçirememiştir.

İon birliği üyesi olan Klazomenai'liler Perslerin baskısından ve hücumundan bezerek yaşadıkları yerleri terk edip karşılarındaki adaya taşınmışlardır. Bu yer değişikliğinin M.Ö. 546'da Perslerin Kroisas'u yenerek Ege kıyılarına inişinden sonra gerçekleştiği sanılmaktadır. Keramik buluntularının M.Ö. VI.yüzyıl sonlarına kadar tarihlenmiş olması bu değişikliğin İonia ayaklanmasından ( M.Ö.500-494) kaynaklandığının belirtisi olmalıdır. M.Ö.V.yüzyılda Klazomenai kara ile hiçbir bağlantısı olmayan, yalnızca bir ada kent görünümünde idi. Bundan sonra Delos Deniz Birliğine 1.5 talent vergi ödemiş, Peleponnesos savaşlarına olan katkısından ötürü de bu vergi önce 6 talente, sonra da 15 talente yükseltilmiştir. Spartalılar Klazomenai'yi Atina'ya baş kaldırmaya zorlamışlardır. Bunun üzerine Klazomenai'liler yerlerini terk ederek ana karaya geçerek Polikhra isimli bir yeri ele geçirerek oraya yerleşmişlerdir. Bu durumdan hoşlanmayan Atina Polikhra yı kuşatarak Klazomenai'lileri adalarına geri dönmeye zorlamışlardır. Bundan sonra da Klazomenai Atina Birliğine yeniden katılmıştır.

M.Ö.386'da Hellen-Pers savaşları sona erip Kral Barışı yapıldığında da Persler, Kypros (Kıbrıs) adası ile Klazomenai adasının kendilerine verilmesini istemişlerdir. Kral Barışı antlaşmasından elli yıl sonra da Anadolu'yu ele geçiren Büyük İskender, Klazomenai'yi iki stad uzaklıktaki ana karaya bir geçit ile bağlanmasını istemiştir. Kral Barışı öncesinde Klazomenai'de iç çekişmeler sürüp gitmiştir. Nitekim M.Ö.387'de taşa yazılmış bir Atina kararnamesinde, Khyton'dakiler ile bir ateş kese gidilmesi,tutsakların ne olacağı konusunda Klazomenai halkına karar verme özgürlüğünün tanınmış olduğu öğrenilmiştir.
Bunun yanı sıra Aristotales'in M.Ö. 330'da yazmış olduğu bir eserde Klazomenai'lilerin iki ayrı kesiminde tam bir ayrılık olduğu belirtilmiştir. Buradan da bir ada kenti olan Klazomenai ile ana karadaki Khyton'dan söz edilmek istendiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Strabon da Khyton için Klazomenai'lilerin bir zamanlar yaşadıkları yer olarak söz etmiştir.

Klazomenai'den Antik Çağın iki seçkin filozofu yetişmiştir. Bunlardan biri M.Ö.500 yıllarında yaşamış olan Anaksagoras, diğeri de Skopelianus'dur.

Klazomenai arkeolojik kalıntı ve buluntu yönünden çok zengin değildir. Kent yüzyıllar boyunca, hücuma uğramış,soyulmuş, yapıların taşları yerlerinden sökülerek götürülmüştür. Kara ile bağlantısını sağlayan geçidi Chandler 1794 de atla geçmiş, 9.15 m. genişliğinde olduğunu belirtmiştir.

Bugünkü geçit ise 6.40 m.dir. Klazomenai'de ilk arkeolojik kazılar Yunan işgali sırasında 1921-1922'de yapılmıştır. Yunan Arkeoloji Kurumu'nun desteklediği kazılarda, Urla iskelesi güneyinde geniş bir nekropolle karşılaşılmıştır. Burada ilk dönem kazılarında M.Ö. 600 yıllarına ait 40 ölü küpü, ertesi yılda 40 lahit bulunmuştur.

Prof.James Cook'un 1950'de yörede yaptığı yüzey araştırmasından sonra Prof.Dr.Güven Bakır Klazomenai kazılarını sürdürmektedir. Prof.Dr.Güven Bakır'ın yapmış olduğu kazılarda İonialılara ait yerleşim alanları ve mezarlar ortaya çıkmıştır. Kazılar sırasında çevreden biraz daha yüksekte olan bir alanın altında antik bulgularla karşılaşacağını düşünen Güven Bakır, aynı yerde çok sayıda kuyular ve çukurlarla karşılaşmıştır. Bunların özel amaçla derinleştirildiklerini görmüş ve yapılan inceleme sonunda bu çukurların, antik çağın zeytinyağı depoları olduğunu tespit etmiştir. Benzerlerine Girit, ispanya ve Kıbrıs'ta rastlanan bu tür kuyular Roma döneminde de işlerliğini korumuştur. Ayrıca bu kuyularda kerpiç, ağaç ve sazlardan oluşan malzemeler kullanılmış, zeytinyağının kokusu bozulmasın diye de meşe ağacından yararlanılmıştır.

