Romanlar
Bugün Romanlar, Çingeneler olarak adlandırdığımız insanların ataları, M.S. 977 ile M.S. 1030 arasında göçe zorlanmaları sonucu Hindistan’ı terk etmişlerdi. Gazneli Mahmut tarafından, Hindistan’ın kuzeybatı ve orta kuzey bölgelerine yapılan seferlerde esir alınmışlardı. Mahmut oldukça merkezi, profesyonel ve farklı etnik grubu içeren (Hindular, Hintliler, vs.) bir ordu organize etti.
Hintliler Gazne’de sadece asker olarak bulunmuyorlardı. Aynı zamanda yerli köle, sanatçı, zanaatkar, dansçı, müzisyen, metal işçisi, zırh tamircisi, ok yapımcısı, silahtar, seyis ve çadır yapımcısıydılar. Kendileri tarafından korunan mahalleleri vardı. Çingenelerin ataları, büyük bölümü farklı sosyal ve kültürel geçmişleri olan Hindular ve bazı aykırı Müslümanlardı. Roman dilinin kökenini oluşturan pek çok farklı dili konuşuyorlardı.
Gaznelilerin mağlubiyetinden ve batıdaki imparatorluğun kaybından sonra geriye kalan Hindular, onların aileleri ve diğer göçmenler, bölgeye giren Türkmenler ve Selçuk boylarından gelen insanların baskısıyla, daha batıya doğru ilerlemeye zorlandılar. On birinci yüzyılın sonunda, şu anda ilk Romanlar olarak tanımladığımız ve modern Roman diline dönüşecek olan yeni bir dil konuşan karışık grup Bizans’a ulaştı.
Başkent İstanbul’da falcılık, büyücülük, dansçılık, metal işçiliği ve at ticareti yapan bu grup Aiguptissa, veya “Mısırlılar” (Egyptians) olarak kayda geçirildiler. “Mısırlıların” ilk yerleşimleri şehrin kenarlarında, şehir duvarlarının dışında (Charisius Kapısı) şimdiki Edirnekapı’da, Sulukule bölgesine yakındı.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet şehir hayatını ve ticareti yeniden canlandırmak için şehre yeni Roman topluluklar getirtmişti. Fetih sırasında Osmanlı İmparatorluğu ordusuna kılıç ve nal yaptıkları için Romanlara 1520’de Rumeli’de bir sancak verilmişti. Bu dönemde at ticareti, sepetçi ve dansçı loncaları Romanların kontrolüne girmişti. Osmanlı döneminde akrobatlar, hokkabazlar, dansçı ve müzisyenler, falcılar, sihirbazlar, ayı ve yılan oynatıcılar tarihsel eğlence geleneğinin önemli figürleri olarak tören alayları minyatürlerinde yer almışlardı. Romanlar, ulaştırma, sepetçilik, oyacılık, nalbantlık, demircilik, kalaycılık gibi uğraşlarla kentte işlevsel bir yer edinmişlerdi.
Dünyada yaklaşık 12 milyon Roman yaşıyor, bu nüfusun Türkiye’de bulunan kısmı resmi rakamlara göre 500 bin. Fakat gerçekçi bir tahminle Türkiye Romanlarının nüfusunun bu sayının çok üzerinde, iki milyon civarında olduğunu söyleyebiliriz. Verilere göre bu nüfusun da yüzde 95 gibi büyük oranı yerleşik yaşama geçmiş durumda.
Romanlar'ın Türkiye'de yoğun olarak yaşadıkları yerler; Kırklareli, Edirne, Ankara, İstanbul, Düzce, İzmit, İzmir, Afyon, Tokat, Sivas, Denizli, Mardin, Gaziantep, Kahramanmaraş, Adana ve Samsun.
Geçimlerini müzisyenlik yaparak, çiçek satarak, sepetçilik, kalaycılık, demircilik veya hurda eşya toplayarak sağlıyorlar.
Türkiye'de Romanlar için genel olarak 'Çingene' sözcüğü kullanılıyor. Batı Anadolu ve Trakya'da 'Roman', Van ile Ardahan arasındaki bölgede 'Mutrip', Orta Anadolu'da 'Elekçi', Erzurum ve civarında 'Poşa', Adana'da ise ‘Cano’ ismiyle anılıyorlar.