Günümüzde Türkiye'nin en eski zeytinyağı üretim merkezi olan Klozomenai'nin MÖ.600'de yapılan zeytinyağı üretimi, Girit'ten getirilen değirmen taşlarıyla Unilever şirketinin sponsorluğu ile yeniden yapılmaktadır.

Antik kentin limanı adanın batısındaki koydadır. Bugün koyun kuzeyinde hemen hemen tümü su altında kalmış olan liman taşları görülebilmektedir.

Adanın kuzey ucunda da bazı taşları denizin dibinde görülen iskelenin kalıntıları dikkati çekmektedir. Adanın kuzeyindeki tepenin kuzey yamacında ise kentin tiyatrosu yerleştirilmiştir. Anadolu antik tiyatrolarına göre oldukça küçük ölçüdeki bu tiyatronun yamaçtaki temel çukurlarından başka hiçbir kalıntısı günümüze gelememiştir. Bu tiyatronun biraz üzerinde, tepenin en üst noktasındaki dikdörtgen bir başka çukurun ise bir mabede ait olabileceği düşünülmüştür. Ancak Klazomenai'nin kalıntılarına ait taşlar yakınındaki diğer İon kentlerinde olduğu gibi yeni yapılanmalardan ötürü yağmalanmıştır.

Pausanias, Klazomenai'de Pyrrhos'n anasının mağarası olarak tanımlanan bir mağaraya değinmiştir. Bugün kıyının yakınındaki ayazma olarak bilinen bir mağara ile içerisindeki kuyunun Pausanias'ın sözünü ettiği mağara olması akla yakın gelmektedir.
 
Phokaia (Foça) Antik Kenti

Güney Eolia'nın antik kentlerinden Phokaia İzmir'e 70 km. uzaklıkta olup Çandarlı körfezi ile İzmir körfezi arasındaki yarımada üzerinde kurulmuştur. Karşısındaki Orak ve Fener adaları nedeniyle de doğal bir liman konumundadır. Phokai, sözcük olarak Helen dilinde bir anlam taşımamaktadır.Prof. Bilge Umar Luwi dilinde sulak yer anlamındaki “Pauwake” den gelmiş olduğunu ileri sürmektedir. Josef Keil, bu ismin limanın önünde olan ve su yüzüne çıkmış foklara benzediğinden verildiğini ileri sürmüştür.

Herodot, Paktolos (Şart çayı) , Phrygios (Kum çayı), Hermos (Gediz Irmağı) ve onlarla birlikte daha az önemli nehirler birleşerek Phokaia'nın yakınından denize döküldüğünü anlatır. 1702'de çizilmiş bir “İzmir körfezi ve yakınları” haritasında, Hermos (Gediz)'un, tıpkı şimdi olduğu gibi, o zaman da Menemen ile Foça arasında denize aktığı görülüyor. Irmak sonradan kendi doldurduğu ova içindeki yatağını değiştirip Menemen yakınında güneye yönelmiş, Karşıyaka'nın batı yanı başından geçerek İzmir körfezi iç bölümünün en dar yerinden akmaya başlamıştır. Irmağın İzmir'i denizden ayıracağı, Menderes'in Latmos körfezi batı yarımını doldurarak geriye kalan doğu yarımında yarattığı Bafa Gölü gibi bir gölün kıyısında bırakacağı anlaşılınca, 1886 yılında Menemen yakınlarında bir kanal kazılıp ırmak eski yatağına çevrildi ve yine Foça'nın güneydoğu yakınında Ege denizine akmaya başladı. Bunlar göz önünde tutulunca, yörenin adının Luwi'ler çağında Pa-uwa-ka “akarsuyu bol yer” olduğunu ve Helenlerin Pauwaka adını, Phokaa söyleyişiyle, sonunu da “kendi yurdu” anlamına gelen “ia” yı ekleyerek Phokaia (Phoko yurdu) anlamında kullandığını görüyoruz.

Phokaia'nın kuruluşu ile bazı görüşler ortaya atılmıştır. Antik çağın tarihçilerinden Herodotos, Strabon ve Şamlı Nikolaos, burada yaşayanların Orta Yunanistan'da Peloponnes yarımadasındaki Pholisliler tarafından kurulduğunu ileri sürerler. Ord.Prof. Dr. Ekrem Akurgal, kazılarda bulduğu, M.Ö. IX.yy.a kadar inen keramiklere dayanarak kentin geçmişini daha önceye götürmektedir. Ona göre de büyük olasılıkla Aioller tarafından kurulmuştur. Phokaia'da 1989'da kazılara başlayan Ege Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ömer Özyiğit, kazılardaki keramik ve buluntulara dayanarak yerleşimi M.Ö. 2000'e indirmiştir.

Tarihçi Livius Phokaia'dan şöyle bahsetmektedir:

“ Kent dikdörtgen biçimindedir ve bir körfezin başında yer alır. Surlar, alanı yaklaşık 2500 adım boyunca çevreledikten sonra,iki yandan ilerliyerek bir üçgen oluştururlar. Yerli halk buraya Lampter adını vermektedir. Bu kısımda genişlik 1200 adımdır. Sonra yaklaşık 1000 adım uzunluğunda bir dil gelir ve körfezi aşağı yukarı tam ortadan ikiye böler; Ana karaya bitiştiği noktanın her iki tarafında da çok güvenli birer liman oluşturur. Güneydeki Naustathmos adıyla anılır, çünkü çok sayıda gemiyi barındırabilir,öbürü Lampter'in yakınındadır.”
Livius'un anlattıklarından açıkça anlaşıldığı gibi o devirde Phokaia'nın iki önemli limanı, Athena mabedi, kutsal bir temenosu, surları ve nekropolü vardı.

Herodotos, M.Ö. 700'lerde Phokaia'nın denizcilikte büyük aşama yapmış, 50 kürekli ve 500 insanı taşıyabilen teknelerle Akdeniz'de ulaşımı,ticareti sağladığını belirtmiştir. Phokai'lılar Adriyatik, Etruria, İberia ve İspanya'daki Tartessos'a kadar uzanan, o zamana göre en uzun deniz yolculuğunu yapmışlardır. İonia'nın en kuzeyinde yer alan ve 12 İon kentinden biri olan Phokaia , Mısır'daki Naukratis kenti ile ticaret yapmıştır. Ayrıca Miletos ile deniz gücünü birleştirerek, Çanakkale Boğazı'nda Lampsakos (Lapseki), Karadeniz kıyısında Amisos (Samsun) kentlerinin kurulmasında ön ayak olmuştur. Bunun yanı sıra M.Ö. 600 yıllarında Güney Fransa'da Massalia (Marsilya), İspanya'da Emporion (Ampurios), Korsika'da Alalia, Güney İtalya'da Elea,(Velia), Midilli'de Methymna kolonilerini de kurmuşlardır.
M.Ö.VII.yüzyılda, İran'ın Susa kentinde başlayan “Kral Yolu” Sardes'e kadar geliyor, orada da Kyme'den gelen yolla birleşiyordu. Ephesos'dan ve Smyrna'dan geçerek Phokaia'ya ulaşıyordu.

Phokaia M.Ö. 600 yıllarında ekonomi ve kültürel yönden en üst düzeye erişmiştir. Smyrna'nın Lydia tarafından yıkılmasıyla da yörenin tüm ticaretini ele geçirmiştir. Bu arada İonia'daki ilk elektron sikkeleri basan kent olmuştur. Bu sikkelerin ön yüzünde Zeus, Hera, Herakles ve Hermes, arka yüzlerinde de griffon, fok, boğa ve koç başlarına yer verilmiştir. M.Ö.546'da Pers Kralı II. Kyros (M.Ö.559-529) batıya doğru ilerleyerek Lydia kralı Kroisos'u yenerek Sardes'i ele geçirmiştir. Phokai'nin bu parlak durumu da diğer Batı Anadolu kentleri gibi bundan sonra sona ermiştir. Herodotos, Pers komutanı Harpagos'un Phokaia surları önüne toprak tepecikler yaparak duvarları aştığını ve kente girdiğini söylemektedir. Phokaia'da 1992 yılında yapılan kazılarda sur duvarları ortaya çıkarıldığı gibi bir mancınık güllesi ile ok uçları ele geçmiştir. Bu savaşın ardından Phokaia'lılar kenti terk ederek diğer Akdeniz kolonilerine göç etmişler, sonraki yıllarda gidenlerin bazıları geri dönmüştür.