Bugün Romanlar, Çingeneler olarak adlandırdığımız insanların ataları, M.S. 977 ile M.S. 1030 arasında göçe zorlanmaları sonucu Hindistan’ı terk etmişlerdi. Gazneli Mahmut tarafından, Hindistan’ın kuzeybatı ve orta kuzey bölgelerine yapılan seferlerde esir alınmışlardı. Mahmut oldukça merkezi, profesyonel ve farklı etnik grubu içeren (Hindular, Hintliler, vs.) bir ordu organize etti.
Hintliler Gazne’de sadece asker olarak bulunmuyorlardı. Aynı zamanda yerli köle, sanatçı, zanaatkar, dansçı, müzisyen, metal işçisi, zırh tamircisi, ok yapımcısı, silahtar, seyis ve çadır yapımcısıydılar. Kendileri tarafından korunan mahalleleri vardı. Çingenelerin ataları, büyük bölümü farklı sosyal ve kültürel geçmişleri olan Hindular ve bazı aykırı Müslümanlardı. Roman dilinin kökenini oluşturan pek çok farklı dili konuşuyorlardı.
Gaznelilerin mağlubiyetinden ve batıdaki imparatorluğun kaybından sonra geriye kalan Hindular, onların aileleri ve diğer göçmenler, bölgeye giren Türkmenler ve Selçuk boylarından gelen insanların baskısıyla, daha batıya doğru ilerlemeye zorlandılar. On birinci yüzyılın sonunda, şu anda ilk Romanlar olarak tanımladığımız ve modern Roman diline dönüşecek olan yeni bir dil konuşan karışık grup Bizans’a ulaştı.
Başkent İstanbul’da falcılık, büyücülük, dansçılık, metal işçiliği ve at ticareti yapan bu grup Aiguptissa, veya “Mısırlılar” (Egyptians) olarak kayda geçirildiler. “Mısırlıların” ilk yerleşimleri şehrin kenarlarında, şehir duvarlarının dışında (Charisius Kapısı) şimdiki Edirnekapı’da, Sulukule bölgesine yakındı.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet şehir hayatını ve ticareti yeniden canlandırmak için şehre yeni Roman topluluklar getirtmişti. Fetih sırasında Osmanlı İmparatorluğu ordusuna kılıç ve nal yaptıkları için Romanlara 1520’de Rumeli’de bir sancak verilmişti. Bu dönemde at ticareti, sepetçi ve dansçı loncaları Romanların kontrolüne girmişti. Osmanlı döneminde akrobatlar, hokkabazlar, dansçı ve müzisyenler, falcılar, sihirbazlar, ayı ve yılan oynatıcılar tarihsel eğlence geleneğinin önemli figürleri olarak tören alayları minyatürlerinde yer almışlardı. Romanlar, ulaştırma, sepetçilik, oyacılık, nalbantlık, demircilik, kalaycılık gibi uğraşlarla kentte işlevsel bir yer edinmişlerdi.
Dünyada yaklaşık 12 milyon Roman yaşıyor, bu nüfusun Türkiye’de bulunan kısmı resmi rakamlara göre 500 bin. Fakat gerçekçi bir tahminle Türkiye Romanlarının nüfusunun bu sayının çok üzerinde, iki milyon civarında olduğunu söyleyebiliriz. Verilere göre bu nüfusun da yüzde 95 gibi büyük oranı yerleşik yaşama geçmiş durumda.
Romanlar'ın Türkiye'de yoğun olarak yaşadıkları yerler; Kırklareli, Edirne, Ankara, İstanbul, Düzce, İzmit, İzmir, Afyon, Tokat, Sivas, Denizli, Mardin, Gaziantep, Kahramanmaraş, Adana ve Samsun.
Geçimlerini müzisyenlik yaparak, çiçek satarak, sepetçilik, kalaycılık, demircilik veya hurda eşya toplayarak sağlıyorlar.
Türkiye'de Romanlar için genel olarak 'Çingene' sözcüğü kullanılıyor. Batı Anadolu ve Trakya'da 'Roman', Van ile Ardahan arasındaki bölgede 'Mutrip', Orta Anadolu'da 'Elekçi', Erzurum ve civarında 'Poşa', Adana'da ise ‘Cano’ ismiyle anılıyorlar.