Hellenistik çağda Büyük İskender, Anadolu'daki Pers egemenliğine son verdikten sonra Phokaia'da onun egemenliğini tanımıştır. İskender'in ölümünden sonra İmparatorluğu generalleri arasında paylaşılmış ve yeni devletler ortaya çıkmıştır. Phokaia da bu Seleukoslar ve Pergamon krallıklarına bağımlı kalmıştır. Pergamon kralı II.Attalos'un ölümünden sonra toprakları veraset yoluyla Roma'ya bırakılınca da Phokaia'da zorunlu olarak Roma'ya katılmıştır. M.Ö.136 da Roma'ya baş kaldıran Pergamon'lu Aristonikos'un yanında yer almışsa da kent Masala'nın yardımıyla yıkılmaktan kurtulmuştur. Ardından Pompeius kente özgürlüğünü geri vermiştir. Erken Hıristiyanlık döneminde Bizans İmparatorluğu'nun Thema Thrakesion bölgesinin piskoposluk merkezi olmuştur. Ancak eski görkemli konumuna bir daha ulaşamamış, XI. yüzyılda önemsiz bir Bizans yerleşimi olmaktan ileriye gidememiştir. 1082'de Venediklilerin ticaret kolonisi olmuş, ardından Çaka Bey 1086'da Smyrna,Khios ve Klazomenai'den sonra Phokaia'yı da ele geçirmiştir.


Phokaia arkeolojik kazıları:

Phokaia'da ilk kazıları Fransız arkeologu Felix Sartiaux 1913-1914 ve 1920 yıllarında yapmıştır. F.Sartiaux, Foça'nın 1/5000 ölçekli planını çizmiş ve bunun üzerinde yapacağı sondajların yerlerini belirlemiştir. Ayrıca toprak üstü kalıntılarını da tarihi bilinmeyenler, Helenistik ve Roma,Orta çağ eserleri diye üçe ayırmıştır. Kayalara oyulmuş bir mezar olan Şeytan hamamı, kentin doğusundaki Değirmenli tepe ve onun güneyindeki Altın mağarası denilen tepede kayalara oyulmuş merdivenlerle adak nişleri o zaman belirlenmiştir. Ancak F.Sartiaux'un merdiven diye isimlendirdiği kayalara oyulmuş kalıntıların sur yatakları olduğu 1990 yılı kazılarında anlaşılmıştır. Sartiaux, çalışmalarında kalkerden, beyaz kırmızı,yeşil mermerlerden yapılmış antik çağa ait bir bloğa, kaideye ve yazıtlara rastlamıştır. O dönemde bulunmuş bir aslan heykeli bugün İzmir Arkeoloji müzesindedir. Ayrıca Şeytan Hamamının içerisi temizlenmiş ve kayalara oyulmuş mezarlarla karşılaşılmıştır. Bu mezar çok daha önceden soyulduğundan içerisinde herhangi bir buluntu ile karşılaşılamamıştır. Yarımadanın kıstağında yapılan sondajlarda 1860 yıllarına kadar korunduğu sanılan mermer bloklar ortaya çıkarılmıştır. Sonraki yıllarda bu taşlar başka yapılarda kullanılmak üzere yerlerinden sökülmüştür. F.Sartiaux, Değirmen Tepe'de tiyatroyu bulabilmek için çalışmalarını burada yoğunlaştırmışsa da olumlu bir sonuç alamamıştır. Çok sayıda pişmiş topraktan çanak çömlekler, heykelcikler ve keramik parçaları dışında bir kalıntı ile karşılaşılmamıştır.

I. Dünya Savaşı nedeniyle ara verilen çalışmalara 1920'de yeniden başlanmış ve Jeoloji Profesörü Dalloni ekibe katılmıştır. Bu kez araştırmalar, körfezi küçük ve büyük deniz diye ikiye ayıran Yarımada'da yoğunlaşmıştır. Erken Bizans dönemine ait mezarların yanı sıra çok sayıda çanak çömlekler ele geçmiştir. Kazı ekibi bunları Myken geometrik dönem,Arkaik çağ,Rodos işi ve Roma olarak gruplara ayırmıştır.

Foça'da ikinci dönem kazılara 1952 yılında Ord.Prof.Dr.Ekrem Akurgal, İzmir Arkeoloji Müzesi Müdürü Hakkı Gültekin ile birlikte başlamıştır. Başlangıçta sondajlardan ileriye gidilmeyen çalışmalarda asıl kazılara 1953 yılında başlanmıştır. Yarımada'da geç geometrik ve arkaik yerleşimlerle karşılaşılmış, M.Ö. VI.yüzyılın ilk yarısına tarihlenen Athena mabedinin temelleri ortaya çıkarılmıştır. Bunu M.Ö. VI.yüzyıla ait bir evin temel duvarları, Hellenistik, oryantalizan ve Attika keramikleri, skyphoslar ile Roma dönemi mimari parçaları izlemiştir.
Foça'da son dönem çalışmaları Ege Üniversitesi adına Prof. Dr. Ömer Özyiğit yürütmektedir. Özellikle antik dönem yerleşimleri ile yüzey araştırmaları yapılmıştır. Arkaik çağda kentin geniş bir alana yayıldığı ve sınırlarının yarımadayı aştığı saptanmıştır. M.Ö. VI.yüzyılda Anadolu'nun en büyük kentlerinden biri olduğu anlaşılan Phokaia'da Pers mezar anıtının kazı, restorasyon ve çevre düzenlemesi yapılmış, Tiyatro Tepesi üzerindeki değirmenler, Athena mabedi kazıları sürdürülmüş, tiyatronun yeri bulunmuştur.

Phokaia'daki Eserler:

Phokaia ‘da Orta çağdan günümüze gelebilen ,Cenevizlilere ait olan kalıntılardan 1275 yıllarında kent çevresinin oldukça güçlü duvarlarla çevrili olduğu anlaşılmıştır. Cenevizlilere ait olup 500 m. uzunluğundaki su kemerleri ile su yollarının pek azı günümüze gelebilmiştir. Prof.Dr. Ömer Özyiğit'in 1990'da yaptığı araştırmalarda Arkaik çağın sur duvarlarının 5 km. uzunluğunda olduğu ve tüm kenti çevirdiği anlaşılmıştır.

Herodotos'un çok güzel olduğuna değindiği, kenti çeviren sur duvarlarını Perslerden korunmak amacıyla Phokaia'lı tüccarların yakın dostu Tartessos Kralı Arganthonius yaptırmıştır. Günümüze ulaşamayan bu sur duvarları Persleri durduramamış, bütün Batı Anadolu kentleri gibi Phokaia da onlar tarafından ele geçirilmiştir.

Ord. Prof.Dr. Ekrem Akurgal'ın yerini saptadığı Athena mabedi ile ilgili çok sayıda buluntu ile karşılaşılmıştır. Körfeze hakim bir tepe üzerindeki mabedin sütunları, sütun kaide ve başlıkları bulunmuştur. M.Ö. 600 yıllarında yapıldığı sanılan mabedi Herodotos'a göre Pers komutanı Harpagos yıktırmıştır. Ancak, Xenephon mabedin yıldırım sonucu hasara uğradığını yazmaktadır. Çeşitli dönemlerde onarım gören mabet Roma egemenliğine kadar ayakta kaldığı sanılmaktadır. Strabon, mabet içerisindeki Athena heykelinin tahtadan ve oturur konumda olduğunu belirtmiştir. Nitekim bu heykelin nasıl olduğu yazıtlar ve sikkeler üzerindeki tasvirlerden anlaşılmaktadır.

Phokaia tiyatrosunun nerede olduğu Prof.Dr. Ömer Özyiğit'in çalışmalarına kadar bilinmiyordu (1991) . Tiyatro'nun Değirmenli Tepe'nin kuzey-batı yamacında olduğu sanılmış F.Sartiaux aynı yerde sondajlar yapmışsa da sonuç alamamıştı. Ö. Özyiğit, tepenin kuzey-batı yamacında tiyatronun ilk dört kademesi ile karşılaşınca tiyatronun yeri saptanmıştır. Burada yoğunlaştırılan kazılar sonunda yerel tüf taşından cavea ile analemma duvarları ortaya çıkarılmıştır. Helenistik döneme ait, oturma kademelerine kazınmış yazıtlar tiyatronun Roma öncesi yapıldığını göstermiştir. Ayrıca cavea'nın altı ile skene üzerindeki Geç Roma dönemine tarihlenen çok sayıda çanak çömlek parçaları burada bir de keramik atölyesi olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra kademeler üzerindeki ölü külü çömlekleri tiyatronun Roma döneminde kullanılmadığına da işaret etmektedir.

Yarımadanın kuzeyindeki kayalığın denizle birleştiği yerde kayalara oyulmuş bir kutsal alan ortaya çıkmıştır (1993) .Aynı zamanda limanın girişi olan bu kutsal alana dört basamakla çıkılıyordu, kayalara oyulmuş nişlere de büyük olasılıkla adaklar konuluyordu. Phokaia'da Kybele kültünün yaygın olduğu düşünülecek olursa bu kutsal alanın da ona adandığı tahmin edilebilir. Değirmenli Tepede Kybele ‘ye atanmış bir kaya mabedi de bulunmuştur.

Foça'da 2001 yılı kazı çalışmalarında “Taş Kule” veya “Taş Ev” olarak isimlendirilen Pers mezar anıtı üzerinde durulmuştur. Perslerin Phokaia'yı ele geçirmelerinin tarihi belgesi olan bu anıt M.Ö.V.yy.ın sonları ile VI. yy.ın başlarına tarihlenmektedir. Monoblok bir tüf kayanın oyulmasıyla oluşturulan bu anıt-mezar Eolia'da Persler'den günümüze gelen tek yapıdır. Anıtın ana gövdesi ile kübik biçimdeki üst bölüm arasında 35-42 cm. yüksekliğinde dört basamak bulunmaktadır. Yukarıya doğru küçülen anıt bir bakıma piramidal görünümdedir. Alt bölümde, cenaze motifi olarak bir kapı dikkati çekmektedir. Bu mezarın üzerindeki bezemeler İonai ve Lydia sanatını anımsatmaktadır. Anıtın asıl kapısı batıdadır ve buradan asıl mezar odasına girilir. Mezar anıtı sonraki yy.larda da kullanılmıştır. M.Ö.IV.yy.ın ikinci yarısında, kısa bir süre taş ocağı olmuş, Geç Roma döneminde hasara uğramış, Bizanslılar konut işlevi vermiş, Osmanlı döneminde de iç mekanda bazı değişiklikler yapılmıştır. Japon Tobacco International'in maddi desteği ile yapılan kazı, onarım ve çevre düzenlemesi sonunda bilimsel sonuçlar elde edildiği gibi 2500 m karelik bir alan da açık hava müzesine dönüştürülmüştür.

Foça'nın günümüzdeki yerleşim alanında 1995-1996 yıllarında yapılan araştırmalarda M.S.II.yy.a ait atriumlu Roma dönemine ait bir ev ortaya çıkarılmıştır. Avlu çevresi sütunlu, üstü kapalı bu evin odalarından birisinde de renkli taşlardan oluşturulmuş ve iyi durumda döşeme mozaikleri çıkarılmıştır.

Eski Foça'nın güney-batısında Şeytan Hamamı denilen yerde Antik dönemden kalmış, kayalara oyulmuş bir mezar bulunmuştur. Bu mezarın 12 m. uzunluğunda, 2 m. genişliğindeki dromosun sonunda üstü kemerli girişi vardır. Buradan 3 x 4 m. ölçüsünde iki mezar odası ile karşılaşılmaktadır. Lydia mezarlarına benzeyen, bir aileye ait olduğu sanılan mezarda bulunan keramik parçalarına dayanılarak M.Ö. IV.yy. sonunda yapıldığı sanılmaktadır.

Siren Kayalıkları

Siren Kayalıkları Homeros Destanı'nda yer alır ve yolunu şaşıran gemilerin çarptıkları kayalıklar olarak söz edilir.

Fok Balıklarını andıran adacıklardan oluşan bu kayalıkların en büyüğü Orak Adası kayalıklarıdır.

Siren Kayalıklarının ismi Yunan mitolojisinde de geçmektedir. Sirenler vücutları kuş, başları kadın şeklinde olup, yaptıkları müzikle insanları kayalara çekerlerdi. Bu müziğin etkisinde kalan gemiciler kayalara yaklaşır ve kayalara çarparak batarlarmış. Siren Kayalıkları yüzyıllar boyunca aşınmış ve doğaüstü şekiller almıştır.

Homeros'un destanlarında da Siren Kayalıkları'ndan söz edilmiştir:

“Ulu Tanrıça Kirke, ne yapın yapın, Tanrısal Sirenler'den sakının dedi bana. Büyüleyen seslerinden, çiçekli çayırlarından sakının. Sen dinle o sesi. Ama bağlasınlar ayakta seni kollarından bacaklarından orta direğe. Böyle dedim ve uyardım arkadaşlarımı. Bu ara gemimiz Sirenler'in adasına varmıştı bile. Çünkü itici bir rüzgâr esiyordu arkamızdan. Derken rüzgâr düştü, deniz oldu çarşaf gibi. Bir tanrı bütün dalgaları dindirmişti. Yoldaşlarım kalkıp geminin yelkenlerini topladılar, sonra da kürekleriyle döve döve köpürttüler denizi. O zaman ben tunç kılıcımla mum peteğini parçaladım ufak ufak ezdim güçlü ellerimle mumu. Sürdüm arkadaşlarımın kulaklarına. Duymaz oldular artık sirenleri. Onlar da bağladılar kollarımdan bacaklarımdan orta direğe beni. Sonra vurdular kürekleriyle kırçıl denize durmadan. Bir sıvışsak göz açıp kapayıncaya kadar şuradan dedik. Ama gözlerinden kaçmadı yakından geçen gemi Sirenlerin. Çınlayan sesleriyle hemen başladılar ezgiye:

Gel buraya, dillere destan Odysseus, Akhalar'ın şanı şerefi. Durdur gemini duy bizim sesimizi. Hiçbir zaman bir kara gemi buradan geçemedi durup dinlemeden ağzımdan çıkan tatlı ezgileri; dinlerler doya doya, daha çok şey öğrenip öyle giderler, biliriz biz engin Troia'da olup bitenleri... Güzelim sesleriyle onlar böyle diyorlardı ve dinlemek istiyordu benim gönlüm. Kaşlarımla işaret ettim arkadaşlarıma, çözün dedim beni. Onlarsa ha bire kürek çekiyorlardı iki büklüm. Az sonra epey uzaklaşmıştık Sirenler'den, artık duymaz olmuştuk seslerini...”

Şeytan Hamamı

Çandede Tepesi'nin eteğinde yer alan ve kaya mezar tipinde olan yapı şeytan hamamı (Loutros) olarak bilinmektedir. İlçe merkezine 2 km uzaktadır.


Beş Kapılar Kalesi

İzmir ili Foça ilçesinde bulunan bu kalenin Doğu Roma İmparatoru Michael Paleologos tarafından 1275 yılında Cenevizli Manuel Zacharna'ya verildiği kaynaklardan öğrenilmektedir. Cenevizliler de kaleyi onarmıştır.

Kalenin yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber XI. Yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kesme taştan yapılan kale dikdörtgen planlı olup, köşelerindeki dikdörtgen kulelerle desteklenmiştir. Kale içerisinde Bizans döneminde yapılmış yapı kalıntıları bulunmaktadır.


Dış Kale

İzmir ili Foça ilçesinde bulunan bu kalenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı konusunda yeterli bilgi bulunmamakla birlikte 1698 yılında, Osmanlı döneminde yaptırıldığı bilinmektedir.

Deniz kenarında bulunan kale kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Denizi kontrol amaçlı olarak yapılan bu kalenin içerisinde Osmanlı dönemine ait hamam kalıntıları bulunmaktadır. Kale günümüzde çok harap
 
Kolophon (Değirmendere) Antik Kenti


Değirmendere’nin doğusunda kurulmuş olan Kolophon,deniz kenarında kurulmayan tek İon yerleşimidir.
Kolophon 12 İyon şehrinden biridir. Güçlü bir donanmaya ve süvari birliğine sahip olmasına rağmen, bir çok savaştan zarar görmüş ve deniz korsanları zamanında bile Lidya, Pers ve Makedonya kuvvetleri tarafından yönetilmiştir.

Kolophon MÖ 302’de Lysimakhos tarafından yıkılınca, onun komşu şehri olan Notion önem kazanmıştır. Homer vatandaşlığını talep eden şehir Klaros Tapınağı’yla ve nasihat merkezi olmasıyla da ünlüdür.

Adını Kolophon Dağı’ndan alan kent büyük İon göçleri sırasında geniş ölçüde Girit-Miken etkisinde kalır.1886 yılında bulunan kent kalıntıları alanında,ilk kazı çalışması 1922 yılında yapılmıştır.

Aşağı şehir,güney tarafta buluna Akropol kenarında uzanmakta ve MÖ.4 yy. da yapılmış olan duvarlarla korunmaktadır.İlk kent Akropol’ün bulunduğu 800 metre yüksekliğindeki tepenin güney batısında yer alır.

Akropol’ün kuzey yamacında ovadan 195 metre yükseklikte bazı eski binaların izleri görünür. Bunlardan en iyi şekilde günümüze ulaşanı MÖ.IV.yüzyıla tarihlenen Stoa’dır. Stoa’nın yanında bir kaç ev bloku ortaa çıkarılmıştır.

Daha batıda ise hamamların yer aldığı kalıntılar görülmektedir.
 
Notion Antik Kenti

İzmir'e 50 km, Kolophon'a ise 15 km uzaklıktaki bir liman kenti olan Notion, bugünkü Ahmetbeyli köyünün sınırları içindedir.
Günümüz köylüleri tarafından Kale olarak adlandırılan akropol, iki tepe üzerine oturuyor ve kentin baş tanrıçası Athena Pollias'a adanmış olan tapınak, akropolün batı tepesi üzerinde denize tümüyle hakim bir konumda bulunuyor.

Herodotos'a göre Notion bir Aiol kentiydi ve Aioller bereketli toprağa sahip, ancak havası İonlarınki kadar güzel olmayan ülkede yaşıyorlardı. Notion da Kolophon gibi, Attika-Delos deniz birliğinin bir üyesiydi. M.Ö. IV yüzyılın üçüncü çeyreği içinde Anadolu'ya Büyük İskender ile gelen özgürlük ve barış dönemi, M.Ö. 323 yılında, onun ölümü ile son bulur. Bu tarihten itibaren Anadolu'daki Helen kentleri için çok karmaşık ve kanlı bir süreç başlar.

M.Ö. III yüzyılda Kolophon ile Notion, bir ortak vatandaşlık anlaşması yaparak politik bir birlik oluşturdular. Bu döneme tarihlenen yazıtlarda sıklıkla Notion'da yaşayan Kolophonlu bireylerin adları geçmektedir.

Notion M.Ö. 218 yılında Pergamon kralı Attalos Ie bağlanır. M.Ö. 196 yılında Suriye kralı Antiochos III'ün yönetimine girerse de M.Ö. 191 yıllarında tekrar Pergamon kralı Eumenes II'nin eline geçer. Apemeia barışı ( M.Ö. 188 ) ile de Magnesia savaşında Roma ve müttefiklerinin yanında yer aldığı için Notion'a özerk statü verilir.
M.Ö. 133 yılında başlayan ayaklanma sırasında Aristonikos donanması ile Notion'a gelir, akropolü ele geçirir ve kenti Romalıların Asya Eyaletine dahil eder.

Tarihi boyunca Notion bağımsız bir kent olduğu halde Kolophon'un bir parçası gibi görünmüştür. Örneğin Notion'a Deniz üzerindeki Kolophon ; Yeni Kolophon ya da Güneydeki Kolophon gibi adlar verilirken Kolophon kentinin adını ise eski ya da Kuzeydeki sözcükleri eklenerek iki kentin birbiriyle karıştırılması önlenmek istenmiştir.

Kolophon'un tahribinden sonra sosyo-ekonomik yönden giderek çok güçlü bir konuma gelmesine karşın, Notion hiçbir zaman sikke basmamıştır. Kentin, Attika - Delos Birliğine ödediği verginin azlığına ve sikke basmamış olmasına bakıldığında, Notion'un, en azından Lysimakhos dönemine değin, Kolophon'a kıyasla sosyo-ekonomik açıdan daha güçsüz bir konumda olduğu görülür. Kentin akropolünü çevreleyen 4 km uzunluğundaki kale kulelerle desteklenen sur Hellenistik dönemde inşa edilmiş, Roma döneminde de onarılmıştır.

Kentin bugün için saptanmış olan ve ikisi de antik limana açılan kapılarından biri kuzeyde, diğeri ise batıda yer almakta, ayrıca surun güneydoğu köşesinde bir de merdivenli giriş bulunmaktadır.

Roma döneminde kentin, akropolün kuzeyinde yer alan tepenin eteklerine doğru yayıldığı anlaşılmaktadır. Kentin Hadrianus döneminde büyük imar çalışmaları içinde olduğu ve Athena Pollias tapınağının bu dönemde inşa edildiği bilinmektedir. Hellenistik tiyatronun da, yine bu dönemde Roma tiyatrosuna dönüştürüldüğü sanılmaktadır.

Notion Bizans döneminde bir piskoposluk merkezi olmuş ve bu konumunu uzun süre korumuştur.
 
Erytharai Antik Kenti

12 İon birliğinden biri olan Erytharai MÖ.6 yüzyılda oldukça geniş ve önemli bir yerleşim merkezi durumundaydı. Son derece koruyucu bir limana sahip olan Erythrai 'nin Mısır, Kıbrıs ve batı ülkeler ile ilişki kurduğu ve ticaretini geliştirdiği bilinmketedir.
Şehrin ortasındaki yüksek tepede bugün kalıntıları görülen bir Akropol bulunur. Burada yapılan kazılarda Athena Pallas tapınağınaadak olarak sunulmuş heykelcikler bulunmuştur.

Buluntular içinde en önemlisi Arkaik devrinden kalma bir kadın heykeli olup İzmir Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.
 
Teos Antik Kenti

Teos Harabeleri Seferihisar İlçesine 5 km.uzaklıkta bulunan Sığacık Köyünün bir kilometre güneyindedir. Bazı tarihçilere göre MÖ.1000 yıllarında İon Kolonisi olarak kurulduğu söylenmektedir. Kurucusu Dionysos'un oğlu Athames olarak bilinir.

Teos önce Pers yönetiminde kalmış, sonra Lidyalıların ve daha sonrada tekrar Perslerin yönetimine geçmiştir.İon yerleşimler ile birlikte Teos da daha sonra bağımsızlığını kazanmış,mimari alanda ve ticarette önemli bir yerleşim yeri haline gelmiştir. Bir ara MÖ.407-406 yıllarında Teos,Ispartalıların ellerine geçerse de MÖ.349 'da tekrar bağımsızlığına kavuşur.

Arkaik çağda 12 İon yerleşiminden biri olan ve diğer İon yerleşimler gibi kolonileri olan Teos'ta Hllenistik ve Roma Çağı eserleri bulunmaktadır.Bunların en önemliler arasında Dionysos Tapınağı,Agora,Tiyatro,Odeon,Surlar ve Liman kalıntılarıdır.

Osmanlılar, Sığacık'ta 1522 yılında deniz üssü olarak kullanılan bir kale inşa etmişlerdir. Günümüzde kale kalıntılarını görmek mümkündür.
 
Geri
Top